30 Temmuz 2013
Atatürk diyor ki
29 Temmuz 2013
Yoğurt Tatlısı
Kullanılacak Malzeme: 250 gr. un, 50 gr. irmik, 250 gr. pudra şekeri, 8 yumurta, 250 gr. yoğurt,
1 limon suyu, 1 çay kaşığı karbonat, 60 gr. erimiş margarin.
Yapılması:
Şeker ve yumurta 5 dakika vurulur. Un, irmik, karbonatla beraber
elenerek ilave edilir, limon suyu, yoğurt, erimiş margarin konur,
karıştırılır. Yağlanmış tepsiye hamur 4 santim kalınlığında orta
hararetteki fırında pişirilir. 750 şeker, 2 bardak su ve bir çay kaşığı
limon suyu ile şurup yapılır, üzerine dökülür. Kabukları soyulmuş
bademler ile süslenir.
Not: Şurup soğuk olur, tatlı sıcak olur.
Revani
Yapılması: Yumurtalar şeker ile beraber yoğurt gibi koyu oluncaya kadar vurulur, un, irmik, limon kabuğu rendesi ilave edilir, hafif karıştırılır, erimiş margarin konur. Hamur, yağlanmış şekilli bir kalıba boşaltılır, orta hararetteki fırında pişirilir. 400 gr. şeker ve bir bardak su ile şurup yapılır bir çay kaşığı limon suyu ile kestirilerek üzerine dökülür. Kaymakla servis yapılır.
Merengli Tart
Yapılması: Un, margarin, 100 gr.pudra şekeri, 1 bütün yumurta, , 1 tutam tuz, 1/2 limon kabuğu rendesi hepsi beraber karıştırılarak hamur haline getirilir, 1/2 santim kalınlığında açılarak yağlanmış tart kalıbına yerleştirilir. Kabarmaması için çiy nohut doldurulur, orta hararetteki fırında pişirilir. Nohutlar boşaltılır, tart içine marmelat sürülür, ince kıyılmış elma konur, üstü merengle örtülür, tekrar fırına konur, mereng hafif renk alıncaya kadar pişirilir.
Merengin yapılması: 3 yumurta beyazı vurularak sıkı kar haline getirilir, 150 gr. pudra şekeri ve vanilya ilave edilir, biraz karıştırılarak kullanılır.
27 Temmuz 2013
Graten Balık ve İstakoz
Yapılması: 2 kaşık un 50 gr. margarin ile hafifi kavrulur. Süt, yavaş yavaş ilave edilir, koyulaşınca ateşten indirilir, tuz biber konur. İstakozun eti, kılçıkları ayıklanmış balık, küçük parçalar halinde kıyılarak elde edilen salçaya ilave edilir. İstiridye kabuğunu andıran cam veya madeni kaplara doldurulur ve ayıklanmış karidesleri kenarlara dizerek süs yapılır. Gravyer peyniri serpilir ve küçük margarin parçaları konur. Kızarıncaya kadar fırında pişirilir.
Fırında Domates
afiyet olsun👍
Elmalı Şoson
Yapılması: Unun ortası açılır, su, tuz, sirke ve ceviz büyüklüğünde bir parça margarin konur, hepsi beraber karıştırılır, yoğurularak hamur haline getirilir. On dakika bekletilir. 1 santim kalınlığında açılır, margarin ortasına konur, hamur bohça gibi kapatılır, 1/2 santim kalınlığında açılır, üçe katlanır, 10 dakika bekletilir, bu şekilde 10 dakika ara ile 4 defa açılır, katlanır. Açılmalar bitince hamur, 1/2 santim kalınlığında açılır, 7 santim genişliğinde kareler şeklinde kesilir, her karenin ortasına ince kıyılmış elma pudra şekeri konur, zarf gibi kapatılır. Tepsiye sıralanır, yumurta sürülür, orta hararetteki fırında pişirilir. Soğuduktan sonra pudra şekeri serpilir.
Karidesli Yumurta
Yapılması: Tuzlu suda haşlanarak pişirilmiş karidesin kabukları soyulur, 50 gr. margarin ile beraber ezilir. Ateşe dayanan bir cam tabağa konarak ısıtılır, üzerine 4 adet yumurta kırılır, yavaş ateşte pişirilir, üzerine tuz serpilerek sıcak servis yapılır.
Soğanlı Çorba
Yapılması: Rende soğan, un margarin ile hafif kavrulur, 6 bardak su yavaş, yavaş ilave edilir, tuz, biber konur, 10 dakika pişirilir. Fırına giren bir çorba kasesine ekmekler yerleştirilir, üzerine çorba dökülür, bol gravyer peyniri serpilir, fırında kızarıncaya kadar bırakılır, sıcak servis yapılır.
26 Temmuz 2013
Kirpi Bisküvisi
Yapılması: Unun ortası çalışacak kadar açılır, margarin, pudra şekeri, vanilya beraber karıştırılır, süt 1 yumurta ilave edilir, un ile hamur haline getirilir. Ceviz kadar küçük parçalara ayrılır, yuvarlanır. Yağlanmış tepsiye ikişer santim ara ile sıralanır, yumurta sürülür. Kabukları soyulmuş bademler ince uzun kıyılır, her yuvarlağın üzerine 7-8 tane batırılır, orta hararetteki fırında pişirilir.
Puf Böreği
Yapılması: Unun ortası çalışacak kadar açılır. Su, yumurta, 1 çorba kaşığı margarin konur, hepsi beraber yoğurularak hamur haline getirilir. Bir müddet beklettikten sonra beş müsavi parçaya ayrılır, yuvarlanır, 2 milimetre kalınlıkta açılır. Her parçaya üç kaşık erimiş margarinden sürülür, üst üste konur, yarım saat dinlendirilir. Hepsi birden 2 milimetre kalınlığında büyük bir yufka halinde açılır. Yarısına iç konup diğer yarısı ile örtüldükten sonra kare veya yarım ay şeklinde ruletle kesilir, 250 gr. margarin de kızartılır.
İç: Suda bırakılmış beyaz peynir, veya soğanlı kıyma.
Tavuk Köftesi
Yapılması: Pişmiş tavuk eti kıyılır, püre haline getirilmiş patates, kaşar peyniri, 1 adet yumurta, tuz, biber, bir kahve fincanı tavuk suyu, hepsi beraber yoğurulur. Yumurta kadar parçalara ayrılır, un içinde yuvarlanır, yumurtaya ve galeta tozuna bulandıktan sonra çok kızgın yağda kızartılır (hazırlandıktan sonra hemen kızartmalı, bekletmeğe gelmez). Sıcak olarak servis yapılır.
24 Temmuz 2013
Çikolatalı Rulo
Yapılması: Un, Kakao, vanilya beraber elenir. Yumurtalar ve şeker , yumurta teli ile vurulur, yoğurt gibi koyu olunca un, yağ ilave edilir, hafifçe karıştırılır. Uzun bir tepsiye bir yağ kağıdı konur, üzerine, hamur, yarım santim kalınlığında yayılır, orta hararette pişirilir. Kağıt çıkarılır, üzerine pudra şekeri serpilir, sarılır, soğutulur. Tekrar açılır, içine bol krem şantiyi sürülür, sarılır ve istenilen büyüklükte parçalara kesilerek servis yapılır.
Fırında Patlıcan
Yapılması: 4 adet soyulmamış patlıcan ( her biri 4 parçaya bölünerek) tuzlu suda haşlanır, süzülür, içi boşaltılır. 2 patlıcan ateşte kebap yapılır, kabukları soyulur, diğer patlıcanların içleri ile iyice sıkılır ve tahta kaşık ile kıyılır. Un, 60 gr. margarinde hafif kavrulur, süt yavaş, yavaş ilave edilerek pişirilir, koyulaşınca kıyılmış patlıcanlar, peynir, tuz konur, karıştırılır. Elde edilen iç ile boşaltılmış patlıcanlar doldurulur, yağlanmış cam tabak veya tepsiye dizilir. Üzerlerine biraz erimiş margarin gezdirilir, kaşar veya gravyer rendesi serpilir. Üstleri kızarıncaya kadar fırında pişirilir.
Fırında Kabak
Yapılması: Kabaklar tuzlu suda haşlanır, süzülür. İkiye bölünür, içi boşaltılır. Un, 60 gr. margarinde hafif kavrulur, bir bardak süt yavaş, yavaş ilave edilir, iyice koyulaşınca ateşten indirilir. Sütle ıslatılmış ve ufalanmış ekmek, kabakların içi ve gravyer konur, karıştırılır. Kabaklar, bu iç ile doldurulur, yağlı bir tepsiye dizilir, üzerlerine parça halinde margarin konur, gravyer rendesi serpilir, süt ilave edilerek fırında pişirilir.
Kıymalı Kabak Oturtması
Yapılması: 2 kaşık margarinde soğan hafif kavrulur, kıyma, tuz, biber ilave edilir, domates salçası veya domates suyu konarak biraz pişirilir, bir kaba bir kat kabak sıralanır, üzerine kıyma serpilir, tekrar kabak ve kıyma konur su tuz ilave edilerek yavaş ateşte pişirilir, üzerine kıyılmış dere otu konarak sıcak servis yapılır.
Gözleme
Yapılması: Un, şeker, yumurta, margarin, tuz, limon kabuğu beraber karıştırılır, süt yavaş, yavaş ilave edilir, sulu bir hamur elde edilir. 15 cm. genişliğinde olan bir tavaya bir küçük parça margarin konur, hamurdan da 3 çorba kaşığı dökülür, kuvvetli ateşte 2 tarafı da hafif kızartılır,üzerine kayısı marmeladı sürülerek sarılır, tabağa dizilir. Gözlemeler hepsi pişince üzerine pudra şekeri serpilir, servis yapılır.
İzmir Köftesi
Yapılması: Kıyma, ıslatılmış ekmek içi, soğan kıyılmış maydanoz, tuz, biber hepsi beraber yoğurulur. Ceviz büyüklüğünde parçalara ayrılır, yuvarlanır, uzatılarak köfte şekli verilir, una bulanarak 2 kaşık margarinde kızartılır. Kalan margarin ile 1 kahve fincanı suda erimiş salça iyice pişirilir, köfteler içine atılarak biraz kaynatılır. Patates haşlanarak püre haline getirilir, süt, tereyağ ilave edilerek karıştırılır. Püre servis tabağının ortasına, sıcak köfteler de etrafına konur ve salça üzerine gezdirilir.
18 Temmuz 2013
Yunanlıların Öyküsü – Yannis Ritsos
Bu taşlar katlanamaz yabancı çizmelere
Yalnız güneşe boyun eğer bu yüzler
Yalnız doğruluğa boyun eğer bu yürekler
Sessizlik gibi katı bu toprak,
korlaşan taşları basar bağrına,
güneşte yetim kalmış zeytinliklerle
bağları kucaklar.
Dişleri kenetli.
Su yok. Yalnız güneş.
Güneşte yitip gidiyor yol
ve demirden bir gölge köyün duvarları.
Ağaçlar, dereler ve sesler
mermere dönüşüyor güneşin kirecinde.
Kök mermerin üzerinde sürçüyor.
Tozlu fundalıklar, katırlar, kayalar. Hepsi
soluk soluğa.
Su yok. Hep susuzluk çekmişler yıllarca.
Hep çiğneyip durmuşlar bir lokma gökyüzünü
duydukları acıyı boğabilmek için.
Gözleri kan çanağına dönmüş uykusuzluktan.
Gün batarken dağların arasında bir servi gibi
derin bir çizgi belirmiş kaşları arasında.
Tüfeğin bir parçası olmuş elleri.
Tüfek ellerinin bir uzantısı.
Dudaklarında öfke
ve gözlerinin derinliklerinde
tuzdan bir aylada yansıyan yıldız gibi
dinmeyen acıları.
Onlar el sıkıştıklarında, bütün insanlık için
parlar güneş.
Onlar gülümsediklerinde, küçük bir kırlangıç
fırlar gür sakallarından.
Onlar uyuduklarında, on iki yıldız düşer boş
ceplerinden.
Onlar öldüklerinde, onların bayrakları ve davullarıyla
yokuşu tırmanır hayat.
Bunca yıl hep aç kalmışlar, hep susuz kalmışlar,
hep öldürülmüşler amansızca, karadan ve denizden
kuşatılarak.
Ateş kavurmuş tarlalarını. Tuzlu suya kanıksamış
evleri.
Rüzgâr kapılarını devirmiş, köklerinden sökmüş
meydanlardaki leylakları.
Paltolarının deliklerinden gelip geçmiş ölüm.
Servi kozalağı gibi gittikçe acılaşmış dilleri.
Sahiplerinin gölgelerine sarınıp yok olmuş köpekleri.
Şimdi yağmurlar dövüyor kemiklerini.
Kalelerinde sessiz birer kaya gibiydiler nöbette,
ayın kırılan direklerini yutan azgın denizi gözlerken,
içlerine çekiyorlardı dumanı tüten at gübreleriyle geceyi.
Artık ne ekmekleri vardı, ne cephaneleri.
Artık toplara yalnız yüreklerini sürebilirlerdi.
Bunca yıl kuşatılıp karadan ve denizden
aç kalıp kırılmışlar, gene de dayanmışlar yılmadan.
Korudukları tepelerde bugün bile parlıyor gözleri
(koca bir bayrak, göz alan bir ateş)
ve ufkun dört kapısına kanat çırparak
binlerce güvercin havalanıyor ellerinden her şafak.
IV
Açlığı bilen insanların gururuyla
şafağa yöneldiler.
Bir yıldız billurlaştı kararlı bakışlarında.
Yaralı yazı taşıdılar omuzlarında.
Buradan geçti birlikler, bayrakları gövdelerine yapışmış,
kararları buruk bir ahlat gibi dişleri arasında.
Ayın kumları dolmuş çizmelerine,
gecenin kömürü tıkamış kulaklarıyla burunlarını.
Ağaçtan ağaca, taştan taşa dünyadan geçtiler.
Dikenden yastıklarda uykudan geçtiler.
Kavrulmuş elleriyle hayat ırmağını getirmekteydiler.
Attıkları her adımla gökten pay kazanıyorlardı —
dağıtmak için.
Nöbet yerlerinde yanık ağaçlar gibi dimdiktiler
ve köy alanında horona durduklarında,
tavanlar titrer, fincanlar şangırdardı raflarda.
Nasıl bir türküydü o dorukları titreten!
Dizleri arasına alıp ayı bir tepsi gibi yemek yerlerdi.
Yüreklerinin kerpeteniyle bükerlerdi acının belini,
kalın tırnaklarıyla bit kırar gibi.
Kim getirecek şimdi size yumuşak körpe yaprağı
düşlerinizi beslemek için gecede?
Kim bekleyecek zeytinlerin gölgesinde susmasın diye
ağustosböceği, ona eşlik ederek?
öğle saatinin yanan kireci ufkun ağılını dört yandan
lekeleyip
onların yiğit adlarını sildiğine göre?
Bu toprak ki kokular içindeydi şafakta,
bu toprak ki onlarındı, bizimdi.
Kanları — nasıl kokular içindeydi toprak!
Nasıl oldu da kapandı kapıları bağlarımızın?
Nasıl karardı damların, ağaçların üstündeki aydınlık?
Kimin dili varır demeye? Neden toprak altında yarısı,
yarısı prangaya vurulu?
Bak nasıl iyi günler diliyor güneş sayısız yapraklarla
ve uçuşan bayraklarla dolu gökyüzü,
gene de prangaya vurulu kimi, kimi toprakta.
Dinleyin! Çanlar çaldı çalacak.
Bu toprak hem onların, hem bizim.
Toprağın altında çapraz elleri
kavramış çanların iplerini.
“Bekliyorlar saati,” uyumuyorlar.
Diriliş çanlarını çalmayı bekliyorlar.
Bu toprak hem onların, hem bizim.
Hiç kimse bu toprağı alamaz elimizden!
VII
Ev, yol, atlasçiçeği, avluda güneşin kabuklarını
gagalayan tavuklar —
bunları tanıyoruz.
Onlar da bizi tanıyor.
Burada yaban gülleri arasında sarı derisini
dökmüş yılan.
Karıncanın yuvasını, eşekarısının burçlu kalesini
bulacaksın burada.
Aynı zeytin ağacında, geçen yılki cırcırböceğinin
kabuğu ile
bu yılki cırcırböceğinin sesi.
Sonra katırtırnaklarına vuran gölgen, nicedir yaralı,
sadık bir köpek gibi seni izleyen.
Öğle üzeri, topraksı uykunun yanıbaşında oturup
acı defneleri koklayan,
geceleri ayakucuna kıvrılıp bir yıldızı gözetleyen
gölgen.
Yazın oyluklarında beliren bir armut sessizliği var,
keçiboynuziarının köklerinde bir durgun su uyuşukluğu —
ilkyazın kucağında uyuyan yedi öksüz
ve gözlerinde can çekişen bir kartal.
Taa yukarılarda, çam ormanından ötede,
geniş dut yaprağında toza dönüşen serçe pisliği gibi,
güneşte kuruyor Ayi Yannis Kilisesi.
Çapraz değneklerle arşınladık tarlalarımızı
toprağın iliğine ve yüreklerimize işleyen çok eski
bir yağmurla
ve yaralarla dolu güneşin derisi.
Gocuğuna sarınmış bir çobanın
kurumuş bir ırmak var her bir kılında.
Kavalının her deliğinde fışkıran meşe ormanları
ve Hellespont’un sularına değen ilk küreğin
budaklarıyla pürüzlü değneği.
Hatırlaman gerekmez. Çınarın damarları
senin kanını paylaşıyor çirişotlarının, gebrelerin
damarlarıyla.
Dilsiz kuyunun bağrı kara cam ve ak rüzgârdan
yuvarlak bir ses yankılıyor öğleüzeri,
eski şarap küpleri gibi yuvarlak, onlar kadar eski —
yarın maviye ve kızıla dönüşen o sesle sesleneceksin
dağlara.
Ve gökyüzü çivit rengiyle duruluyor kayaları ve gözlerimizi.
Her gece, kırlarda, ay sırtüstü çevirip ölüleri,
donmuş parmaklarını gezdiriyor yüzlerinde
ve çenesindeki yara izinden, çatık kaşından
bulmaya çalışıyor kayıp oğlunu.
Ceplerini anyor. Her zaman bir şeyler bulur o ceplerde.
Her zaman bir şey buluruz aradığımızda.
Kutsal Haç’tan bir parçaya bağlanmış bir muska.
Ezik bir cıgara. Bir anahtar. Bir mektup. Yedide durmuş
bir saat.
Yeniden kurarız saati. Ve ilerlemeye başlar zaman.
Üst üste yığılmış kunduralan daha ad vermediğimiz
bir dağ gibi.
Üstlerinde ne varsa çürüyüp yok olduğu zaman,
göğün yaz yıldızları arasında kalan parçaları
ve defneler arasında kalan dereler
ve ilkyazda limon ağaçlan arasındaki dağ yolları gibi,
kaputlarının düğmeleri arasında serilmiş yatarlarken
çırılçıplak,
belki de bulacağız künyelerini,
belki de “Seviyorum!” diye bağıracağız o zaman.
Hem sonra, belki biraz fazla uzak, biraz fazla yakın
olabilir bunlar,
nasıl ki karanlıkta selamlaşmak için birinin
elini tuttuğun zaman,
baba evine dönen sürgünün o acı sezgisini duyarsın.
Nasıl ki, en yakınları bile, tanıyamamışlardır onu —
çünkü o hayattan önce ve ölümden sonra gelen hayatla
karşılaştığı gibi,
yüz yüze gelmiştir ölümle.
Ama o tanır onları. Kırgın değildir kimseye. Yarın, der.
Ve Tanrının gönlüne varan en kısa yolun
en uzun yol olduğuna kesindir inancı.
Ve ay onu hüzünle yanağından öptüğü zaman,
deniz yosunu, saksı, hasır iskemle, taş merdiven
iyi akşamlar dilerler ona,
dağlar, şehirler ve gökyüzü ona iyi akşamlar
dilerler.
Ve işte o zaman silkerek cıgarasının külünü
balkonun korkuluğundan,
ağlayabilir duyduğu bu güvenlik içinde.
Ağlayabilir ağaçların, yıldızların ve kardeşlerinin
verdiği bu güvenlik içinde.
W. Arlan Peterson " Beni yavaşlat Tanrım! "
Yüreğimin atışlarını düşüncemin sakinliğiyle rahatlat.
Zamanın sonsuz görüntüsüyle hızımı azalt!
Bana güncel kargaşanın ortasında,
Tepelerin ölümsüz sakinliğini ver.
Eski bir dostla sohbet etmeyi
Ya da yeni bir dost edinmeyi,
Yolunu kaybetmiş bir köpeği okşamayı,
Ağ yapan bir örümceği izlemeyi,
Bir çocuğa gülümsemeyi,
İyi bir kitaptan birkaç satır okumayı -ve-
Yarışın daima daha çok hız için olmadığını
Anımsat her gün bana.
Yavaşlat beni Tanrım!
Bana ilham ver.
Köklerimi,
Yaşamın katlanılan değerler toprağının
derinliğine göndermek,
Kaderimdeki yıldızlara doğru -daha çok-
Büyüyebilmek için...
Yavaşlat beni Tanrım!..
17 Temmuz 2013
Erich Fromm - Sevginin ve Şiddetin Kaynağı " İnsan Kurt Mu, Kuzu Mu "
Erich Fromm – Sevginin ve Şiddetin Kaynağı
Yaşam yaratmak, güçsüz insanda bulunmayan birtakım nitelikleri
gerektirir. Yaşamı yoketmekse yalnızca bir tek niteliği -şiddete
başvurmayı- gerektirir. Güçsüz insan, tabancası, bıçağı ya da kuvvetli
bir bileği olduğu sürece başkalarının ya da kendisinin içindeki yaşamı
yokederek onu aşabilir. Böylece, kendisini yadsıyan yaşamdan öç almış
olur. Ödünleyici şiddet, güçsüzlükten doğan ve güçsüzlüğü ödünleyen bir
şiddet türüdür. Yaratamayan bir insan, yok etmek ister, yaratırken, yok
ederken salt bir yaratık olma rolünün ötesine geçer. Caligula'ya şunları
söyletirken Camus, bu fikri özlü olarak dile getirmiştir: "Yaşıyorum,
öldürüyorum, yok etmenin insanı kendinden geçiren gücünü yaşıyorum;
bununla karşılaştırıldığında yaratmanın gücü çocuk oyuncağından başka
bir şey değildir." Bu, sakatların, yaşamın kendilerinden insanca
güçlerini olumlu bir biçimde ortaya dökme yetisini esirgediği kimselerin
kullandığı şiddettir.
16 Temmuz 2013
Marx 'Paris Komünü yenilgisinde küçük burjuvazinin rolü üzerine'
Nietzsche "Küçük insanlar"
Bu "küçük insanların" arasında çok fazla yalan mevcuttur ve yine bu küçük insanların arasında içtenlikli komedyenler çok azdır. Bu sahte erdemli insanların en büyük bölümü kendilerini, onlara boyun eğen insanlardan üstün gören insanlardan oluşur. Boyun eğen insanlar kendi "iyilikleri" ve ruh sağlıkları için boyun eğerler!
"Hizmet ediyorum, hizmet ediyorsun, hizmet ediyoruz, işte bu yönetenlerin iki yüzlü ezgisidir. Ve ilk sahibi, ilk hizmetkâr olanların vay haline.
Dürüsttürler, başkalarına karşı yumuşak başlıdırlar, kum taneleri birbirlerine karşı da dürüst ve yumuşak başlıdırlar.
Kimsenin onlara bir kötülük yapmaması için, başkalarına karşı çok ince davranır ve iyilik yaparlar.
Güçten ve canlılıktan yoksun oldukları için hizmet severlerdir. Sonuç olarak korkaklığa erdem derler."
"Ahlakın Soykütüğü Üzerine"de Nietzsche bize kaynağı hınç olan bu aktarmaların analizini verir.
İlber Ortaylı "Cami olmaktan çıkan camiler"
Falan mahallelerdeki camilerin depo yapıldığı söyleniyor ama Menderes'in imar çalışmaları sırasında rölöveleri ve albümleri bile çıkarılmadan tarihe gömülen Mimar Sinan mescitlerinden, Beyazıt' ta yıkılan Kemankeş Kara Mustafa Paşa Camii ve Medresesi' nden bahseden Müslüman yok. Topkapı' daki Kara Ahmet Paşa' nın Mimar Sinan eseri zarif sebilinden ( ki bence istisnai bir Rönasans tipi fontanaydı, inşaat makineleriyle yıkılışını gözümle gördüm) bahseden Müslüman da yok. Bu memleketin tahribi şu veya bu grubun işi değildir. Yaptığımız toptan bir kepazeliktir.
15 Temmuz 2013
Anlayamadılar - Nazım Hikmet
Biz ince bel, ela göz ,sütün bacak için sevmedik güzelim
Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda…
14 Temmuz 2013
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek - Adnan Yücel
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler...
Şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
ve yürek,
imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!