30 Temmuz 2013

Atatürk diyor ki

"Her gün, sabah, akşam, gece ne zaman vakit bulabilirseniz; bir çeyrek, yarım saat, ne kadar zaman ayırabilirseniz, kendi içinize çekilin, o gün yaptığınız işi göz önünden ve düşüncelerinizin tartısından bir defa geçirin, Ne ettiğinizi ne işlediğinizi her gün bir defa kendi kendinize yoklayın. Şuurunuzdan alacağınız cevapların  ne kadar faydalı olacağını hayal bile edemezsiniz."

29 Temmuz 2013

Yoğurt Tatlısı


 

Kullanılacak Malzeme: 250 gr. un, 50 gr. irmik, 250 gr. pudra şekeri, 8 yumurta, 250 gr. yoğurt, 

1 limon suyu, 1 çay kaşığı karbonat, 60 gr. erimiş margarin.

Yapılması: Şeker ve yumurta 5 dakika vurulur. Un, irmik, karbonatla beraber elenerek ilave edilir, limon suyu, yoğurt, erimiş margarin konur, karıştırılır. Yağlanmış tepsiye hamur 4 santim kalınlığında orta hararetteki fırında pişirilir. 750 şeker, 2 bardak su ve bir çay kaşığı limon suyu ile şurup yapılır, üzerine dökülür. Kabukları soyulmuş bademler ile süslenir.

Not: Şurup soğuk olur, tatlı sıcak olur.

afiyet olsun🌼
 

Revani


 
Kullanılacak Malzeme: 6 yumurta, 150 gr. toz şekeri, 60 gr. erimiş margarin, 150 gr. irmik, 8 çorba kaşığı dolusu un, limon.

Yapılması: Yumurtalar şeker ile beraber yoğurt gibi koyu oluncaya kadar vurulur, un, irmik, limon kabuğu rendesi ilave edilir, hafif karıştırılır, erimiş margarin konur. Hamur, yağlanmış şekilli bir kalıba boşaltılır, orta hararetteki fırında pişirilir. 400 gr. şeker ve bir bardak su ile şurup yapılır bir çay kaşığı limon suyu ile kestirilerek üzerine dökülür. Kaymakla servis yapılır.

afiyet olsun☕
 

Merengli Tart


 
 Kullanılacak Malzeme: 250 gr. un, 125 gr. margarin, 100 gr. pudra şekeri, 1 yumurta, 250 gr. ekşi elma, 1/2 limon kabuğu rendesi, 2 çorba kaşığı kayısı marmelatı, 1 tutam tuz.

Yapılması: Un, margarin, 100 gr.pudra şekeri, 1 bütün yumurta, , 1 tutam tuz, 1/2 limon kabuğu rendesi hepsi beraber karıştırılarak hamur haline getirilir, 1/2 santim kalınlığında açılarak yağlanmış tart kalıbına yerleştirilir. Kabarmaması için çiy nohut doldurulur, orta hararetteki fırında pişirilir. Nohutlar boşaltılır, tart içine marmelat sürülür, ince kıyılmış elma konur, üstü merengle örtülür, tekrar fırına konur, mereng hafif renk alıncaya kadar pişirilir.

Merengin yapılması: 3 yumurta beyazı vurularak sıkı kar haline getirilir, 150 gr. pudra şekeri ve vanilya ilave edilir, biraz karıştırılarak kullanılır.


afiyet olsun🍏
 

27 Temmuz 2013

Graten Balık ve İstakoz


 
Kullanılacak Malzeme: 100 gr. margarin, 2 çorba kaşığı un, 500 gr. süt, 1 orta boy istakoz, 1/2 kilo mercan veya levrek balığı, 100 gr. orta boy karides, 50 gr. gravyer ve kaşar peyniri rendesi, tuz, biber.

Yapılması: 2 kaşık un 50 gr. margarin ile hafifi kavrulur. Süt, yavaş yavaş ilave edilir, koyulaşınca ateşten indirilir, tuz biber konur. İstakozun eti, kılçıkları ayıklanmış balık, küçük parçalar halinde kıyılarak elde edilen salçaya ilave edilir. İstiridye kabuğunu andıran cam veya madeni kaplara doldurulur ve ayıklanmış karidesleri kenarlara dizerek süs yapılır. Gravyer peyniri serpilir ve küçük margarin parçaları konur. Kızarıncaya kadar fırında pişirilir.

afiyet olsun💕
 

Fırında Domates


 
Kullanılacak Malzeme: 250 gr. süt, 100 gr. margarin, 40 gr. un, 4 yumurta, 125 gr. kaşar ve gravyer rendesi, 6 adet düzgün domates, 100 gr. kıyma, 1 adet soğan, kafi miktarda tuz biber.

Yapılması: Domateslerin içi oyulur, tuzlanır, süzülmesi için bir tabağa çevrilir. 50 gr. margarin ile 40 gr. un hafif kavrulur, 1 çay kaşığı tuz, biber, 250 gr. süt ilave edilir, koyulaşınca ateşten indirilir. Doğranmış soğan ve kıyma 50. gr margarinde hafif kavrulur, 4 yumurta sarısı, 100 gr. rende peynir ilave edilir. Üç yumurta beyazı vurulur, hep beraber karıştırılır, domateslerin içi doldurularak üzerlerine peynir serpilir, orta hararetteki fırında 20 dakika pişirilir,sıcak servis yapılır.

afiyet olsun👍
 

Elmalı Şoson


 
Kullanılacak Malzeme: 1/2 kilo ekşi elma, 250 gr. pudra şekeri, 250 gr. margarin 300 gr. un, 1/2 bardak su, 1 çay kaşığı tuz, 1 çay kaşığı sirke.

Yapılması: Unun ortası açılır, su, tuz, sirke ve ceviz büyüklüğünde bir parça margarin konur, hepsi beraber karıştırılır, yoğurularak hamur haline getirilir. On dakika bekletilir. 1 santim kalınlığında açılır, margarin ortasına konur, hamur bohça gibi kapatılır, 1/2 santim kalınlığında açılır, üçe katlanır, 10 dakika bekletilir, bu şekilde 10 dakika ara ile 4 defa açılır, katlanır. Açılmalar bitince hamur, 1/2 santim kalınlığında açılır, 7 santim genişliğinde kareler şeklinde kesilir, her karenin ortasına ince kıyılmış elma pudra şekeri konur, zarf gibi kapatılır. Tepsiye sıralanır, yumurta sürülür, orta hararetteki fırında pişirilir. Soğuduktan sonra pudra şekeri serpilir.

afiyet olsun🍏
 

Karidesli Yumurta


Kullanılacak Malzeme: 4 yumurta, 100 gr. karides, 50 gr. margarin.

Yapılması: Tuzlu suda haşlanarak pişirilmiş karidesin kabukları soyulur, 50 gr. margarin ile beraber ezilir. Ateşe dayanan bir cam tabağa konarak ısıtılır, üzerine 4 adet yumurta kırılır, yavaş ateşte pişirilir, üzerine tuz serpilerek sıcak servis yapılır.

afiyet olsun🌹
 

Soğanlı Çorba


 
Kullanılacak Malzeme: 125 gr. soğan, 1 çorba kaşığı un, 60 gr. margarin, 100 gr. gravyer peyniri rendesi, tuz, biber, 5 adet ince dilim francala , 6 bardak su.

Yapılması: Rende soğan, un margarin ile hafif kavrulur, 6 bardak su yavaş, yavaş ilave edilir, tuz, biber konur, 10 dakika pişirilir. Fırına giren bir çorba kasesine ekmekler yerleştirilir, üzerine çorba dökülür, bol gravyer peyniri serpilir, fırında kızarıncaya kadar bırakılır, sıcak servis yapılır.

afiyet olsun🍄


26 Temmuz 2013

En kusursuz cinayet; Birinin yaşama sevincini öldürmektir...Paulo Coelho


 


Kirpi Bisküvisi


 
Kullanılacak Malzeme: 250 gr. un, 125 gr. margarin, 2 yumurta, 150 gr. badem, biraz vanilya, 150 gr. pudra şekeri, 2 çorba kaşığı süt.

Yapılması: Unun ortası çalışacak kadar açılır, margarin, pudra şekeri, vanilya beraber karıştırılır, süt 1 yumurta ilave edilir, un ile hamur haline getirilir. Ceviz kadar küçük parçalara ayrılır, yuvarlanır. Yağlanmış tepsiye ikişer santim ara ile sıralanır, yumurta sürülür. Kabukları soyulmuş bademler ince uzun kıyılır, her yuvarlağın üzerine 7-8 tane batırılır, orta hararetteki fırında pişirilir.

afiyet olsun☕
 
 

Puf Böreği


 
Kullanılacak Malzeme: 250 gr. un, 4 çorba kaşığı margarin, 1 yumurta, 1 kahve fincanı su, 250 gr. beyaz peynir, veya 150 gr. kıyma, 1 soğan, tuz, biber.

Yapılması: Unun ortası çalışacak kadar açılır. Su, yumurta, 1 çorba kaşığı margarin konur, hepsi beraber yoğurularak hamur haline getirilir. Bir müddet beklettikten sonra beş müsavi parçaya ayrılır, yuvarlanır, 2 milimetre kalınlıkta açılır. Her parçaya üç kaşık erimiş margarinden sürülür, üst üste konur, yarım saat dinlendirilir. Hepsi birden 2 milimetre kalınlığında büyük bir yufka halinde açılır. Yarısına iç konup diğer yarısı ile örtüldükten sonra kare veya yarım ay şeklinde ruletle kesilir, 250 gr. margarin de kızartılır.

İç: Suda bırakılmış beyaz peynir, veya soğanlı kıyma.

afiyet olsun🌼
 

Tavuk Köftesi


 
Kullanılacak Malzeme: 1 tavuk, 1/2 kilo patates, 50 gr. kaşar rendesi, 4 yumurta, tuz, biber.

Yapılması: Pişmiş tavuk eti kıyılır, püre haline getirilmiş patates, kaşar peyniri, 1 adet yumurta, tuz, biber, bir kahve fincanı tavuk suyu, hepsi beraber yoğurulur. Yumurta kadar parçalara ayrılır, un içinde yuvarlanır, yumurtaya ve galeta tozuna bulandıktan sonra çok kızgın yağda kızartılır (hazırlandıktan sonra hemen kızartmalı, bekletmeğe gelmez). Sıcak olarak servis yapılır.


afiyet olsun😘
 

24 Temmuz 2013

Çikolatalı Rulo


 
Kullanılacak Malzeme: 8 bütün yumurta, 250 gr. pudra şekeri, 200 gr. un, 2 çorba kaşığı kakao, 50 gr. erimiş margarin, vanilya.

Yapılması: Un, Kakao, vanilya beraber elenir. Yumurtalar ve şeker , yumurta teli ile vurulur, yoğurt gibi koyu olunca un, yağ ilave edilir, hafifçe karıştırılır. Uzun bir tepsiye bir yağ kağıdı konur, üzerine, hamur, yarım santim kalınlığında yayılır, orta hararette pişirilir. Kağıt çıkarılır, üzerine pudra şekeri serpilir, sarılır, soğutulur. Tekrar açılır, içine bol krem şantiyi sürülür, sarılır ve istenilen büyüklükte parçalara kesilerek  servis yapılır.

afiyet olsun☕
 

Fırında Patlıcan


 
Kullanılacak Malzeme: 6 adet orta boyda patlıcan, 125 gr. margarin, 2 kaşık un, 1 bardak süt, 100 gr. gravyer ve kaşar rendesi, tuz.

Yapılması: 4 adet soyulmamış patlıcan ( her biri 4 parçaya bölünerek) tuzlu suda haşlanır, süzülür, içi boşaltılır. 2 patlıcan ateşte kebap yapılır, kabukları soyulur, diğer patlıcanların içleri ile iyice sıkılır ve tahta kaşık ile kıyılır. Un, 60 gr. margarinde hafif kavrulur, süt yavaş, yavaş ilave edilerek pişirilir, koyulaşınca kıyılmış patlıcanlar, peynir, tuz konur, karıştırılır. Elde edilen iç ile boşaltılmış patlıcanlar doldurulur, yağlanmış cam tabak veya tepsiye dizilir. Üzerlerine biraz erimiş margarin gezdirilir, kaşar veya gravyer rendesi serpilir. Üstleri kızarıncaya kadar fırında pişirilir.


afiyet olsun🍅
 

Fırında Kabak


 
Kullanılacak Malzeme: 6 adet orta boy kabak, 2 dilim ekmek, 2 bardak süt, 125 gr. margarin, 2 çorba kaşığı un, 100 gr. gravyer veya kaşar peyniri, tuz.

Yapılması: Kabaklar tuzlu suda haşlanır, süzülür. İkiye bölünür, içi boşaltılır. Un, 60 gr. margarinde hafif kavrulur, bir bardak süt yavaş, yavaş ilave edilir, iyice koyulaşınca ateşten indirilir. Sütle ıslatılmış ve ufalanmış ekmek, kabakların içi ve gravyer konur, karıştırılır. Kabaklar, bu iç ile doldurulur, yağlı bir tepsiye dizilir, üzerlerine parça halinde margarin konur, gravyer rendesi serpilir, süt ilave edilerek fırında pişirilir.


afiyet olsun🍄
 

Kıymalı Kabak Oturtması


 
Kullanılacak Malzeme: 1 kilo kabak, 250 gr. kıyma, 1 adet soğan rendesi, 2 demet dere otu, 1 kaşık salça veya 1 domatesin suyu, 2 kaşık margarin, 1/2 bardak su, tuz ve biber.

Yapılması: 2 kaşık margarinde soğan hafif kavrulur, kıyma, tuz, biber ilave edilir, domates salçası veya domates suyu konarak biraz pişirilir, bir kaba bir kat kabak sıralanır, üzerine kıyma serpilir, tekrar kabak ve kıyma konur su tuz ilave edilerek yavaş ateşte pişirilir, üzerine kıyılmış dere otu konarak sıcak servis yapılır.

afiyet olsun🌸
 

Gözleme


 
Kullanılacak Malzeme: 5 çorba kaşığı dolusu un, 2 çorba kaşığı pudra şekeri, 2 yumurta, 1 bardak süt, 1 çorba kaşığı erimiş margarin, 1 tutam tuz, 1/2 limon kabuğu rendesi, kayısı malmeladı.

Yapılması: Un, şeker, yumurta, margarin, tuz, limon kabuğu beraber karıştırılır, süt yavaş, yavaş ilave edilir, sulu bir hamur elde edilir. 15 cm. genişliğinde olan bir tavaya bir küçük parça margarin konur, hamurdan da 3 çorba kaşığı dökülür, kuvvetli ateşte 2 tarafı da hafif kızartılır,üzerine kayısı marmeladı sürülerek sarılır, tabağa dizilir. Gözlemeler hepsi pişince üzerine pudra şekeri serpilir, servis yapılır.

afiyet olsun👍
 

İzmir Köftesi


Kullanılacak Malzeme: 500 gr. koyun kıyması, 1 küçük soğan rendesi, 1 dilim ekmek içi, 1 demet maydanoz, tuz, biber, 4 kaşık margarin, 2 kaşık salça, 500 gr. patates, 1/2 bardak su, 60 gr. tereyağ , 2 kaşık un.

Yapılması: Kıyma, ıslatılmış ekmek içi, soğan kıyılmış maydanoz, tuz, biber hepsi beraber yoğurulur. Ceviz büyüklüğünde parçalara ayrılır, yuvarlanır, uzatılarak köfte şekli verilir, una bulanarak 2 kaşık margarinde kızartılır. Kalan margarin ile 1 kahve fincanı suda erimiş salça iyice pişirilir, köfteler içine atılarak biraz kaynatılır. Patates haşlanarak püre haline getirilir, süt, tereyağ  ilave edilerek karıştırılır. Püre servis tabağının ortasına, sıcak köfteler de etrafına konur ve salça üzerine gezdirilir.

afiyet olsun😘
 

18 Temmuz 2013

Yunanlıların Öyküsü – Yannis Ritsos


Bu ağaçlar katlanamaz daha basık bir göğe
Bu taşlar katlanamaz yabancı çizmelere
Yalnız güneşe boyun eğer bu yüzler
Yalnız doğruluğa boyun eğer bu yürekler

Sessizlik gibi katı bu toprak,
korlaşan taşları basar bağrına,
güneşte yetim kalmış zeytinliklerle
bağları kucaklar.
Dişleri kenetli.
Su yok. Yalnız güneş.
Güneşte yitip gidiyor yol
ve demirden bir gölge köyün duvarları.

Ağaçlar, dereler ve sesler
mermere dönüşüyor güneşin kirecinde.
Kök mermerin üzerinde sürçüyor.
Tozlu fundalıklar, katırlar, kayalar. Hepsi
soluk soluğa.
Su yok. Hep susuzluk çekmişler yıllarca.
Hep çiğneyip durmuşlar bir lokma gökyüzünü
duydukları acıyı boğabilmek için.

Gözleri kan çanağına dönmüş uykusuzluktan.
Gün batarken dağların arasında bir servi gibi
derin bir çizgi belirmiş kaşları arasında.
Tüfeğin bir parçası olmuş elleri.
Tüfek ellerinin bir uzantısı.
Dudaklarında öfke
ve gözlerinin derinliklerinde
tuzdan bir aylada yansıyan yıldız gibi
dinmeyen acıları.

Onlar el sıkıştıklarında, bütün insanlık için
parlar güneş.
Onlar gülümsediklerinde, küçük bir kırlangıç
fırlar gür sakallarından.
Onlar uyuduklarında, on iki yıldız düşer boş
ceplerinden.
Onlar öldüklerinde, onların bayrakları ve davullarıyla
yokuşu tırmanır hayat.

Bunca yıl hep aç kalmışlar, hep susuz kalmışlar,
hep öldürülmüşler amansızca, karadan ve denizden
kuşatılarak.
Ateş kavurmuş tarlalarını. Tuzlu suya kanıksamış
evleri.
Rüzgâr kapılarını devirmiş, köklerinden sökmüş
meydanlardaki leylakları.
Paltolarının deliklerinden gelip geçmiş ölüm.
Servi kozalağı gibi gittikçe acılaşmış dilleri.
Sahiplerinin gölgelerine sarınıp yok olmuş köpekleri.
Şimdi yağmurlar dövüyor kemiklerini.

Kalelerinde sessiz birer kaya gibiydiler nöbette,
ayın kırılan direklerini yutan azgın denizi gözlerken,
içlerine çekiyorlardı dumanı tüten at gübreleriyle geceyi.
Artık ne ekmekleri vardı, ne cephaneleri.
Artık toplara yalnız yüreklerini sürebilirlerdi.

Bunca yıl kuşatılıp karadan ve denizden
aç kalıp kırılmışlar, gene de dayanmışlar yılmadan.
Korudukları tepelerde bugün bile parlıyor gözleri
(koca bir bayrak, göz alan bir ateş)
ve ufkun dört kapısına kanat çırparak
binlerce güvercin havalanıyor ellerinden her şafak.
IV
Açlığı bilen insanların gururuyla
şafağa yöneldiler.
Bir yıldız billurlaştı kararlı bakışlarında.
Yaralı yazı taşıdılar omuzlarında.
Buradan geçti birlikler, bayrakları gövdelerine yapışmış,
kararları buruk bir ahlat gibi dişleri arasında.
Ayın kumları dolmuş çizmelerine,
gecenin kömürü tıkamış kulaklarıyla burunlarını.

Ağaçtan ağaca, taştan taşa dünyadan geçtiler.
Dikenden yastıklarda uykudan geçtiler.
Kavrulmuş elleriyle hayat ırmağını getirmekteydiler.
Attıkları her adımla gökten pay kazanıyorlardı —
dağıtmak için.
Nöbet yerlerinde yanık ağaçlar gibi dimdiktiler
ve köy alanında horona durduklarında,
tavanlar titrer, fincanlar şangırdardı raflarda.

Nasıl bir türküydü o dorukları titreten!
Dizleri arasına alıp ayı bir tepsi gibi yemek yerlerdi.
Yüreklerinin kerpeteniyle bükerlerdi acının belini,
kalın tırnaklarıyla bit kırar gibi.

Kim getirecek şimdi size yumuşak körpe yaprağı
düşlerinizi beslemek için gecede?
Kim bekleyecek zeytinlerin gölgesinde susmasın diye
ağustosböceği, ona eşlik ederek?
öğle saatinin yanan kireci ufkun ağılını dört yandan
lekeleyip
onların yiğit adlarını sildiğine göre?

Bu toprak ki kokular içindeydi şafakta,
bu toprak ki onlarındı, bizimdi.
Kanları — nasıl kokular içindeydi toprak!
Nasıl oldu da kapandı kapıları bağlarımızın?

Nasıl karardı damların, ağaçların üstündeki aydınlık?
Kimin dili varır demeye? Neden toprak altında yarısı,
yarısı prangaya vurulu?
Bak nasıl iyi günler diliyor güneş sayısız yapraklarla
ve uçuşan bayraklarla dolu gökyüzü,
gene de prangaya vurulu kimi, kimi toprakta.

Dinleyin! Çanlar çaldı çalacak.
Bu toprak hem onların, hem bizim.
Toprağın altında çapraz elleri
kavramış çanların iplerini.
“Bekliyorlar saati,” uyumuyorlar.
Diriliş çanlarını çalmayı bekliyorlar.
Bu toprak hem onların, hem bizim.
Hiç kimse bu toprağı alamaz elimizden!
VII
Ev, yol, atlasçiçeği, avluda güneşin kabuklarını
gagalayan tavuklar —
bunları tanıyoruz.
Onlar da bizi tanıyor.
Burada yaban gülleri arasında sarı derisini
dökmüş yılan.

Karıncanın yuvasını, eşekarısının burçlu kalesini
bulacaksın burada.
Aynı zeytin ağacında, geçen yılki cırcırböceğinin
kabuğu ile
bu yılki cırcırböceğinin sesi.
Sonra katırtırnaklarına vuran gölgen, nicedir yaralı,
sadık bir köpek gibi seni izleyen.
Öğle üzeri, topraksı uykunun yanıbaşında oturup
acı defneleri koklayan,
geceleri ayakucuna kıvrılıp bir yıldızı gözetleyen
gölgen.
Yazın oyluklarında beliren bir armut sessizliği var,
keçiboynuziarının köklerinde bir durgun su uyuşukluğu —
ilkyazın kucağında uyuyan yedi öksüz
ve gözlerinde can çekişen bir kartal.
Taa yukarılarda, çam ormanından ötede,
geniş dut yaprağında toza dönüşen serçe pisliği gibi,
güneşte kuruyor Ayi Yannis Kilisesi.

Çapraz değneklerle arşınladık tarlalarımızı
toprağın iliğine ve yüreklerimize işleyen çok eski
bir yağmurla
ve yaralarla dolu güneşin derisi.
Gocuğuna sarınmış bir çobanın
kurumuş bir ırmak var her bir kılında.
Kavalının her deliğinde fışkıran meşe ormanları
ve Hellespont’un sularına değen ilk küreğin
budaklarıyla pürüzlü değneği.

Hatırlaman gerekmez. Çınarın damarları
senin kanını paylaşıyor çirişotlarının, gebrelerin
damarlarıyla.

Dilsiz kuyunun bağrı kara cam ve ak rüzgârdan
yuvarlak bir ses yankılıyor öğleüzeri,
eski şarap küpleri gibi yuvarlak, onlar kadar eski —
yarın maviye ve kızıla dönüşen o sesle sesleneceksin
dağlara.
Ve gökyüzü çivit rengiyle duruluyor kayaları ve gözlerimizi.
Her gece, kırlarda, ay sırtüstü çevirip ölüleri,
donmuş parmaklarını gezdiriyor yüzlerinde
ve çenesindeki yara izinden, çatık kaşından
bulmaya çalışıyor kayıp oğlunu.
Ceplerini anyor. Her zaman bir şeyler bulur o ceplerde.
Her zaman bir şey buluruz aradığımızda.
Kutsal Haç’tan bir parçaya bağlanmış bir muska.
Ezik bir cıgara. Bir anahtar. Bir mektup. Yedide durmuş
bir saat.
Yeniden kurarız saati. Ve ilerlemeye başlar zaman.
Üst üste yığılmış kunduralan daha ad vermediğimiz
bir dağ gibi.

Üstlerinde ne varsa çürüyüp yok olduğu zaman,
göğün yaz yıldızları arasında kalan parçaları
ve defneler arasında kalan dereler
ve ilkyazda limon ağaçlan arasındaki dağ yolları gibi,
kaputlarının düğmeleri arasında serilmiş yatarlarken
çırılçıplak,
belki de bulacağız künyelerini,
belki de “Seviyorum!” diye bağıracağız o zaman.

Hem sonra, belki biraz fazla uzak, biraz fazla yakın
olabilir bunlar,
nasıl ki karanlıkta selamlaşmak için birinin
elini tuttuğun zaman,
baba evine dönen sürgünün o acı sezgisini duyarsın.

Nasıl ki, en yakınları bile, tanıyamamışlardır onu —
çünkü o hayattan önce ve ölümden sonra gelen hayatla
karşılaştığı gibi,
yüz yüze gelmiştir ölümle.
Ama o tanır onları. Kırgın değildir kimseye. Yarın, der.
Ve Tanrının gönlüne varan en kısa yolun
en uzun yol olduğuna kesindir inancı.

Ve ay onu hüzünle yanağından öptüğü zaman,
deniz yosunu, saksı, hasır iskemle, taş merdiven
iyi akşamlar dilerler ona,
dağlar, şehirler ve gökyüzü ona iyi akşamlar
dilerler.
Ve işte o zaman silkerek cıgarasının külünü
balkonun korkuluğundan,
ağlayabilir duyduğu bu güvenlik içinde.
Ağlayabilir ağaçların, yıldızların ve kardeşlerinin
verdiği bu güvenlik içinde.

W. Arlan Peterson " Beni yavaşlat Tanrım! "

 Beni yavaşlat Tanrım!
 Yüreğimin atışlarını düşüncemin sakinliğiyle rahatlat.
 Zamanın sonsuz görüntüsüyle hızımı azalt!
 Bana güncel kargaşanın ortasında,
 Tepelerin ölümsüz sakinliğini ver.
Bir çiçeğe bakmayı,
Eski bir dostla sohbet etmeyi
 Ya da yeni bir dost edinmeyi,
 Yolunu kaybetmiş bir köpeği okşamayı,
Ağ yapan bir örümceği izlemeyi,
 Bir çocuğa gülümsemeyi,
İyi bir kitaptan birkaç satır okumayı -ve-
Yarışın daima daha çok hız için olmadığını
Anımsat her gün bana.

 Yavaşlat beni Tanrım!
 Bana ilham ver.
 Köklerimi,
 Yaşamın katlanılan değerler toprağının
 derinliğine göndermek,
 Kaderimdeki yıldızlara doğru -daha çok-
Büyüyebilmek için...
 Yavaşlat beni Tanrım!..

17 Temmuz 2013

Erich Fromm - Sevginin ve Şiddetin Kaynağı " İnsan Kurt Mu, Kuzu Mu "

Bazıları insanların kuzu, bazıları da kurt olduğuna inanır. Bunların ikisi de kendi görüşlerini destekleyecek uygun kanıtlar bulabilirler, insanların kuzu olduğunu ileri sürenlerin şunları belirtmeleri yeter: Kendileri için zararlı olsa bile, insanlar onlara söylenenlerden kolaylıkla etkilenirler; yıkımdan başka birşey getirmeyen savaşlarda önderlerini körü körüne izlerler; belli bir inançla söylenen, kaba kuvvetle de desteklenen her şeye —papazların ve kralların sert tehditlerinden gizli ya da açık dolandırıcıların kandırıcı çağrılarına dek her türlü saçmalığa— inanırlar. Bu durumdaki insanların çoğu, kendilerini kandırmak için korkutucu ya da tatlı bir sesle konuşanların karşısında kendi isteklerinden vazgeçmeye hazır, kolaylıkla etkilenebilen, yan uyanık çocuklara benzerler. Gerçekten de çoğunluğa karşı direnecek ölçüde güçlü inancı olan kişi kural değil, istisnadır; çağdaşlarının alaya aldığı, ama yıllar sonra hayran olunacak bir istisna.
 
 Büyük Engizitörler ve diktatörler kendi düzenlerini oluştururken insanların kuzu olduğu fikrine dayanmışlardır. Dahası, insanların kuzu ya da koyun" olduğu, bu nedenle kendileri adına karar verecek önderlere gereksinme duydukları inancı yüzünden önderler de şuna içten inanmışlardır: Kendileri, insanlara istediklerini verdiklerinde —acı olsa da— ahlaksal bir görevi yerine getirmekte, insanların omuzlarından sorumluluk ve özgürlük yükünü almaktadırlar.
 
İnsanların çoğu koyunsa, nasıl oluyor da bir koyunun yaşamından farklı oluyor yaşamları? insanlık tarihi kanla yazılmıştır; insanın istencini kırmak için şiddetin şaşmaz bir biçimde uygulandığı bir tarihtir bu. Hitler milyonlarca Yahudi'yi tek başına mı yok etti? Stalin siyasal düşmanlarını kendi başına mı ortadan kaldırdı? Bu kişiler yalnız değildiler; kendileri için yalnız isteyerek değil, koşa koşa adam öldüren, işkence yapan binlerce yardımcıları vardı, insanın insana karşı acımasızlığına her yerde —acımasız savaşlarda, cinayet ve ırza geçmelerde, güçlünün güçsüzü sömürmesinde, işkence gören, acı çeken canlıların inlemelerine kimsenin kulak vermemesinde, bunlara herkesin yüreğini kapamasında— tanık olmuyor muyuz? Bütün bunlar Hobbes gibi düşünenleri homo homini lupus (insan insanın kurdudur) inancına götürdü. Bu gerçekler bugün de çoğumuza, insanın doğuştan kötü ve yıkıcı olduğunu, en çok sevdiği eğlenceden, daha azılı katillerden korktuğu için vazgeçen bir katil olduğunu düşündürüyor.
 
 Oysa her iki sav da bizi şaşkınlığa düşürüyor. Geçmişte açık ya da gizli birçok katili ya da sadisti kişisel olarak tanımış olabiliriz; ama bunlar kural değil, istisnadır. Sizin, benim ya da birçok normal insanın kuzu postuna sarınmış kurtlar olduğumuza, "gerçek kişiliğimizin" şimdiye dek bizi hayvanlar gibi davranmaktan alıkoyan yasaklardan kurtulduğumuz zaman ortaya çıkacağına mı inanmalıyız? Doğru olmadığını kanıtlamak kolay olmasa da bu görüş bütünüyle inandırıcı değildir. Günlük yaşamda insanların misilleme korkusu duymadan girişebileceği sayısız zulüm ve sadizm olanakları vardır, ama çoğu insan bu olanakları kullanmaz. Aslında insanların çoğu zulüm ve sadizmle karşılaştıklarında belli bir hoşnutsuzlukla tepki gösterirler.
 
 Öyleyse burada ele aldığımız şaşırtıcı çelişkiden başka ve ondan daha iyi bir açıklama bulunabilir mi? Bu sorunun en yalın yanıtı olarak, az sayıda kurtla bir sürü koyunun birarada yaşadığını mı kabul edelim? Kurtlar öldürmek, koyunlar birisinin peşinden gitmek istiyorlar. Bu yüzden kurtlar koyunlara adam öldürtüyor, cinayet işletiyor, insan boğazlatıyorlar; koyunlar da hoşlandıklanndan değil, yalnıza birisinin peşinden gitmek istedikleri için boyun eğiyorlar buna. Gene de katiller, yapüklannın soylu bir şey olduğunu kanıtlamak için masallar uydurmak zorunda kalıyorlar. Koyunlann çoğunun kendileri gibi davranmalarını sağlamak için kurtlar, özgürlüklerinin tehdit edildiğini, süngülenen çocuklann, ırzlarına geçilen kadınlann, çiğnenen onurlann öcünü aldıklanm söylüyorlar. Yanıt akla uygun görünüyor, gene de bazı kuşkular var. Bu yanıtla iki ayn insan ırkının —kurtların ve koyunlann—bulunduğu mu söylenmek isteniyor? Dahası, yaradılıştan öyle olmadıklarına göre, nasıl oluyor da koyunlar, şiddet kendilerine kutsal bir görev olarak da sunulsa, kurtlar gibi davranmaya razı edilebiliyorlar? Kurtlar ve koyunlarla ilgili varsayımımız akla yatkın değildir, bu durumda kurtların, insan yaradılışının temel niteliğini gösterdiği, çoğunluğa göre daha açık bir biçimde gösterdiği doğru olmasın sakın? Bütün bunlardan sonra, bu iki yanlı olasılığın bütünüyle yanlış olduğunu da düşünebiliriz. Belki insan hem kurttur hem de koyun — ya da ne kurttur ne de koyun.
 
 Ulusların düşmanlarını yok etmek için en yıkıcı güçleri kullanmayı tasarladıkları, kendilerinin de bu yıkımda yok olacaklarını bilmelerine karşın amaçlarından vazgeçmedikleri günümüzde, bu soruların yanıtlan büyük bir önem taşıyor. İnsanın doğuştan yok etme eğilimi taşıdığına şiddet ve güç kullanma gereksinmesinin insanın içinden doğduğuna inanırsak gittikçe artan vahşete karşı direncimiz zayıflayacaktır. Bazılarımız daha ileri ölçüde olmak üzere, hepimiz kurtsak, kurtlara karşı neden direnelim o zaman?
 
İnsanın kurt mu, kuzu mu olduğu sorusu, daha geniş ve daha genel bir anlamda, Batıdaki tannbilimsel ve düşünsel görüşün en temel sorunlarından birinin başka biçimde dile getirilişidir: insan aslında kötü ve çürümüş müdür, yoksa iyi ve kusursuz kılınabilecek bir yaratık mıdır? Tevrat'ta insan temelde çürük olarak kabul edilmez. Adem'le Havva'nın Tann'nın buyruğunu dinlememeleri günah olarak adlandırılmaz; kitabın hiçbir yerinde bu başkaldırmanın insanı kötüleştirdiğini gösteren bir şey yoktur. Tam tersine bu başkaldırma insanın kendisinin farkında olmasını, seçme yetisini kullanabilmesini sağlar. Böylece son çözümlemede bu ilk başkaldırma eylemi, insanın özgürlüğe doğru attığı ilk adımdır. Öyle anlaşılıyor ki, Adem'le Havva'nın başkaldırması Tann'nın planladığı bir şeydir; çünkü peygamberlerin getirdiği görüşe göre insan, Cennet'ten kovulmasaydı, kendi tarihini yaratamayacak, insanca güçlerini geliştiremeyecek, henüz birey olmadığı eski uyumun yerine tam gelişmiş bir birey olarak doğayla yeni bir uyum kuramayacaktı. Ayrıca peygamberlerin Kurtancı'nın geleceğini söyleyen görüşlerinde de insanın kesinlikle temelde kötü olmadığı ve Tann'nm özel bir lûtfu olmaksızın kurtanlabileceği sezilir. Ancak bu görüşlerde insanın iyilik yetisinin her zaman ağır basacağı gibi bir anlam yoktur. İnsan kötülük yaparsa daha kötü olur. Bu yüzden kötülüğünü sürdürdüğü için Firavun'un yüreği "katılaşır"; öylesine katılaşır ki artık değişme ya da tövbe etme olanağı kalmaz. Tevrat'ta iyi edimler ölçüsünde kötü edimlere de örnekler verilir; Kral Davud gibi yüce kişiler bile kötülük yapanların dışında bırakılmaz. Tevrat'taki görüş, insanda iki yetinin —iyilik ve kötülük yapma yetisinin— bulunduğu, insanın iyiyle kötü, kutsamayla lanet, yaşamla ölüm arasında seçme yapabileceği yolundadr. Tann bile insanın bu seçmesine kanşmaz; iyiliği gerçekleştirecek ölçütleri öğretmek, kötülüğü tanıtmak, insanlan uyarmak ve direnmelerini sağlamak amacıyla habercilerini, peygamberlerini göndererek yardım eder onlara. Bunlar yerine getirildikten sonra insan "iki yönlü çabası"yla (iyiliğe ve kötülüğe yönelik çabasıyla) haşhaşa bırakılır ve karar yalnızca onun olur.
 Bunun Hıristiyanlık'taki gelişimi değişik olmuştur. Hıristiyan Kilisesi'nin gelişmesi sırasında Adem'in başkaldırması günah sayıldı. Bu, öylesine büyük bir günahtı ki yalnız Adem'in kişiliğini bozmakla kalmadı onun tüm çocuklarını da lekeledi; öyle ki, insan artık kendi çabasıyla bile bu kötülükten kurtulamıyordu. Ancak Tann'nın lütfü, insanlar için ölen İsa'nın ortaya çıkışı, insanın kötülüğüne son verebilir, İsa'yı benimseyenlere kurtuluş yolunu açabilirdi.
 
 Ne var ki bu ilk günah dogmasına Kilise'de hiç karşı çıkılmamış değildi. Pelagius buna karşı çıktıysa da başarılı olamadı. Kilise içindeki Yenidendoğuş insancılan doğrudan doğruya karşı çıkıp yadsıyamadıysalar da bu görüşü çürütmeye çalıştılar; oysa bu arada kilise içinde bazı kimseler buna daha aşın bir biçimde karşıydılar. Luther'e gelince o, insanın doğuştan kötü olduğu konusunda daha köklü bir inanca sahipti; oysa Yenidendoğuş ve Aydınlanma döneminin aydınları buna ters bir yönde büyük bir adım attılar. Bu düşünürler, insanda kötülüğün bütünüyle koşullann sonucunda doğduğunu, bu yüzden insanın seçme durumunda olmadığını savunuyorlardı. Kötülüğü yaratan koşullan değiştirin, insanın doğuştan gelen iyiliği hemen ortaya çıkacaktır, diyorlardı. Bu görüş Marx'la onun izleyicilerinin de düşüncelerini etkilemiştir. İnsanın iyiliğine olan inanç Yenidendoğuş'la başlayan büyük ekonomik ve siyasal gelişmelerin bir sonucu olarak insanın kendine güvenmesinden doğuyordu. Bunun tersine Birinci Dünya Savaşı'yla başlayıp Hitler'le Stalin'den öteye evrensel yoketme eylemi için yapılan bugünkü hazırlıklara dek uzanan Batı'daki ahlaksal çöküş, insamn kötülüğüne olan geleneksel inancı aynı yoğunlukla geri getirdi. Geleneksel inancın bu yoğunlukla geri gelmesi, insanın doğuştan getirdiği kötülük yetisinin küçümsenmesine karşı şifalı bir merhemdi aslında — ama bu tutum, insana olan inancını yitirmeyen kimselerin, bazan yanlış anlaşılarak, bazan da görüşleri çarpıtılarak alaya alınmalarına yol açtı.
 
İnsanın kötülük yetisini küçümsemekle suçlanan, görüşleri yanlış değerlendirilen birisi olarak ben, düşüncelerimde bu türden duygusal bir iyimserlik bulunmadığını belirtmek isterim. Uzun klinik deneylerden geçen bir ruhçözümleyici olarak benim insanın içindeki yıkıcı güçleri küçümsemem gerçekten zor olurdu. Bir ruhçözümleyici ağır hastalarda bu yıkıcı güçlerin etkisini görür, bu güçleri durdurmanın ya da enerjiyi yapıcı bir yöne çevirmenin ne denli güç olduğunu deneyleriyle saptar. Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcından bu yana kötülüğün fışkırırcasına dışa dökülmesine ve yıkıma tanık olmuş birisi için insan yıkıcılığının şiddetini ve yoğunluğunu görmemek de olanaksızdır. Bununla birlikte günümüzde insanları —aydınlan olduğu gibi sıradan insanları da— gittikçe artan bir hızla saran çaresizlik duygusu onları yeniden çürüme ve ilk günah görüşünü benimsemeye sürükleyebilir. Bu görüş, insanın doğuştan getirdiği yıkıcılığın bir sonucu olduğundan savaşın durdurulamayacağmı savunan yenilgici tutumun akla uydurulmuş biçiminden başka birşey değildir. Kusursuz gerçekçiliğine dayanarak kendi kendini yücelten bu görüş iki açıdan gerçekçi değildir. İlk olarak, yıkıcılık girişimlerinin yoğun olması hiç de bunların yenilemeyecek ya da ağır basacak girişimler olduğunu göstermez. Bu görüşteki ikinci yanlış, savaşların her şeyden çok ruhsal güçlerden doğduğunu savunmaktır. Toplumsal ve siyasal olguların ışığında bu "ruhsallık" yanlışı üzerinde uzun uzun durmak gereksizdir. Savaşlar siyaset, askerlik ve iş alanındaki önderlerin toprak kazanmak, doğal kaynaklan ele geçirmek, ticari çıkarlar sağlamak amacıyla aldıklan kararlann sonucunda çıkar. Savaşlar başka bir gücün insanın kendi ülkesine yönelttiği gerçek ya da varsayılan tehditlerine karşı savunma amacıyla ya da önderlerin kişisel şan ve ünlerini artırmak amacıyla yapılır. Bu önderler sıradan bir insandan pek farklı olmayan, başkalan için kendi çıkarlanndan vazgeçemeyecek bencil kişilerdir; ama zalim ve kötü kişiler de değillerdir. Bu tür—sıradan bir yaşam içinde zarardan çok iyilik yapacak— insanlar milyonlan yönetecek, en yıkıcı silâhlan denetleyecek duruma geldiklerinde, sonsuz zararlara yol açabilirler. Sivil yaşamda bunlar, olsa olsa kendi rakiplerini yok edebilirler; oysa güçlü ve egemen devletlerden oluşan dünyamızda ("egemen" sözcüğü burada, egemen devletin eylemlerini sınırlayan herhangi bir ahlaksal yasaya bağlı olmayan demektir) tüm insan ırkını ortadan kaldırabilirler, insanlık için gerçek tehlike olağanüstü güçlerin, —şeytan ya da sadist birinin değil— sıradan bir insanın eline geçmesidir. Savaş açmak için nasıl silâhlar gerekliyse, milyonlarca insanı yaşamlanni tehlikeye atmaya ve katil olmaya sürükleyebilmek için de nefret, öfke, yıkıcılık ve korku gibi tutkular gereklidir. Bu tutkular savaşı başlatmak için gerekli koşullardır; savaşın nedenleri değildir; tıpkı, silahlann ve bombaların kendi başlarına bir savaş nedeni olmamalan gibi. Birçok gözlemci nükleer savaşın bu bakımdan geleneksel savaşlardan aynldığını belirtmiştir. Her biri yüzbinlerce insanı öldürebilecek güçte nükleer başlıklı füzeleri bir düğmeye basarak gönderen adam bir askerin süngü ya da makinalı tüfekle insan öldürmesi gibi bir deneyden geçmeyecektir. Ne var ki nükleer füzeleri fırlatma işlemi bilinç üstünde bir buyruğu yerine getirmekten başka bir şey değilse de, böyle bir şeyi yapabilmek için kişiliğin daha derin katmanlannda yıkıcı itkiler değilse bile, yaşama karşı derin bir umursamazlık duygusunun bulunup bulunmadığı düşünülmelidir.
 
 Buna göre insan eğilimlerinin en kötü ve en tehlikeli temelini oluşturan üç olguyu belirteceğim; bunlar, ölüm sevgisi, hastalıklı narsisizm ve birlikte yaşayan insanlar arasındaki kandaşla cinsel ilişki saplantısıdır. Bu üç eğilim birleşerek insanı yıkmak için yıkmaya, nefret etmek için nefret etmeye götüren "çürüme belirtisi"ni oluşturur. "Çürüme belirtileri"nin karşısına "gelişme belirtileri" dediğim şeyi koyacağım; bu belirtiler ölüm sevgisine karşı yaşam sevgisini, narsisizme karşı insan sevgisini, kandaşla cinsel ilişki saplantısına karşı bağımsızlığı kapsıyor. Bu iki yönelişten biri pek az kişide sonuna dek gelişmiştir. Ama her insanın kendi seçtiği yolda, yaşam ya da ölüm, iyilik ya da kötülük yolunda ilerlediği yadsınamaz.

Erich Fromm – Sevginin ve Şiddetin Kaynağı

 Yaşam yaratmak, güçsüz insanda bulunmayan birtakım nitelikleri gerektirir. Yaşamı yoketmekse yalnızca bir tek niteliği -şiddete başvurmayı- gerektirir. Güçsüz insan, tabancası, bıçağı ya da kuvvetli bir bileği olduğu sürece başkalarının ya da kendisinin içindeki yaşamı yokederek onu aşabilir. Böylece, kendisini yadsıyan yaşamdan öç almış olur. Ödünleyici şiddet, güçsüzlükten doğan ve güçsüzlüğü ödünleyen bir şiddet türüdür. Yaratamayan bir insan, yok etmek ister, yaratırken, yok ederken salt bir yaratık olma rolünün ötesine geçer. Caligula'ya şunları söyletirken Camus, bu fikri özlü olarak dile getirmiştir: "Yaşıyorum, öldürüyorum, yok etmenin insanı kendinden geçiren gücünü yaşıyorum; bununla karşılaştırıldığında yaratmanın gücü çocuk oyuncağından başka bir şey değildir." Bu, sakatların, yaşamın kendilerinden insanca güçlerini olumlu bir biçimde ortaya dökme yetisini esirgediği kimselerin kullandığı şiddettir.

16 Temmuz 2013

Marx 'Paris Komünü yenilgisinde küçük burjuvazinin rolü üzerine'

Tarih hiçbir zaman bu kadar lümpen bir ahmaklar grubuna toplu olarak şahit olmamıştır. Paris’li esnaf, Komün’ü savunmak için caddelerinde barikat kuran Komünistlere saldırmış, caddenin yeniden normalleşmesine, barikatın açılmasına, Komün’ün yıkılmasına yardımcı olmuşlardır. Bunu günlük kârları için yapmışlardır. Ancak unuttukları bir şey vardı ki barikat yıkılınca caddeye girenler onun müşterileri değil alacaklılarıydı ve burjuvalar çoğunu ağır senetlere zorladılar, bir kısmının da kapısına mühür vurdular. Küçük burjuvazinin müşterisi bizzat o barikatı kuranlardı. Bunu acı bir deneyimle öğrendiler.

Marx

"Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder."Selwyn Duk

 




Nietzsche "Küçük insanlar"


Nietzsche'nin, medeni toplumlarımızda çocuklara önerilen sahte erdemler ile acı acı alay etmeyi iyi becerdiğini kabul etmek gerekir: Hicvi, kendisinin hocası olan Fransız ahlakçılarının hicvini geçer: La Rochefoucauld, Vauvenargues bazen Chamfort ve özellikle Voltaire ve Stendhal. Sertlik bakımından hicvi, yanlış tanıdığı Flaubert'in sertliğine eşittir. İnsanların sonuncusu, düşüş yönünde olan bir evrimin sonunda, iyi insanın en son kişileştirilmesidir. Nietzsche bize bu "sahte cesur insanın" portresini çizmek için Rochefoucauld'un kullandığı çizgileri kullanır. Bu "küçük insanlarda" hiçbir erkeksi erdem, bir kahramanda bulunması gereken hiçbir kaliteyi bulamayız.

Bu "küçük insanların" arasında çok fazla yalan mevcuttur ve yine bu küçük insanların arasında içtenlikli komedyenler çok azdır. Bu sahte erdemli insanların en büyük bölümü kendilerini, onlara boyun eğen insanlardan üstün gören insanlardan oluşur. Boyun eğen insanlar kendi "iyilikleri" ve ruh sağlıkları için boyun eğerler!

"Hizmet ediyorum, hizmet ediyorsun, hizmet ediyoruz, işte bu yönetenlerin iki yüzlü ezgisidir. Ve ilk sahibi, ilk hizmetkâr olanların vay haline.

Dürüsttürler, başkalarına karşı yumuşak başlıdırlar, kum taneleri birbirlerine karşı da dürüst ve yumuşak başlıdırlar.

Kimsenin onlara bir kötülük yapmaması için, başkalarına karşı çok ince davranır ve iyilik yaparlar.

Güçten ve canlılıktan yoksun oldukları için hizmet severlerdir. Sonuç olarak korkaklığa erdem derler."


"Ahlakın Soykütüğü Üzerine"de Nietzsche bize kaynağı hınç olan bu aktarmaların analizini verir.
 
 "Oysa soylu doğan kişi tamamen güven içinde ve kendisine karşı dürüst bir şekilde yaşar, hınç dolu insan ise kendisine karşı ne dürüst, ne saf, ne de açık yüreklidir. Karanlık bir ruha sahiptir ve gizli köşeleri, gizli kapıları sever; gizli olan her şey onun hoşuna gider, çünkü güvenliğini burada bulur. Hınç dolu insanlardan oluşan ırk, herhangi bir soylu ırktan daha dikkatli olacaktır. Ayrıca dikkate o kadar fazla bir önem verecektir ki, onu var olmanın ilk koşulu olarak görecektir."
 

İlber Ortaylı "Cami olmaktan çıkan camiler"

Falan mahallelerdeki camilerin depo yapıldığı söyleniyor ama Menderes'in imar çalışmaları sırasında rölöveleri ve albümleri bile çıkarılmadan tarihe gömülen Mimar Sinan mescitlerinden, Beyazıt' ta yıkılan Kemankeş Kara Mustafa Paşa Camii ve Medresesi' nden bahseden Müslüman yok. Topkapı' daki Kara Ahmet Paşa' nın Mimar Sinan eseri zarif sebilinden ( ki bence istisnai bir Rönasans tipi fontanaydı, inşaat makineleriyle yıkılışını gözümle gördüm) bahseden Müslüman da yok. Bu memleketin tahribi şu veya bu grubun işi değildir. Yaptığımız toptan bir kepazeliktir.

Prof. Dr. İlber Ortaylı  

15 Temmuz 2013

Anlayamadılar - Nazım Hikmet


Biz ince bel, ela göz ,sütün bacak için sevmedik güzelim
Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda…


14 Temmuz 2013

Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek - Adnan Yücel

Saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler...
Şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
ve yürek,
imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!