21 Haziran 2022

" Yeni Dünya Düzeni hem doğayı hem insanı yıkıp çürüttükçe, kişi kendini koruma içgüdüsüyle doğruyu bulacak." İlhan Selçuk

 

İlhan Selçuk, Nadir Nadi’nin evindeki bir törende. Oturanlar (soldan sağa): Berin Nadi, Nadir Nadi, Yaşar Kemal, Uğur Mumcu, Emine Uşaklıgil, Mustafa Ekmekçi, İlhan Selçuk. Ayaktakiler (soldan sağa): Bülent İnal, Demirtaş Ceyhun, Okay Gönensin. Tarih 8 Kasım 1988.

  “Bütün dünler, bugünleri aydınlatan fenerlerdir.” Shakespeare

 

Uyusun Da Büyüsün - Cahit Külebi


Tüketme nefesini maviş kızım
Bildiğin Türkçe kıt gelir masallarıma
Sözden sazdan anlamazsın
Kuştan yapraktan haberin yok

Biz yaşlılar neler de bilmeyiz
Hele sen belle dilimizi
Biliriz de güzel laf etmesini
Çekiniriz konuşmaktan
Yazmasını bilir yazamayız

Üzme beni yum gözlerini
Uyutacak ninnilerim yok
Türküler mi istersin benden
Yanık memleket türküleri
Ne arasın bende o ses
Islıkla söyleni marşlar mı istersin
Bunlar size gelmez
Uykusunu kaçırır çocukların

Sana hazır ninniler söylesem
Bahçeye kurdum desem salıncak
İnanır mısın
Ne bahçe var ne beşik
Bir arabacık da istemezdi şu asfalt
Yorganın yatağın iğreti
Doğdun doğalı ne oyun gördün
Ne oyuncak

Uyu benim maviş kızım
Dem geçecek devran geçecek
Keloğlan muradına erecek
Sökülecek hasbahçenin çitleri
Ağlayan nar gülecek.

Bir arabacık da istemezdi şu asfalt
Yorganın yatağın iğreti
Doğdun doğalı ne oyun gördün
Ne oyuncak

Uyu benim maviş kızım
Dem geçecek devran geçecek
Keloğlan muradına erecek
Sökülecek hasbahçenin çitleri
Ağlayan nar gülecek.


Şehrin Üstünden Geçen Bulutlar - Ahmet Muhip Dıranas


Bakıp imreniyorum akınına
Şehrin üstünden geçen bulutların.
Belki gidiyorlardır yakınına
Rüyamızı kuşatan hudutların.

Evler, ağaçlar, sular, ben ve bu an
Sanki bulutlarla bir, akıyoruz;
Onların hevesine uyaraktan
Cenup ufuklarına bakıyoruz.

Biz de hafif olsaydık bir rüzgârdan,
Yer alsaydık şu bulut kervanında,
Güzel'e ve Yeni'ye doğru koşan
Bu sonrasız gidişin bir yanında;

Dağlara, denizlere, ovalara
Uzansaydık yağarak iplik iplik,
Tohumları susamış tarlalara
Bahar, gölge ve yağmur götürseydik.

Bakıp imreniyorum akınına
Şehrin üstünden uçan bulutların.
Gidiyor, gidiyorlar yakınına
Rüyamızı kuşatan hudutların.


“ İnsan Özgürlüğe Mahkumdur. ” Jean-Paul Sartre

 

Sartre baştanbaşa özgürlük içinde olan insanın eylemlerinden, seçimlerinden, yapıp etmelerinden hiçbir şekilde suçluluk, pişmanlık, vicdan azabı duymaması gerektiğini söyler. Özgürlüğe mahkûm olmak bir nevi sorumluluğa da mahkûm olmak demektir.

Fransız yazar ve şair Louis Aragon Clara Zetkin’e ilişkin şunları söyler:

 

“O, kendisi için büyük bir gerçeğin farkına varan tek başına bir kadın gibi konuşmuyor. Olağanüstü koşullarda bir erkeğin bilgi ve yeteneğine sahip olan ya da insanlık labovatuarından fırlamış bir kadın gibi de konuşmuyor. O, bir sınıfın kadınları nasıl düşünür ve kendini nasıl ifade ederse öyle konuşuyor. Sömürülen sınıfın ortasında sömürü koşullarında düşüncesini olgunlaştıran bir kadın gibi konuşuyor. Onun söyledikleri binlerce, milyonlarca kadının ifade ettikleridir. O bugünkü bilinç düzeyine zenginlik ve huzurla ulaşmadı. Tam tersine onun bilinci yoksulluğa ve sömürüye karşı verilen mücadelenin içerisinde oluştu. O, şimdiye kadar insanlığın tarihsel gelişiminin her aşamasında şarkılara ve şiirlere konu olan kadının köleliğini, fahişeliğini, atıllığını, süs bebekliğini reddeden yeni modern kadının öncüsüdür. O, geleceğin kadınıdır. Daha doğrusu, bugünün erkeğe eşit olan kadınıdır“. 
 
 

T. S. Eliot hayatının bu döneminde Pascal’ı “Münzeviler arasında bir dünya adamı, dünya adamları arasında bir münzevi” şeklinde tanımlamıştır.

 


Çocukluğum - Maksim Gorki

 Çocukluğum, Maksim Gorki'nin hayatını yazdığı üç kitaptan birisi. Daha 5 yaşındayken babasının ölümüyle başlayan ve anneannesinin yanına yerleşmeleriyle devam eden, çocukluk anıları üzerine yazdığı kitabın devamı olan kitap ise Ekmeğimi Kazanırken'dir.

 Maksim Gorki beş yaşında iken babasını kaybeder. Anneannesi ve annesi ile annesinin doğdukları eve göç ederler..Dayıları,kuzenleri,büyükbaba ve anneannesiyle beraber yaşamaya başlar. Büyükbabası dayılarını pek sevmez. Büyükbabası çok disiplinlidir,kumaş boyama işleri yapan bir zengindir fakat paralarını çocukları harcamıştır. Her cumartesi kuzenleriyle Leksey'i döver. En sonunda atölyeleri yanar ve adam da yavaş yavaş iflasa gelir.

Maksim'e dedesi okuma-yazma öğretmiştir. Maksim de bu sayede Zebur'u okuyup,bazı şiirler ezberlemeye başlamıştır. Çok çalışkandır

Annesi başka birisine kaçmıştır. Artık büyükailesi ile birlikle yaşamaya başlar Maksimoviç. Çeşitli arkadaşlar edinir ve hayata atılmaya çalışır. Bir süre sonra annesi geri gelir ve tekrar evlenerek gider. Evlendiği adamla gittiği şehirdeki evleri yanar ve geri döner. Bir süre sonra ise ölür. Maksim bundan sonra hepten öksüz kalmıştır ve daha 8 yaşındadır. Okuma merakı içindedir ve dedesi ona "Artık sana bakamam git çalış"der.O da 8 yaşında iken evden ayrılır ve kendi başının çaresine bakmaya gider.

İnsanın Dört Zindanı - Ali Şeriati

 

Bu dört zindan hangisidir? Belirleyicilik/zorlayıcılık ne demektir? Bende var olan, ama benim tarafımdan seçilmiş olmayan her durum, her irade, her istek ve her eğilim, bir belirleyiciliğin/cebrin ürünüdür. Belirlenmişlikle yapılan özgürlük savaşı, insanın tabiatta kendisi olmak için, maddi bir olgudan Tanrı'ya doğru gitmek için verdiği savaştır. Benim seçici özgür irademi kendi içinde baskı altında tutan, sınırlayan ve kayıt altına alan ve benim yerime seçim yapan bu dört illet zindan, şunlardan oluşmaktadır:

1. Tabiatın belirleyiciliği,
2. Tarihin belirleyiciliği,
3. Toplumun belirleyiciliği,
4. Kendi belirleyiciliği.
(Tanıtım Bülteninden)

 

 

İnsanın dört zorunluluğu vardır; İnsan zindanın tutsağıdır. Doğal olarak bu dört zorunluluktan kurtulduğu zaman insan olabilir ve bu dört zindandan kendi özgürlüğünü elde ettiği zaman gerçek manasıyla insan olabilir.

 

İnsan ilk zindandan, tabiat zindanından bilinç, irada ve yaratıcılığını tabiatı tanımak suretiyle yani bilimle çekip kurtarabilir. 

İkinci zindandan, yani historizm zindanından tarih bilimini tanımakla kendi kurtuluşunu temin eder.

 Üçüncü zindandan, yani sosyolojizm zindanından ise kendilerini bilim ile kurtarabilir ve kendi toplumsal düzenlerinin kurucusu olabilirler.

Dördüncü zindan en kötü zindandır ve insan bu zindan karşısında en aciz tutsaktır. Çünkü bu zindan “KENDİM” dir. Şeriati’nin görüşüne göre günümüz insanının bu dördüncü belirleyicinin tutsağı oluşu, birinci, ikinci ve üçüncü zindanlardan kurtulmuş olmayı da boş, anlamsız ve beyhude kılmıştır. Diğer üç zindandan kurtulan insan boşluğa düşmektedir. Bunun nedeni ise “kendim” zindanının tutsağı oluşudur. 

  Sözler

Kölelerin başları kölelik bağından kurtulmuştur; fakat “başların içi” köleleşmiş ve köleleşmektedir. 

Başkalarına nasihat etmek yerine onları bilgilendirin, bilgiyle donatın, onlar kendi yollarını bulacaklardır. 

İnsan beşerden başka bir şeydir ve insan için, özgür seçici irade olmadıkça özgürlük, bilgi, bilinç, yapıcılık, yaratacılık, bilgi imkanı ve yaşama imkanı yoktur. 

İnsan, kendi türünün maddi tabiat türünden olmadığını hissettiği, buralı olmadığını anladığı; onun fıtri yapısının türünün diğer hayvanlardan farklı olduğunu fark ettiği; tabiatta bulunmayan ideallerin onu kendi tarafına çektiğini gördüğü zaman yalnızlığa erer. 

Dördüncü zindan, en kötü zindandır ve insan bu zindan karşısında en aciz tutsaktır. Bu zindan , "kendimdir". 

İnsan bugün, her günkünden daha meçhuldür. 

İnsan, bilim ile tarih zindanından çıkabilir, tabiat zindanından kurtulabilir; yine bilim aracılığıyla toplumsal esaslara egemen düzenin zindanından çıkabilir. Fakat ne yazık ki kendi zindanından bilim ile kurtulamaz. 

İnsan, bu varoluş sahrasında yalnız bir varlıktır.

Ezeli bölüşümü, bizim yokluğumuzda yaptılar diye Birazcık rızaya uygun değilse kendini paralama.

Günümüz insanı “ne yapacağı”na dair her zamankinden çok güce sahiptir. Ancak “ne yapması gerektiği”ni her zamankinden daha az bilmektedir. 

Dün komşumuz açlıktan öldü, bugün cenazesinde kurban kestiler." 

O halde iki insan vardır. Biri biyolojinin bahsettiği insan, diğeri ise hakkında şairin konuştuğu, filozofun söz söylediği, dinin ilgilendiği insandır.

"Gereksiz söz yığınlarıyla dolu, sorularla karşılıkların eşdeğer olduğu bir evrene batmışız." Emil Cioran


~ Her şey görünüm değiştirir, güneş bile; her şey eskir, mutsuzluk bile…

~ Her tarafta isteyen insanlar…, çapsız ya da esrarengiz hedeflere doğru koşuşturan adımların maskaralığı, çakışan iradeler, herkes bir şey istiyor, kalabalık bir şey istiyor, bilmem neye doğru yönelmiş binlerce insan. 

 ~ Yaşamak, kendi boyutlarına karşı körleşmektir…

~ Etrafımıza saçtığımız kelimeler oranında ölürüz…

~ Kendini iletişimsizliğe bırakmanın, tesellisiz ve sessiz heyecanlarımızın ortasındaki gerilimin dışında, hayat, koordinatları belli olmayan bir alan üzerinde koparılan patırtıdır; evren ise, sara hastalığına tutulmuş bir geometri…

~ Geceler boyunca hangi kâbuslarla haşır neşir olduk ki güneşe düşman olarak kalkıyoruz?

~ Omuzlarımızın ve düşüncelerimizin üzerinde ağır yüklerle bir hapishanede doğmuşuz; kesip atma imkanı bizi bir sonraki gün yeniden başlamaya teşvik etmese, tek bir günün bile sonunu getiremezdik.

~ Konuşanların sırrı yoktur. Ve hepimiz konuşuruz. Kendimize ihanet eder, kalbimizi teşhir ederiz; her birimiz dile gelmezliğin celladıyızdır; her birimiz sırları, en başta da kendi sırlarımızı yok etmek için yırtınırız.

~ Yeryüzünü ve gökyüzünü sevmek istedim, marifetlerini ve coşkularını; ve bana ölümü hatırlatmayan hiçbir şey bulamadım: çiçekler, yıldızlar, çehreler -solmanın simgeleri, bütün muhtemel mezarların potansiyel kapaktaşları!

~ Vaktiyle bir “benliğim” vardı; artık sadece bir nesneyim… Yalnızlığın bütün uyuşturucularını tıka basa alıyorum; dünyanın uyuşturucuları bana benliğimi unutturamayacak kadar hafiftiler. İçimdeki peygamberi öldürmüş olduğuma göre, nasıl olur da insanlar arasında hala bir yerim olabilir ki?

~ Belirgin bir dertten mustarip olan kişinin şikayet etmeye hakkı yoktur: Onun bir meşgalesi vardır. Ağır hastalar hiç sıkılmazlar: Hastalık içlerini doldurur, tıpkı büyük suçluları vicdan azabının beslemesi gibi. Zira her yoğun acı doluluk benzeri bir durum yaratır ve bilince, içinden çıkamayacağı korkunç bir gerçeklik sunar; oysa sıkıntı denen o zaman matemindeki madde’siz acı, bilincin karşısına, onu kazançlı bir girişime zorlayan hiçbir şey çıkarmaz. Yeri belirlenemeyen ve hiç sarih olmayan, iz bırakmadan vücudun üstüne çöken, ruha işaret vermeden sızan bir dert nasıl iyileştirilir? Bu dert, atlattığımız, fakat imkanlarımızı, dikkat rezervlerimizi kurutan; bizi, boğucu sıkıntılarımızın yok olması ve ıstıraplarımızın uçup gitmesinin ardından gelen boşluğu doldurmaktan aciz bırakan bir hastalığa benzer. Zaman içindeki bu yurtsuzlaşmanın yanında, bakışlarımız altında çürüyen evren manzarasının dışında hiçbir şeyin göze batmadığı o boş ve bitkin çöküntü halinin yanında, cehennem bile bir sığınaktır.

~ Kendine tapmayan kişi daha doğmamıştır. Yaşayan her şey kendisini çok sever; hayatın derinlikleriyle yüzeyini kasıp kavuran dehşet başka türlü nereden gelirdi ki? Herkese göre evrendeki tek sabit nokta kendisidir. Eğer bir insan bir fikir için ölürse, bunun nedeni fikrin onun fikri olmasından, onun hayatı olmasındandır.

~ Kuvvetimizi, unuttuklarımızdan ve aynı andaki kaderlerin çokluğunu tasavvur etme yetersizliğimizden alırız. Evrensel acıyı o lahzada anlayan ve hayatta kalabilen kimse olamazdı; her yürek ancak belli miktarda acıya göre yoğurulmuştur çünkü… Tahammülümüzün adeta maddi sınırları vardır; halbuki, her kederin yayılması bu sınırlara erişir ve bazen onları aşar: Çoğu zaman hüsranımızın kökeni budur. Her acının, her kederin sonsuz olduğu izlenimi de buradan doğar. Gerçekten de öyledir, ama yalnızca bizim için, yüreğimizin hudutları için; yüreğimiz geniş bir alanın boyutlarında olsa dertlerimiz daha da büyük olurdu; çünkü her acı dünyanın yerine geçer ve her kedere başka bir evren gerekir. Akıl, beyhude yere bize rastlantısallıklarımızın sonsuz küçüklükteki boyutlarını göstermeye verir kendini; kozmogonik çoğalma eğilimimiz önünde başarısızlığa uğrar. Bundan dolayı hakiki çılgınlık, asla tesadüflere ya da beynin felaketlerine değil, yüreğin uydurduğu yanlış bir mekan anlayışına bağlıdır…

~ Hayatı nezaketen kabul ederim: Sürekli başkaldırı tıpkı intiharın yüceliği gibi zevksizdir. Yirmi yaşındayken semaya ve onun örttüğü pisliğe karşı verip veriştirilir, sonra bundan bezilir. Trajik poz ancak uzamış ve gülünç bir ergenliğe yakışır; ama kayıtsızlık şarlatanlığına ulaşmak için bin bir tane badire gerekir.

~ Önemli olan olgu buyurmaktır: İnsanların neredeyse tamamı buna heves eder. Elinizde bir imparatorluk da olsa, bir kabile, bir aile veya bir uşak da olsa, muzafferane ya da karikatürümsü tiran yeteneğinizi buna hasredersiniz: Bütün bir dünya ya da tek bir kişi emriniz altındadır. Öne çıkma ihtiyacından doğan bir dizi uğursuzluk böyle yerleşir… Sadece satraplarla muhatap oluruz: Herkes -elinden geldiğince- kendine bir sürü köle arar ya da bir tanesiyle yetinir. Hiç kimse kendine yermez: En mütevazısı bile, otorite düşünü hayata geçirebilmek için daima bir arkadaş ya da bir refika bulacaktır. İtaat eden sırası geldiğinde kendine itaat ettirir: Kurbanken cellat olur; herkesin en yüksek arzusudur bu. Sadece dilenciler ve bilgeler bunu hiç hissetmezler-belki de onların oyunları daha incedir…

~ Sefaletin bin tane çaresi olsa da, yoksulluğun hiçbir çaresi yoktur. Açlıktan ölmemekte sebat gösterenlere nasıl yardım edilebilir? Tanrı bile onların bahtını düzeltemezdi. Talihin gözdeleriyle hırpaniler arasında, şatafat ve paçavralılar tarafından sömürülen, zahmet çekmekten dehşet duyarak şanslarına ya da istidatlarına göre salona ya da sokağa yerleşenler tarafından yağmalanan o saygıdeğer açlar gider gelir. İnsanlık da böyle ilerler: birkaç zenginle, birkaç dilenciyle – ve bütün yoksullarıyla…

~ Bütün ciğerlerden geçmiş olan hava artık kendini yenilemez. Her gün yarınını kusar ve tek bir arzu hayalleyebilmek için boşuna çabalarım. Her şey bana yüktür: Sırtına Madde vurulmuş bir yük hayvanı gibi ayaklarım tutulmuş, gezegenleri sürüklerim.

Ya bana başka bir evren sunulsun- ya da pes ediyorum.

~ Artık hayatla anlaşma yok, artık ölümle anlaşma yok: Olmayı unuttuğumdan, silinmeye razıyım. Oluş -ne cinayet!

~ Kendi içimize mıhlanmış olduğumuzdan doğuştan gelen ümitsizliğimizin çizdiği yoldan ayrılma melekemiz yoktur. Hayat bizim ortamımız değil diye kendimizi hayattan muaf mı tutturalım? Var olmama belgesi veren kimse yoktur.

~ Kökeninde aldatıcı ve yıkıma mahkum olmayan hiçbir “yeni” ha­yat görmedim şimdiye kadar. Her insanın zaman içinde ilerleyip bunaltılı bir geviş getirmeyle kendini tecrit ettiğini, yenilenme niyetine de ümitlerinin beklenmedik yüz buruşturmasıyla karşılaşıp kendi içine düştüğünü gördüm.

~ Ateşli bir kafa yapısına sahip birini mi gördünüz? Emin olun ki sonunda kurbanı olursunuz… Kendi doğrularına inananlar -insanların hafızasında iz bırakan yegane kimseler- arkalarında da cesetlerle dolu bir yeryüzü bırakırlar. Dinlerin bilançosunda en kanlı tiranlıkların işlediğinden fazla cinayet vardır; insanlığın tanrılaştırdıkları da, gözünü kan bürümüşlükte en bilinçli canilerden baskın çıkarlar.

~ Keyfim yerinde: Tanrı iyi. Ağlamaklıyım: Tanrı kötü. İlgisizim: Tanrı tarafsız. İçine girdiğim haller O’na mütekabil sıfatları verir; bilgiyi sevdiğimde O her şeyi bilir, kuvvete taptığımda da O her şeye kadirdir. Şeyler bana var gibi mi görünmektedir? Var olurlar. Bana yanılsama gibi mi görünmektedirler? Buharlaşırlar. Bin gerekçe O’nu destekler, bin gerekçe de yok eder; coşkularımla canlanıyorsa da hırçınlıklarımla soluksuz kalır. Bundan daha değişken bir suret yaratamazdık.

~ “Her bir dakikamın elli dokuz saniyesi,” diye söylendim sokaklarda, “acıya ya da …acı fikrine vakfedilmiş. Keşke bir taş olabilseydim! ‘Yürek’: Bütün azapların kökeni … Nesneye imreniyorum… maddenin ve donukluğuna lütfuna… Küçük bir sineğin gelgiti bana kıyamet bir iş gibi görünüyor. Kendinden çıkmak günah işlemektir. Rüzgar, havanın çılgınlığı! Müzik, sessizliğin çılgınlığı! Bu dünya hayatın önünde pes ederek hiçliğe karşı kusur işlemiştir… Hareketten ve rüyalarımdan istifa ediyorum. Namevcudiyet! Tek zaferim sen olacaksın… ‘Arzu’, sözcüklerden ve ruhlardan hepten silinsin! Yarınların başdöndürücü şakası önünde geriliyorum. Ve bazı ümitlerimi hâlâ muhafaza etsem dahi, ümit etme melekemi hepten kaybettim.”

~ Günlerin azabı içinde ilerlememiz, bunların seyrini acılarımız dışında hiçbir şeyin durduramamasındandır; ötekilerin acıları bize, izah edilebilir ya da aşılması mümkün görünür: Yeteri kadar irade, cesaret ya da zihin açıklıkları olmadığı için acı çektiklerine inanırız. Kendimizinki hariç her acı, bize meşru ya da gülünçlük derecesinde anlaşılır görünür; böyle olmasa, duygularımızın değişkenliği içinde tek sabit şey matem olurdu. Fakat yalnızca kendimizin matemini tutarız. Eğer etrafımızda sürünen sonsuz sayıdaki can çekişmeyi, birer gizli ölüm olan bütün hayatları sevip anlayabilseydik, acı çeken varlık sayısında kalp gerekirdi bize. Ve geçmiş üzüntülerimizin tamamını mevcudunda bulunduran, mucizevi bir şekilde güncel bir hafızamız olsaydı, böyle bir yükün altında çökerdik. Hayat, ancak muhayyilemizin ve hafızamızın zayıflıklarıyla mümkündür.

~ Bu dünyada hiçbir şey kendi yerini bulmuş değildir, başta bizzat dünya olmak üzere… Öyleyse, insan adaletsizliğini seyrederken hiç şaşırmamak gerekir. Toplumun düzenini reddetmek de kabul etmek de aynı şekilde abestir: Onun iyi veya kötü yönde değişimlerine, ümitsiz bir tutuculukla maruz kalmaya mecburuz; tıpkı doğuma, aşka, iklime ve ölüme maruz kaldığımız gibi. Hayat yasalarının başında çürüme gelir: Kendi kalıntılarımıza, cansız nesnelerin kendi kalıntılarına olduklarından daha yakınızdır; onlardan önce pes ederiz ve yok edilmez gibi görünen yıldızların bakışları altında kaderimize doğru koşarız. Ama bizzat yıldızlar da, sadece yüreğimizin ciddiye aldığı, sonra da istihza noksanlığının kefaretini büyük acılarla ödediği bir evrenin içinde ufalanırlar…

~ Eğer her kederlendiğimizde ağlayarak kurtulma imkanımız olsaydı, teşhissiz hastalıklar ve şiir ortadan kalkardı.

Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ 108. yaşı kutlu olsun!

" Gençlerimiz inansınlar. Asla ümitsiz olmasınlar, daha çok çalışsınlar. Daima ümitle yaşasınlar. Benim gençlerden çok umudum var. Çok zeki çocuklar yetişiyor. Büyüklerin bunlara çok dikkat etmeleri ve destek olmaları gerekiyor. Atatürk'ten sonra gençlerimiz çok güzel şeyler yapacak. Daha duyarlı daha doğru mesajlar veriyor." dedi.
 

Kendilerini Sularda Hayranlıkla Seyreden Yaşlı Adamlar - W. Butler Yeats

Yaşlı, çok yaşlı adamlardan duydum,
Her şeyin değiştiğini
Ve yitip gittiğini birer birer.
Pençe gibiydi elleri, su boylarındaki
Dikenli ağaçlar gibi.
Bükülmüştü dizleri.
Yaşlı, ama çok yaşlı adamlardan duydum,
Güzel olan ne varsa yitip gidermiş,
Sular gibi.