12 Temmuz 2015

Albert Einstein “İnsan, “Evren” dediğimiz bütünün bir parçasıdır."


1- İnsanoğlu, evren denilen bütünün bir parçasıdır. Uzay ve zamanla sınırlanmış bir parçanın. Kişiliğini, düşüncelerini, duygularını, geri kalandan ayrıymış gibi algılar. Orada söz konusu olan, bilincini etkileyen Bir çeşit optik yanılsamadır. Bizim için, bu yanılsama, bize yakın bazı kişilere karşı olan sevgimiz kadar, kişisel arzularımızı da sınırlayan bir hapis gibidir. Görevimiz, bütün canlıları ve tüm güzelliğiyle doğayı içine Alacak kadar, merhamet çemberimizi genişleterek Bu hapisten kurtulmak olmalıdır. Kimse bu noktaya tam olarak gelemeyebilir ama, Böyle bir amacın peşinden koşmak, içinde yine de, kısmen bir özgürlük ve temelde iç huzuru barındırır. 
 
* * *
 
2- “İnsan, “Evren” dediğimiz bütünün bir parçasıdır. Ve bu parça zaman-uzay düzlemi içinde sınırlıdır. Kendini, düşüncelerini ve duygularını bütünden ayrı ve bağımsız olarak deneyimler – ve bu deneyim bilincinin bir tür optik yanılsamasıdır. Bu yanılsama bizim için bir tür hapishanedir; bizi kişisel arzularımızla ve bize en yakın bir kaç kişiye karşı gösterdiğimiz sevgi ve şefkatle sınırlandırır. Görevimiz, tüm canlıları ve tüm doğayı güzelliğiyle kucaklamak için şefkat çemberimizi genişleterek kendimizi bu hapishaneden kurtarmak olmalıdır. Kimse bunu tam olarak başaramaz, ancak böyle bir başarı için çabalamak kendi başına özgürlüğün bir parçası ve iç güvenliğin temelidir. "

Kürşat Başar - Kış İkindisinin Evinde


  
İşte hazırlık başlıyor, okul günleri bitiyor. Geç gelen baharla, kışı hatırlayan bir ben varım. Artık durgunluk son buluyor, mutluluk başlıyor, dolaplarının içine yazılar yazıyorlar, kalpler çiziyorlar, bir ok kalbi delip geçiyor aşk böyle bir şey mi? temiz giysilerini giyiyor, saçlarını tarıyorlar, bir yıl sonra nerede buluşacaklarını, az sonra kaçınılmaz bir biçimde gülünç olacak bir veda töreninden sonra - buradan çıkıp gittiklerinde neler yapacaklarını kararlaştırıyorlar. Bir sevinç dalgası, bir heyecan sarıyor her yanı. Oysa zaman geçip gitti ellerimizin arasından, çocukluk günleri bitti, bu, özgürlüğün başladığı değil, korunağın yıkıldığı gün..
 

Charles Baudelaire - İnsan ve Deniz & Albatros

İnsan ve Deniz
 Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;
Deniz aynandır senin, kendini seyredersin
Bakarken, akıp giden dalgaların ardından.
Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin.

Haz duyarsın sulardaki aksine dalmaktan;
Gözlerinden, kollarından öpersin, ve kalbin
Kendi derdini duyup avunur çoğu zaman,
O azgın, o vahşi haykırışında denizin.

Kendi aleminizdesiniz ikiniz de.
Kimse bilmez, ey ruh, uçurumlarını senin;
Sırlarınız daima, daima içinizde;
Ey deniz, nerde senin iç hazinelerin?

Ama işte gene de binlerce yıldan beri
Cenkleşir durursunuz, duymadan acı, keder;
Ne kadar seversiniz çırpınmayı, ölmeyi,
Ey hırslarına gem vurulmayan kardeşler!

Çeviri: Orhan Veli Kanık

Albatros

 Sık sık, eğlenmek için, acımasız tayfalar
Yakalar kanadından bu deniz kuşlarını,
Ürkütücü sularda gemileri izleyen
Yolcuların yıllardır dost arkadaşlarını.

Gökten inen tasasız, bu utangaç krallar
Güvertelerin üstüne kondukları zaman
Geniş kanatlarını sofuca bırakırlar,
Yorgun kürekler gibi, sular üstünde kayan.

Sen ey kanatlı yolcu, bir zaman ne güzeldin !
Bak gaganı dürtüyor hoyrat tayfanın biri,
Ya öteki, bilir mi bu hale nasıl geldin,
Topallayıp öykünüyor uçtuğun günleri.

Ozan, ey bulutlardan toprağa sürgün ece,
Oklara göğüs geren, dostu fırtınaların,
Yuhlarlar yeryüzünde, seni de, gündüz gece
Uçmana engel olur, ağır dev kanatların.

ÇEV: Erdoğan Alkan

Attilâ İlhan - Hangi Batı

Cumhuriyet kuşaklarının dramı Atatürk sonrasında başlar. Çağdaşlaşmayı batılılaşma yapan sonrakilerdir. Hiç değilse, müdafaa-i hukuk doktrinini ulusalcı içleminden soyanlar, Dersaadet tipi kozmopolit bir batılılaşmayı Ankara'ya göçürüp Cumhuriyet'in 'resmi' tutumu yapanlar, onlardır. Avcıoğlu, yeni devletin ilk yıllarından itibaren, Babılali'nin, köhne kadrolarıyla Ankara bürokrasisini ele geçirdiğini yazar. Yalnız bürokrasiyi mi? Kuva-yi Milliye ruhunu da ele geçirip dağıtmışlar, devriminin ideolojisini şaşılacak bir çabuklukla yozlaştırmışlardır.
 
 
*
 
 
 
 "... bozuk zihniyetli milletlerde ekseriyet-i azime başka hedefe, münevver denen sınıf başka zihniyete maliktir, bu iki sınıf arasında zıddıyet-i tamme, muhalefet-i tamme vardır, münevveran kitle-i asliyeyi kendi hedefine sevketmek ister; kitle-i halk ve avam ise bu sırı ıf-ı münevvere tâbi olmak istemez, o da başka bir istikamet tayinine çalışır, sınıf-ı münevver telkinle, irşadla kitle-i ekseriyeti kendi maksadına göre iknaa muvaffak olamayınca başka vasıtalara tevessül eder. halka tahakküm ve tecebbüre başlar; halkı istibdatta bulundurmaya kalkar, artık burada asıl tahlili noktaya geldik, halkı ne birinci usul ile ne de tahakküm ve istibdat ile kendi hedefimize sürüklemeye muvaffak olamadığımızı görüyoruz, neden?

arkadaşlar, bunda muvaffak olmak için münevver sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabii bir intibak olmak lâzımdır, yani sınıf-ı münevverin halka telkin edeceği mefkureler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı, halbuki bizde böyle mi olmuştur? o münevverlerin telkinleri milletimizin umk-u ruhundan alınmış mefkureler midir?

şüphesiz hayır, münevverlerimiz içinde çok iyi düşünenler vardır, fakat, umumiyet itibariyle şu hatamız vardır ki, tetkikat ve teteb-buatımıza zemin olarak alelekser kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi ananelerimizi, kendi hususiyetlerimizi ve ihtiyaçlarımızı almayız, münevverlerimiz belki bütün cihanı, bütün diğer milletleri tanır, lâkin kendimizi bilmeyiz.

Münevverlerimiz milletimi en mes'ut millet yapayım der. başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım der, lâkin düşünmeliyiz ki, böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmuş değildir, bir millet için saadet olan şey diğer millet için felâket olabilir, aynı sebep ve şerait birini mes'ut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir, onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşfiyatından, terakkiyatından istifade edelim, lâkin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarma mecburiyetindeyiz

milletimizin tarihini, ruhunu, ananatını sahih, salim, dürüst bir nazarla görmeliyiz, itiraf edelim ki, hâlâ ve hâlâ münevveranımızın gençleri arasında halk ve avama tetabuk muhakkak değildir, memleketi kurtarmak için bu iki zihniyet arasındaki ayrılığı durdurmak, yürümeye başlamadan evvel bu iki zihniyet arasındaki tetabuku tevlit etmek lâzımdır, bunun için de biraz avam kitlesinin yürümesini tacil etmesi, biraz da münevverlerin çok hızlı gitmesi lâzımdır, lâkin halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok ve daha ziyade münevverlere teveccüh eden bir vazifedir."

Mustafa Kemal Atatürk (konya gençleriyle konuşma) 20 mart 1923
 
 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt II, s. 140-141

Ahmet Erhan - Güneşin Altında Mutluluk Var & Bir soru işareti

Güneş Altında Mutluluk
Bir işçinin, elinde ekmekle evine döndüğü o yerdir mutluluk
Akşamüstü, çocukları cıvıldayıp dururken
Derin bir iç çekiş, tatlı bir yorgunluk
Ve yüzüne yayılan gülümseme birden...
Mutluluk, kelebek olup uçmasıdır ipek böceğinin
Irmağın denize kavuşturmasının bir adı olmalı
Mutluluk, beşikte uyuyan ilk çocuğuna bakmasıdır bir annenin
Duyarak memelerine dolan sütün çılgınlığını.
Mutluluk, bir acının bilincine varıp da onu dönüştürmektir
Yaşamın sonsuzluğunda karar kılan bir umuda
Sevgilinin boynuna dokunduğunda duyulan ürpertidir
Öpülan ilk dudak, içilen ilk sigaradır belki
Denizden yükselen kokudur sabah karanlığında
Kabullenmektir yani yaşamı, acısı ve sevinciyle aynı boyutta
Yalnızca yaşamaktır belki de kimbilir...
Ne yerdedir, ne göktedir o- değilmi Abidin?
Mutluluğun resmini yaptınmı bilmem
Ama ben onun şiirini yazmak isterim...

Bir Soru İşareti
Bir kekik kokusu tüter sabahın seherinde
Denizde bir balık kayar, bir yıldız solar gökte
Ve sabah türkü gibi yayılır
Salyangozların izleri uzar toprakta
Otların arasında gider kaybolur
Bir salyangoz kadar olamadım, der şair
Ayak izlerimi tutmayan topraklarda yürüdüm
Unutmasını bilen kadınları sevdim
Trenle geceyarısı geçilen kentleri..
Şimdi bir soru işareti gibi kaldım şu dünyada.
Dokunup yaprakların üstüne düşmüş çiylere
Uzanıp gölgesine bir portakal ağacının
Kulak vererek cırcırböceklerinin sesine
Bu şiiri uyku haliyle yazdım
Akdeniz bir çaydanlık gibi fokurduyordu az ötede
Biraz sonra kalkıp yüzümü yıkarım artık
Sonra bir kitap okurum, ya da çiçekleri sularım.


Tezer Özlü * Leo Buscaglia * Ece Temelkuran

 
Yaşamımın bazı kesimlerinde rahatlık da aradım. Biraz sakin, düzenli, belki biraz sevgi dolu günler belli süre kalsın, uzasın istedim.Yaşamımdaki tırmanışlar, huzursuzluklar durulduğu an, ailemin, yakın çevremin ve giderek yaşadığım toplumun huzursuzlukları, patlayışları büyüdü, yükseldi. Kavranılmayacak boyutlara erişti. Tedirginlik, güvensizlik, kuşku, zaman zaman umutsuzluk elimde olmayan nedenlerle gene gelip yüreğime, beynime, düşünceme oturdu...Tezer Özlü - Eski Bahçe Eski
 
Loren Eiseley dünyamızı şöyle bir yer olarak tanımlar; " Öyle bir yer ki, burada bir örümcek bile sürekli yatıp uyumaya karşı çıkar ve bir yıldıza ağ kurmak gerekse bile bunu yapma yolunda ölebilir." Örümcek gibi, aramızda umutsuz yaşamak daha akıllıca görünse bile, ağ kurma işlemini durdurmaya karşı çıkanlar vardır. Elimizde var olan ipler olasılıkla çok zayıf ve duyarlı olmalarına karşın iyimserlik, merak, heyecan, sevgi ve yıldızlara dek yolculuğun içten hevesiyle örülmüş olacaklardır. Hedefimiz için mücadele etmeye değer. Çünkü, bu durumda hedef aldığımız yıldız herkes için insanlıkla doludur. Ben güçlü biçimde tek umudumuzun her yaşayan şeyde bütün gücümüzle yapacağımız sezinleme gerçekleştirmede olduğunu duyumsuyorum. Kişilik adını verdiğimiz elinizdeki benzersiz çalışmanın savaşımı bu yoldadır ve tek amacı da budur...Leo Buscaglia - Kişilik

Aşk, yoklukla oynanan bir oyundur. Yokluğunun ne kadar derinden hissedileceğine ne kadar güven duyuyorsan o kadar iyi bir oyuncu olabilirsin...Ece Temelkuran