11 Eylül 2016

Aziz Nesin Bayram Tebriği

1965 senesiydi. İşe gireli henüz iki hafta olmuştu. Bir genel müdürlükte, özel kalem müdürünün yardımcısıydım.Bayrama on gün kala, müdürüm hastalandı ve rapor aldı. Ertesi gün, genel müdür, beni odasına çağırdı.
Buyrun efendim.
Tebrik kartları hazır mı evladım?
Hangi tebrik kartları efendim?
Eyvahlar olsun, Şükrü sana söylemedi mi? Bayram geldi, tebrik kartı göndermeli. Şimdiye çoktan postaya vermiş olmamız gerekirdi.
Hiç haberim olmadı efendim
Hemen, hemen hemen ! Yarına istiyorum üç bin adet kartı sabaha kadar yaz ve postaya ver.
Emredersiniz efendim! dedim ve odadan çıktım. Ancak üç bin adet bayram tebrik kartını tek tek nasıl yazacağım? Genel müdür, kartların çini mürekkeple ve güzel bir yazıyla yazılmasını isterdi. Üç bin adet kartın iki bin tanesi makamca kendinden aşağıda olanlara şu şekilde yazacaktım:
Bayramını kutlar, gözlerinden öperim.
Kalan bin tanesi de, daha üst makamdakilere:
Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim şeklinde yazılacaktı
Hiç vakit geçirmeden masamın başına geçip kolları sıvadım. Önümde davetiyelerden oluşan irili ufaklı pek çok dağ duruyordu. Ben mesaim bitiyor, az sonra çıkar evime giderim derken, sabaha kadar burada kalıp üçbin kartı yazmak zorunda kaldım. Sızlanmanın faydası yok, işe başlayım:
Bayramını kutlar, gözlerinden öperim.
Bayramını kutlar, gözlerinden öperim.
5,10,20,50,100,750,875. Yazıyorum yazıyorum bitmiyor! Vakit gece yarısını geçti gitti bana öyle bir sıkıntı bastı ki, tarif edemem.
Yazıyorum, yazıyorum, yazıyorum.. bitmiyor.
En nihayetinde alt makam kartları bitti. Ama ben de bittim. Şafak sökmek üzereydi. İşi biten kartları masamın üzerinden alıp başka bir yere koydum. Ama önümde hâlâ bin adetlik bir kart yığını durmaktaydı. Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederime başladım..
Durmadan yazıyordum. Göz kapaklarIm öyle ağırlaşmıştı ki, gözlerimi açık tutmam her bir karttan sonra daha da zor bir hale gelmişti. Resmen işkence çekiyordum.
125,279,400, 689 yazdım yazdım yazdım. Bir vakit sonra, artık ben kaleme değil o bana hakim olmaya başladı. Ama hâlâ yazıyordum:
Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim.
Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim.
Niyaz ederim başarılı günler sizinle eşinizin bayramını kutlarken…
Kutlarken eşinizin bayramını saygıyla sıhhatli günler diler Niyazi ile beraber ederim…
Niyazi ile birlikte sizin ve eşinizin bayramını kutlarken ayrIca sıhhatle ederim…
Önce bayramınızı eder, sonra eşinizle Niyazi’ye başarılı günler dilerim…
Sizin de eşinizin de Niyazi’nin de bayramını saygıyla eder, sıhhat dilerim..
Sıhhatli eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, Niyazi’ye başarılar diler aynı zamanda ederim…
Bayramınıza etmeden önce eşinizi saygıyla kutlar Niyazi’nin gözlerinden öperim…
Sizin de, eşinizin de, Niyazi’nin de, bayramını da, tatilini de, gelmişini de, geçmişini de.. saygıyla ederim…
Sabah tam mesai saatinde, gözlerim kan çanağı bir halde kartları yetiştirdim.. Genel müdür bir-ikisine şöyle bir baktı: Aferin dedi. Bitirmen iyi olmuş. Hemen postalayın!
Hemen postaladık.
Üç gün sonra da önce bizim genel müdürü, ardından bendenizi postaladılar.


Melih Cevdet Anday - Görünü

Şaşırdım, dümdüzdü görünü,
Cansız bir kağıdın üstünde gibi,
Ardı yok, ne pürtük, ne oylum,
Ağaç değil mi bu, duvar, yağmur değil mi?
Ters yüz ettim, başaşağı getirdim,
Elimle dokundum sonra, bilmiyorum ki,
Hem yaşıyordum, hem yaşamıyordum,
Yeşil gibi, dikey gibi, ses gibi.



Server Tanilli - Uygarlık Tarihi

 "Bizim çağdaş  tarihimiz aslında  bir Aydınlanma  tarihidir. Batının çok  daha önce yaşadığı  bir süreci, biz  gecikerek yaşarız,  ama yaşarız."
 
 
 
  “Türkiye’nin de içinde bulunduğu çağdaş dünyayı -bütün  görünüşleriyle- anlatırdım orada. O güne değin tarih diye eskiyi, eskinin eskisini dinleyen, savaşları ve kronolojiyi ezberleyip bellemiş olan gençlere, bir ucu kültür ve sanata kadar uzanan ve toplumun iktisadi ve sosyal temellerini başa alan bir tarih yaklaşımı pek çekici gelmişti ve pek bilinçlendirici idi. Büyük yankı yaptı dersler; ders notları okul ve İstanbul dışına yayıldı. Anlatılanlar, anlatılmaları pek doğal da olsa, yoz ve yobaz faşist çevrelerin betine giden şeylerdi. Susturulmam gerekiyordu; dava yoluyla olmayınca kurşunlamaya başvuruldu.”
 
  “Yaşadığımız çağa ve topluma, bir bilim adamı gözüyle, yani objektif olarak baktım. Öyle olduğu için de tarafsız kalmadım,”
 
  “Emperyalizme ve faşizme karşıyım. Tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye’den yanayım;
Kapitalizme karşıyım; Bugünkü geri ve bağımlı kapitalizmin devamında yarar gören  güçlere karşıyım.”
 
  “Gençlik, kendine göre nitelikleri ve görece bağımsızlığı olan sosyal bir gruptur. Gençliğin bu kendine özgü nitelikleri, belli bir ölçüde, yaşının özelliklerine bağlıdır. Ne var ki, gençliğin bu özelliklerini, genç kuşağın sosyal ve ekonomik yaşamının nesnel koşulları ile bağlantılı olarak incelemedikçe, gençliğin sosyal yaşamdaki rolünü aydınlatmak olası  değildir.”
 
  “Sömürülen bir ülke olarak Türkiye’nin tekelci dünya kapitalizminin sömürü alanını savunmak gibi bir görevi, böyle bir görevi yerine getirmekte hiçbir çıkarı yoktur. Tersine zararı vardır. Bizim için yaşamsal olan, bir yandan ulusal savunmamızı güvence altına almak; öte yandan, emperyalizmin sınırlamalarından kurtulup -istediğimiz gibi- bir kalkınma yoluna kavuşmaktır.”
 
  “Söz konusu olan, demokrasinin kurallarına, Anayasanın ruhuna ve rejimin özüne sahip çıkmaktır. Türkiye halkının çıkarı, zaten kuralları zedelenmiş çoğulcu ve sivil özelliğini kaybetmiş olan demokrasiyi büsbütün kuraldışına zorlamakta değildir. Benzer çözümle, demokrasiden çekinen kimi çıkar çevresinin özlemine yanıt verebilir ya da bir bölüm aydın taslağının zümreci yeğlemelerine denk düşebilir ama,  halk kitlelerinin çıkarları -dün olduğu gibi bugün de- demokraside saklıdır.”
 
  Kültürel planda, Batılılaşmanın yarattığı çoğu edebiyat ve düşünce ürünleri de, topluma  yabancı kalmışlığın ve taklitçiliğin belgeleridir.Türk düşünce dünyası, tam anlamıyla bu yabancılaşmayı aşabilmiş, giderek taklitçilikten kurtulabilmiş değildir henüz. Doğrunun araştırılması, yerini, Batı’ya uygunluğa bırakmıştır. Hiçbir gerçek felsefi gereksinmenin karşılığı olmayan ve sadece taklitçilikle şu ya da bu düşünceyi Türkiye’de tanıtmakla yetinmek, yani fikir ithalatçılığı yapmak bizim kültür yaşamımızın temel özelliklerinden biridir. Batılılaşma hareketi içinde, gerçek bir felsefe okulundan ve filozoftan bahsedilemez. Ancak, Osmanlı toplumunun eski ideolojik yapısının yerine konmak üzere, Batı’dan aktarılmış ve sadece günümüz gereksinmelerine yanıt verir yalınkat düşünceler ileri  süren ideologlardan ya da dayanıksız bazı fantezilerden bahsedilebilir.”

  “90’lı yılların başında Sovyetler Birliği ve halk demokrasileri çökünce sosyalist eleştirinin saygınlığına da bir darbe oldu bu. Sosyalist düşünce ölmese de, kanıt olarak etkisi azaldı. Doğan büyük boşluğu ise, en başta dinci gericilik, Türkiye’de onun aşrı milliyetçi bulamaca batmış biçimi, yani Türk-İslam Sentezi doldurmaya başladı. Zaten iktidar da arkasındaydı.
 
  Aydınlanmacı görüşün yeniden revaç bulması böyle bir ortamda olur. En başta çağdaş tarihimizin kimliği üzerinde durup ona bir yorum getirilir. Şu anlaşılır ki, bizim çağdaş tarihimiz aslında bir Aydınlanma tarihidir. Batının çok daha önce yaşadığı bir süreci, biz -şu ya da bu nedenle- gecikerek yaşarız, ama yaşarız. Aklın ve bilimin öne geçmesi ve ölçüt olması; despotluğa karşı bireyin ve özgürlüğün vazgeçilmezliği; bütün dogmalara, bu arada dinin dogmalarına karşı amansız mücadele; demokrasi, laiklik, insan kakları, hoşgörü, barış...
1923 Devrimi, bu değerlerin yaşama geçirilmesinden başka nedir ki?”
 

 
 

Erich Fromm "Bütün ağır psikolojik hastalıkların temelinde narsizm yatar."

  
Açgözlülük içsel bir boşluğun sonucudur.

Bütün ağır psikolojik hastalıkların temelinde narsizm yatar.

İnanç insanın varoluşunun bir koşuludur. Sevgiyle olan ilişkisi açısından bunun anlamı kişinin kendi sevgisine olan inancı, başkalarında sevgi yaratabilme ve bu sevginin geçerliliğidir.

Sevgi bir etkinliktir. Edilgen bir olay değildir. Bir şeyin içinde olmaktır. Bir şeye kapılmak değildir. Sevginin etkin özelliği, en genel biçimde şöyle tanımlanabilir: Sevgi; kendinden bir şeyler vermektir, karşındakinden almak değil.

Gerçek sevgi, sonunda ayrılık var gibi görünse bile, insanın sevdiği kişiyi mutlu olacağı yere doğru uğurlamaktan çekinmemesidir.Eğer kişi sevdiğini uğurlamaktan çekinir ve sahiplenmeye kalkarsa, kendine hizmet etmiş olur.

Güç, insanların çoğuna tüm şeylerin en gerçeği olarak göründüğü halde, insanlık tarihi onun tüm insani başarılar içinde en geçici olduğunu kanıtlamıştır.

Karanlıkta ıslık çalmak ortalığı aydınlatmaz.

Psikiyatri bazı kimselerin akıllarını kaçırma nedenleriyle ilgilenir ama asıl sorun, insanların çoğunluğunun neden akıllarını kaçırmadığıdır.

Ancak kendinden bir şey verebilen kişi zengindir

İnsanın yaşamdaki ana görevi kendisini doğurmak, olma potansiyeline sahip olduğu şeyi olmaktır. Çabasının en önemli ürünü, kendi öz kişiliğidir..

Modern insanın mutluluğu, vitrinlere bakarak kendinden geçmek ve parasının yettiği her şeyi peşin ödeyerek ya da taksitle satın almaktır.

Derin ve ihtiraslı sev! Kalbin kırılabilir ama hayatı dolu dolu yaşamanın tek yoludur.

Tüm uygarlığımız, karşılıklı kar sağlayan bir alışveriş düşüncesi, satın alma açlığı üzerinde yükseliyor.

Direnme gücü, dünya evet sözcüğünü duymak istediğinde hayır diyebilme yetisidir.

İnsanın hayattaki temel görevi kendisini doğurmaktır.

İyileşmenin ilk şartlarından birisi de; kişinin şaşırarak kendi bilmediği yönlerini tanımasıdır.

Gerçek hiçbir zaman şiddet tarafından çürütülemez.

İnsanın insana kattığı anlam dışında yaşamın hiçbir anlamı yoktur. İnsan başkalarına yardım etmediği sürece yapayalnızdır.

Topluma lüzumsuz bilgiler verirseniz, gereksiz bir kalabalık oluşur…

Düşünmek günah işlemeye benzer, insan onun zevkini bir kez tattı mı artık ondan bir daha vazgeçemez.

Anlaşılan şu ki, ortalama insan için büyük bir gruba ait olmamanın hissi kadar dayanılmaz bir his yok.

Sevgi, özgürlüğün çocuğudur, hiçbir zaman baskının ve şiddetin değil.

Seven, sevileni her zaman özgür bırakmalı, Ve sevdiğinin ruhuna inanmalıdır.

Daha iyi olanı değil, sana kendini daha iyi hissettireni seçmelisin.

Mutluluk tanrıların bir hediyesi olmayıp insanın içsel üretkenliğinin bir başarısıdır.

Bir şeyi yapamayacağıma inanırsam, yapamam. Ama yapabileceğime inandığımda, başlangıçta buna gücüm olmasa bile bu gücü elde ederim.

Geçmişin tehlikelerinden biri köle olmaktı, geleceğin ki, robot olmaktır.

İlhan Berk - Harf Şair İlişkisi

Ahmet Haşim e'ye benzer (e gibi içine dönük, içrek); 
Yahya Kemâl c'ye (ama neden c'ye benzettiğimi bilmem, belki alfabenin üçüncü harfi diye); 
Nâzım s'ye (s çünkü resim güzelliğindedir); 
Ahmet Hamdi o'ya (o kapalılıklığın adamıdır); 
Necip Fazıl için alfabe yeniden kurulmalıdır, ve de harf dışı düşünülmelidir derim; 
Asaf Halet Çelebi eski harflerle f'ye (f alfabenin en kara kaşlı, kara gözlü harfidir); 
Dıranas ‘kar’ sözcüğünün k'sına (k beyazdır); 
Saba, l'ye (l biraz saba gibi sıradanlığı sever, ordan bakar); 
Dağlarca ü'ye (ü'yü kim sevmez); 
Orhan Veli i'ye (i gibi güzeldir); 
Oktay Rifat p'ye (p en gerçeküstücü harfidir abc'nin); 
Anday d'ye (d, ussaldır, sevgili ussallık); 
Necatigil j'ye (j alfabenin en özel harfidir); 
Külebi (Külebi mi? a'ya, sevgili a'ya).“