19 Şubat 2023

Engin Geçtan - İnsan Olmak

 
Bugün insanların birbirinin karşıtı olan iki ayrı eğilimi doğuştan getirdiğine inanıyorum. Bir yanda dostluğu, sevgiyi ve yardımlaşmayı içeren bir eğilim, diğer yanda bencilliğe ve bozup yıkmaya yatkın bir eğilim. Her insanda bu eğilimlerin ikisi de var; ama hangi eğilimin egemen olacağını bireyin doğduğu andan bu yana geçirdiği yaşantılar belirliyor.
 
 

André Gide - Günlük (1887-1925) 1. Cilt

Fransız edebiyatının usta kalemi André Gide’in kurmaca yapıtlarının önüne geçen devasa eseri, neredeyse 60 seneye yayılan bir yazma eyleminin ürünü olan “Günlükler”nin ilk cildi, ilk kez eksiksiz olarak Türkçede…

Şimdi üç aylık kuraklıktan sonra fırtına. Yağmuru bir gösteri gibi izlemek için eve döndüm. Gördüğüm şeyi betimlemeyi sevmiyorum artık; işin tadını kaçırıyor. Yalnızca bakmayı daha çok seviyor, böylece hiçbir şeyi kaçırmadığımı, her görüntünün ona gereksinim duyduğum anda yeniden ortaya çıkacağını biliyorum. Bunun tadını daha da çok çıkarmak isterdim. Kısa süre içinde, farklı farklı yaşam biçimlerini tanımak, her birinde bir başkasının özlemiyle kabaran kaygıyı bulmak istiyorum.

“Dar Kapı”dan içeri girin, “Pastoral Senfoni”nin ezgilerini dinleyin, “Dünya Nimetleri”nden yararlanın, “Kalpazanlar”ın masasına oturun; Günlük’ü okuyun…

“Kendini en iyi incelemiş olan adam. Bunun için de en önemli eseri, bence Journal’i, güncesidir.” – Nurullah Ataç

 

Tez Nasıl Yazılır? Umberto Eco

Mühim olan, yaptığımız işi keyifle yapmaktır. Eğer sizi ilgilendiren bir konu seçtiyseniz, eğer tezinize gerçekten kısa da olsa üzerinde yoğunlaşacağınız bir zaman ayırdıysanız (…) o zaman tezin bir oyun gibi yaşamınızda yer alacağını fark edeceksiniz, bir bahis, bir hazine avı gibi bir şey olduğunu anlayacaksınız.

Umberto Eco’nun 1977’de yayımlandığından bu yana yirmiye yakın dile çevrilmiş olan bu eseri, çiçeği burnunda tez öğrencileri, akademisyen adayları ve tez danışmanları için önemli bir rehber niteliğinde. Eco’nun İtalya’da öğrenciler için kaleme aldığı bu kitap, “iyi bir araştırma yapmak için gereken kurallar dünyanın her yerinde aynı” olduğundan Türkiye’de de başucu kitabı olmaya aday.
Tez Nasıl Yazılır? kendine özgü mizahi üslubuyla metnin derli toplu ve anlaşılır şekilde kaleme alınması için nelere dikkat edilmesi gerektiğine ışık tutuyor. Ayrıca bilgi fişleriyle çalışma yöntemini aktarması ve Eco’nun kendi tezi için aldığı notları içermesiyle tarihî bir belge olma özelliğine de sahip. Ancak bunların da ötesinde, bilimsel etiğin ne olduğunu ve ne olmadığını bizlere hatırlatması açısından son derece önemli bir yapıt.      
 
 

04 Şubat 2023

Carl Rogers ve Birey Merkezli Yaklaşım

 

Rogers ve İnsancıl Yaklaşım

Rogers, insancıl (Hümanist) yaklaşım en önemli iki temsilcisinden biridir
(diğeri de Maslow).
 İnsancıl yaklaşımın en belirgin (ayırt edici) dört özelliği vardır.
1. Kişisel sorumluluk: Davranışlarımız sorumlusu bizleriz. Belli bir davranışta bulunmak zorunda (-meli, -malı) değiliz; davranışlarımız kişisel tercihlerimizi yansıtır.
2. Şimdi ve burada: Geçmiş ya da gelecek üzerine düşünebiliriz ama hayatı dolu dolu yaşamanın tek yolu şimdi ve burada yaşamaktır.
3. Bireyin Fenomenolojisi: Kimse sizi sizden daha iyi tanıyamaz! Terapistler danışanın nereden geldiğini anlamaya çalışmalı ve kendilerine yardım etmelerini sağlamalıdır.
4. Kişisel gelişim: Yaşam sadece ihtiyaçları karşılamaktan ibaret değildir. İnsanlar gelişimlerini sürdürmeye güdülenmişlerdir. İnsan kendi başına bırakıldığında kendini tatmin eden b,ir varoluş noktasına doğru ilerler. Bu noktaya “potansiyelini tam olarak kullanan kişi” adı verilmiştir. Rogers,
kişinin bitmek bilmeyen kendini keşfetme sürecini “olma süreci” olarak tanımlamıştır.

Temel Kavramlar ve İlkeler:
İnsanın Doğası


İnsan kendi düşüncelerini ve davranışlarını olumlu yönde değiştirebilir.

İnsan kendi yaşamına sadece kendisi yön verebilir. Terapistin yorumlarına bağımlı ve edilgen olmak
zorunda değildir.

Çocuklukta yaşanılan olayların önemli olduğunu kabul etmekle birlikte, şu andaki ihtiyaçlarımız ve
gerçekleştirme yönündeki amaçlarımız üzerinde durmuştur.

Davranış, geçmişteki yaşantılar nedeniyle oluşmaz; organizmanın azaltmaya çalıştığı gerilimler şu an
varolan gerilimler ve ihtiyaçlardır.

Gerçekleştirme Eğilimi

İnsanları motive eden tek bir güç vardır: Gerçekleştirme eğilimi.

Gerçekleştirme eğilimi, organizmanın kendi kapasitesi yönünde gelişimini sürdürmesi, zenginleşmesi ve üretmesi için doğuştan getirdiği aktif bir süreçtir.

Gerçekleştirme eğilimi çocukluk yaşantıları ile desteklenmeye veya engellenmeye açıktır.

Gerçekleştirme eğilimi, belli koşullar karşılandığında kişinin kendini yönetme, düzenleme ve kontrol etme potansiyeline sahip olduğunu ifade eder.

Gerçekleştirme Eğilimi

Potansiyeli gerçekleştirme eğilimi hem açlık, susuzluk, cinsellik, oksijen ihtiyacı, vb. nedeniyle oluşan gerilim  

azaltıcı davranışları içerir. Hem de merak, yaratıcılık, bağımsız olabilme, vb. gibi öğrenme deneyimlerine maruz kalma isteğinin yol açtığı gerilim artıran davranışları içerir.

İnsanda acımasızlık ve yıkıcılık kapasitesi de vardır ancak bu davranışlar içsel güçlerden çok dışsal güçlere bağlıdır. Gerçekleştirme eğilimi ideal koşullarda insanın olumlu, yapıcı potansiyelini geliştirir.

Kapasitemizi gerçekleştirmenin önünde potansiyel engeller ve uygun olmayan koşullar vardır. Bunlar bireyin içsel doğasına aykırı şekilde davranmasına neden olur.

Tüm psikolojik sorunlar, gerçekleştirme eğiliminin engellenmesinden kaynaklanmaktadır.


Olumlu Saygı İhtiyacı

Saygı, kabul ve sıcak ilişki kurma, bütün insanların ortak ihtiyacıdır. Özellikle ebeveyn gibi
önemli kişilerden bunları görmek isterler.

Olumlu saygı ihtiyacı yaşam boyu devam eder. Başkalarıyla ilişkilerimiz sonucunda da öğrenilmiş bir olumlu öz saygı ihtiyacı oluşur.

Öz saygı ihtiyacını karşılamaya yönelik çabalar, kendini gerçekleştirmenin önündeki en büyük engeldir.

Kişiliğin Yapısı

Rogers, benlik ve benlik kavramı arasında bir ayırım yapmaktadır. Benlik, organizmik benliğin dayandığı gerçektir. Benlik kavramı ise kişinin kendini algılama biçimidir ve bunlar her zaman birbiriyle tutarlı olmayabilir.

Deneyim (Yaşantı) 

Deneyim, herhangi bir anda farkında olunan herşeyi içerir.

Rogers’a göre deneyim (yaşantı) fizyolojik değil, psikolojik bir kavramdır. Kişi için tek gerçek, o anda
algıladığı gerçektir. Bu nedenle bir kişinin deneyimi başkaları tarafından tam olarak anlaşılamaz.

Birey gerçek dünyayı değil, sadece algıladığı dünyayı (fenomenal alan) bilebilir. Çevredeki uyarıcılara onları nasıl algıladığına göre tepkide bulunan insan için deneyimleri onun gerçeğini oluşturur.

Fenomenal alan, bireyin farkında olduğu kendine özgü çevredir ve bireyin davranışları fenomenal alanı
tarafından belirlenir.

Deneyim (Yaşantı)

 Farkındalığın üç düzeyi vardır:
1. Bazı olaylar farkındalık eşiğinin altında yaşanmaktadır. Bu yaşantılar (örneğin oturduğunuz sandalyenin vücudunuza yaptığı basınç) ya göz ardı edilmekte veya inkar edilmektedir (örneğin istenmeyen bir çocuk sahibi olan ebeveynin çocuğa yönelik tutumu).
2. Farkındalığın ikinci düzeyi, çarpıtılmış deneyimleri içermektedir. Örneğin deneyimlerimiz kendimizle ilgili algılarımızla uyuşmadığı zaman bunları çarpıtarak benlik kavramımıza katarız. (Örneğin olumsuz benlik kavramına sahip bir öğrenci, ödevden aldığı yüksek notu öğretmenin ödevi dikkatli okumaması ile açıklayabilir).
3. Farkındalığın üçüncü düzeyi, kendimizle ilgili algılarımızla tutarlı deneyimlerimizi içerir. Bunlar benlik kavramı için tehdit edici olmayan deneyimlerdir.

Organizmik Değer Verme Süreci 

Organizmik değer verme süreci, deneyimlerimize, gerçekleştirme eğilimimizi doyurma yetenekleri
açısından bir değer biçme sürecidir. Bu süreç bilinçli değil, organizmik bir süreçtir.

Gerçekleştirme eğilimine uygun yaşantılara olumlu, uygun olmayan yaşantılara olumsuz değer veririz. Bunun öğrenilmesi gerekmez, organizma bunu zaten bilir.

Bizim için neyin iyi neyin kötü olduğunu içsel ya da organizmik olarak biliriz. Bu nedenle değerlerimizi ebeveynler veya psikoterapistler değil, en iyi kendimiz biliriz. Çocuklarda bu çok daha net bir şekilde görülür. Fakat büyüdükçe bu durum değişmektedir.

Benlik Kavramı ve Kendini Gerçekleştirme 

Gerçekleştirme eğilimi ve kendini gerçekleştirme aynı şey değildir. Gerçekleştirme eğilimi bireyin organizmik deneyimlerine bağlıdır; bilinçli ve bilinçsiz, fizyolojik ve bilişsel bütününü temsil eder. Kendini gerçekleştirme ise, bireyin kendini bilinçli olarak algılayışındaki biçimiyle gerçekleştirme
eğilimidir. Dolayısıyla da gerçekleştirme eğiliminin bir alt kümesidir.

Benlik (organizmik benlik) ve benlik kavramı da aynı şey değildir. Benlik kavramı, kişinin varlığının ve deneyimlerinin bilinçli olarak algılanan tüm yönlerini kapsar. Oysa birey, organizmik benliğinin bazı kısımlarının farkında olmayabilir.

Kişinin organizmik deneyimlerinin kendine ilişkin algısıyla uyumlu olmaması durumunda gerçekleştirme ve kendini gerçekleştirme eğilimleri arasında bir tutarsızlık oluşacaktır.
Bu da kişinin çatışma ve içsel gerilim yaşamasına yol açar.

Benlik Kavramı ve Kendini Gerçekleştirme 

Kişinin gerçek (organizmik) benliği ile benlik kavramı da aynı şey değildir; Kişi, gerçek benliğinin bir kısmını gerçek benliği ile tutarlı olmadığı için reddedip bilinçli bir şekilde algılamayabilir. Dolayısıyla da benlik kavramı bir kez oluştuktan sonra birey benlik kavramıyla uyuşmayan yaşantıları çarpıtabilir veya reddedebilir.

İdeal benlik ise kişinin kendisini görmeyi arzuladığı şekildeki algısıdır. İdeal benlik, insanların sahip olmayı arzuladıkları olumlu özellikleri içerir.

Kişinin benlik kavramıyla ideal benlik kavramının çok farklı olması, uyumsuzluk ve sağlıksız kişiliğin belirtisidir.

Benlik Kavramı ve Kendini Gerçekleştirme 

Potansiyelimizi gerçekleştirmek için organizmik değer verme sürecinin sağladığı içsel kılavuzları
takip etmeliyiz.

Benlik kavramı, kişinin yaşamındaki önemli kişiler tarafından olumlu saygı ile desteklenmelidir. Ebeveynler çocuğun benlik kavramına ve duygularına karşı koşulsuz olumlu saygı göstermeli, eleştirilerini sadece istenmeyen davranışlarla sınırlandırmalıdır.

Benlik Kavramı ve Kendini Gerçekleştirme 

Ebeveynler çocuklara genellikle sevgi ve şefkat gösterirler ama bunu koşullu olarak yaparlar. Oysa çocuğun sağlıklı gelişimi için koşulsuz olumlu saygıya ihtiyacı vardır.

Eğer ebeveynler çocuğa sadece uygun davranışlar karşılığında sevgi ve saygı gösterirlerse, çocuk da bunları içselleştirir. Sonuçta gerçek duygularından vazgeçerek ebeveynlerinin uygun gördüğü şekilde davranmayı ve hissetmeyi öğrenir. Bunun bedeli ise kendi benliği ile ilgili farkındalığının azalmasıdır. Birey, gittikçe bu dışsal standartların kendisine ait olduğunu zannetmeye başlar. Böylece de kişinin kendisiyle, gerçek duygu ve özellikleriyle bağı kopar.

Hatalarımızı ve zayıflıklarımızı kabul etmemiz için koşulsuz olumlu saygıya ihtiyaç duyarız.

Kaygı ve Savunma

Benlik kavramımızla tutarlı olmayan her türlü deneyim (olumsuz ya da olumlu olması fark etmez) kaygıya yol açmaktadır. Bu tür deneyimler karşısında inkar ya da çarpıtma yoluyla savunmaya geçeriz.

En sık kullanılan savunma, çarpıtmadır. Örneğin hakkımızdaki olumsuz bir değerlendirmenin yarattığı kaygıyı azaltmak için, bu değerlendirmenin “anlık bir öfkeyle” yapıldığını düşünebiliriz.

Diğer savunma yolu da inkardır. Hakkımızdaki olumsuz değerlendirmenin aslında “şaka” olduğunu düşünmek buna bir örnektir.

Kişi hakkında olumlu bilgi sağlayan deneyim de, eğer onun benlik kavramıyla tutarsız ise yine kaygıya yol açabilmektedir. Olumsuz benlik kavramına sahip bir kişinin kendisini övenleri samimi bulmaması buna bir örnektir.

Benlik kavramımıza uymayan kişisel deneyimlerimiz de (duygu, düşünce, arzu ve davranışlarımız da) kaygıya yol açmaktadır.

Kaygı ve Savunma 

Çarpıtma ve inkar, kısa vadede kaygıyı azaltsa da kişinin dolu dolu yaşamasını engeller. Bu durumda gerçeğin yerini hayal almaya başlar.

Benlik kavramı ile gerçeklik arasındaki fark, eğer çarpıtma ve inkar ile idare edilemeyecek kadar
fazla olursa, o zaman düzensizleşme durumu yaşanır. Bu durumda kişi bazen benlik durumuna uygun davranırken bazen de gerçek benliğiyle ya da organizmik deneyimleriyle tutarlı olacak; kişinin davranışları tuhaf ve kafa karıştırıcı olacaktır.

Kişiliğin Gelişimi 

Rogers, çocuğa doğduğu andan itibaren koşulsuz olumlu saygı ile yaklaşmak gerektiğini vurgulamıştır. 

Kişilik gelişimi için bireyin başkalarıyla olumlu veya olumsuz temasta bulunması gerekir. Bu esnada eğer çocuk başkalarının kendisine ilgi ve saygı (kabul) gösterildiğini hissettikçe olumlu saygıya değer
vermeye başlar. Başkaları tarafından sevilme, kabul edilme ve beğenilme ihtiyacı geliştirir. Rogers bunu olumlu saygı olarak adlandırmıştır. Çocuk, kendisine değer verildiğini algılarsa olumlu saygı ihtiyacı doyurulmuş olur. 

Olumlu saygı, olumlu öz saygı için ön koşuldur. Olumlu öz saygı, kişinin kendisini değerli bir varlık olarak görmesi şeklinde tanımlanabilir.

Olumlu saygının kaynağı başka bireylerdir. Olumlu saygı, olumlu öz saygının da ön koşuludur.

Olumlu öz saygı bir kez oluştuktan sonra atık başkalarının sevgisinden bağımsız bir nitelik kazanır ve kendi kendini sürdürür.

Kişiliğin Gelişimi

Değer koşulları, kişiliğin sağlıklı gelişimini engeller. Çocuk, kendisinden beklenenleri yerine getirdiği takdirde sevilmeye değer olduğunu düşünmeye başlar. Reddedileceği korkusuyla benliğinin tüm yönlerini açığa vurmaz. Bu da kişilik gelişimini olumsuz yönde etkiler. 

Sağlıklı kişilik gelişimi için koşulsuz olumlu saygıya ihtiyaç vardır. Koşulsuz sevgi ve ilgi gören çocuk, benliğinin hiçbir yönünü baskı altına almaz; kendini gerçekleştirmeye yönelir. 

Kendini gerçekleştirme psikolojik sağlığın en üst düzeyidir. Rogers bu kişiler için potansiyelini tam olarak kullanan kişi demektedir.

Kişiliğin Gelişimi

Potansiyelini tam olarak kullanan kişi; başkalarının standartlarını karşılamaya çalışmaz, kendi organizmik değer verme süreci ile yönlendirilir, Kendisini bütün yönleriyle kabul eder. Tutarsızlık
yaşamayacağı için savunma yapma gereği de duymaz. Yeni deneyimlere açıktır, kalıp davranışlara
yönelmez. Yanlış seçimlerinde ısrar etmez, kararlarını gözden geçirip yanlışından döner. Kendi duygularına güvenir ve içlerinden geldiği gibi davranırlar. Sosyal açıdan uyumludur ama istediklerini yapmaktan da vazgeçmez.

Eleştiriler
Özgür iradeyi vurgulaması ve insan doğasına fazlasıyla iyimser yaklaşımı nedeniyle eleştirilmiştir.


03 Şubat 2023

Uzak Dünyanın Şarkıları - Arthur C. Clarke


Birkaç ada dışında tüm yüzeyi okyanuslarla kaplı Thalassa gezegeni, Güneş'in novaya dönüşeceğini öğrendiklerinde galaksiye robot tohumlama gemileri gönderen insan ırkı tarafından kolonileştirilmiş küçük bir cennetti.

Thalassa'nın fiziksel güzelliği ruhlarına yansıyan kolonistler, denizlerinde cereyan eden evrim hadisesinden tamamen habersiz bir şekilde sorunsuz hayatlarını yaşamaktaydılar...

Sonra aniden, Macellan göklerinde belirdi. Arz'da yaşanan son günlerin çılgınlığından kurtarılan bir milyon kişi ve insan ırkının tüm bigisini içeren hafıza bankalarını taşıyan dev gemi kuzenlerini ziyarete gelmişti ve bir istekleri vardı: Sakin Thalassa cennetinde artık bir süre belirsizlik hakim olacaktı.

Tanrılar Her Neyseler

Roman, 2000 yılında ,Güneşin bir novaya dönüşeceğinin anlaşılmasından sonra insanın soyunu sürdürme amacı ile tohumlama gemilerini uygun gördüğü gezegenlere göndermesi ve 3620 yılında dünyanın yok olmadan önce Macellan adlı geminin yapılarak içinde 925,000 seçilmiş insanla birlikte Sagan İki adlı gezegene doğru yol alması sırasında geçer.Sagan İki’ye giderken Macellan, Thalassa gezegenine uğrar, bu gezegen 700 yıl önce dünyadan gönderilen bir tohumlama gemisi sayesinde kolonileştirilmiştir.Ve oradaki insanlar Macellan gemisi gelene kadar hiç dünyalı ‘amca’ları ile karşılaşmamışlardır.Dünyalılar (romanda Arzlılar olarak geçiyor) Thalassa gezegeninden gemiye kalkan olarak kullanılmak üzere buz almak uğramışlar ve bu arada Dünyada o zamana kadar öğrendiklerini Thalassa’lı kuzenlerine anlatmaktadırlar.Aşağıdaki pasaj Dünyalı Kaldor Moses (arabulucu-diplomat) ile Thalassa’nın en zeki insanlarından Mirissa arasında geçiyor.)


“Tanrı nedir?” diye sordu Mirissa.

Kaldor iç çekti ve kafasını incelediği yüzlerce yıllık görüntülerden kaldırdı.

“Neden soruyorsun Mirissa?”

“Çünkü Loren dün, ‘Moses akreplerin Tanrıyı arıyor olabileceklerini düşünüyor’dedi.”

“Bunu gerçekten söyledi mi?Onunla daha sonra bir konuşma yapmam gerekecek.Ve sen küçük hanım, bana insanlığın binlerce yıldır başına dert olmuş bir kavramı böyle paldır küldür açıklamamı istiyorsun.Vaktin var mı?”

Mirissa güldü. “En az bir saat.Bana bir keresinde gerçekten önemli bir şeyin tek bir cümleye sığdırılabileceğini söylememiş miydin?”

“Şeyy..aslına bakarsan benim bile basite indirgeyemeyeceğim konular var.Nereden başlasam bilmiyorum ki…”

Gözleri kütüphanenin pencerelerine ve sonra da dışarıda bekleyen Tohumlama Gemisinin boş gövdesine dalgın bir ifadeyle bakmaya başladı.Thalassa’da – bana sık sık cenneti hatırlatan Thalassa’da – insan hayatı işte tam burada başladı.Ya ben?
Şu anda ben insana cennetin yasaklanmasına neden olan yılan rolünü mü oynuyorum? Bu zeki kıza zaten bilip kavradığımdan emin olmadığım hiç bir şeyden bahsetmeyeceğim.

“Tanrı kelimesini anlatmanın zorluğu,” diye başladı ağır ağır, “herkesin bu kelimeyi farklı anlamasındandır – hele de tarifi yapmaya çalışanlar filozoflarsa.Bu yüzden üçüncü bin yılın sonunda bu kelime dillerden neredeyse tamamen kayboldu.

“Ancak yerine yeni kelimelerin oluşturduğu bir set geçti.Bu şekilde insanların kavramlar üzerinde yapacağı gerekesiz tartışmalar engellendi.

“Bazen ‘Birinci Tanrı’ da denilen kişisel Tanrı için Alpha kelimesi kullanılmaya başlandı.Bu kuramsal varlık insanları, hayvanları hatta varolan herşeyi sürekli olarak izleyen ve yapılan kötülükleri ya da iyilikleri ölümden sonra bizi beklediğine inanılan dünyada cezalandıracağına ya da ödüllendireceğine inanılan bir olguydu. İnsanlar Alpha’ya tapınır, ona dua eder, adına dev tapınaklar inşa eder ve kimi çok saçma ayinler düzenlerdi…

“Başka bir Tanrı tanımı ise evreni yarattığına inanılan, ama sonra hiç bir şeye elini sürmeyen bir varlık olarak görüyordu onu. Adı da Omega idi.Filozoflar Tanrıyı sınıflandırma işini tamamladığında antik Yunan alfabesinde harf kalmamıştı.Ama bu sabah sana Alpha ve Omega yeterli olacaktır.İnsanlık tarihi boyunca Tanrıyı nereye koyacaklarını düşünmüş on milyardan fazla insan yaşamış olmalı.

“Alpha içinden çıkılmaz bir biçimde din kavramıyla karıştırılıyordu. – çöküşünü hazırlayan neden de bu oldu.Binlerce yıl boyunca birbirleriyle savaşıp duran dinler herkesi kendi haline bıraksaydı Alpha kavramı belki Arz’ın son gününe kadar yaşayabilirdi...Ancak böyle birşey olmadı, çünkü her din gerçek ve değiştirilemez doğrunun sadece kendi inandıkları olduğunu savunuyordu.Bu yüzden rakiplerin yok edilmesi gerekiyordu. – ki bu da inançlı insanların büyük çoğunluğunun sunulan dinlerden vazgeçip kendi içlerindeki Tanrıya inanmaya başlamalarına sebep oldu.

“Elbette konuyu mümkün olduğunca sadeleştiriyorum; pek çok iyi insan kendi kavrama derecelerini aşan varlıklara inandılar: Ayrıca ilkel insan toplulukları için din gerekli bir kavramdı.Doğaüstü güçlere karşı duyulan yoğun korkuyla karışık saygı olmasaydı insanoğlu ilkel kabilelerin ötesinde sosyal gruplaşmaları başaramazdı.Güç ve ayrıcalık peşinde koşanlar tarafından keşfedilip kendi çıkarları için kullanılmaya başlayana kadar din toplumlar için bir nevi tutkal görevi görmüştü.Ancak bu noktadan sonra bütün iyi yönlerini gölgeleyen kötülüklerin kaynağı haline geldi.

“Engizisyon Mahkemelerini, yakılan cadıları, kutsal cihatları duyduğunu hiç sanmıyorum.Uzay çağında bile tapındıkları
Alpha’nın öyle istediğini düşündükleri için çocuklarını kurban edebilecek insanların bulunduğuna inanabilir misin?

“Evet şaşırdın…ama atalarımız Güneş Sistemini keşfetmeye başladığında bu tip şeyler hala olmaktaydı. – hatta daha da kötülerinin olduğunu söyleyebilirim.

“Şansımıza Alpha, 2000’li yılların başında insanın hafızasından neredeyse silinmişti.Onun ölümünü sağlayan şey, bugün
“istatistiksel teoloji” adını verdiğimiz bilim dalıydı.Ne kadar vaktimiz kaldı? Bobby sabırsızlanmasın?”

Mirissa pencereden dışarı baktı.Gösterişli at Ana Geminin etrafındaki alana yayılan çimenleri kemiriyor ve halinden oldukça memnun görünüyordu.

“Yiyecek birşeyler bulabildiği sürece huysuzluk çıkarmaz.İstatistiksel teolojiyi açıklayabilir misin?”

“Bu bilim dalı şeytanın varlığı sorunu üzerine yapılan son saldırıydı.Ortaya çıkmasına, 2050’lerde kurulan ve kendilerine Neo-Manichee (NM) diyen hayli eksantrik bir tarikat sebep olmuştu.Aklıma gelmişken, doktrinlerini yaymak için diğer inançlar da iletişim çağının nimetlerinden yararlanmışlardıysa da, ilk gerçek küresel tarikat NM’lerinkiydi.Onlar toplantılarını daima televizyon ekranlarında yaparlardı.

“Teknolojiye böylesine muhtaç olmalarına rağmen, inançları oldukça eski modaydı.Alpha’nın varolduğuna; ancak şeytanın ta kendisi olduğuna inanıyorlardı – insanın nihai yazgısı ise onunla karşılaşmak ve yok etmekti.

“Sözlerine kanıt olarak tarih ve biyoloji bilimine dayalı gerçekleri kasıtlı olarak saptırıyorlardı.Bence onlar gerçekten hasta insanlardı; çünkü bahsettiğim tür malzemeleri bir araya getirmekten sapık bir zevk duyuyorlardı.

“Mesela, Alpha’nın varlığına dair en tutulan kanıt Tasarım Tartışması idi.Şu anda bu kanıtın tamamen mantıksız olduğunu biliyoruz; ama NM tarikatı göz boyama yöntemleri ile insanları kanıtlarının doğruluğuna inandırmayı başarabiliyordu.

“ ‘ Eğer güzel ve yeterli biçimde tasarlanmış bir sistem bulursanız’ diyorlardı, - en sevdikleri örnek bir dijital kol saatiydi – ‘mutlaka onu birinin yaptığını düşünürsünüz.Bir de dünyaya, tabiata bakın…’

“Onlar da dünyaya ve tabiata bakıyorlardı…ama intikam duygularıyla.Uzmanlaştıkları bilim dalı parazitolojiydi; Thalassa’da bu açıdan ne kadar şanslı olduğunuzu bilemezsiniz.İnsanlara anlattıkları dahice – ama bir o kadar da mide bulandırıcı – örnekleri anlatıp da mideni kaldırmak istemiyorum.Ancak hakkında en çok konuştukları canlılardan biri olan ‘ichnemon sineğini’ sanırım anlatabilirim.

“Bu zeki yaratık yumurtalarını salgıladığı bir sıvıyla felç ettiği başka böceklerin gövdesine yumurtlardı:böylece yavru sinekler doğduklarında canlı ve sürekli taze et kaynağına sahip olurlardı.

“NM mensupları bu örneği vererek Alpha’nın ya tamamen kötülük dolu olduğunu, (yani şeytanın ta kendisi olduğunu) ya da insanların ahlak değerleriyle uzaktan yakından alakası olmadığını söylerlerdi.

“En sık öne sürdükleri başka bir kanıt ise ‘Yıkım Tartışması’ idi.Basit bir örnektir:farzet ki salgın bir hastalık var ve insanlar korunmak için bir yandan Tanrıya (Alpha’ya) dua ediyorlar, diğer yandan da sığınaklara sığınıyorlar…sonra salgının sebebi olan virüs ya da bakteri sığınağa giriyor ve hepsini öldürüyor.Bu hastalık olmasaydı ya da insanlar sığınağa gitmeyip evlerinde oturmuş olsalardı ölmeyeceklerdi belki de…mantığı – ya da mantıksızlığı anlıyor musun? Sonuçta suçlu Alpha idi onlara göre.

“Anlattıklarım dışında, NM mensupları başka pek çok felaketi de haklılıklarının kanıtı olarak öne sürüyorlardı; bir hastanede çıkan yangın, yanardağ patlamaları, şehirleri yerle bir eden fırtınalar, depremler…liste sonsuza dek uzanıp gidiyordu.

“Elbette Alpha’ya inananlar da boş durmuyor, onlar da eşit sayıda karşı kanıtlar öne sürüyorlardı.

“Bir çok farklı şekilde bu çekişme binlerce yıl sürdü. Ancak yirmibirinci yüzyılın başında gelişen iletişim teknolojisi ve istatistiksel analizlerdeki mükemmelleşme tartışmayı sonuca vardırdı.

“Tabii nihai cevabın alınması ve tüm zeki insanlar tarafından benimsenmesi birkaç yüzyıl sürdü.Güzel olaylar kadar kötüleri de oldu: ama artık herkes evrenin de matematik kuralları dahilinde hareket ettiğine ikna olmuştu.Elbette iyi ya da kötü; hiçbir çeşt tabiat ötesi varlığa dair kanıt bulunamamıştı.

“Bu yüzden şeytan kavramının yarattığı sorun yüzeye çıkmadı.Çünkü evrende herşeyin iyi gitmesini beklemek kumar oynarken sürekli kazanmayı ummakla aynı anlamı taşıyordu.

“Bazıları ucuz numaralara başvurup Alpha’nın varlığına olan inançlarını sürdürdüler ve taraftar toplamaya çalıştılar.Ancak söylememe bile gerek yok; Tanrı kavramı soyutlaştıkça sıradan insanların ilgisini kaçınılmaz biçimde kaybetmişti.

“Ayrıca konu matematiğe geldiğinde; Alpha en büyük darbeyi yirmi birinci – yoksa yirmi iki miydi? – yüzyılda yedi.Dahi bir Arzlı olan Kurt Gödel evren dahilinde bilginin kesin sınırları olduğunu ispatladı; böylece herşeyi bilebilen bir Tanrı olamayacağı ortaya çıktı.

“Bu olaylar bizim zamanımıza kadar gelebilen ‘Gödel Tanrıyı öldürdü’ diye bilinen bir sözcük oyunu sayesinde toplumların hafızasında taze tutuldu…

“Alpha’ya dönersek, üçüncü bin yılın sonunda insan ırkı onun varlığını hemen hemen unutmuşu.Artık herkes antik çağ filozofu Lucretius’un sert yorumuna katılıyordu.Ona göre bütün dinler köklerinde kötülük barındırırlar; çünkü körükledikleri batıl inançlar insanoğluna yarardan çok zarar getirmiştir..

“Yine de eski inançlardan bazıları yaşamayı sürdürebilmişlerdi.Hatta ‘ Geç Günler Mormonları’ ve ‘Peygamberin Kız Kardeşleri ‘ tarikatları kendi tohumlama gemilerini yapmayı başarmışlardı.Bazen onların akibetlerinin ne olduğunu uzun uzun düşünürüm.

“Her neyse, Alpha’nın kaybolmasından sonra geriye Omega – herşeyin yaratcısı kalıyordu.Göründüğünden daha ince bir mizah içeren evrensel bir fıkra vardır:Adam sorar:Evren neden burada? Diğer cevaplar:Ya nerede olmalıydı?

“Sanırım bu sabah için yeterince konuştuk.”

“Teşekkürler Moses,” diye karşılık verdi Mirissa; biraz şaşkın görünüyordu. “Bunları daha önce de anlattın değil mi?”

“Elbette pek çok kez hem de.Ve bana söz ver”

“Ne konuda?”

“Bu anlattıklarıma sırf ben anlatıyorum diye inanmayacaksın. Felsefi problemlerden hiçbiri henüz nihai çözüme ulaşmamıştır. Omega hala ortalıkta geziniyor – ama ben en çok Alpha hakkında endişeleniyorum…”