Sesler
Sesler, su yüzeyinin
yeşiline kazınmış.
Yalıçapkını çıkınca ortaya,
saniyelerin vızıldar:
Ne varsa senden yana olan
kıyılardan her birinde,
biçilip
bir başka resimden yansır.
*
Sesler, dikenli yoldan yansıyan:
Ellerinin üstünde gel bize.
Lambayla yalnız kalan,
yalnızca elinden bir şeyler okuyabilir.
*
Sesler, geceyle sarmaş dolaş,
çanı astığın salkımlar gibi.
Bir kubbe ol, ey dünya:
Sürüklendiğinde buraya ölü istiridye,
çanlar burada çalacak.
*
Sesler, duyunca yüreğin
yine annenin yüreğine kaçmakta.
Yaşlı ağaçlarla genç ağaçların
yaş halkalarını durmaksızın değiştikleri
darağacından gelen sesler.
*
Sesler, kupkuru, çakıl taşları gibi,
kürek çekmekte sanki bir sonsuzluk,
(biraz yürek–)
yapışkan bir sızıntı peşinde.
İçlerine mürettebatı benim yerleştirdiğim
gemileri burada denize indir, çocuğum:
Hortum geminin ortasında tozuttuğunda,
perçin çivileri de birbirlerine kavuşur.
*
Yakup’un sesi:
Gözyaşları.
Kardeş gözündeki yaşlar.
Biri takılıp kaldı yerinde, büyüdü.
Bizler onun içinde yaşamaktayız.
Soluk al ki,
kurtulsun.
*
Nuh’un gemisinin içindeki sesler:
Yalnızca
ağızlar,
güvende olanlar. Sizler
batmakta olanlar, duyun
bizleri de.
*
Ses
değil artık – geç saatlere ait
bir gürültü yalnızca, zamana yabancı, senin
düşüncelerine armağan edilmiş, sonunda
burada uyanmış: Bir
meyve yaprağı, göz büyüklüğünde, derinlere
çizilmiş; hep reçine dökmekte,
kabuk bağlamayı
istemiyor.