"Okuyun! Okumazsanız uyanamazsınız. Uyanamazsanız, düşünemezsiniz. Düşünemezseniz, kurtulamazsınız"
Dil aslında soyut bir şeydir. Yeryüzünde hiçbir varlık adı böğrüne
yapıştırılarak ortaya çıkarılmıyor doğaca. Hiçbir sözcük de sittin sene
aynı görevi yapmıyor. Çağın gidişine ya da insanoğlunun eriştiği
aşamalara göre dil de kendini toparlayarak değişime uğruyor. Daha
doğrusu insanlar gerçekleştiriyor bu değişimi. Bunun karşıtı zaten
mümkün olamaz. Şurası da unutulmamalıdır ki, her iki anlamda da dilin
kemiği yoktur.
Köy Enstitüleri kapatılmamış olsaydı, her köyü okula ve öğretmene
kavuşturmak için o zaman yapılan plana göre 1956'da okulsuz köy
kalmayacaktı. Hepsi öğretmene de kavuşacaktı. Her sekiz on köy bir
sağlık memuruna ve ebeye kavuşacaktı. 1956'da tüm köyler sağlık
denetimine alınmış olacaktı.
Sağ yobazlığa ne kadar düşmansam, sol yobazlığa da o kadar düşmanım.
Bir türlü kavrayamıyorum... Eğer demokrasinin ana prensiplerini
anlayamıyor ve ideal hukuka uygun yasaları uygulayamıyorsak kabahat
demokratik hukuk devleti düzeninin mi, yoksa bizim midir?
Siz düşünmüyorsunuz, siz geldiğiniz yere inanacak yerde, onu
bırakıp politika esnafının ve de onlara uşaklık eden sözüm yabana
yazarların, aydın taslaklarının yavelerine inanıyorsunuz. Bırakın da
onlar sizden ders alsınlar. Üstelik okumuyorsunuz. Dünyadan haberiniz
yok. Buyrun lafını ettiğiniz köye götüreyim sizi. Otobüsü de benden.
Ankara'dan gitmesi üç saat sürer. Bir pazar sabahı gider akşama geri
döneriz. Evet beyler, Halep oradaysa arşın buradadır. Buyrun?
Neydi Makal'ın suçu?
Halktan yana olmak, halkın uyutulmasına karşı olmak. Göstermelik
törenlerle halkın kalkınamayacağı için gerçek halk kalkınmasının
yollarını yazmak. Köylünün ve de öğretmenlerin Atatürk'ü gerçek ve
devrimci yönü ile tanımalarını sağlamak için onlara kitaplar, ödevler
vererek gerçek ulusçunun görevini yapmak.
Nerede kaymakam dendi, ona bağlı olarak "hükümet" de dillerden
düşmüyordu: Hükümete çıktım; hükümet bilir, hükümet ceza verir, diye
konuşulur giderdi günlük yaşam içinde. "Hükümet, hükümet diyorsun,
nerede hükümet, nedir hükümet?" diye sorardım anama.
Oktay Rıfat'ın şiirinde çok güzel anlattığı bir tip vardı o zaman
hükümetin başında. O da vatanı kurtarmaya çalışıyordu ama hem işleri,
hem kavramları karıştırarak:
Herif küpünü doldurmuş
Malum usulle bilirsin
Bir dostu var ki vallahi
Yanında sen çirkin kalırsın
Öylesine kurum, öylesine çalım
Sanki küçük dağları yaratmış
Ama bir parmak üstünün yanında
Kerata süklüm püklüm
Kurumuna bakarsan büyük vatanperver
Bir o bilir dünyada olanı biteni
İnanma güzelim inanma
Çiftlikleriyle karıştırıyor vatanı
Suçumuz insan olmak...
Bende kitap tutkusu çok küçükken başlamıştı. Nasıl anımsamam, nasıl
unutabilirim, karda kışta yüklendikleri ak torbalarla köye kitap taşıyan
Darende'li çocukları? Hele onlardan birini, Cabir'i nasıl unutabilirim.
Öğretmenleri kıyıma uğratanlar, aslında yaraya tuz biber ekiyorlar.
Her zaman olduğu gibi bugün de öğretmen kıyımı sürüyor.
Bizim insanımız, bizim öğretmenimiz, yeniden kıyılamayacak kadar
kıyılmıştır. Ulus olarak kurtuluşumuz için en olmaz zorluklar içinde
yine de çalışan öğretmen bulunca dünyayı zehir etmeye kalkışıyorlar.
Anlaşılıyor ki kimsenin bu ulusun kurtuluşu için çalışmasını
istemiyorlar. Gidişata bakınca başka türlü düşünmenin olanağı kalmıyor.
Sonra canım, neymiş, Köy Enstitüleri gomonis yuvasıymış. Ordan
çıktığıma göre bunun kuşku götürür yanı da yokmuş. Öyle olmasa köylünün
konukseverliğini, askerlik severliğini; gönül zenginliğini bırakıp da
neden açlığını, yoksulluğunu yazmışım?
Oturunca da İstanbul'u ve Ankara'yı nasıl bulduğumu sordu.
"Ankara'yı daha çok beğendim. Şehir daha derli toplu. Yollar daha güzel.
"Çözülür" demiş Faust "bu kainatın sırrı"
Ve onunçün çarpılmış Hakkın cezasına,
Demek ki, hikmetinden sual olunmayan Tanrı
Razı değil milletin okuyup yazmasına .
Makal, yurdumuzun çileli yazarlarından biridir. Çilesi, halkçı, toplumcu
yazar olmasından ileri geliyor. Yoksa, bugün O da sonsuz bir rahatlık
içinde olurdu. Eline, çok para kazanma fırsatları geçmişti. Amacı para
kazanmak olmadığından, böylesi ucuz rahatlıklara kendini kaptırmadı.
Önünde, bugün pek çoklarının düşünde yaşattığı koltuklar duruyordu. O,
iskemlede oturmayı koltuğa yeğ tuttu. Çünkü Makal, bir halk yazarı
olarak ortaya çıkmıştı, halk yazarı olarak yaşayacaktı. Yerli halklı, o
yükseldiği oranda O da yükselecekti. Böyle olmak, halk yazarı olmanın
gereklerindendir.
Ne diyor Sartre: "Aç bir dünyada edebiyatın
işi nedir? Yazar herkese seslenmek, herkesçe okunmak istiyorsa, açlıktan
ölen milyarlardan yana olmalıdır. Bunu yapmadıkça, mutlu bir azınlık
hizmetindedir ve onun gibi sömürücüdür."
Eski kuşağın, "Ayağı
nalınlı kızların tıpış tıpış raks ettiği yer" olarak tasvir ettiği
Anadolu köyünün üstündeki kalın ve karanlık perdeyi yırtıp atmak ancak
Mahmut Makal'a nasip olabilmiştir. Makal, böyle mutlu bir akımın
öncüsüdür. İşini çok iyi bilen bir yazardır, bu yüzden teslim bayrağını
çekemez. Edebiyatı, "edebiyat olsun" diye yapan eski kuşaktan değil
çünkü. Geri bırakılmış bir halkın acısını, Makal ve Makal'lar
çekecektir. Ama şurası bilinsin ki, tarihin kutsal sayfaları bu acı
çekenlere yer verecektir, acı çektirenlere değil
*
"Mahmut Makal, halktan kopuk edebiyata hiçbir
zaman önem vermedi. Devlet örgütleriyle karşı karşıya kalmak ve yaşam
boyu yokluk, yoksunluk içinde, arkasız bir halk çocuğu olarak yaşamayı
ve yazmayı yeğledi. Halk yazarı olarak ortaya çıkmıştı, halk yazarı
olarak yaşadı... Mahmut Makal yaşayan en büyük öykü yazarımızdır. Kentli
küçük burjuvaların uydurma aşkları, halktan kopuk kahramanlıkları ve
sanal acıları onu ilgilendirmemektedir. Makal'ı ilgilendiren sevgili
köylüsüdür ve onun sorunlarını anlatmak için çok acılara katlanmıştır."
Cumhuriyet
Kitap, 16 Nisan 1998 "Ciddi görünüşü ve ateşli anlatımı, sözündeki
doğruluğu ve saktnmazlığı ile Mahmut Makal boyun eğecek bir kişiye
benzemiyor. Doğru bildiği şeyi söylemeyi, cehalete ve yoksulluğa karşı
savaşını sürdürüyor. Durmadan yazıyor. Kitapları; İngilizce, Rusça,
Almanca, Japonca, Fransızca'ya çevriliyor. Bu eylem insanı, kendisine
yolların en çetinini seçmiştir. Umutsuzluğa ve yoksulluğa karşı tek
başına savaş. Bu yolu isteyerek seçmiştir. Genç kuşaklara daha iyi bir
dünyanın kurulması için onlara inanç ve cesaret vermeye çalışarak
geçirdiği günlerden hiç pişman değildir."