16 Ağustos 2019

Hacı Bektaş Veli

 
Sevgi muhabbet kaynar, yanan ocağımızda,
Bülbüller şevke gelir, gül açar bağımızda.
Hırslar, kinler yok olur, aşkla meydanımızda,
Aslanlarla ceylanlar, dosttur kucağımızda.


Ara Güler " Anadolu "



Dahası...


Charles Bukowski - Mahvolmuş Hayatlar



 'aynı kadınla iki kez
evlenerek hayatımı mahvettim'demiş
William Saroyan.

hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler
her zaman vardır,
William,
neyin veya kimin
bizi önce
bulduğuna
bakar,
mahvolmaya hep
hazırızdır.

mahvolmuş hayatlar
olağandır
bilgeler için de
ahmaklar için de.

ancak
o mahvolmuş hayat
bizimki olduğunda,
işte o zaman
farkına varırız
intiharların, ayyaşların, hapisane
kuşlarının, uyuşturucu müptelaları
ve benzerlerinin.
varoluşun
menekşeler kadar,
gökkuşağı
kasırga
ve
tamtakır
mutfak
dolabı
kadar
olağan
bir
parçası
olduklarının.


Mahmut Makal - Anımsı Acımsı


"Okuyun! Okumazsanız uyanamazsınız. Uyanamazsanız, düşünemezsiniz. Düşünemezseniz, kurtulamazsınız"
 
Dil aslında soyut bir şeydir. Yeryüzünde hiçbir varlık adı böğrüne yapıştırılarak ortaya çıkarılmıyor doğaca. Hiçbir sözcük de sittin sene aynı görevi yapmıyor. Çağın gidişine ya da insanoğlunun eriştiği aşamalara göre dil de kendini toparlayarak değişime uğruyor. Daha doğrusu insanlar gerçekleştiriyor bu değişimi. Bunun karşıtı zaten mümkün olamaz. Şurası da unutulmamalıdır ki, her iki anlamda da dilin kemiği yoktur.
 
Köy Enstitüleri kapatılmamış olsaydı, her köyü okula ve öğretmene kavuşturmak için o zaman yapılan plana göre 1956'da okulsuz köy kalmayacaktı. Hepsi öğretmene de kavuşacaktı. Her sekiz on köy bir sağlık memuruna ve ebeye kavuşacaktı. 1956'da tüm köyler sağlık denetimine alınmış olacaktı.
 
Sağ yobazlığa ne kadar düşmansam, sol yobazlığa da o kadar düşmanım.
 
Bir türlü kavrayamıyorum... Eğer demokrasinin ana prensiplerini anlayamıyor ve ideal hukuka uygun yasaları uygulayamıyorsak kabahat demokratik hukuk devleti düzeninin mi, yoksa bizim midir?
 
Siz düşünmüyorsunuz, siz geldiğiniz yere inanacak yerde, onu bırakıp politika esnafının ve de onlara uşaklık eden sözüm yabana yazarların, aydın taslaklarının yavelerine inanıyorsunuz. Bırakın da onlar sizden ders alsınlar. Üstelik okumuyorsunuz. Dünyadan haberiniz yok. Buyrun lafını ettiğiniz köye götüreyim sizi. Otobüsü de benden. Ankara'dan gitmesi üç saat sürer. Bir pazar sabahı gider akşama geri döneriz. Evet beyler, Halep oradaysa arşın buradadır. Buyrun?
 
Neydi Makal'ın suçu? Halktan yana olmak, halkın uyutulmasına karşı olmak. Göstermelik törenlerle halkın kalkınamayacağı için gerçek halk kalkınmasının yollarını yazmak. Köylünün ve de öğretmenlerin Atatürk'ü gerçek ve devrimci yönü ile tanımalarını sağlamak için onlara kitaplar, ödevler vererek gerçek ulusçunun görevini yapmak.
 
Nerede kaymakam dendi, ona bağlı olarak "hükümet" de dillerden düşmüyordu: Hükümete çıktım; hükümet bilir, hükümet ceza verir, diye konuşulur giderdi günlük yaşam içinde. "Hükümet, hükümet diyorsun, nerede hükümet, nedir hükümet?" diye sorardım anama.
 
Oktay Rıfat'ın şiirinde çok güzel anlattığı bir tip vardı o zaman hükümetin başında. O da vatanı kurtarmaya çalışıyordu ama hem işleri, hem kavramları karıştırarak: Herif küpünü doldurmuş Malum usulle bilirsin Bir dostu var ki vallahi Yanında sen çirkin kalırsın Öylesine kurum, öylesine çalım Sanki küçük dağları yaratmış Ama bir parmak üstünün yanında Kerata süklüm püklüm Kurumuna bakarsan büyük vatanperver Bir o bilir dünyada olanı biteni İnanma güzelim inanma Çiftlikleriyle karıştırıyor vatanı
 
 Suçumuz insan olmak...
 
 Bende kitap tutkusu çok küçükken başlamıştı. Nasıl anımsamam, nasıl unutabilirim, karda kışta yüklendikleri ak torbalarla köye kitap taşıyan Darende'li çocukları? Hele onlardan birini, Cabir'i nasıl unutabilirim.
 
 Öğretmenleri kıyıma uğratanlar, aslında yaraya tuz biber ekiyorlar. Her zaman olduğu gibi bugün de öğretmen kıyımı sürüyor. Bizim insanımız, bizim öğretmenimiz, yeniden kıyılamayacak kadar kıyılmıştır. Ulus olarak kurtuluşumuz için en olmaz zorluklar içinde yine de çalışan öğretmen bulunca dünyayı zehir etmeye kalkışıyorlar. Anlaşılıyor ki kimsenin bu ulusun kurtuluşu için çalışmasını istemiyorlar. Gidişata bakınca başka türlü düşünmenin olanağı kalmıyor.
 
 Sonra canım, neymiş, Köy Enstitüleri gomonis yuvasıymış. Ordan çıktığıma göre bunun kuşku götürür yanı da yokmuş. Öyle olmasa köylünün konukseverliğini, askerlik severliğini; gönül zenginliğini bırakıp da neden açlığını, yoksulluğunu yazmışım?
 
 Oturunca da İstanbul'u ve Ankara'yı nasıl bulduğumu sordu. "Ankara'yı daha çok beğendim. Şehir daha derli toplu. Yollar daha güzel.
 
"Çözülür" demiş Faust "bu kainatın sırrı" Ve onunçün çarpılmış Hakkın cezasına, Demek ki, hikmetinden sual olunmayan Tanrı Razı değil milletin okuyup yazmasına .
 
Makal, yurdumuzun çileli yazarlarından biridir. Çilesi, halkçı, toplumcu yazar olmasından ileri geliyor. Yoksa, bugün O da sonsuz bir rahatlık içinde olurdu. Eline, çok para kazanma fırsatları geçmişti. Amacı para kazanmak olmadığından, böylesi ucuz rahatlıklara kendini kaptırmadı. Önünde, bugün pek çoklarının düşünde yaşattığı koltuklar duruyordu. O, iskemlede oturmayı koltuğa yeğ tuttu. Çünkü Makal, bir halk yazarı olarak ortaya çıkmıştı, halk yazarı olarak yaşayacaktı. Yerli halklı, o yükseldiği oranda O da yükselecekti. Böyle olmak, halk yazarı olmanın gereklerindendir.

Ne diyor Sartre: "Aç bir dünyada edebiyatın işi nedir? Yazar herkese seslenmek, herkesçe okunmak istiyorsa, açlıktan ölen milyarlardan yana olmalıdır. Bunu yapmadıkça, mutlu bir azınlık hizmetindedir ve onun gibi sömürücüdür."

Eski kuşağın, "Ayağı nalınlı kızların tıpış tıpış raks ettiği yer" olarak tasvir ettiği Anadolu köyünün üstündeki kalın ve karanlık perdeyi yırtıp atmak ancak Mahmut Makal'a nasip olabilmiştir. Makal, böyle mutlu bir akımın öncüsüdür. İşini çok iyi bilen bir yazardır, bu yüzden teslim bayrağını çekemez. Edebiyatı, "edebiyat olsun" diye yapan eski kuşaktan değil çünkü. Geri bırakılmış bir halkın acısını, Makal ve Makal'lar çekecektir. Ama şurası bilinsin ki, tarihin kutsal sayfaları bu acı çekenlere yer verecektir, acı çektirenlere değil
 
 *
 
"Mahmut Makal, halktan kopuk edebiyata hiçbir zaman önem vermedi. Devlet örgütleriyle karşı karşıya kalmak ve yaşam boyu yokluk, yoksunluk içinde, arkasız bir halk çocuğu olarak yaşamayı ve yazmayı yeğledi. Halk yazarı olarak ortaya çıkmıştı, halk yazarı olarak yaşadı... Mahmut Makal yaşayan en büyük öykü yazarımızdır. Kentli küçük burjuvaların uydurma aşkları, halktan kopuk kahramanlıkları ve sanal acıları onu ilgilendirmemektedir. Makal'ı ilgilendiren sevgili köylüsüdür ve onun sorunlarını anlatmak için çok acılara katlanmıştır."

Cumhuriyet Kitap, 16 Nisan 1998 "Ciddi görünüşü ve ateşli anlatımı, sözündeki doğruluğu ve saktnmazlığı ile Mahmut Makal boyun eğecek bir kişiye benzemiyor. Doğru bildiği şeyi söylemeyi, cehalete ve yoksulluğa karşı savaşını sürdürüyor. Durmadan yazıyor. Kitapları; İngilizce, Rusça, Almanca, Japonca, Fransızca'ya çevriliyor. Bu eylem insanı, kendisine yolların en çetinini seçmiştir. Umutsuzluğa ve yoksulluğa karşı tek başına savaş. Bu yolu isteyerek seçmiştir. Genç kuşaklara daha iyi bir dünyanın kurulması için onlara inanç ve cesaret vermeye çalışarak geçirdiği günlerden hiç pişman değildir."  
 

Atatürk Ödülü sahibi ilk Türk kadın opera sanatçısı ve ressam Semiha Berksoy

  ‘‘Semiha'nın Ankara'da Devlet Operası'nda çalışmaya başlayacağı da ayrıca beni bahtiyar etti.

Pırlanta ne kadar toz toprak içine atılsa, günün birinde yine pırlantalığını belli eder ve hakkını ister.

Semiha da bizim Türk kadın sesinin pırlantasıdır.

Haydi hayırlısı.

Dünya onun, yolu açık olsun.’’