21 Temmuz 2019

Dante Alighieri - Birinci Kanto (Şarkı)

Hayat yolu ortasında kendimi
Karanlık bir orman içinde buldum
Anladım yolumu kaybettiğimi
Aklıma geldikçe hâlâ korktuğum,
Bu yabanî, haşin, büyük ormanı
Anlatırken bile ürperiyorum
Ölümden daha korkunç buldum onu,
Ama başka şeyler de vardı,
Söyleyeyim onların ne olduğunu.
Doğru yoldan saptığım zamanlardı,
Bilmiyordum nasıl girdim oraya,
Uykudaydım, uykum derin, ağırdı.
İçimi korkuya salan bir saha,
Sonlarına doğru bir tepe yüksek,
Baktım orda şöyle bir yukarıya.
İnsana doğru yolu göstererek
Gece derin, karanlık, üzüntülü
Koca dağ doruktan eteğine dek.
Gece derin, karanlık, üzüntülü
Kalbimi dolduran korku bir anda
Hafiften şöyle bir durdu, çözüldü.
Denizden karaya soluk soluğa
Çıkanlar karanlık sulara doğru
Geri dönüp dönüp nasıl bakarsa,
Hâlâ kaçan ruhum –şaşkın, korkulu–
Canlıların asla geçemediği
Bir yola doğru öyle bakıyordu.
Vücudumu dinlendirdim bir iyi,
Sonra gene ıssız yola koyuldum,
Duran bir ayağım aşağıda idi.

İlahi Komedya
Çev. Cevdet Kudret


Lou Andreas-Salome’un Hayatı

Lou Salome: “Kesinlikle kendi hayatımı yaşayabilirim. Ve ne olursa olsun bunu yapacağım. Böyle davranarak hiçbir ilkeyi temsil etmiyorum; ama çok daha güzel, benim içimde olan bir şeyi, tamamen yaşamın sıcaklığı olan, neşe dolu ve kaçıp gitmeye çalışan bir şeyi temsil ediyorum.”

  “Tanrı’nın var olmamasının imkânsız olduğu kadar, benim de böyle bir dogmaya inanmam imkânsız.” sözü, Salome’un cesaretinin ne kadar ileri gidebileceğinin bir göstergesi olmuştu. 1882 yılının Mayıs ayında Friedrich Nietzsche ile tanıştı. Birlikte tüm toplumu, kültürü, dinleri tartışıyorlardı. Salome’un özgür ruhu, güzelliği ve fikirleri Nietzsche’nin aklını başından almıştı. Fakat tek taraflı kalacaktı bu aşk…
21 yaşındayken yaşadığı ciddi sağlık sorunları nedeniyle annesiyle Roma’ya taşınmak durumunda kaldı. Alman yazar Malwida von Meysenbug, Lou Salome’un annesinin yakın arkadaşıydı bu sebepten bir sure Roma’da onun evinde yaşadılar.

O evde yaşadığı sıralar yazar Paul Ree ile tanıştı Salome. Paul, onun fikirlerine ve güzelliğine hayran olmuştu evlenmek istedi fakat genç kadın kabul etmedi.

Lou Salome, dönemin çok ilerisinde bir özgürlük anlayışına sahipti. Kaldı ki o dönemler kadınların felsefe okuması alışılagelmiş bir şey değildi, izin dahi verilmiyordu. Fakat o verdiği savaşlardan galip çıkmasını bildi ve kendi özgürlüğü elde eden bir kadın filozof oldu.


Aşkına karşılık alamamak ve evlilik teklifinin reddedilmesi Nietzsche’yi derin acılara sürükledi. Onun derin acıları bugün okuduğumuz bazı muhteşem eserlere ilham kaynağı oldu…

İrvin Yalom’un “Nietzche Ağladığında” ve Lance Olsen’in “Nietzsche’nin Öpücükleri” adlı romanları bunlardan bazılarıdır.

“Hangi yıldızlardan düşüp birbirimizi bulduk biz. Bu kadar düz bir cümlenin bu kadar karmaşık olmasına neden olan kadın.” Bu sözler, “Nietzche Ağladığında” isimli kitapta bahsedilen, Nietzsche’nin bu aşka dair duygularını açıklayan cümleleridir.

Sonrasında Frederich Andreas girdi hayatına. Lou Salome bu ilişkiden de kaçınıyordu fakat evlenmek durumunda kaldı. Çünkü Frederich Andreas, evlilik teklifinin reddedilmesi halinde intihar edeceğini söylemişti.

Lou Salome, evlilik süresince Frederich ile hiç birlikte olmadı.

Salome evliliğe rağmen 34 yaşına kadar bekaretini korudu. Ona göre bedenlerin değil zihinlerin birlikteliğiydi esas olan ve o birlik sağlanmadığı sürece bir şeyler yaşamak anlamsızdı. Fakat sadakati de benimsemiyordu Salome. Ona göre sadakat ve evlilik, sevginin ancak azılı bir katili olabilirdi.

Evliliği esnasında da kocasının bilgisi dahilinde başkalarıyla flörtleşmeye devam etti. Kocasını istemiyordu ancak onu intihar düşüncesinden vazgeçiremediği için de kendisine başka bir yol bırakmadığını düşünüyordu. Ve derken ünlü Alman şair Rilke girdi hayatına…

Rainer Maria Rilke, narsist güzel Salome’un ilk aşık olduğu ve ilk birlikte olduğu erkek olmuştu. Rilke o zamanlar 20’li yaşlarının başındaydı, Salome ise 30’lu yaşlarının sonununu yaşıyordu. Lou Salome, Tek gerçekliğim dediği Rilke’yi iç dünyasının tezahürü olan şu mükemmel satırlarla anlatıyordu;

“Sen bütün kuşkuların tam karşıtıydın; dokunduğun, uzandığın ve gördüğün her şeyin var olduğuna tanıklık edendin. Dünya bulutlu görünüşünden sıyrıldı, zavallı ilk şiirlerimin belirli özelliği olan o birlikte akış ve çözülüşten kurtuldum; nesneler doğdular, yavaş yavaş ve güçlükle öğrendim her şeyin ne denli yalın olduğunu; ve olgunlaştım, yalın şeyler söylemeyi öğrendim. Bütün bunlar, kendimi şekilsizlik içinde yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğum bir sırada seni tanımak mutluluğuna erdiğim için oldu.”

Rilke de büyülenmişti Lou Salome karşısında. Aklını bir kenara bırakmıştı tamamen. Genç adam daha erkeksi ve daha güçlü görünmek için Lou’nun önerisini kabul ederek Rene olan adını Rainer olarak değiştirmeyi bile kabul etmişti. O da şu sözleri sarfediyordu sevdiği kadın için;

"senin sınırlarına tozlu basit halde gelen güneş ışını, ruhunun parlak dalgasında bin kat berrak ve parlak oluyor. Benim berrak kaynağım, dünyayı senden görmek istiyorum, çünkü o zaman yalnızca seni, seni, seni görüyorum."

Lou Andreas Salome 50 yaşına geldiğinde psikolojiye ilgi duymaya başladı. Felsefe penceresinden çözmeye çalıştığı sorunlarına psikoloji bilimini de dahil ederek elini güçlendirmek istedi. 1911 yılının sonbaharında Weimar Psiko-Analitik Kongresi’ne katıldı

Sigmund Freud ile yolları bu dönemde kesişir. Lou, Freud’a, tanışmak istediğine dair mektuplar yazar. İlk mektupla başlayan süreç 25 yıl boyunca devam edecektir. Birbirlerinin zekasına ve görüşlerine aşk duyarlar. Freud onun birikimine olan şaşkınlığını gizleyemez ve;

“Korkunç bir zeka… Onun yanına yaklaşan herkes, varlığının samimiyetinden ve uyumundan çok güçlü bir biçimde etkilenirdi; kadınlara özgü zaafların hiçbirinin hatta insani zaafların bile çoğunun onda bulunmadığını, yaşamı boyunca bunları aşmış olduğunu fark ederdi.” sözleriyle tarif eder Lou Andreas-Salome’u.

Kendi ideallerini yaratan, felsefe, teoloji, sanat eğitimlerine Freud tabanlı bir psikoloji temeli de atan Salome’un dünyadaki “İlk kadın psikanalist” olması pek şaşılacak bir şey olmadı aslında. Kendine ve yaşama dair inancını da Freud’a yazdığı şu sözlerde göstermişti;

“Önemli olan yaşama inancının aslen ve hayati olarak var olmasıdır ki, bu hayatta kalmamız anlamına gelir.”

Lou Andreas Salome 76 yaşında öldüğünde, Freud; “Ona duyduğum aşkı ve hayranlığı açıkça söylemiş olmayı isterdim” diyerek büyük pişmanlığını dile getirmiştir.”

Freud – Salome mektuplarında, Lou Salome, Nietzsche’den ilham alarak 1882 yılında yazdığı “Yaşam İlahisi” şiirinden bahseder Freud’a. Ve gönderirir. İşte büyük yankı uyandıran ve adeta Lou Salome’un hayatını özetleyen o şiir;

Yaşam İlahisi
Elbette bir dostun sevdiği gibi
Seviyorum seni esrarengiz yaşam.
Seninle güldüm, seninle ağladım,
Bana ya neşe verdin ya da ızdırap.
Seni bütün zararlarınla birlikte seviyorum;
Ve beni yok etmen gerekiyorsa,
Kollarından ayrılırım,
Dostunun göğsünden koparılan bir dost gibi.

Tüm gücümle sarılıyorum sana!
Alevlerinle yak beni,
Kavganın ateşinde ben de olayım,
Esrarını daha da derinlere indir.
Yaşamak ve düşünmek binlerce yıl!
Daha sıkı sar beni kollarınla.
Eğer bana verecek neşen kalmadıysa,
Olsun…Daha acıların var ya.
Yazar: Maria Popova Çevirmen: Meltem Çetin Sever Kaynak: Brain Pickings 
 
 

Halil Cibran - Ermiş 'Özgürlük Üzerine'

Daha sonra bir konuşmacı söz aldı ve bize Özgürlük'ten söz et, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı: 
Kentin kapısı önünde ve ocaklarınızın başında özgürlüğünüze tapınmak üzere yere kapanmış olduğunuzu görmüşümdür.
Bu tapınmalarınız sırasında, kölelerin, kendilerinizi ezip öldürmekte olan bir zalim buyrukçunun karşısında eğildikleri gibi öne kapanmıştınız.
Hatta aramızda en özgür diye bilinenin bile, tapınağın korusunda ve burçların gölgesinde özgürlüğünü bir boyunduruk ve kelepçe gibi taşımakta olduğunu da görmüşümdür.
Ve içim sıra yüreğim kanamıştır; çünkü, ne zaman ki özgürlüğün arama tutkusu dahi sizi rahatsız eder ve özgürlüğün bir erek ve tatmin olduğuna dair konuşmayı kesersiniz, işte ancak o zaman özgür kalabilirsiniz.
Ne zaman ki günlerinizin ihtiyaçları düşünmeden ve geceleriniz de bir pişmanlık ve tutkuyla dolu olmadan geçer, işte o zaman gerçekten özgür olursunuz.
Daha doğrusu bu gibi dertler yaşantınızı alt üst ettiği helde kendi bağımsızlığınız ve isteğinizle bunların üstesinden gelebildiğinizde özgür olursunuz.
Ama idrakinizin sabahında, öğle saatlerinize vurduğunuz zincirleri kıramazsınız, gecelerinize ve gündüzlerinize nasıl üstün gelebilirsiniz?
Oysa gerçekte, sizin özgürlük dediğiniz bu zincirlerin en sağlamıdır, ama her halkası güneşin ışınlarıyla parıldamakta ve gözlerinizi kamaştırmaktadır.
Ve özgür olabilmeniz için, kendi benliğinizin görüntülerinden uzaklaşmanız gerekir, değil mi?
Diyelim ki, bu görüntülerden biri adil olmayan bir konun ama onun sizlerin alnına yazmış olan yine kendi ellerinizdir.
Alnınıza yazmış olduğunuz bu kanunun, ne kanun kitaplarını ateşe atmakla, hatta ne de okyanusun bütün suyuyla yargıçlarınızın alınlarını yıkamakla silip-temizleyebilirsiniz.
Ve, diyelim ki, kendisinden kurtulmak istediğiniz bir despot var, ilkin onun içinizde kurmuş olduğu saltanatı yıkmanız gerekir.
Çünkü bir zalimin özgür ve başı dik insanlara hükmedebilmesi için, onların özgürlüklerine bir zulüm ve gururlarında bir utanç bulması gerekmez mi?
Eğer kurtulmak istediğiniz bir dertse, bilin ki bu derdi bir başkası değil kendiniz kendi başınıza sarmışsınızdır.
Ve eğer kurtulmak istediğiniz görüntü bir korkuysa, o korkunun yerleştiği yer kendisinden korkulanın eli değil, sizin yüreğinizdir.
Gerçek şudur ki, varlığınızın içindeki her şey birbirleriyle sarmaş dolaş olarak devinmektedir. Arzulanan ile korkulan, nefret edilen ile kutlanan, kendisine yönelinen ve kaçılan birbirlerine girmiştir.
Bütün bu nesneler, sizlerin içinde birbirleriyle kesişen gölgeler gibi çift çift gezinmektedir.
Ve ne zaman ki bir gölge soluklaşıp silinir, gerideki ışıklardan biri öne çıkar ve bir başka gölgeye ışık olur.
Bu nedenledir ki, özgürlüğünüz kendisine vurulmuş olan zincirlerinden kurtulduğunda, daha büyücek bir özgürlüğe zincir olur.
 
Çeviri: Aytunç Altındal