08 Ocak 2013

Uzaklaşan Kalpler

 
 İnsanlar Neden Birbirlerine Öfke ile Bağırırlar  
Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş. 
 
Öğrenciler den biri “çünkü sükunetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktara bilecekken niye bağırırız? ” diye tekrar sormuş.
 
Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.” 
 
“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.” 
 
Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “ Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”                                                                                                               Beyza Yolbilir

Avram Ventura "Birlikteyken, tek başına"

  Vefa Konuklarımız

“Tek başına” sözünü özellikle kullanıyorum; çünkü birçoğumuzda olduğu gibi, evde her zaman eşimle birlikteyim, yalnız değilim. Öte yandan televizyon dizilerinin saatlerine göre ayarlanan yaşam düzenimizi göz önüne alırsak, yemek ve zorunlu konuşmaların dışında herkes tek başına!

Evde birlikteyken tek başınalığı, benden yaşlı olanlardan ya da kimi arkadaşlardan duyar, ama üstüme alınmazdım. Çocuklar, iş sorunları, toplantılar derken gece evde oturmayı özlediğim zamanlar olurdu. Şimdi çok şey geride kaldı, sosyal bir etkinlik olmadığı sürece, akşam yemeği sonrası evden çıktığımız zamanlar da seyrekleşti. Uzun süredir eşimle aramıza televizyon dizileri girmeye başlayınca, daha önce başkalarından dinlediğim benzer duyguları ben de yaşamaya başladım.

“Tek başına” sözünü özellikle kullanıyorum; çünkü birçoğumuzda olduğu gibi, evde her zaman eşimle birlikteyim, yalnız değilim. Öte yandan televizyon dizilerinin saatlerine göre ayarlanan yaşam düzenimizi göz önüne alırsak, yemek ve zorunlu konuşmaların dışında herkes tek başına! Bu süreyi yararlı bir uğraş için harcıyor olsak, tek bir sözcük olsun söylemeye dilim varmaz; oysa saatlerce ekran karşısında yitirdiğimiz zamanı düşündükçe hem yakınıyor, hem de kendi kendime kızıyorum.

İster istemez şu soru geliyor aklıma:

Eşimle yaşadığımız uzun bir birliktelikten sonra, konuşacağımız sözcükler mi tükeniyor, yoksa her birimiz evin bir odasında tek başına olmayı seçerek, kendi beğenimiz doğrultusunda yaşamayı mı istiyoruz?

Sanırım bu, özellikle kendi seçimimiz!

Yoksa karşılıklı ödün vererek, beğenilerimizdeki öncelik sırasında kaydırmalar yaparak, yan yana ve aynı yöne bakarak oturduğumuz kadar yüz yüze bir araya gelerek, kimi duygu ve düşünceleri paylaşabiliriz. Olmaması için hiçbir neden yok! İstediğimiz anda bu durumu değiştirebiliriz, ama bu da bizi ne kadar mutlu edebilir, bilmiyorum. Değil mi ki televizyon dizilerinin amansız virüsü bir kez kanımıza bulaştı, ondan uzaklaşmakla mutsuz olacağız, o zaman tek başınalığı seçerek mutlu olmaya çalışıyoruz. Eşim bir odada kendi televizyonunun karşısında oyalanırken, ben bir başka odada ya kitabımı okuyor ya da istediğim filmleri izliyorum.

Eskiden bu tek başınalığı Amerikan filmlerinden izler, bizdeki aile yapısıyla bu olumsuz gelişmeden etkilenmeyeceğimizi düşünürdük. Sonunda teknolojik ilerlemeye paralel olarak her türlü sosyal ilişkinin de çağa ayak uydurduğunu görebiliyoruz!

Olumsuz düşünceleri bir yana bırakıp Halil Cibran’ın sözleriyle kendimizi avutmaya çalışalım:

“Ey kardeşim, senin ruhunun yaşantısı, ıssızlıkla çepeçevre sarılmıştır ve eğer bu ıssızlık ve tek başınalık olmasa, ne sen SEN, ne de ben BEN olabilirdik. Eğer bu ıssızlık ve tek başınalık olmasaydı, senin ağzından çıkan sözcüklerin benim ağzımdan çıktıklarına inanır ya da senin yüzüne baktığımda aynadan kendi yüzümü seyrediyorum sanırdım.”

Cibran, bu sözleriyle bize aynanın arkasını da gösteriyor.

Yaşantımızda birliktelik kadar tek başınalık da önemli, ancak bunu dengeli tutup, verimli bir sürece yönlendirmek koşuluyla...

 

Jiddu Krishnamurti - Farkındalığın Işığı

  
"Farkındalığın ışığında acılar, incinme duyguları, nefret vb. duygular yanar gider." "Gerçeğin yolu yoktur ve Gerçeğe bir yol, bu dünyada bir tarikat vasıtasıyla varılamaz. Gerçek sınırsız ve koşulsuz olduğu için organize edilemez. Tüm kurumlar insanları gitmek ve kendi yollarına çekmek içindir. Birinin peşinden gitmeye başladığım an, gerçeğe ulaşman sona erer." Krishnamurti, bu kitabında an’ı tüm farkındalığımızla yaşadığımız sürece belleğin kayıt yapmayacağını söylüyor. İnsan duygusal belleğinde kayda geçmiş "anı"ları tekrar tekrar hatırlayarak acı çeker. Bu yüzden de geçmişte yaşar. Geçmiş ya da gelecekte yaşayan kişi de an’a tüm dikkatini veremez. An’ın kendisi "Şirmdi ve burada" yaşayamaz. Farkındalık ışığını an’a yöneltmeyen kişi, bir an sonra geçmiş olacak anların karanlığında kalmaya kendisini mahkum eder. İşte bu karanlık, cehaleti, benciliği, bağımlılığı doğurur. An’da tüm farkındalığımızla dolu dolu yaşadığımızda hiçbir eksiklik kalmayacağı için, bir an sonra "geçiş" olacak olan bu an, eksikliği tamamlamak için bizi kendisine doğru (geçmişe doğru) çekmez. Ve biz yeni bir anı deneyimlemek üzere tümüyle özgür oluruz.
 
 
-Bir öğretmen öğrencileriyle her sabah iyilik, güzellik ve sevginin doğası üzerine konuşuyordu. Bir sabah, tam konuşmasına başlarken, pencere pervazına bir kuş kondu. Bir süre şakıdı ve uçtu. Öğretmen öğrencilerine şöyle dedi: "Bu sabahki konuşma sona erdi." 
 
-Çoğumuz ikinci el insanlar haline geldik. Okuyoruz, üniversiteye gidiyoruz, büyük oranda bilgi biriktiriyoruz. Bu bilgiler başka insanların düşündüklerinden ve söylediklerinden oluşuyor. Topladığımız bilgileri başkalarının söyledikleriyle kıyaslıyoruz. Orijinal hiçbir şey yok. Yalnızca tekrar ediyoruz, tekrar ediyoruz, tekrar ediyoruz. Ve biri bize, "düşünce nedir, düşünmek nedir?" diye sorduğunda yanıt veremiyoruz.
 
-Yasaların önünde eşit olduğu varsayılıyor. Ama iyi avukat tutabilecek olanlar "daha eşit."
 
-Adalet bütün olmak, entegre olmak, parçalanmamış olmak, onurlu olmak anlamına gelir. Bu da ancak kıyaslamanın olmadığı yerde mümkündür. Ama daima kıyaslıyoruz. Ölçümün olduğu yerde adalet olmaz. Taklidin, biçimciliğin olduğu yerde, çoğunluğun doğru düşündüğü varsayılan yerde adalet olmaz.adaletin tohumu anlayışımızın derinliğinde yani içimizdedir.
 
-Kendinizle, kendi sorunlarınızla, kendi bulanık düşüncelerinizle meşgul olduğunuz sürece, sonucun ne olacağına baştan karar verdiğiniz sürece, geçmişteki deneyimlerinize takılıp kaldığınız sürece gözlemlemeniz imkansızdır.
 
-Eğer kendinizin farkındaysanız yalnızlığın ne olduğunu bilebilirsiniz: Tümüyle kendini yalıtılmış hissetme! Eşiniz, çocuklarınız, birçok arkadaşınız olabilir ama öyle bir an gelir ki kendinizi tümüyle yalnız ve yalıtılmış hissedersiniz; bu büyük bir acıdır.
 

Giden - Özdemir Asaf

 
Bir gecedir bütün geceler gibi
Saçlarında, tanıdığın ellerin en ağırı
Gözlerinde maceraların en derini...
Sana anlatırlar geçenle kalandan
Bir gecedir bütün geceler gibi
Karanlıklardan, aydınlıklardan

Ne varsa kendincedir
Pencere camlarında ışıklar parlar
Halıda yatar eşyanın gölgesi
İç içedir artık sokaklar, evler, odalar
Duvarlar bakışları keser, kapılar sesi
Ne varsa kendincedir

Ve senin, üzerinde binbir düşünce, günden
Oynaşır hatıranla, kalbinle, ümitlerinle
Herşey düşünmektedir seninle
Birden, bir rüzgar eser, sana doğru senden
Seninle çoğalmaya başlar kendisiyle bitenler
Hatırlayan ellerinle, unutmayan gözlerinle

Değişir sezilecek kadar yavaştan
Değişir istenen istenmeyen
O koruyan zor yalanlar silinir
Büyür kolay bir doğru, bilinen, söylenmeyen
Uyuyanlar uyanmış, ölüler dirilmiştir
Bir gecedir sana doğru senden

Bir gecedir sana doğru senden...
Geçen yaşadığındır, yaşarken anlamadan
Kalan bir gerçektir belki
Bir iğne gibi kaybolan, bir bardak gibi kırılan
Gelen sanki beklediğindir
Ve giden, en tatlı, en sıcak, en kocaman..


Hala anlayamadınız değil mi?

 
Hala anlayamadınız değil mi?
Önemli olan haklı ya da haksız olmak değil.
Kavganın kazananı yoktur.
Ya kaybedersiniz ya da daha çok kaybedersiniz.
Önemli olan kalp kırmamak.
Önemli olan yargılamadan, karşılıksız sevebilmek ve iyilik yapabilmek.
Haklı bile olunsa özür dileyecek kadar asil olmak, bilge olmaktır.
Egonuzu kontrol edemediğiniz sürece, o sizi kontrol etmeye devam edecek.
Böyle olduğu sürece tüm dünya sizin bile olsa asla mutlu olamazsınız.

KENDİNLE BARIŞ, DÜNYA SENİNLE BARIŞMAYA HAZIRDIR.