20 Temmuz 2024

Sevmek Ne Uzun Kelime

Dokunulmasa da, görülmese de;
Kalpte yer verilir bazısına,
Nedensiz...
Sen; aklım ve kalbim arasında kalan,
En güzel çaresizliğimsin.
Gerçi aklıma bile gelmiyorsun artık.
O kadar kalbimdesin ki...
Gözlerinin kahvesinden koy ömrüme,
Kırk yılın hatırına "SEN" kalayım.
"Sevmek" ne uzun kelime...
Şimdi açsam pencereyi beklesem.
Sen gelsen, olmaz ya hani geliversen.
Hiçbir şey sormasan,
Hiçbir şey söylemesen,
Sussan,
Sussam,
Sussak...
Susuşların anlattıklarını dinlesek.

 

Falınızda Rönesans Var

 Materyalizmin babası Denis Diderot 1713 yılında bir bıçakçının oğlu olarak doğdu. Bıçakçı deyince, göz nuru, el emeği döküp bıçak üreten, çeliğe çift su verirken kan ter damlatan bir zanaatkar değil de, Bursa otogarında, gelene geçene, Bursa'dan ne alalım diye düşünene, bıçak, çakı ve benzeri ve benzemezi kıvır ve zıvır satan bir dükkân sahibiydi baba Diderot. Dünyanın, ya da diyelim ki Avrupa'nın dar kafa günleri, herkes umudunu kiliseye bağlamış, din bizi nasıl olsa kurtarır, İsa bize mutlaka bir kıyak yapacak, tanrı bugün yarın bir mucize yaratacak telaşlanmayalım arkadaşlar, gibi duyguların egemen ve tartışılmaz olduğu günler, Fransa'nın Langres kentinde. Adam olmanın karşılığı papaz olmak, çocuğunuz kızsa en iyisi onu rahibe etmek. Bırakalım da orospu mu olsun kız? Çünkü orospuluk da var ortada, gözle görülür biçimde. Kimi çağ tanımaz karılar, onun altından kalkıp, bunun altına yatıyorlar. Baba Diderot, aklı başında bir bıçaksatar olarak, aç parantez insanın üreticisi olmadığı satılacak şeyler arasından bıçağı seçmesi de az sapık bir durum değil, dikkat edin Bursa otogarında bıçaksatar beyler hiç sıradan, alışılagelmiş, normal tipler değildirler, kapa parantez, iki oğlunu cizvit-hatip kolejine, bir kızını manastıra yatılı vermiş. Kızı Emire Diderot Kalkancı'nın başına gelenleri, ağabeyi "La Religieuse" isimli romanında uzun uzun anlatmıştır. Bu romanının dilimize çevirisi var mıdır, bilmiyorum. Çevrilmemişse Mümine ismiyle çevrilebilir. Televizyonda dizi olarak da değerlendirilebilir. İşin felsefesine girmeyen, fonda minareler bir çekimle TGRT'ye bile pazarlanabilir. Başıma ne geldiyse, alnımın yazısıdır, zaten bunlar alnımıza biz doğmadan yani daha alnımız ortada değilken alnımızın ortasına Arap majüskül harfleriyle yazılmıştır, diye dikiz atan bir pencereden bakıldığında, Diderot'nun Kaderci Jak'ı, sanki eli öpülesi bir evliya. Nerden nasıl bakıyorsan dünyaya, oradan tabii, az biraz yamuk görünür. Görememek de mümkün. Endişeye kapılmayın, bu bir hastalık değil, bir görsel özür. Ya da isterseniz kapılın kendi çapınızda mutedil dalgalı bir mesut ve yılmaz endişeye, çünkü görmemek de bir kusur.


Biz henüz rönesansımızı yaşamadık ki!

(Falınızda Rönesans Var, 1998)

 ★☆★

Housekeeping

Dünyanın en bilinmedik şairlerini bilirim.Niye biliyorsun, ne yararı var diyeceksiniz.Hayatımda hiç bir şeyi bir yararı olacak diye yapmadım.Bedenime yapılan tıbbi müdahaleleri bile bana yararı dokunacağını düşünerek değil, sırf doktorun hatırı kalmasın diye, içimde çok gizlediğim bir bektaşi dergahından yadigar tevekkülümle kabullendim.

Esamesi okunmayan şairleri bilişim çok yararlı olduğu düşünülen okul kitapları yerine, başka kitaplar okuduğum ortaokulculuğumdan başlar. Muhteşem romantik bir çocukken şiir yazmaya başlayıp, ünsüz bir şair olarak kalacağımdan emin olduğum için, bu kaderi paylaşmış benden öncekileri arayıp tarayıp bellemişliğim vardır. Malili ozan Gaussou Diawara buna güzel bir örnek.Bir tek şiirini Rusya’da Fransızca basılmış bir dergide okudum. “ŞAİR İLE YÜREĞİ” isimli bu şiir otuz yıl önce tarafımdan Türkçeye çevrilmiş, hiç bir yerde yayımlanmamıştır. Bu yüzden tarafınızdan bilinmemektedir. Böyle, yalnızca benim tarafımda kalmış ozanlarım vardır. Gel dikiz ki, Amerikalı olan Housekeeping’in adını, İzmir Hilton otelinde kalana dek, hiç duymamıştım.
Her akşam odama geldiğimde, yastığımın üstünde, kat temizleyicileri tarafından bırakılmış bir şiirini buluyorum. Benim çat pat ingilizcemle, şiirleri hakkında fikir yürütemiyorum ve fakat merak da ediyorum. Her gece yastığa başkoyduğumda, kim lan bu Housekeeping, ne anlatıyor şiirleri diye derin bir merakla uykuya dalıyorum. Düşümde Houskeeping’i görmüyorum.
Dün akşam gene otele geldim.Gene üstadın bir şiiri yastığımın üstünde. Şiir iki dörtlükten ibaret ve içinde bir sürü bildiğim kelime var. Şiirin ismi STARS ! yıldızlar demek. İlk satır da benim anlayabileceğim yalınlıkta.

Bright stars, light stars , parlayın yıldızlar, ışıyın yıldızlar…İkinci satır da yeni bir şey söylemiyor: Shining in the night stars yani ki; geceleyin parlayın yıldızlar gibi birşey demek bu…Parlayın lan yıldızlar dedikten sonra, ikinci bir satırla bu parlamanın gece olduğunu belirtmek şiir adına satır ziyanlığı, şiirde böyle dallamalıklar olmalı, gündüz yıldız olmaz ki, yıldız demek gece demek zaten…

Üçüncü satır şöyle:Little twinkly winkly stars.Küçük tivinkli vinkli yıldızlar, demek istiyor…Belki de İngilizce bir deyim bu, bizdeki karşılığı olsa olsa, osuruktan teyyare, selam söyle o yâre…Dördüncü satır tam uydurmadın yan gitti türünde; Deep in the sky! Gökyüzünün dibinde!

İkinci dörtlük:
Yellow stars, red stars
Shine when I’m in bed stars,
Oh how many blinked stars,
Far far away

Türkçesi olsa olsa,

Sarı yıldızlar, kırmızı yıldızlar (Bundan Housekeeping’in Galatasaraylı olduğu, hatta Ali Şen kadar fanatik olduğu özümseniyor)
Ben yataktayken parlayın yıldızlar
Oh ne yıldızlar bilinki oldu,
Çok çok uzaklara…

Bilinki ne demek? Yıldız n’olur? Yıldız hangi fiili yerine getirebilir? Parlar ve kayar! Anlaşıldı.Ne yıldızlar kaydı gitti, demek istiyor. Burada da kimler geldi kimler geçti anlamında, Ajdapekkanımsı bir mecazı mürsel yapıyor.

Housekkeping’in osuruk ve önemsiz bir şair olduğunu öğrenmiş olmanın huzuru içinde dalıyorum o gece uykuya.

Sabahleyin kat temizlikçisi Kamuran hanıma;
    -Kimdir bu Housekeeping?
diye sorunca:
    -Benim efendim!
yanıtını alıyorum.Niçin şiirlerini İngilizce kaleme aldığını sorunca da, housekeeping’in İngilizce kat temizlikçisi olduğunu, kendisinin şiir yazmadığını, bu şiirleri onlara şefin dağıttığını ve yastığın üzerine koyulmasını söylediğini, kendisinin
“housekeeping’den başka İngilizce sözcük bilmediğini öğreniyorum.

( Falınızda Rönesans Var)

Söz de sararır

Olur, aramam seni ve kimseyi
Anıları pas tadında bırakırım
Konuşacak ne kaldıysa kalsın
Susmaktır birşeylere saygılı kılan

Ayrılık da bir olanaktır bilirsin
İnce bir sis, bir hüzün örtüsü
Dumanlı bir ıslık yakışır şimdi
Dudaklarıma, bırakıp giderim

Söz / de sararır biterken bir aşk
Kediye iyi bak, çiçekleri sula
Diyorsam da aldırma sözlerime
Alışkanlık işte başka birşey değil

Söz / de sararır biterken bir aşk

 

Mezopotamya Üçlemesi - Geyikler Lanetler


CUDANA - Dokuzuncu Lanet
Soyunun ugradığı bütün felaketlere
yas tutacak kadar uzun olsun ömrün
insan kalbinin bütün afetlerini yasayasın
sonsuza dek uyku haram olsun nankör gözlerine
dostlarının ihaneti, sevdiklerinin nefreti,
arkadaşlarının kalleşliği
hayatının zenginliği olsun
arafta kalsın ruhun ve bedenin
ölümün kuytusunda kalmış gölgeni
yeryüzünün ve gökyüzünün
bütün kötülükleri kuşatsın
o kadar uzun yaşa
o kadar uzun yaşa ki
görmedigin zulüm, çekmediğin kahır
duymadığın acı, ugramadığın bela kalmasın
o kadar uzun yaşa
o kadar uzun yaşa ki yüreğin duyabileceği bütün acıları
gözün görebileceği bütün zulümleri
aklın hayal edebileceği bütün iikenceleri
duyasın, göresin, bilesin!
o kadar uzun yaşa
o kadar uzun yaşa ki
bütün sevdiklerinin ölümlerini görsün gözlerin
bütün yakınlarının yıkımlarına yansın yüreğin
o kadar uzun yaşa
o kadar uzun yaşa ki
ölüm senin için en büyük mutluluk olsun
o kadar uzun yaşa ki
o kadar!

Yazan: Murathan Mungan
Oyunu Adı: Mezopotamya Üçlemesi-Geyikler Lanetler


Asmin


Kimdi cesaretimi kıran,üstelik
Yeni serüvenlere hazırlarken kendimi
Sesimi cılız,rüzgarımı yelkensiz
Bulan kimdi, ki şimdi geniş zaman
Kipiyle düşürüyor gölgesini anılarıma
Ama kimdi adını bir kadına ödünç verip
Doruklara çekilen büyülü doruklara
Biz Asmin dedik ona,sevgilim,kadınım,
Anamdı belki, ama o çoktandır
Üç bin metrenin altına inmiyor artık

İçimde bir fil sezgisi,kopup gitmeliyim
Dağlara yazmalıyım aşkı ve ayrılıkları
Asminli düşler kurmalıyım ya da birisi
Karşılık bulmalı canımı yakan sorulara
Kim demiyorum kim olursa olsun

Boynu kırılan bir oyuncaksam hırçın
Bir çocuğun elinde, ki celladım
Gözlerimi de oymuştu fırlatıp atarken
Yine de özlüyorum onu, niyetçi
Tavşanlara dönerken beklediklerim


Aynı soruyu sormaktan, minör
Ağrılardan yoruldum, gitmeliyim buralardan
İçimde buharlaşan cıvayı soluyorum artık
Yoruldum yoruldum yoruldum
Gereklilik kipinde yaşamaktan.

 

Ayna

Avcunda yüzünü göstermiyen ayna,
Gözlerini düşündürür.
Kitaplarlarımda hâlâ parmaklarının kokusu..
Resimlerinde hâlâ gözlerindeki öğle 'uykusu..
Terimizi kurutan ellerin
Nefesimizi ısıtan dudakların
Yarası sende kaldı...
Bırak, bacadan tütmesin duman
Yeter ki kuşlarımızı ürkütmesin şeytan.
Bana kendimi gösteren dünya
Avuçlarındaki buğulu ayna,
Ne yap ne et kırılmasın..
Sıyrılmasın
Üstümüzden bu ılık hüzün
Bir sarhoş öğlesinde gündüzün
Rüzgârla bir sürü leylek
Şehre inecek;
Güzel günler gene gelecek...
 

 21 Aralık 1939 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 5


Ne Dedimse İnanma

Ne dedimse inanma
Seni değil kendimi aldatıyorum
Sen istediğin kadar
Varlığın ta kendisi ol
Ölümsüzlüğün ta kendisi
Ben günden güne yok olmaktayım
Bütün ışıkları kaldırıp attım bir yana
Anlamıyor musun
Gökyüzü güneş olsa
Sensiz karanlıktayım.