11 Ocak 2021

Onat Kutlar’ın Dünyasına Açılan Bir Kapı: “Kül”


50 Kuşağı’nın unutulmaz yazarlarından Onat Kutlar’ın günlükleri, Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından “Kül” adıyla ve “Günlükler” alt başlığıyla yayımlandı. Geçtiğimiz günlerde raflarda yerini alan kitap, Onat Kutlar’ın 1962 yılının Şubat-Temmuz ayları arasında Avrupa’da (Paris, Valencia, Barcelona, Frankfurt ve Cenova) geçirdiği günler sırasında tuttuğu notlardan oluşuyor. Yazarı birçok yönden tanımamızı ve anlamamızı sağlayan Kül, ismini ise Kutlar’ın yazmaya başlayıp yarım bıraktığı romanından almış. Günlüklerinde bu romanın taslağıyla ilgili fikirlerini takip edebiliyoruz.

Çok yönlü bir yazar Onat Kutlar. Mimarlık ve hukuk eğitimini tamamlamadan Sorbonne Üniversitesi’ne gidiyor. Bir süre felsefe bölümüne devam ettikten sonra Türkiye’ye dönüp Doğan Kardeş dergisinin yazı işlerini, Türk Sinematek Derneği’ni ve Yeni Sinema dergisini, kurucusu olduğu İstanbul Film Yapım ve Gösterim Merkezi’ni yönetiyor. Ayrıca, İstanbul Film Festivali’nin düzenleme kurulu ile İKSV Yönetim ve İcra Kurulu üyeliğini yapıyor. Dolayısıyla onu senarist kimliğiyle ve sinema yazılarıyla da tanıyoruz. 30 Aralık 1994’te The Marmara otelinin pastanesinde gerçekleşen bombalı saldırı sonucunda on iki gün yaşam mücadelesi verdikten sonra 11 Ocak 1995’te bizlere veda eden yazar, ömrüne birçok şey sığdırdı. Fakat Onat Kutlar deyince aklımıza ilk gelen şüphesiz ki 50 Kuşağı öykücüleri ve İshak. Günlüklerinde de İshak’tan izler yer almakta.

 Kutlar, bu notları 26 yaşındayken kaydetmiş. Bunun farkında olan bir okur için farklı anlamlar kazanıyor Kül. Genç yaşında takdir edilecek bir entelektüel donanıma sahip olduğunu görüyoruz Onat Kutlar’ın. Gerçi ilk şiirinin 14’ünde, ilk öyküsünün ise 19’unda yayımlandığını düşündüğümüzde bu durum şaşırtıcı değil. Sanata ve edebiyata dair görüşlerinin yanında, defterine not aldığı alıntılar oldukça dikkate değer. Kutlar; Dominique Arban, Maurice Merleau-Ponty, Ingmar Bergman, Henry Miller, Laurence Sterne, Arthur Rimbaud gibi isimlerden alıntılar yapmış. Bunların çoğunu Fransızca olarak aktarmış. Bu nedenle Kül’ün sonunda alıntıların Türkçe çevirilerine de yer verilmiş. Diğer yandan, Kutlar’ın bulunduğu dönemin imla kuralları doğrultusunda kaleme aldığı ve bugün “hata” olarak görülebilecek kullanımlar, günümüz imlasına uyarlanmış.

 Günlüklerin ve anıların bir edebi tür olarak kabul edilip edilemeyeceği yahut tarihi bir belge niteliği taşıyıp taşımadıkları uzun süre tartışıldı. Bugün, yapılan birçok araştırmada, her iki türde yazılmış eserleri de “kaynak” olarak görebiliyoruz. Günlükler, tamamen öznel bir niteliğe sahip olduklarından “arada kalmış” eserlerdir. Fakat yaşananların henüz tazeyken kaydedildiğini hesaba kattığımızda, hele de bir yazarı “anlamak” mevzubahisken bilhassa mühim kaynaklardır. Günlüklerin, satırları arasında gezindiğimiz yazarların bu satırlar ardında kalan iç dünyalarına yolculuk etmemize imkân sağladığını inkâr etmek mümkün değil. Nitekim, Onat Kutlar’ın günlükleri de yazarın hayata ve sanata dair görüşlerinden “boğa güreşi” hakkındaki izlenimlerine kadar birçok şey barındırıyor. Tabii, günlüklerin ne kadar güvenilir olduğu da bir başka mesele. Bu noktada, tuttuğu notların yayımlanacağı bilen yahut öngören yazarları ayrı bir yerde tutmak gerek. Tanpınar’ın günlükleri yayımlandığında, yalnızca bu husus üzerinden çıkan tartışmalar, bahsi geçen duruma iyi bir örnek. Nitekim Kutlar’ı bu kategoriye dahil edebiliriz, çünkü günlüklerinde kişisel hayatına dair birçok şey apaçık yer alırken bilhassa eksik bıraktığı, gizlediği isimler de var.

 Okurun ilgisini en çok ne çeker? Muhakkak, yazarın kendi metinleri üzerine yahut genel olarak sanat üzerine görüşleri. Bu odakta yaklaştığımızda, Onat Kutlar’ın notlarında çok doyurucu, uzun satırlar olmasa da hayranlık duyduğu isimlere, tasarladığı işlere, farklı yazarlar ve çağın edebiyatı hakkındaki düşüncelerine rastlıyoruz.

 “Gogol, Dostoïevsky ve Tolstoï, çağlarının en yaygın dü­şüncesi olan “Batı uygarlığı” ülküsüne karşı duran (Gogol ünlü Testament’ında, Dostoïevsky Slavophile devresinde, Tolstoï ise bilinen prophétisme yıllarında) bu üç yazar günümüzün üç büyük edebiyat ve düşünce tanrısıdır.”


 Yahut bir başka örnek olarak Kutlar’ın tasarladığı romanının “önemli” gördüğü bölümlerinden birini yazmaya başladığını öğrendiğimiz satırları verelim:

 “Bütün konuşmalar sırasında şuna dikkat ediyorum: Konuşan’ın ruh durumunu belirten cümleler bütünüyle kar­şıdakinin algılamasını yansıtıyor. Hep böyle olmalı. Roman içindeki gerçekliğe kendi yorumumu karıştırmaksızın. Betimlemeler de böyle. Çok kişili konuşmalarda, ortaya söyle­nen sözler sırasında ortak somut bir hava yaratılmalı.

 Çünkü orada bir kişinin (kendisine konuşulanın) değil birçok kişinin kavrayışı var. Bu soru çok önemli, üzerinde uzun uzun durulmalı. Yeni, somut ve ortaklaşa evren ancak böyle yaratılabilir.”


 Bu romanın yazım süreci hakkında detaylı bilgiye sahip değiliz. Yazar yer yer bahsediyor ondan, fakat bunlar kısa ifadeler. Hatta, “Kül”ün yavaşladığını da belirtiyor. Elimizdekilere baktığımızda, bu romandaki kadınların bir başka olduğunu, romanın ritminin “Pan ritmi” olduğunu, orkestrasyonunun bir “madrigal” yahut “quintet” özelliği taşıdığını öğreniyoruz. Kutlar, bu romanda görüntü ve betimleme konusunda insafsız ayıklamalar yaptığından da bahsediyor. Bu satırlarda yazarın hikâyede görsellik hakkındaki görüşlerine vâkıf oluyoruz. Romancılığı her şeyden evvel “anlatıcılık” olarak tanımlaması, dikkate değer.

Kutlar’ın “ÇOK ÖNEMLİ” notuyla kaydettiklerinde, Bergman çıkıyor karşımıza. Yaptığı alıntının Türkçesine bakalım: “Diyalog yokken, yürütme biçimine, ona verilecek ritme, onu idare etmek için verilen duraklara, farklı replikler ara­sında olup bitenlere dair göstergeler dikkate alınabilir kuş­kusuz. Kendi hesabıma, ben bu ayrıntı bolluğunu redde­diyorum, çünkü didik didik yorumlanan bir partisyon da neredeyse okunmaz hale gelecektir.”

 Yazar, Bergman’ın bu cümlelerini teknik yönden mühim buluyor. Bunu gereğince yapmadığını, hatta nasıl gerçekleşebileceğini kavramasına rağmen yapmadığını söylüyor. Çünkü okuru anlayışsız biri gibi karşılamamak gerektiğine inanıyor. Büyük ustalarım diyerek ismini zikrettiği isimler arasında yine Bergman’ı görüyoruz; Tolstoy, Lorca ve Fellini’yle birlikte. Yine yazarın beğenileri hakkında fikir sahibi olduğumuz satırlardan birinde, bir kahvenin terasında biraz İncil biraz da Tristram Shandy okuyor Kutlar. Tristram’ın onda neler hissettirdiğini aktarıyor:

 “Tristram harika. Hep Evliya Çelebi’yi düşünüyorum. Bu humour’a başka hiçbir yerde rastlamadım diyebilirim. Biraz Cervantes biraz da Rabelais belki. Anlatımı zorlayışı, her şeyi espri adına uzatışı bir zayıflık elbette. Ama bunu bağışlatmayı da beceriyor. Böylece insan Kuzgun’un saçma espri düzenine güldüğü gibi gülüyor.”

 Günlüklerde tanıdığımız isimler de var. Kimileri, yayıncı tarafından dipnot olarak verilmiş. Örneğin, “Hey gidi bizim çete! Sizin gibileri Paris’te yok! Aslan göbek Doğan. Nedircik yavrusu Adnan!”  diye yazmış Kutlar, Doğan Hızlan ve Adnan Özyalçıner’e selâm göndermiş. Paris’e dönmesini arzuladığı Baldwin’in Amerika’ya döndüğüne üzülmüş. Kimi zaman validesine seslenmiş, neden mektup yazmadığını sormuş. Aşkı Sevil’e seslenmiş, yakında yanında olacağını müjdelemiş. Parasızlıktan dert yanmış. Kendiyle konuştuğu satırlar da mevcut. Bunların bazıları, “Ulan Onat sen de az delibozuklardan değilsin. Kalk artık. Tren kaçacak.” yahut “Günlüğüm gittikçe İbnülemin Mahmut Kemal’inkine benziyor. Hay Allah.” gibi okuru gülümseten türden. Bazıları ise okurda onunla sohbet ediliyormuş hissi yaratıyor:

 “Rousseau büyük bir adamdır. Ama inkârı çocukça oldu. Hem de büyümüş bir çocuk.

 Biraz da aptal mıydı dersin?

 Hayır fanteziyi severdi.

 Zekâyı aptallığın karşısına koymuyorsun değil mi? Çoğu zaman yan yanadırlar.”


 Günlüklerin son sayfalarında, “Türkiye’de nelerle karşılaşacağımı hiç bilmiyorum. Ama doluyum, güçlüyüm, kararlıyım. Bu kez kendimden başka dayanağım olmadığını bilerek gidiyorum.”  diyor Kutlar. 62 yılının 2 Temmuz’unda, Frankfurt’ta. Batı’da kazandığı bir alışkanlık olarak, artık sözünü sonuna dek söyleyebildiğini kaydediyor defterine, Türkiye’ye döndükten sonra yapacağı işleri müjdeler gibi...

 “Kül”; yarım kalmış bir romanın hikâyesi, Kutlar’ın dünyasına açılan bir kapı. Bir yazarın hayatından, umutların ve serzenişlerin el ele yürüdüğü bir kesit.

 Keyifli okumalar...Beyza Ertem

 

Kırmızı Kedi Yayınevi, 2020  Günlük, 112 s.