29 Eylül 2017

Nâzım Hikmet

Ben şaşırmıyorum

"Şehir

uzakta.

Genç adam

ayakta.

Akıyor şehirden geçen nehir

genç adamın ayakları dibinden.

Genç adam

piposunu çıkarıyor cebinden

aranıyor kibriti.

Bakıyor akar suya

düşünüyor Heraklit'i,

düşünüyor büyük hakîm Heraklit'i genç adam...

Kim bilir belki böyle bir akşam,

böyle bir akşam,

Heraklit alnını

yeşil gözlü zeytinliklerde akan

suya eğdi

ve dedi:

«Her şey değişip akmada,

bu hâl beni hayran bırakmada..»

Nazım Hikmet bu şiirini Moskova'da yazdı. 1927 yılında Türkiye'ye girerken apar topar Sarp Sınır Kapısı'nda polis merkezine sokuldu.

Aradan bir zaman geçiyor; Komiser Nazım Hikmet'in karşısına dikiliyor; "Nazım sen Moskova'da ekalliyetlerle/ (yani azınlıklarla) ilgili bir şeyler düşünmüşsün, anlat bakalım neler planladınız bu ekalliyet meselesi hakkında?"

Nazım Hikmet şaşırdı: "Ben azınlıklarla ilgili bir şey düşünmedim, nerden çıkarıyorsunuz?"

Komiser: "Hiç saklama elimde delil var" deyip yanındaki polise "getirin kanıtı, kendi gözüyle görsün" dedi.

Komiser defteri açıp Nazım Hikmet'e yazısını gösterdi: "İşte Kanıt!"

Nazım, "Bu benim şiirim; adı da 'Moskova'da Heraklit'i Düşünüş'"

Mesele anlaşıldı:

Heraklit'in Osmanlıca yazımı ile Ekalliyet kelimesinin yazımı birebir aynıydı.

Komiser "Moskova'da ekalliyeti düşünüş" diye anlamıştı.

Nazım Hikmet ekledi: "Heraklit 'değişmeyen tek şey değişimin kendisidir' diyen büyük Yunan filozofudur."

Komiser bunu duyar duymaz hiddetle: "Ne! Bizim can düşmanımız Yunanlılar'a şiir mi yazdın?



Victor Hugo




Burçların Tanrısal Serüveni

Koç! Sana ilk tohumu ekme onurunu veriyorum. Ektiğin her bir tohuma karşılık elinde bir milyon tohum bulacaksın, fakat onların büyümelerini görecek vaktin olmayacak. İnsanların aklına ben'i yerleştirecek ilk kişi sen olacaksın, fakat bu düşünceyi geliştirme ya da hakkında soru sormak senin görevin olmayacak. Yaşamının sebebi eylemdir ve bu eylem insanlara benim yaratıcılığımı haber verecektir. İyi çalışabilmen için sana kendini beğenme özelliğini veriyorum. Ve Koç sessizce yerine çekildi.
"Boğa! Sana tohumu madde haline getirme gücünü veriyorum. Başlanmış olan bütün işleri senin bitirmen gerektiği için görevin çok sabır istemektedir, aksi halde tohumlar rüzgarda savrulup kaybolacaktır. Yapmanı istediğim bu görev için soru sormayacak, işin ortasında düşünceni değiştirmeyecek ve başkalarından destek beklemeyeceksin. Bunun için sana güçlülüğü veriyorum. Onu akıllıca kullan." Ve Boğa yerine çekildi.
"İkizler! Sana insanların çevrelerinde gördükleri şeyi anlamalarını sağlayabilmen için cevapsız sorular veriyorum. İnsanların neden konuşup, neden dinlediklerini hiçbir zaman bilmeyeceksin, fakat cevap bulmak için yapacağın araştırmalarda sana armağan olan BİLGİ'yi bulacaksın." Ve İkizler yerine çekildi.

"Yengeç! Sana insanlara duyguyu öğretme görevini veriyorum. Bütün duyguyu yaşayarak öğrenmeleri ve olgunluğa ulaşmaları için onları hem ağlatıp hem güldüreceksin. Sana olgunluğu hızla arttıracak olan aile armağanını veriyorum." Ve Yengeç yerine çekildi.

"Aslan! Sana yaratıcılığımın tüm görkemini dünyaya gösterme görevini veriyorum. Ancak azametinde dikkatli olmalı ve bu yaratıcılığın senin değil, benim olduğunu daima hatırlamalısın. Eğer bunu unutursan, insanlar seni küçük göreceklerdir. Bu görevi iyi bir şekilde yerine getirirsen, büyük haz duyacaksın. Bunun için sana armağanım onur'dur." Ve Aslan yerine çekildi.

"Başak! Senden insanların benim yarattıklarımla neler yaptıklarını sınamanı istiyorum. Onların ne yaptıklarını dikkatlice inceleyip kusurlarını hatırlatacaksın ve böylece benim yarattıklarımı iyice öğrenmelerini sağlayacaksın. Sana bunu yapabilmen için saf düşünceyi armağan ediyorum." Ve Başak yerine çekildi.

"Terazi! Sana insanların birbirlerine karşı olan görevlerini hatırlayabilmeleri için hizmet erdemini veriyorum. Böylece insanlar işbirliğini öğrenecek ve kendi davranışlarının diğer yönlerini de yansıtma yeteneğini edineceklerdir, uyumsuzluk olan yere seni yerleştireceğim ve bu gayretlerin için sana armağanım sevgidir." Ve Terazi yerine çekildi.

"Akrep! Sana çok güç bir görev veriyorum. İnsanlara düşündüklerini anlama yeteneği verdiğim halde, anladıklarını söylemene izin vermeyeceğim. Birçok kez gördüklerinle acı çekecek ve bu acı ile benden uzaklaşacaksın. Bu acının benden değil benim yanlış anlaşılmış olmamdan doğduğunu unutacaksın. Birçok insanı hayvan gibi görecek ve onların hayvansal içgüdüleriyle öylesine uğraşacaksın ki yolunu şaşıracaksın, fakat sonunda yine bana döneceksin. Akrep sana en üstün armağanım olan amaç ı veriyorum." Ve Akrep yerine çekildi.

"Yay! Senden beni yanlış anlayıp çaresizliğe düştüklerinde insanları güldürmeni istiyorum. Güldürme insanlara umut verecek ve bu umutla insanların gözlerini bana çevirmelerini sağlayacaksın. Birçok kişinin yaşamına yalnız bir an için girecek ve girdiğin her yaşantıdaki huzursuzluğu tanıyacaksın. Yay, sana karanlıktaki her köşeye erişip aydınlatabilmen için sonsuz bereket veriyorum." Ve Yay yerine çekildi.

"Oğlak! Senden insanlara çalışmayı öğretmen için alın terini istiyorum. Tüm insanların yükünü omuzlarında taşıyacağın için bu görev hiç de kolay değildir. Ama bu boyunduruğun yükü için senin ellerine insanlığın sorumluluğunu koyuyorum." Ve Oğlak yerine çekildi.

"Kova! Sana insanların tüm olanakları görebilmeleri için gelecek kavramını veriyorum. Benim sevgimi kişileştirmen için yalnızlık acısını çok duyacaksın. İnsanların gözlerini yeni olanaklara çevirebilmeleri için sana özgürlüğü armağan ediyorum." Ve Kova yerine çekildi.

"Balık! Sana hepsinden daha güç bir görev veriyorum Senden insanların üzüntülerini toplayıp bana geri getirmeni istiyorum. Senin gözyaşların sonunda benim gözyaşlarım olacak. Senin topladığın üzüntüler insanların beni yanlış anlamalarından doğmuş üzüntülerdir, fakat senin onlara vereceğin şefkatle onlar yeniden beni anlamaya çalışacaklardır. Bu güç görev için sana en büyük armağanımı veriyorum. Sen on iki çocuğum arasında beni tek anlayan olacaksın, fakat bu anlayış yalnız senin içindir, sen onu insanlara anlatmak istediğinde onlar seni dinlemeyeceklerdir." Ve Balık yerine çekildi.

Martin Schulman

Frida Kahlo "Sen benim üzerime yağıyorsun ve ben seni toprak gibi karşılıyorum "

Kahlo 1946 Ekimi’ne tarihlenen bir mektubunda aşkı Jose’ye şu satırlarla sesleniyor: “Bartolim… Ben nasıl aşk mektubu yazılacağını bilmem. Ama olanca içtenliğimle seslenmek istiyorum. Size âşık olduktan sonra hayatımdaki her şey güzellikle sarmalandı, aşkın farklı bir tadı var, âdeta yağmur gibi… Biliyorsun, gökyüzüm, sen benim üzerime yağıyorsun ve ben seni toprak gibi karşılıyorum.”

 Hayden Herrera, Frida’nın biyografisi üzerinde çalışırken Bartoli’yle röportaj yapma fırsatı bulmuş; zaten bu mektupların varlığı da Herrera’nın biyografi çalışması sayesinde ortaya çıkmış. Herrera, Jose Bartoli için şunları söylüyor: “Bartoli, Frida’ya olan aşkını hiç yitirmedi. Ona Frida’yı sorduğunuzda ondan büyük bir saygıyla ama çekinceyle bahseder. Hayatı boyunca Frida’dan kalan küçük objeleri bile özenle koruyup tüm mektuplarını da saklamış.”

Frida bazen, mektuplarının çocukça ve saçma bulunmasından korkarmış. Bu yüzden Bartoli’ye söylediği şeylerden birisi de, aşk mektuplarının akıllıca ya da aptalca yazılamayacağı; çünkü onların sadece ‘gerçek’ olduğuymuş. Frida, bir mektubunda Bartoli’ye yazdıklarını şöyle açıklıyor: “Küçük bir kız caddeyi geçiyor ve sana bir çiçek veriyor ama sebebini hiç bilmiyor.”


Carl Gustav Jung - Anılar, Düşler, Düşünceler

Analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung, 1957 baharında 81 yaşındayken, hayatını ve anılarını, meslektaşı ve yakın dostu Aniela Jaffé’ye anlatmayı kabul etti. O güne dek yaşamöyküsünü yazması yolundaki tüm önerileri geri çevirmiş olan Jung, belirli aralıklarla düzenlenen söyleşilerde, yaşamının hiç bilinmeyen yönlerini Jaffé’ye anlattı. İki yıldan fazla bir zaman kendini bu uğraşa adamakla kalmadı, 1961’deki ölümüne kadar kitabın son biçimini almasına katkıda bulundu. Anılar, Düşler, Düşünceler, insan zihninin en büyük kâşiflerinden birinin yaşamının en gizli köşelerine kadar uzanan içten açıklamalarından oluşuyor. Bu benzersiz kitap, kişilik, rüyalar ve fanteziler ile din konusunda tüm insanlığı etkileyen düşünceler geliştirmiş olan Jung’un, ilginç ve bir o kadar da saklı kişiliğini kendi ağzından gözler önüne seriyor. Bilimadamının, önce hayranı olduğu, ama giderek derin görüş ayrılıklarına düştüğü Sigmund Freud’la ilişkilerine birinci elden ışık tutuyor. 
 
 
 
İç Konuşma...Yaşam bana hep kök gövdeden beslenen bir bitkiyi anımsatır. Yaşamın kök gövdesinde saklandığı ve görünmez olduğu doğrudur. Toprağın üzerinde görünense yalnızca tek bir yaz dayanır; sonra da solar gider. Kısa ömürlü bir görüntü bu. Yaşamların ve medeniyetlerin sonu gelmeyen oluşumlarını ve yok olup gidişlerini düşündüğümüzde mutlak bir hiçliğin etkisinden kurtulamayız. Buna karşın ben, hiçbir zaman sonsuz akışın altında yaşayan ve sürekliliği olan bir şeyin var olduğu duygusunu yitirmedim.  
Gördüğümüz geçici bir tomurcuktur. Kök gövdeyse kalıcıdır.

Bize çok yakın oldukları ve bizim bilmezliğimizi paylaştıkları için bizim gibi ruhları olan tüm sıcak kanlı hayvanları çok seviyor ve birbirimizi içgüdüsel yollarla anladığımızı düşünüyordum. Konuşmak, keskinleşmiş bir bilinç ve bilim dışında, onlarda var olmanın temel öğelerini; sevinci ve acıyı, sevgi ve nefreti, açlığı ve susuzluğu, korku ve güveni, paylaşıyoruz. Alışılmış anlamda bilime hayranlık duymama karşın, onun bizi tanrının dünyasına yabancılaştırdığı ve bunun sonucunda hayvanlarda olmayan bir bozulmaya yol açtığını düşünüyordum. Hayvanlar sevecen ve sadıktılar, değişken değillerdi. Onlara güvenebilirdiniz. İnsanlara gelince; onlara her zamankinden daha az güveniyordum.

Ruh bedenden çok daha karmaşık ve ulaşılmazdır. Şöyle diyebilirim: Birey, bilincine varabilirse dünyanın yarısının ruhtan oluştuğunu anlar. Bu nedenle, ruh bireysel bir sorun değil bir dünya sorunsalıdır ve bir psikiyatrist tüm dünyayla uğraşmak zorundadır.

Günümüzde, bizi tehdit eden tehlikenin doğadan gelmediğini, insan ve kitle ruhundan kaynaklandığını apaçık görüyoruz. Tehlike insanın ruhundan kopmuş olmasında. Her şey ruhumuzun doğru dürüst işlevini yerine getirip getirmemesine bağlı. Bu günlerde birileri kendilerini tutamazsa bir hidrojen bombası patlaması işten bile değil.

Freud’un bana: ‘Sevgili Jung, cinsellik kuramından hiçbir zaman vazgeçmeyeceğine söz ver. Bu çok önemli. Bunu aşılmaz bir kale, bir dogma haline getirmemiz gerekli’ dediğini çok iyi anımsıyorum. Bu sözleri, bir babanın oğluna, ‘Bana tek bir söz ver oğlum. Her pazar günü kiliseye gideceksin’ dediği gibi büyük bir duygusallık içinde söylemişti. Biraz şaşırarak, ‘Neye karşı bu kale?’ diye sormuştum. Bu sorumu, ‘Kara çamur seline karşı’ diye yanıtlamış, sonra da, biraz duraksayarak, ‘Doğaüstü güçlere karşı’ diye eklemişti. Özellikle, ‘Dogma’ ve ‘Kale’ sözcüklerinden kaygılanmıştım çünkü bir ‘Dogma’, o düşünceye duyulan kuşkuları bir kalemde silmek amacıyla kurulan ve tartışmaya açık olmayan bir inançtır ve bu inancın artık bilimsel değerlendirmeyle bir ilgisi kalmaz; bireysel bir güç dürtüsüne dönüşür.

Eleştirel mantık, birçok mitsel kavram gibi, ölümden sonra yaşam düşüncesini de kabul etmiyor. Bunun tek nedeni, günümüzde insanların çoğunun, kendilerini yalnızca bilinçleriyle özdeşleştirmeleri ve yalnızca, kendileriyle ilgili bildiklerinden oluştuklarını düşünmeleri olabilir.

İnsan için can alıcı soru şudur: Sonsuzluğun bir parçası mısın, yoksa değil misin? Tüm yaşamının kriteri budur. Asıl olanın sonsuzluk olduğunu bilsek, ilgimizi boş şeylere vermekten ve hiçbir önemi olmayan amaçlara yönelmekten vazgeçebilir miyiz? Bunu yapabilsek, dünyayı, sahip olduğumuzu sandığımız güzellik ve yetenek gibi iyi nitelikleri bize vermesi için zorlayabilirdik.


Pablo Neruda - Anımsıyorum Seni Olduğun Gibi

 
Anımsıyorum seni olduğun gibi geçen sonbahar.
Başlığın griydi ve yüreğin sakince.
Gözlerinde savaşıyordu alacakaranlığın alevleri.
Ve düştü yapraklar ruhunun sularına.

Bir boru çiçeği gibi yapışmıştın koluma,
ikircikli ve sakin sesine korunak olurken yapraklar.
Arzumun alazlanıp durduğu kötürüm eden bir ateş.
O uysal mavi sümbül burkulmuş ruhumun üstünde.

Gör nasıl uzaklaşıyor gözlerin, sonbahar gibi uzak,
başlık, o gri, o cıvıltılı ses ve o evcimen yürek,
kömürün koruna öpücüklerimin neşeyle düştüğü
derin özlemlerimin amacı olan şey.

Bir gemiden görünen gökyüzü. Yüksek dağlardaki yaylalar.
Hatıran ışık gibi, duman gibi, o sessiz gölcük gibi.
Ötesinde gözlerinin durur yangında akşam kızıllığı.
Fırıl fırıl sonbaharın kuru yaprakları ruhunda.

Charlie Chaplin Sevgili kızım


Şimdi gece, Noel gecesi. Benim küçük kalemimdeki silahsız muhafızların hepsi derin uykuda. Kardeşlerin uyuyor,annende uykuya daldı. Ne var ki sen çok uzaklardasın;eğer şu anda şu dakikada fotoğraflarına bakmıyorsan kör olayım. Fotoğrafların burada masanın üzerinde kalbime en yakın yerde duruyor. Oysa sen neredesin? Uzaksı, masalsı, Pariste, Camps Elyees’deki tiyatroda, görkemli bir sahnede dans ediyorsun. Ben bunu çok iyi bildiğim halde genede bu sakin gecenin sessizliğinde senin ayak seslerini net biçimde duyuyorum. Gözlerin gözlerimin önüne geliyor; gözlerin kış gecesine özgü gökyüzündeki yıldızlar gibi parlıyor. Bu güzel oyunda, Şahın tutsak aldığı güzeller güzeli İranlı kızı oynadığını biliyorum. Güzeller güzeli ol sen de dans et, yıldız ol ve parıltılar saç. Ama seyircileri büyülermiş olmaktan, onları kendine hayran etmekten sarhoş olduğunda, sana sunulan çiçeklerin kokusu başını döndürdüğünde, tek başına bir köşeye çekil ve benim mektubumu oku, babanın sesine kulak ver.

Ben senin babanım Geraldine! ben Charlie’yim, Charlie Chaplin! Başucunda kaç gece sabahladığım bir bilsen? küçük küçük masallar anlatıyordum sana! Bazen Uyuyan Güzel’i anlatırdım, bazan kötü kalplı ejderhaları…uyku gelip ihtiyar gözlerimi yokladığında uykuyla dalga geçiyor,ve şöyle diyordum -defol! ben kızımın hayallerini düşlüyorum. Ben senin hayallerini görebiliyordum Geraldine! senin geleceğini görebiliyordum, bugünü!sahnede dans eden kızı görebiliyordum, kanatlarını açmış, havada uçan periyi..insanların sözlerini duyabiliyordum -şu kızı görüyormusun,yaşlı palyaçonun kızı bu,babasının adı Charlie idi,hani hatırlıyormusun? bu dans ve alkış sesleri senin ayaklarını yerden kesecektir.Kanatlanan,uç ötelere! Ama arada bir ayakların yerede bassın! Halkın nasıl yaşadığını bilmelisin,sokak dansçılarının hayatını da gör.Açlıktan bitkin düşmüş,yoksulluktan ve soğuktan titreye titreye dans edenleride… Bende onlarla aynı kaderi paylaşmıştım Geraldine! O büyülü gecelerde,sen benim masallarımla uyuyordun ama ben uyumazdım.Senin güzel yüzünü seyreder,kalbinin atışlarını dinlerdim ve kendime şu soruyu sorardım -Charlie acaba bir gün olur bu minik kuş seni anlayabilirmi? Sen beni tanımıyorsun Geraldine,benim masalımda çok ilginçtir.Yoksul palyaçonun masalı bu.Londra’nın kenar mahallesinde şarkı söyleyip dans eden sonra a bahşiş toplayan bir palyaçonun masalı…İşte benim maslımda bu!

Ben açlığın ne demek olduğunu biliyorum,evsizliğin ne anlama geldiğini..Bu da bir şey mi ki? Ben gurudan bir okyanus gibi kabarmış şu göğsümde,acıma duygusuyla önüme atılan kuruşların sızısını hissettim,küçümsenen sefil birinin sancılarını çektim.Bütün bunlara karşın,işte gene de hayattayım.Hayatta olanlar hakkında hep daha az konuşulur.Sen benim soyadımı taşıyorsun,Chaplin ismini…bu ad,neredeyse yarım yüzyıl boyunca bütün dünyayı güldürdü. – benim ağlamalarım yanında bu gülmeler nedir ki?Senin yaşadığın dünya sadece dans ve müzikten ibaret.. Geraldine gece yarısı o görkemli salondan çıkınca, varsıl hayranlarını unut ama bindiğin taksinin şöförüne karısının hatrını sormayı unutma…Kim bilir,belki de karısı hamiledir, belki yakında doğacak olan ilk gözağrısı yavrusu için bez almaya bile parası yoktur.Eğer durum böyleyse,kalk cebine para koy…Pre Credit Bank’a talimat verdim,giderlerini karşılayacaklar.Başkalarına yapacağın ödemeleri kuruşu kuruşuna hesapla,öyle ver!arada sırada metroya bin ötobüs yada yayan dolaş şehri..İnsanlara bak,iyi gözlemle onları.Dul ve yetimlerin gözlerine iyi bak.Hiç değilse günde birkaç kez kendine şunu söyle -bende bunlardan biriyim! Evet sevgili kızım,unutma bunu ; sende onlardan birisin..

Sanat göğe uçması için insana kanatlar takıncaya kadar ayaklarına ayaklarına vurur insanın.Zaman gelipte seyirci karşısında yükseldiğini hissetmeye başladığında sahneden in, dışarı çık…Yoldan geçen taksiyi çevir.Paris’in dış mahallerine git.Ben bu mahalleri iyi bilirim…Orada dansçı kızları göreceksin.İçlerinde sana benziyenlerde vardır,senden daha zarif,daha mağrur olanlarda..Sen tiyatrondaki göz alıcı sahne ışıklarını orada bulamazsın! onların sahne ışıkları Ay’dır.Bak onlara,daha dikkatlice bak!senden bile daha iyi dans etmiyorlar mı?Haydi itiraf et bunu…senden daha iyi dans eden,senden daha iyi rol yapan biriyle karşılaşırsan,o vakit hep şu sözlerim aklına gelsin:hiçbir zaman Charlie’nin ailesinden ,fayton sürücüsüne kötü söz söyleyecek ya da Seine nehri kıyısında oturmuş sadaka isteyen dilenciyle alay edecek kadar kendini bilmez biri çıkmamıştır.Charlie bu dünyadan çekip giecek Geraldine! Sense hayatına devam edeceksin.Ben senin hiçbir zaman yoksulluğu tatmanı istemem.

Bu mektupla birlikte sana çek koçanı da yolluyorum.Ne kadar İstersen o kadar harca.Ama sakın şunu unutma! iki frank harcadığında üçüncü frak sana ait değidir.Her defasında aklında olsun bu.Üçüncü frak bir başkasına ait,tanımadığın birine,bir frankın hasretiyle yaşayan birine ait o para.O kişiyi bulman zor olmayacaktır.Attığın her adımda yoksul birini görebilirsin,yeter ki sen görmeyi iste!Ben bu şeytanın baştan çıkaran gücünü bildiğim için para hakkında konuşuyorum.Uzun süre sirkte çalıştım,ip üstündeki cambazları korkuyla izlerdim hep.Ama şimdi sana şunu da söylemek isterim sevgili kızım.Bir insanın ayağının kaymasıyla yere sert zemine kapaklanması cambazların o tekinsiz ipten düşmesinden daha kolaydır.,inan bana.Sen bu akşam bir pırlatadaki ışıltının cazibesine kapılabilir,ister istemez yere kapaklanabilirsin.Gün gelir yabancı bir prensin yüzü,seni kendine tutsak edebilir.İşte o andan itibaren sen artık deneyimsiz bir cambaz sayılabilirsin.İp deneyimsizlere ihanet etmiştir hep.Sen sakın altın ve mücevher karşılığında kalbini satma.Unutma,en büyük pırlanta güneştir ve ne mutlu ki güneş ,herkezi eşit biçimde aydınlatıyor.

Gün gelirde birini seversen,seçtiğin kişiyi tüm kalbinle sev.İşinin zor olduğunu biliyorum.Şimdi bedenini tırıl tırıl ipek kumaşlar örtüyor.Sanat için sahneye çıplak ta çıkabilirsin…Ama o sahneden saf,tertemiz ve kusursuz olarak inmelisin.Ben yaşlı biriyim,sözlerim gülünç gelebilir.Ama öyle sanıyorum ki çıplak vucudun,seni çıplak ruhuna aşık olan kişiye ait olmalıdır.Ne yapayım,benim konuya bakışım belki eski kafalılık…belki düşüncem on yıl öncesinde kaldı.Korkma Geraldine,bu on yıl seni yaşlandırmaz.Ben senin şu çıplak adada boyun eğen en son kişi olmanı isterim.Babalar ve çocukların arasında hep bir çekişme olduğunu biliyorum.Bana savaş aç sevgili kızım,düşüncelerime karşı savaş aç.Ben iteatkar çocukları sevmiyorum.Bu mektubumun üzerine henüz göz yaşım düşmemişken,bu Noel gecesinin mücizeler gecesi olduğuna inanmak istiyorum.Bir mucize olmasını ve söylemek istediğim her şeyi gerçekten doğru anlamanı istiyorum.

Charlie yaşlandı Geraldine,artık çok yaşlandı.Sen er yada geç,beyaz elbiseler yerine siyahlar giyip mezarına geleceksin.Şimdi seni üzmek istemiyorum ama arada bir aynaya bak…Aynada beni göreceksin.Damarlarında benim kanım dolaşıyor.İstiyorum ki , benim damarlarıdaki kan akmaz olduğunda baban Charlie’yi unutma!

-ben bir melek değildim,ama her zamana insan olmak için çaba harcadım.!

Sen de öyle yap!

Seni Öpüyorum Geraldine.


Bizi tanımlayacaklarını sanarak hatıralara tutunuruz. Ama bizi tanımlayan yaptıklarımızdır.

Ghost in the Shell