01 Nisan 2021

Bir Adın Yolculuktu - Ülkü Tamer


 Kavaklık neresiydi, İthaka neresi
Belki Kırkayak bahçesinden başlamıştı yolculuğun senin
Belki Nurgana'dan
Başpınar'da konaklar mıydı Odysseus
Penelope kurar mıydı tezgâhını Kayacık'ta
Troya neresiydi
Agamemnon
Bir dağ-yüreğinin sesiydi
Meyan şerbetçileri dolduruyor sokakları
Sebil sarıp sarmalıyor ikindiyi
Alçalan güneşin altında Kyklops
Birecik yolunu gösteriyor tek gözüyle
Dağ yeli, dağın yüreği, söyle
Kimdi Odysseus
Antep'e gelenlerin delisi miydi
Berberlerin artık yorulma saatinde
Düşlerin bitip bitip başladığı bu saatte
Eşekleriyle yola koyuluyor pazarcılar
Bu adam Mazmahor'a yakın oturur
Bir adı İbrahim'dir, bir adı başka
Turuncu güvercinler yetiştirmeyi koymuş aklına
Güneş doğdu muydu üzülür
Olmayan kılıcını takıp beline
Hüyüklerde bir Aias aranmaya başlar hemen
O gelen kim
Sorma bana
Adını hiç söylemez
Sirenlerin diliyle konuşur sadece
Şu gelen Humanızlıdır
Güvercin değil, evler büyütür içinde
Boş vakitlerinde taş yontar
Öyle bir sur yapacak
Öyle bir kale kuracak ki günün birinde
Tahta atlar değil, uçan atlar bile giremeyecek
Gümbür gümbür yalnızlığına Hektor'un
Berideki ise leblebi satar
Akhilleus'n düşlerine mi özenir kalburu başında
Yoksa Patroklos'un ölümüne mi
Kendisi bile bilmez bunu
Kafası karıştı mıydı
Alır bir avuç leblebisinden
Alleben'de rakı içmeye gider
Neresiydi İthaka
Ne işi vardı burada Odysseus'un
Yılanların uykusunda ne işi vardıSığırcıkların akşamında
Kanatlı kısrakların uçuştukları gecede
Sabahın sessiz patlayışında ne işi vardı
Hep bunu soruyor, bunu konuşuyordun
Yolculuğun nereden başlamıştı senin Antepli
Bir yolculuğun Davut'un demirci dükkânından
Bir yolculuğun Şükrü'nün götürdüğü bayram yerinden
Bir yolculuğun Mehmet Efendi'nin Camlı Kahve'sinden
Bir yolculuğun Nakıp Ali'nin sinemasından
Bir çok yolculuğun Nakıp Ali'nin sinemasından
Bir yolculuğun Arasa'daki isimsiz kebapçıdan
Bir yolculuğun Uzunçarşı'daki buzlanmış tuluklardan
Bir yolculuğun Kalealtı'ndaki boya kokularından
Bir yolculuğun Dunlop Garajı'ndaki dokuma tezgâhlarından
Bir başka yolculuğun
Narlı'daki sivrisinek uykularından başlamıştı senin
Narlı neresiydi, İthaka neresi
İthaka neresiydi, Troya neresiydi
İstanbul neresiydi Ulukışla'dan sonra
Kayacık'ta mekik atarken Penelope
Düşünüyordu:
İstanbul
Uslu bir çocuğun sesiydi
Günlerden, güneşlerden, karanlıklardan geçtin
Dehlizlerden, akrep sırtlarından geçtin
Karpuzatan'dan, Dülük Baba'dan ve her gün Saburcu'ndan
Hacivat oynatanların şarkısından
Kaçakçıların saatinden, Çukurbostan'da bekçi düdüklerinden
Her gün en az bir kere geceden geçtin
Bir adın yolculuktu, bir adın başka
Şafak sökerken Zeus
Hemingway'in öykülerini bırakıyordu senin sunağına
Tarancı, Necatigil, Ziya Osman Saba
Kitapçı dükkânını taşıyordu Arif Güzel'in
Yılanın su içtiği pınar başına
Lady Macbeth'i savuruyordu düşlerine uyku
Kimbilir nereden başlatmıştın yolculuğunu
Sait Faik'den mi, O'Henry'den mi, Çehov'dan mı
Su almak için indiğin istasyon
Bozkırında mıydı Gorki'nin, Konya ovasında mı
Vagon penceresinden arılar giriyordu
Gümüş örümceklerle savaşarak
Günlerden geçiyordun, gecelerden
Troya'da arıyordun Antep'te yitirdiğin dizeleri
Eliot koşuyordu yardımına, Pound, Jacob, Frost,
Dıranas, Nâzım, Dağlarca,
Caldwell, Steinbeck, Istrati, Poe, Kafka, Silone,
Bruegel, Dufy, Picasso, Degas, Vlaminck,
Alberti,
Andrade,
Lorca.
Bu arada adını soruyordu koridordaki saraç.
Bir adın yolculuktu, bir adın sevda.
Çocukların artık yorulma saatinde
Güneşin batıp batıp doğdurğu bu saatte
Yola koyulan pazarcılar oldun
Tahta bir iskemleye oturup kahveleri dolaşyın
Hermes'in sandalları bile gerekmiyordu sana
Haritalarını çizmek için Olympos'un, Gâvur Dağı'nın
Surlar yaptın
Leblebi sattın kendine
Narlı, Haydarpaşa, Waterloo, Gare du Nord, Termini
Bütün istasyonlarına uğradın dünyanın
Her yere biletini her yerden aldın
Kavaklık neresiydi, İthaka neresi
Kimdi Odysseus
Antep'ten gidenlerin delisi miydi

 https://img.kitapyurdu.com/v1/getImage/fn:8143605/wh:true/wi:220

Türk şiirinin yaşayan en büyük şairlerinden Ülkü Tamer Yıllar sonra yeni bir şiir kitabıyla Türk okurunun karşısında..

Bir Adın Yolculuktu adını taşıyan kitap, Ülkü Tamer’in şiir heyecanını hiç yitirmeyen ve genç bir şair olduğunu gösteren yepyeni bir ustalık belgesi.

Anadolu’nun mitolojik kâinatıyla şahsi tarihin, aşkla ölüm düşüncesinin koyun koyuna girdiği “Bir Adın Yolculuktu”, Ülkü Tamer’in geleneksel sesini ve arayışlarını iç içe taşıyor. Son sözünü söylememiş bir şairin diri soluğunu okuruna ulaştırıyor.

“Bütün tarihini sırtına vurup
Denizi üç günde geçen serçenin
Bir seher vaktinde soluk soluğa
Tünediği dalda şenlik gibisin”

diyerek aşkı yücelten Tamer, bir yandan da sevgili Antep’ine duyduğu sadakati, Anadolu’nun kadim söylencelerinden yola çıkarak gösteriyor.

“Kavaklık neresiydi, İthaka neresi” dizesiyle başlayıp “Açtı kapıyı geldi yâr imiş.” dizesiyle sona eren “Bir Adın Yolculuktu”, karanlığın içinden geçerken “bir ıslık yeter” diyenlere cansuyu taşıyor.

 

Yaşam Başka Yerde - Milan Kundera

Tumblr: ImageMilan Kundera, Yaşam Başka Yerde'yi, Çekoslovakya'nın Rusya tarafından işgal edildiği sıralarda yazmış ve 1969 yılında yayımlamıştı. Savaşlar, darbeler ve siyasi gelişmeler romanlarının arka planında hep olsa da, Kundera karakterlerini çoğunlukla sanat çevrelerinden seçmiş, böylece güncel olaylarla entelektüeller arasındaki ilişkileri tartışmaya açmıştır. Kundera'nın, "Benim için Avrupa devrimi ya da buna benzer bir şeyin romanı" dediği Yaşam Başka Yerde, kişisel deneyimlere ve aydın çevreleri içindeki gözlemlere dayanır: Resme ve şiire olan yeteneği daha çocukken keşfedilen Jaromil, cinsel kimlik karmaşası yaşayan ve kendi bedeninden nefret eden annesini, "başsız kadın bedenleri"yle resmetmekte, "yaşam mı yazı mı" gerilimi içinde büyümektedir.

Herkesin kendisine baktığını bildiğinden, acımasızca yüzünün bilincine vardı ve neredeyse dehşetle, yüzünde taşıdığının annesinin gülümseyişi olduğunu hissetti. Bu nazik, acı gülümseyişi kesinlikle tanıyordu, onu dudaklarında hissediyordu ve ondan kurtulma çaresi yoktu.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCgNTUWlIaO3K2i4j3vOif3KS-FQBIF93NujPYdFtjRtI1umUjUEQtWZ32T4-930zKi0PqwU8n-OkLdMACwfrRQ_l65p6vNcVtwf3t9V0h6jFaOyT_kgIeDQRsnuZUb3NCSaItmb35LDwK/s1600/MILAN-KUNDERA-YASAM-BASKA-YERDE__15158684_0.jpg

Yaşam Başka Yerde (özgün adı: Život je jinde), Milan Kundera'nın yazdığı bir romandır. Ana karakterin adı Jaromil'dir. Babasının ve annesinin arasındaki sorunların sonucunda annesine fazla bağlı bir çocukluk geçirir. Köpek kafalı insan vücutları çizmeye başlar, bunu fark eden annesi onu tatilde tanıştıkları bir ressamdan ders almaya ikna eder. O zamanlar daha çocuk olan Jaromil annesi ve ressamın arasındaki aşk ilişkisini sonradan anlar. Annesi de ressamın neden kendisini sevdiğini anlamamaktadır zaten.

Gençliğinde kendine uygun bir arkadaş grubu bulmaya çalışır ve kendini kalabalık içinde rahat hissettiği için ilgi ister. Eve daha az uğrar ve annesi onun için endişelenmeye başlar. Yeni arkadaşlarıyla beraber Jaromil kendini komünizmi savunmaya adar.

Yazar olaylardan çok Jaromil'in düşüncelerine ağırlık vermiştir. Sadece bir delikanlının yaptıklarını değil, komünizm yanlısı gençlerin tavırlarından da bahseder. 

 

İnsan Olmanın Psikolojisi - Abraham Maslow

Psikologun varoluşçuluktan öğrenebilecekleri nelerdir? Bi­limsel bakış açısı ile bu sorunun yanıtını bulma çabası fazlasıy­la zor ve karmaşık bir biçim alacaktır. Bununla birlikte, böyle bir çaba birçok açıdan yararlı olacaktır. Bu tip bir bakış açısı, bu yaklaşımın aslında “Üçüncü Güç psikolojisinde zaten geçerli olan eğilimlere benzer bir arayış olduğunu gösterecektir.

Ben varoluşçu psikolojiyi temelde ele aldığı iki önemli konu bağlamında tanımlıyorum. Birincisi, kimlik ve kimlik deneyimi­nin insan doğası ve insan doğasını inceleyen herhangi bir felse­fe ya da bilim dalı için sine qua non (olmazsa olmaz) olduğunu savunan yaklaşımdır. Bu terimi temel almam bir bakıma öz, va­roluş, varlık bilim gibi kavramlarla aramın iyi olmamasından; bi­raz da bunun, şimdi olmasa bile yakında, deneysel bir çalışmanın konusu olabileceğine olan inancımdan kaynaklanıyor.

Ama bunun sonucunda bir ikilem ortaya çıkıyor. Amerikalı psikologlar da kimlik arayışı konusundan bir hayli etkilenmiş­lerdi. (Allport, Rogers, Goldstein, Fromm, Wheelis, Erikson, Murray, Murphy, Homey, May ve diğerleri.) Hemen belirtmeliyim ki bu yazarlar Almanlardan, Heidegger ve Jaspers’dan çok daha anlaşılabilir bir dille yazmaktaydılar. Yalın olgulara daha yakındılar.

İkinci olarak, varoluşçuluk deneysel bilgiye kavramlar ya da soyut kategori sistemlerinden daha çok önem vermektedir. 

Varo­luşçuluk görüngü bilimi (fenomenoloji) temel alır. Yani kişisel, öznel deneyimi soyut bilginin temeli olarak kabul eder. 

Bununla birlikte, psikanalizin çeşitli dallan bir yana, birçok psikolog da zaten aynı görüşü ilke edinmiştir.

Bu durumda ilk olarak Avrupalı felsefeciler ile Amerikalı psikologların sanıldığı kadar birbirinden uzak olmadığını kabul edebiliriz. Doğal olarak değişik ülkelerdeki bu eş zamanlı gelişim de bir bakıma, birbirinden bağımsız insanlann dış dünyaya ait bir gerçekliğe verdikleri benzer tepkilerden kaynaklanmaktadır.

 Bu gerçek de, kanımca, değerlerin birey dışındaki kaynak­larının bütünsel çöküşüdür. 

Varoluşçuların büyük bir bölümü Nietzsche’nin “Tanrı öldü!” çıkarımına tepki vermektedir. Belki aynı şekilde Marx’m da ölmüş olmasına... Amerikalılar, ne siya­si demokrasinin ne de iktisadi refahın tek başına değer sorunu­nu çözdüğünü fark etti. Değerlerin gerçek kaynağına ulaşmak için tek yol iç benliğe yönelik bir arayışın başlamasıdır. Para­doksal bir şekilde kimi dinsel varoluşçular da yaklaşımlarının bir bölümünde bu yargıyı paylaşacaktır. 

Varoluşçuluk, psikolojideki temel felsefe eksikliğinin ye­rini doldurabilecek yapıda. Bu konu psikologlar için büyük önem taşıyor. Mantıksal olguculuk, özellikle klinik psikoloji ve kişilik sorunları uzmanları açısından bir fiyasko olmuştur. Te­mel felsefi sorunlar mutlaka yeniden tartışmaya açılacak ve psi­kologlar belki de yapay çözümleri ya da çocukluklarında edin­dikleri bilinçsiz, sınanmamış felsefeleri bir yana bırakacaktır. 

Biz Amerikalılar için Avrupa varoluşçuluk okulunun önemli bir yanı daha var; insanların, özlemlerinin ve sınırlarının (insanların gerçekte ne oldukları, ne olmak istedikleri ve ne olabilecekleri) yarattığı bir çıkmazı yaşamakta oldukları vurgusu. Bu konu kimlik sorunundan o kadar da bağımsız değil. İnsanı belirleyen hem edimselliği hem de gizil güçleridir.

 Bu çelişki üzerinde ciddi bir şekilde durulması psikolojide yeni bir çığır açacaktır. Bundan hiç kuşkum yok. Çeşitli yazın­lar da bu çıkarımı destekler nitelikte; yönelimsel testler, kendini gerçekleştirme, (bu sınırın aşıldığı) çeşitli doruk deneyimler, Jungcu yaklaşımlar, kimi tanrıbilimi düşünürleri, vb.

Bunun yanı sıra insanın, hem tanrısal hem de kula özgü bu ikili doğasım bütünselleştirecek yöntem ve sorunlarda dile getirilmiştir. Hem Doğu hem de Batı felsefelerinin birçoğu, insan yapısını bu ikili yapıyı temel alarak düşünmüş ve daha yüce ola­na erişmenin tek yolu olarak daha alçak olandan yüz çevirmeyi benimsemiştir.Varoluşçular ise her iki parçayı da insanın yapı­sının tanımlayıcıları olarak benimsemiştir. Bu parçalar yadsımamalı, bütünleştirilmelidir.

 Bu bütünleştirme yöntemleri; içgörü, geniş anlamı ile zihin, sevgi, yaratıcılık, gülmece ve trajedi, oyun ve sanat hakkında zaten az çok bilgimiz var. Bu tip bütünleştirici teknikler üzerin­de geçmişte olduğundan daha çok duracağımızı düşünüyorum.İnsan doğasının ikili yapısına ilişkin vardığım bir diğer so­nuç da asla çözülem eyecek sorunların da varolduğunu görmemek gerektiğidir.

Tüm bunlardan şu sonuca varılabilir: İdeal, özgün (authen- tic) ya da kusursuz, tanrısal insan; insanın gizil güçleri şu anda varolan, şimdiye ait bilinebilir bir gerçekliktir. Bu düşünce ede­bi bir lakırdı gibi geliyor olabilir kulağa. Fakat aslında o eski, cevaplanamamış sorunun değişik bir tarzla yinelenmesinden başka bir şey değildir: “Terapi, eğitim ve çocuk yetiştirmenin amaçlan nelerdir?”

Bu, aynı zamanda, ivedilikle üzerinde durulması gereken bir gerçeği ve sorunu gösteriyor. “Özgün insan” üzerine dikkate de­ğer tanımlamaların hepsi, uygulamada, bu insanı geçirdiği deği­şim çerçevesinde ele alır ve yaşadığı toplum aslında genel an­lamı ile toplum ile yeni bir ilişki kurduğunu varsayar. Bu insan kendisini çeşitli açılardan aşmakla kalmaz, kültürünü de aşar. Kültürün belirleyiciliğine direnir. Kültüründen ve toplumundan gittikçe ayrı düşmeye başlar. İnsanlık ailesinin bir bireyi olmaya başlar, yerel grubundan ise uzaklaşır. Sosyolog ve antropologla­rın bunu pek de kolay benimsemeyeceklerinin farkındayım. Bu konudaki her türlü tartışmaya açığım. Ama “evrenselcilik”in te­meli kesinlikle burada yatmaktadır.

Avrupalı düşünürlerin “felsefi antropoloji” alanındaki ça­lışmaları bize yol gösterecek niteliktedir. Felsefi antropolojinin amacı insanı tanımlamak, insan ile diğer türler, nesneler, robot­lar arasındaki farkı açıklamaktır. İnsanın tipik ve belirleyici özellikleri nedir?

İnsanın özünde olan ve yokluğunda insan olarak tanımlanamayacağı özellik nedir?

Bu, Amerikalı psikologların tümden göz ardı ettiği bir konu­dur. Davranışçılık okulu bu tip bir tanımlama çabasına girişmez. En azından tanımlamalarından hiçbirinin ciddiye alınacak denli önemli olmadığı söylenebilir. Freud ise insanı tanımlamada kı­sır bir yaklaşıma sahiptir. İnsanın isteklerini, gerçekleştirilebilir umutlarını, tanrısal özelliklerini göz ardı etmiştir. Freud’un bize geçerli en geniş psikopatoloji ve psikoterapi sistemini sağlamış olması, çağdaş ego-psikologlarmın da yavaş yavaş ayırdına var­dığı gibi, bu durumu değiştirmiyor.

Bazı varoluşçu düşünürler kişinin kendi benliğini yaratma­sı konusuna gereğinden fazla önem vermektedir. Sartre ve diğer­leri “bir tasarı olarak benlik”i, kişinin kendi karar verdiği her şey olabilirmiş gibi süreklilik gösteren (ve keyfi) seçimleri ola­rak ele alırlar. Doğal olarak bu derece uç bir anlayış genetik bilimi ve yapısal psikolojinin olguları ile çelişen savlar içermekte­dir. Açık sözlü olmak gerekirse abartılı bir yaklaşımdır.

Freudcular, varoluşçu terapistler, Roger okulu ve bireysel ge­lişim psikologları ise benliği keşfetme ve açığa çıkarıcı terapi konusuna daha fazla eğildiler ve belki de istenç, karar verme ve kendi seçimlerimize göre kendimizi gerçekleştirme konusuna gereken önemi vermediler.

 (Her iki grubun da fazlasıyla psikolojiye daldıkları ve top­lumbilimi ihmal ettikleri de söylenebilir doğal olarak. Yani, sis­tematik düşünüşlerinde sefalet, sömürü, milliyetçilik, savaş, toplumsal kültür gibi güçlü ve özerk toplumsal ve çevresel be­lirleyiciler üzerinde yeterince durmazlar. 

Aslında hiçbir psiko­log bu tip etkenler karşısında kişinin çaresiz kalabileceği gerçe­ğini yadsımaz. Ama eninde sonunda en önemli mesleki sorum­luluğu, toplumsal belirleyiciler gibi tinsellik dışı(extrapsychic) etkenleri değil tekil kişinin incelenmesini gerektirmektedir. Ay­nı şekilde psikologlar da toplumbilimcilerin yalnızca toplumsal etkenler üzerinde kafa yorduklarını, kişilik, istenç, sorumluluk gibi etkenlerin özerkliğini göz ardı ettiklerini düşünmektedir. Bu iki ayrı grubu, aptallar ya da körler takımı olarak değil de, ayrı uzmanlık alanları olarak kabul etmek daha doğru olacaktır.)

Sonuçta, hem kendimizi keşfettiğimiz ve açığa çıkardığımız hem de ne olacağımıza karar verdiğimiz ortaya çıkıyor. Bu fikir uyuşmazlığı deneysel bir yaklaşımla çözülebilecek bir sorun oluşturmaktadır.

Göz ardı edilen sadece sorumluluk ve istenç değildir. Bun­ların doğal sonuçları olan güç ve yüreklilik de gözden kaçırıl­mıştır. Son zamanlarda psikanalizci ego psikologları bu insani niteliğin önemini kavramış ve “ego gücü” konusuna eğilmeye başlamışlardır. Davranışçılar ise hala bu konunun uzağındalar. 

Amerikalı psikologlar Allport’un idiografik psikoloji (idi- ografik: Bir olguyu genel bir türün yasası bağlamında yalnızca örnek olarak inceleyen ‘nom otetik’e karşılık her olayı kendi içinde ele alma, vaka çalışması -çn.) hakkındaki olumlu düşün­celerini biliyorlar; ancak bu konuya gerekli önemi vermediler. Klinik psikologlar bile bu konu üzerinde yeterince durmadı. Şimdi görüngübilimciler ve varoluşçular da bu konuyu ısrarla vurguluyorlar. Artık bu çağrıya direnmenin çok zor, aslında ku­ramsal açıdan olanaksız olduğunu düşünüyorum. Eğer kişinin özgünlüğü bilim hakkında bildiklerimizle örtüşmüyorsa, sorun geçerli bilim kavramının kendisindedir. Bu kavramın da baştan ele alınması gerekecektir.

 Amerika’daki psikolojik düşünce tarihinde görüngübilimin etkileri olmuştur, ancak bu etkilerin zamanla silinip gittiğini düşünüyorum. Avrupalı görüngübilimciler gayretli ve titiz çalış­maları ile bize, başkalarını anlamanın yolunun ya da en azından belirli bir amaca ulaşmak için gerekli olan yolun onun Weltansc-haaung,una (dünya görüşüne) girmek ve onun dünyasını onun gözleri ile görmekten geçtiğini yeniden öğretebilirler. Bu yargı doğal olarak, olgucu bilim felsefesi anlayışı ile çelişmektedir.

Varoluşçuluğun bireyin nihai yalnızlığına yaptığı vurgu dikkatimizi karar verme, sorumluluk, seçim, kendini yaratma, özerklik ve kimlik kavramlarına çekmekle kalmaz; yalnızlıkla­rın arasında sezgi ve empati, sevgi ve özgecilik, başkaları ile öz­deşleşme ve genelde eşerklik (homonomy) yolu ile kurulan ile­tişimin gizemini daha sorunsal ve büyüleyici bir biçime sokar. Tüm bunları verili kabul etmek yerine açıklanması gereken mu­cizeler olarak görmemiz gerekir. 

 Varoluşçuların üzerinde durduğu diğer bir konunun da yalın bir şekilde açıklanabileceğini düşünüyorum. Yaşamda kar­şılaşılan sorunlara karşı bir savunma mekanizması olarak geliş­tirilen ve bir çeşit güdük yaşam olan yüzeysellik ve sığlığa kar­şılık, yaşamın derin ve ciddi bir boyutu (ya da belki de “trajik bir anlamı”) var. Bu yalnızca edebi bir görüş değil.  Bu yaklaşımın, örneğin psikoterapide, işlevsel bir önemi var. Trajedi zaman zaman sağaltıcı olabilir. Terapiye acı içinde sürüklenen insanlar daha büyük ilerlemeler kaydedebiliyor. Yüzeysel yaşam doyurucu olmadığı zaman sorgulanır ve ancak o zaman temel ilkelere yönelik bir arayış başlar. Varoluşçular, yüzeyselliğin psikolojide hiçbir işe yaramadığını kesin bir şekilde gösterdi.......Türkçesi Okhan Gündüz

 

1 Nisan Şaka Günü

https://cdn.webrazzi.com/uploads/2011/04/1-nisan.jpg🌼👍😀

 İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin 1957’deki “Panorama” adlı programında, aşırı ılık geçen kış ve spagettilere saldıran böceklerin ortadan kalkması sayesinde, İsviçreli köylülerin ağaçlarından görülmemiş spagetti rekoltesi elde ettiği bildirildi. Bunun üzerine binlerce İngiliz telefona sarılarak, evlerinde nasıl spagetti yetiştirebileceklerini sordu.

Amerikan Sports Illustrated dergisi, 1985’te, beyzbol topuna saatte 270 km hızla vuran ve New York Mets takımına transfer olacak Sidd Finch adlı hayali oyuncunun haberini yazdı. Makalede, oyuncunun bu yeteneğini bir Tibet manastırında idman yaparak elde ettiği yazıldı.

1962’de İsveç’in siyah beyaz yayın yapan tek televizyon kanalına 1 Nisan’da çıkan bir teknisyen, yeni ve çok basit bir teknoloji sayesinde izleyicilere renkli televizyon izleyebilecekleri müjdesi verdi. Bu yöntem ekranın önüne bir naylon kadın çorabı germekti ve yüz binlerce kişi bu öneriyi gerçekten denedi.

1996’da Amerikan fast food zinciri Taco Bell’in, Amerikan bağımsızlık tarihinin sembolü olan ve Philadelphia’da bulunan özgürlük çanını satın aldığını ve federal hükümetin çanın adını Taco özgürlük çanı olarak değiştirdiğini açıklaması, halka arasında infial yarattı.   

1977’de İngiliz The Guardian gazetesi, Hint Okyanusu’ndaki hayali San Seriffe ada cumhuriyetinin 10. kuruluş yıldönümünü kutlamak için 7 sayfalık ek çıkardı. Ekte cumhuriyeti oluşturan “Yukarı Kasa” ve “Aşağı Kasa” adalarının kültür ve coğrafyası ayrıntılarıyla anlatıldı.

 1992’de sol eğilimli NPR (ulusal halk) radyosu, Richard Nixon’ın “Kötü bir şey yapmadım ve bir kez daha kötü bir şey yapmayacağım” sloganıyla başkanlık seçimlerine aday olduğunu açıkladı. Nixon’ın sesini taklit eden kişi çok başarılı bulundu.

 1998’de “Bilim ve Akıl için Yeni Meksikalılar”, Alabama eyaletinin, Pi sayısını “İncil’den bir anlam katmak” amacıyla 3,0 olarak değiştirdiğini belirten açıklama yayınlamıştı.

 Yine 1998’de fast food zinciri Burger King, USA Today gazetesine verdiği tam sayfa ilanla, ünlü “Whopper” hamburgeri yerine solak 32 milyon Amerikalı için “Solaklar için Whopper” ürününü çıkaracağını açıklamış, ardından yeni hamburger için yüz binlerce başvuru aldığını bildirmişti.

1995’te Discover dergisi, Aprile Pazzo isimli bir biyoloğun Antarktika’da kafası yassı kemiklerden oluşan ve penguenleri yakalamak için buzu büyük bir hızla ısıtan yeni bir tür hayvan türü keşfetiğini açıklamıştı.

1976’da da İngiliz gökbilimci Patrick Moore, 1 Nisan 09.47’de Pluton Jüpiter’in arkasında geçerken sıradışı bir olay meydana geleceğini, gezegenlerin bu dizilişinin Dünya’nın çekim gücünü azaltacağını söylemişti. Tam bu anda sıçrayanların havada uçma hissini duyumsayacaklarını söyleyen Moore’un bu açıklaması binlerce kişi tarafından uygulanmıştı.

 * * *

1 Nisan Şaka Günü, her yılın 1 Nisan günü kutlanır. Genelde şaka gününde insanların birbirine şaka yapması gelenek haline gelmiştir. 
 
Nisan 1 şakası hakkında farklı kültür, inanç ve dillerde efsaneler bulunmaktadır. 
 
 Fransa (Poisson d'avril - Nisan Balığı) : 1564 yılında Fransa kralı IX. Charles yılbaşını 1 Nisan’dan 1 Ocağa aldırır. Bu arada 1 Nisan’ı sene başı olarak kabul etmeye devam edenlerle alay etmek amacı ile yapılan şakalar, bir süre sonra gelenek haline gelir. 1 Nisan’ı yılbaşı kabul edenlere ise “Nisan Balığı” adı verilir 
 
İngiltere - April Fools' Day - Nisan Aptallar Günü 
 
İskoçya - Gowk veya Cuckoo günü 
 
Nisan 1 veya Nisan Balığı, Hollanda, Belçika, Kanada, ABD, İsviçre, Japonya dahil dünyanın pek çok yerinde tanınmaktadır. Nisan 1 ile ilgili başka bir efsane de Pagan kültüründe 1 Nisan'da kutlanan Fous bayramıdır. Antik Roma'da Hilarya adıyla benzer bir bayram da kutlanmaktadır. Hindistan'da ise bu bayram 31 Mart'ta Holi adıyla kutlanmaktadır. 


Halil Cibran "Her kışın yüreğinde titreyen bir ilkbahar vardır. Her gecenin örtüsünün arkasında tebessümle bekleyen bir şafak vardır."


Η Ελλάδα την άνοιξη | Travel Ideas | Discover Greece 

 ΣΗΜΕΙΩΣΕΙΣ | Η άνοιξη ξυπνά τη φύση με τον πιο όμορφο τρόπο

Άνοιξη στα Μάταλα | Διακοπές στα Μάταλα Κρήτης - Dimitris Resort Hotel 

 Άνοιξη Φωτογραφίες Αρχείου, Royalty Free Άνοιξη Εικόνες | Depositphotos®

 Επίσημη πρώτη αύριο για την Ανοιξη- Στις 12:29 η εαρινή ισημερία

Μύρισε άνοιξη, όχι μόνο στα χωράφια αλλά και στην κουζίνα μας | iTrofi 

 Άνοιξη Γεντιανή Gentiana Verna - Δωρεάν φωτογραφία στο Pixabay 

Kindergarten Art Class: ΑΝΟΙΞΗ

 Εαρινή ισημερία την Παρασκευή στις 5:50 πμ: Επισήμως [αστρονομικά] αρχίζει  η Άνοιξη | Hellasjournal.com 

 ΣΗΜΕΙΩΣΕΙΣ | 31 λόγοι που μας αρέσει η άνοιξη

Η Άνοιξη και η Ποίηση μαζί γιορτάζουν - TRIKALANEWS 

Κάτω από τη βαριά σκιά του κορονοϊού, επισήμως ΑΝΟΙΞΗ από σήμερα -  FreeOpinion.news  

Έρχεται η Άνοιξη με εαρινή ισημερία | Αυγή

Καλώς ήρθες... άνοιξη! 

 Επίσημη πρώτη για… την άνοιξη στο βόρειο ημισφαίριο – News.gr

Την Τρίτη ξεκινά κι επίσημα η Άνοιξη με την εαρινή ισημερία - Έμβολος

20 υπέροχα ρητά για την Άνοιξη, που θα σε γεμίσουν αισιοδοξία! - Κατερίνα  Τσεμπερλίδου

Ζώα δείχνουν την αγάπη τους στην άνοιξη! | Perierga.gr

 Εαρινή ισημερία, η Πρωτοχρονιά της φύσης και η Άνοιξη των Λαών | HuffPost  Greece LIFE

 

Τομέας άνοιξη Menorca με τις παπαρούνες και τα λουλούδια μαργαριτών Στοκ  Εικόνα - εικόνα από posy, floral: 35162963

Deniz Seki - Yakamoz - YouTube

Yonca Lodi - 12 Ay - YouTube

Harun Kolçak Bendeniz (biri var) - YouTube

 Ebru Gündeş - Kaçak - YouTube

 Ajda Pekkan - Senin İçin Burdayım - YouTube

Sezen Aksu Büklüm büklüm - YouTube

Gülşen - Bana Aşkından Öte Köy Yok - YouTube

Göksel - Kabahat Seni Sevende - YouTube

Yeşim Salkım - Deli Mavi - YouTube   

Kayahan - İlk Değil - YouTube 

 Aşkın Nur Yengi - Dün - YouTube

Erol Evgin - Beyaz Yelkenli  - YouTube

Nilüfer - Hayalime Bırak - YouTube

Asya - Nafile - YouTube

Sukriye Tutkun - Gücüm Yetene Kadar - YouTube

Emel Müftüoğlu- Siyah İnci - YouTube

Ziynet Sali Mor yıllar - YouTube

Leman Sam korkarim - YouTube

Zuhal Olcay - Kalbim Uzaklarda Bir Yerde - YouTube

Ayşen Birgör & Begonvil - YouTube

İlhan İrem - Sürgün Gibi Masallarda - YouTube

 

🌼🌼🌼