05 Eylül 2021

Johann Sebastian Bach: The Violin Concertos

Tommaso Campanella "Dünyanın bütün kitapları doyuramaz kafamın açlığını. Neler neler okumadım! Ama yine de kafamın açlığından ölüyorum…Anlayışım arttıkça, bilgim eksiliyor."

 Fototeca Gilardi > Foto FTT13500: Tommaso CAMPANELLA (1568-1639) da Stilo  (Calabria) uno dei maggiori filosofi del Rinascimento. Ritratto in una  incisione del 1857


Tommaso Campanella (1568-1639), düşüncelerini yirmi yedi yıllık hapis hayatıyla ödemiş bir düşünce kahramanıdır. Onun yaşadığı dönem, Avrupa katolik dünyasının parçalanmaya başladığı, modern dünyayı hazırlayan politik, ekonomik ve kültürel olayların oluştuğu günlere rastlar. Daha 14. ve 15. yüzyıllarda, Katolik Kilisesi’nin katı dogmalarına, büyük ve haksız zenginliğine, derebeylik düzeninin kötülüklerine karşı, çeşitli tarikatların önderliğinde, yer yer baş gösteren ayaklanmalar Avrupa’yı baştanbaşa saran bir nitelik kazanmıştı. Bir yandan Kilisenin, bir yandan da kral kuvvetlerinin bastırıp ortadan kaldırdığı bu tarikat ayaklanmaları, başka başka yerlerde, başka adlarla yeniden örgütlenip harekete geçiyordu. İşte, Bohemya’da uzun süre etkin olan Picard’lar ya da Adamist’ler! İşte, İtalya, Fransa ve Almanya’da “insanın bu dünyada mutlu olmasını” isteyen Beggard’lar! İşte, İngiltere’deki Wyclif’çiler, orta Avrupa’daki Hus’cular! Bütün bu tarikatlar, dinsel yenilikler yanında, daha haklı bir toplumsal düzen kurma çabası içindeydiler. Hus’cuların bir kolu olan Taborit’ler, dinsel törenlerin birçoğunu atmakla kalmıyor, din reformunu mal ortaklığına dayanan toplumsal bir devrimle tamamlamak istiyorlardı.

İşte, Campanella bu toplumcu görüşten, bu devrimci ilkelerden yola çıkar ve “Ben doğacak yeni sabahların çan sesiyim” der. Ne yazık ki, ufukta beliren bu yeni sabahı göremeyecektir. Ama onun adı felsefe ve sosyal doktrinler tarihinde, bir müjdeci olarak, yaşamış ve yaşayacaktır.

Campanella, İtalya’da Calabria bölgesinde Stilo kasabasında dünyaya geliyor. Daha küçük yaştan, üstün zekâsı ve okumaya olan aşırı tutkunluğuyla dikkati çekiyor. On üç yaşında çeşitli konular üstüne şiirler yazıyor, uzun uzun söylevler veriyor. On beş yaşında Cosenza dominiken manastırına giriyor ve orada Aquinolu ermiş Augustinus’un Somma Theologica’sını defalarca okuyor. Çok geçmeden manastırda okumadığı eser kalmıyor. Bilgiye olan susuzluğunu bir şiirinde şöyle dile getiriyor: “Dünyanın bütün kitapları doyuramaz kafamın açlığını. Neler neler okumadım! Ama yine de kafamın açlığından ölüyorum… Anlayışım arttıkça, bilgim eksiliyor…”

Dinsel konulardan az zamanda bıkan Campanella, felsefeye veriyor kendini. Büyük İtalyan filozofu Telesio’da aradığı önderi buluyor. Doğruyu kitaplardan çok, tabiatın gözleminde arayan Telesio, Aristoteles’in bütün bir çağı etkileyen felsefesine karşı tabiat felsefesini savunuyordu. Bu amaçla da “Academia Telesiana” adıyla bir felsefe derneği kurmuştu. Telesio’nun temel düşüncesi şuydu: Bilim soyut kavramlardan değil, gerçek varlıklardan yola çıkmalıdır; deney, bilimin başvurması gereken temel kuraldır.

Campanella yirmi iki yaşında ilk eserini yazıyor. Bu, Telesio’yu düşmanlarına karşı savunmak ve Aristoteles felsefesini çürütmek amacıyla kaleme aldığı Philosophia sensibus demostratat’tır. Eser cizvitlerin saldırısına uğruyor. Sapkınlık ve büyücülükle suçlanan Campanella, Papa’nın emriyle Cosenza’dan ayrılıp Stilo’ya dönmek zorunda kalıyor. Stilo manastırında boş vakitlerini okumak, bilgisini artırmakla değerlendiren Campanella, çok geçmeden “bu dar ve karanlık hapisevinden” kaçıyor. On yıl, İtalya’yı baştanbaşa dolaşıyor. Venedik’te Galile’yle, daha birçok tarihçi ve filozofla tanışıyor. Uğradığı yerlerde, alışılmış düşüncelerle, kör inançlarla savaşıyor. İtalya’nın hemen bütün büyük kentlerini gördükten sonra, savaşkan ve kararlı, Stilo’ya dönüyor.

Campanella’nın hayat dramı burada başlıyor. 1600’larda bütün güney İtalya, İspanya’nın bir sömürgesi haline gelmişti. Özellikle Calabria bölgesi, din adamlarının elinde daha da yoksullaşmıştı. Bir yandan engizisyon vahşeti, bir yandan yoksulluk, toplumsal isteklere yol açmaktaydı. Kültür merkezleri olan kitaplıklar ve akademiler kapatılmıştı. Serbest düşünce manastırlarda barınabiliyordu ancak.

Yurdunu İspanyol boyunduruğundan kurtarmayı düşünen Campanella bir ayaklanma tertiplemeye başlıyor. Pietro Giannone Napoli Tarihi adlı eserinde bu ayaklanma için şunları söylüyor: “Campanella yeni düşünceleri, özgürlük ve cumhuriyet tasarılarıyla az kalsın Calabria’nın altını üstüne getirecekti. Krallıkları yeni bir düzene sokmaya, toplumları yönetecek anayasalar koymaya kadar ileri götürmüştü işi.” Anlaşılan, Campanella, sonradan hapiste yazacağı Güneş Ülkesi’nin toplum düzenini daha o zamandan tasarlamış, politik ayaklanmayı, daha önceki sapkın tarikatların yaptığı gibi, toplumsal bir reformla tamamlamaya kalkmıştı.

Papa Paulus V, Urbanus VII, Bacon ve Richelieu gibi astrolojinin özel etkilerine inanan Campanella, yıldızlardaki birtakım belirtilere bakıp, dünya yüzünde, özellikle Napoli krallığında ve Calabria’da devrimler olacağını söylüyordu. Dinsel ve toplumsal alanda gerekli saydığı yenilik düşüncelerini birçok manastır rahiplerine benimsetmişti. Giannone’ye bakılırsa, üç yüzü aşkın rahip bu ayaklanmaya katılıyor. Birçok vaiz halkın arasına girip “Özgürlüğe kavuşmak, parayla insan kanı akıtan, yoksulları ezen kral adamlarının işkencelerine son vermek için birleşmeye” çağırıyorlar onu. Napoli’li birçok soylularla birlikte bir hayli piskopos da bu ayaklanmayı destekliyor. Bu ara, bir Türk donanmasının yardımı da sağlanıyor.

Ama ayaklanma önceden haber alınarak önleniyor ve bir Türk gemisine kaçmak üzere anlaştığı bir kayıkçıyı bekleyen Campanella bir kulübede yakalanarak Napoli’ye götürülüyor. Atıldığı hapishanede korkunç işkencelere uğruyor. Atheimus triumphatus adlı eserinin önsözünde Campanella çektiği işkenceleri şöyle anlatıyor:

“Elli hapishaneye girdim çıktım. Yedi kez, tüyler ürpertici işkencelere uğradım. Son işkence kırk saat sürdü. Bedenimi iplerle sıkı sıkı sarıp kan revan içinde bıraktılar. Ellerimi arkaya bağlayıp, sivri bir kazığın üstüne sallandırdılar beni. Kırk saat sonra beni öldü sandılar, işkenceyi durdurdular. İşkencecilerimden bazıları, canımı daha da yakmak için, asılı bulunduğum ipi habire oynatıyor, boyuna küfür savuruyorlardı. Bazıları da, ‘Yaman adam, doğrusu’ demekten kendilerini alamıyorlardı; Hiçbir şeyle sarsamadılar, alt edemediler beni, bir tek söz bile alamadılar ağzımdan (1) Tam altı ay süren bir hastalıktan, bir mucizeyle kurtulduktan sonra, bir çukura attılar beni. On beş ay kaldım orada. Sonra yargıç önüne çıkarıldım. Önce bana: ‘Öğrenmediğin şeyi nasıl bilebilirsin? Şeytan mı var senin emrinde?’ diye sordular. Ben de: ‘Bildiklerimi öğrenmek için, sizin içtiğiniz şarapların on misli kandil yağı harcadım’ diye karşılık verdim. Üç Düzmeci adlı kitabı yazmakla suçladılar beni. Oysa ben daha dünyaya gelmeden basılmıştı bu kitap. Beni Demokritos’un düşüncelerini benimsemekle, kiliseye karşı düşmanca duygular beslemekle, din kurallarının dışına çıkmakla suçladılar. Güneş’te, Ay’da ve yıldızlarda devrimleri haber veren belirtileri ileri sürüp ayaklanmalar hazırlamakla, dünyayı sonsuz ve bozulmaz gösteren Aristoteles’e karşı çıkmakla suçladılar beni. Bütün bunlardan ötürü, beni tıpkı Jeramiah gibi, havasız, ışıksız bir çukura tıktılar.”

Campanella’nın hapislik hayatı yirmi yedi yıl sürüyor. Böylesine uzun bir işkence hayatına Campanella gibi ruh ve kafaca sağlam, inançlarında sarsılmaz bir insan dayanabilirdi ancak. Nitekim işkencecilerine karşı başı hep havada kalıyor, onlardan ne bağışlanmasını istiyor, ne de yardım bekliyor. İstediği tek şey, kitap, kâğıt ve kalem; yani, kafasını beslemek ve kafasının ürünlerini dışarıya saçmak.

Campanella’nın hapis hayatı 1926’da sona eriyor. İspanya kralı Philip III’ün ölümünden sonra (1621), papa Urbanus VIII’in beş yıl süren çabasıyla serbest bırakılıp Roma’ya gidiyor. Çok geçmeden, pusuda bekleyen düşmanlarının saldırısına uğruyor ve Fransız elçisinin yardımıyla Fransa’ya kaçıyor. Kardinal Richelieu ve Louis XIII.’den yakınlık ve yardım gören Campanella ömrünün geri kalan kısmını Paris’te dominken manastırında sessiz ve rahat geçiriyor. 1639’da, yetmiş bir yaşında ölüyor.

Campanella, hemen hepsi Lâtince olan sayısız eserler yazmıştır. Felsefe tarihinde Campanella’nın adı, Aristoteles felsefesinin düşmanı ve deneysel yöntemin öncüsü olarak anılmaktadır. Bacon’dan önce, fizik alanında, gözlem olmadan, varsayımlar deneylemeyle kontrol edilmeden sağlam hiçbir bilgiye varılamaz, diyen o olmuştur (G. Fonsgrive), Calabria’lı filozof, her şeyden önce, felsefeyle tanrıbilimi birbirinden ayırmak gerektiğini ileri sürüyor. Ona göre, felsefe duygu ve akıl yoluyla varılan tabiat bilgisidir, İncil’se imanla tabiat-üstü dünyasını tanımayı amaç edinmiştir. Tabiatı öğrenmek, günlük yaşayışımızda ondan faydalanmak anlamına geldiği halde, tanrıbilim sadece ruhun kurtuluşuyla ilgilenmektedir. Onun için, felsefe, tabiatın sırlarına yönelmiş bir araştırma olarak, Kutsal Kitapların baskısından kendini kurtarmalıdır. Çünkü bu kitapların böylesi bilgiyle hiçbir ilişkisi yoktur. Ayrıca felsefe, kendini insandan (örneğin, Aristoteles’ten) gelen her türlü otoriteden de kurtarmalıdır (Bruna Widmar).  

ÖNSÖZ Tommaso Campanella (1568-1639)

Güneş Ülkesi   Felsefe eserlerinin değeri ne denli büyük olursa olsun, Campanella’dan bugüne kalan, adını ölümsüzleştiren şey, hiç şüphe yok ki, Güneş Ülkesi’nde dile getirdiği toplumsal bir düzen düşüncesidir. İlk defa Utrecht’de 1643’de basılmış olan Güneş Ülkesi, (Civitas Solis), Platon’un Devlet’i ve Thomas More’un Utopia’sıyla aynı düşünce çizgisi üzerinde, insanoğlunu mutlu bir yaşayışa kavuşturma yolundaki isteklerin en temiziyle yazılmış eserlerin başında gelir.

Güneş Ülkesi Campanella’nın, günün birinde gerçekleşeceğini düşündüğü filozofça bir devlet tasarısıdır. Campanella bütün kötülüklerin ve haksızlıkların kaynağını, insanın kendinden başkasını düşünmemesinde, dünya malının ‘benim’ ‘senin’ diye bölüşülmesinde buluyor. Ona göre, insanlar, genel çıkar kaygısından uzak oldukları sürece, kendi dar çevresinde, kendilerinden başkasını düşünmezler. Oysa toplum halinde birleşen insanların amacı genel çıkar olmalıdır. Özel çıkarları kaldıralım, ortada toplum yararından başka bir şey kalmaz. Bencil davranışlar, eninde sonunda, toplum güçlerinin çatışmasına yol açar. Oysa bu güçlerin genel çıkara yönelmesi, güçler arasında tutarlı bir denge yaratır. Bu yüzden, Güneş Ülkesi’nde her şey devletin, genel çıkarın buyruğu altındadır.

Campanella toplumcu ve devrimci ilkelerden yola çıkarak; "Ben doğacak yeni sabahların çan sesiyim" demiştir.

 Campanella’nın Sosyal Yayınları’ndan çıkan “Güneş Ülkesi” (Civitas Solis) adlı eserine Vedat Günyol’un yazdığı Önsöz’den (Tommaso Campanella, Güneş Ülkesi, Çevirenler: Haydar Kazgan – Vedat Günyol, 1. baskı, Mart 1985).

TOMMASO CAMPANELLA GÜNEŞ ÜLKESİ

Turan Dursun "Akıl ve bilim, aydınlık kesimdedir."

 


                                                                                   

Turan Dursun Hayatını Anlatıyor – Şule Perinçek 

TURAN DURSUN HAYATINI ANLATIYOR - ŞULE PERİNÇEK | Nadir Kitap

Murathan Mungan - Diyalektiğe Övgü * Yağmur Taneleri


 
 Diyalektiğe Övgü

Yaşıyorsan eğer' hiçbir zaman deme'.
Yıkılır, yıkılmaz görünen,
Kalmaz hiçbir şey nasılsa öyle
Buyuranlar verdiklerinde son buyruklarını
Buyruk altındakiler başlar konuşmaya,
Kim'hiçbir zaman' demeyi göze alabilir?
Zulüm yürürlükteyse, kim suçlu: Kendimiz
Ve kimdir omu yıkmak zorunda olan: Biz
Yenilen kalk ayağa!
Herşeyini yitiren, dövüşe devam!
Kavramışsan olup biteni, seni kim tutabilir?
'Hiçbir zaman'dan 'bugün' doğar
Bugün yenilen yarının yenenidir.

 

 

Yağmur Taneleri

Damla düştü toprağa cemre misali
En büyüleyici pırıltısıyla dün akşam,
Mis gibi kokusuyla büyüleyen etrafı
Eksikliğini hissettiğimiz ama söyleyemediğimiz,
Tek tek ama beraberce kardeşcesine
Göl gibi derler ya işte öyle durgun ve sessiz
Üzüntülülerini paylaşırlar sevinçleri paylaştıkları gibi ,
Lisanlarıyla sevgiden bahsederler hep
Esintisinde bir samyelinin bir ömür boyu,
Rahatlatıyor tüm sevgiye muhtaçları şu yağmur taneleri.

 

Ahmet Kutsi Tecer Seçme şiirler


HALAY ÇEKEN KIZLAR

Çekin halay, çalsın durmadan saz1ar,
Çekin ağır ağır halay düzülsün.
Süzülsün oyunlar, süzülsün nazlar,
İnce beller, mahmur gözler süzülsün.

Tutun kızlar tutun, birleşsin eller,
Ça1ın sazlar çalın, kırılsın teller,
Dönün kızlar dönün, kıvrılsın beller,
Siyah, uzun saçlar tel tel çözülsün.

Kayan yıldız gibi geceki izden.
Bakışlar saçılsın kirpiğinizden,
Etekler içinde naz eden dizden,
Üzülsün bu deli gönlüm üzülsün.



YÖRÜK HASRETİ

Güneyde bir avuç toprağım,
Bir evim, kışlağım olaydı,
Baharda göçseydi otağım,
Toros’ta yaylağım olaydı.

Onulmaz içimde bu yara,
Şehirler dumandan kara,
Çıkaydım dağlara dağlara,
Bulutlar çardağım olaydı.

Pınar obamızın nennisi,
Çimen yatakların en iyisi,
Elimde her gün yenisi,
Güneşler bayrağım olaydı.

N’olurdu göçseydi otağım,
Çukur’da olsaydı kışlağım,
N’olurdu Toros’ta yaylağım,
Güneyde toprağım olaydı.

DENİZ

Şimdi her uyanık limandan uzak,
Derinlerde engin bizi sarıyor.
Güverteden korsan gibi aşarak
Ne arıyor sular, kimi arıyor?

Yolcular yolcular deniz çağrıyor,
Çağrıyor kükreyen suların sesi.
Kükreyen, çıldıran sular bağrıyor,
Bağrıyor toplamak için herkesi.

O yandan bir vapur, bu yandan yelken,
Kimi dün kalkmıştır, kimi bu sabah.
Kimbilir nereye doğru giderken
Onları burada topluyor Allah.

Ey şimdi hepsinin, ardımda kalan
Yüzleri dağılmış, solgun birer iz.
Hemşirem teselli, kardeşim yalan,
Gidiyorum artık çağrıyor deniz,

Çağrıyor ve sular bizi arıyor,
Arıyor kükreyen, çıldıran sular,
Geriye dönmek güç, ilerlemek zor,
Ne uzak bir ışık, ne bir liman var.

Yolcular, yol uzun ve her birimiz
Ya küçük bir ilah, ya bir kahraman.
Dalgalar, siz fakat yol gösteriniz,
Nerdedir ruhumuz için son vatan?