16 Ağustos 2018

Hacı Bektaş Veli "Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır"





Charles Bukowski - En İyi Adamlar Yalnızken Güçlüdür

 
Seçimini
zekice
yapmak
yarılamaktır
zafere giden yolu;
diğer yarısı
kayıtsızlıkla
fethedilir.


Bir yanda
istediğin
her şeyi
söyleyebilirsin,
öte yanda
mecbur
değilsin.

Ben
bir şekilde
ikisini de
yapmayı
becerdim.

Bu yüzden
benimle
bir sorununuz varsa
size
aittir.


İlhan Selçuk - Düşünüyorum Öyleyse Vurun

 A'dan Z'ye
Daktilonun başına geçtim; piyanosunda ne çalacağını düşünen sanatçı fiyakasıyla ellerimi makinenin tuşları üzerinde gelişigüzel gezdirdim.

Harflere baktım.

Şişgöbek D'ye, ince İ'ye, dengeli H'ya, yuvarlak O'ya, balık oltasına benzeyen J'ye, ayakyolunu anımsatan W'ye, öküz çağrışımı yaptıran Ö'ye, cetvel gibi T'ye, yılan gibi kıvrılan S'ye göz attım.

Harfler susuyorlardı.

Konuşmamı sürdürdüm:

- Ne susuyorsunuz? Atatürk niçin yazı devrimi yaptı? Sizleri uygar dünyadan alıp niçin Türkiye'ye getirdi? Gerçekleri söylemeniz amacıyla değil mi?

Harfler susuyorlardı.

Öfkelendim, ama belli etmedim; onları yüreklendirmeye çalıştım:

- Sizler Arap harflerine benzemezsiniz. Onlar "evet efendimci" idiler; boyunları da biçimleri gibi büküktü. Sizler doğruları yazabilirsiniz, fikir özgürlüğünün kaynağından gelen bir kökeniniz var.

Baktım ki harflere laf anlatmak zor; yazmaya başladım.

- Bu ne alçağpiklid...

O ne?

O ne?

Bilmem ki nasıl oldu? Harfler birbirine karışıverdi; yumuşak g'nin ardından p kendini ortaya attı, i boyuna bakmadan işe karıştı, k araya girdi, l ile d fırsatı kaçırmadılar.

Gözlerime inanamıyordum; yazdığım sözcüğü karalayıp

yeniden işe başladım:

- Bu alçağpikld...

Harfler görünmez bir gücün etkisiyle direnişe geçmiş gibiydiler. Kafamdakini kağıda dökmeye kalktığımda makinenin tuşları birbirine karışıyordu.

Sordum:

- Ne yapıyorsunuz? Bana kafa mı tutuyorsunuz? Bu ne terbiyesizlik?

Şişgöbek D konuşmasın mı:

- Kendine gel, aklını başına topla, sonra seni biz bile kurtaramayız.

Kızdım:

- Ulan şişgöbek, diye bağırdım, sen bu işe karışma! Ben ne yazacağımı bilirim. Hem sizler ben ne yazarsam boyun eğmek zorundasınız.

Yılana benzeyen S, ıslık gibi bir sesle konuşup kendini ortaya koydu:

- Şaşayım sana, biz senin istediğini yazamayız, kağıda dökemeyiz.

Ş ise S'yi destekledi:

- Şşşşşt, hop dedik!..

Aklım başımdan gitmişti.

Daktilonun tuşları arasında yer alan w, q, x'e gözlerimi çevirdim. Bunların bizim alfabede yerleri yoktu, ama acaba ne diyorlardı?... Hep birlikte konuştular:

- Biz senin istediğini yazmak zorundayız, görevimizin bilincindeyiz.

Bir kavga başladı; kağıt üzerinde harfler birbirine

girdiler:

ğtwtekxjwgatolşqasn!..

Bağırdım!

- Durun be! Bu rezalet nedir? Rahmetli Başbakan Refik Saydam doğru söylemiş: A'dan Z'ye kadar bu ülkede her şey bozuk...

W, q, x kafa tutmasınlar mı:

- Biz bozuk değiliz. Sizin başbakanınız "A'dan Z'ye kadar her şey bozuk" derken, sizin alfabeden söz açmıştı.

Acaba doğru mu söylüyorlar, diye düşünürken benim de kafam bvzuldu. A'dan Z'ye her şeyin bozuk olduğu yerde benim kafam neden bozulmasındı? Umursuzluğa kapıldım, yazacaklarımdan vazgeçtim.


Turgut Uyar Söylenir ve yarım kalır

 
bütün aşklar yeryüzünde
bir kaktüs bol sudan nasıl
nasıl çürürse öyle

en sevdiğim temmuzdu aylardan
hazirana benzediği için biraz
biraz da kendiliğinden
belki de müşteriye iyi davranan
efendi bir bakkal kimliğinde

nasıl mutlu oldum iki yaz
nasıl mutlu oldum kardeşler
salkımsöğüt bir ben iki
bir üçüncü var mıydı bilmiyorum
üçüncü vardı elbet
bir yaban ördeğinin sevincini taşıran
bir sonbahar gibi köpüren
temmuza benzese de
öyle oldum ki anlatamam
sıcak yaz
solgun bir coğrafya gibi belleğimde
şapkalar çiçekler eski elbiseler
geçmişi olan eski elbiseler
denizden çıkan bir ışık
unutulmuş bakımsız arka bahçeler
öyle oldum ki anlatamam
her mevsimde sonbaharı taşlayan
bir çocuk nasıl olursa öyle
belki de bitip tükenmeyen
bir fetih döneminde
atlar nasıl kişnerse
yani durgun bir suyun
erguvandan aldığı renkle
gidip geldim caddelerde
Fatih nerdeydi Samatya nerde
nerden gidilirdi Üsküdar’a
düşünüp durdum günlerce

anlatamam ormanların ettiğini
nasıl dayandım o mutluluğa
tükenmez bir ışık olan mutluluğa
deniz ve ışık olan
karmakarışık bir mutluluğa
nasıl

şimdi bir şarap gibiyim
coğrafyasız
eskimeye bırakılmış fıçısında