07 Mayıs 2020

Kitaplar - Rıfat Ilgaz



Üç odalı bir ev kiraladığım gün,
Kurtulacak kitaplarım
Merdiven altındaki şeker sandığından.

Gün geçtikçe bir kitaplığım olacak,
Tabanında halı döşeli
Benden söz açıldı mı
Önce kitaplarımın sayısı söylenecek
Sonra baremdeki derecem..
Bense herşeyden uzak,
Kitaplarımın ortasında kendimi unutacağım

Evde bulunmadığım günler
Meşgul diyecek beni soranlara
Güler yüzlü hizmetçim.

Başka bir gün
En kalın kitabımı okur görünürken
Bastıracak misafirlerim
En yakın dostumun
Dalgın dalgın bakıp yüzüne
Adını soracağım
Çıkarırken gözlüğümü
Nerde tanıştıktı diyeceğim
Yabancı gelmiyor yüzünüz
Dalgınlığım onları güldürmiyecek.

Sorarlarsa dünyanın gidişini
Duvardaki büyük adam resimlerine bakıp
Eflâtun'dan satırlar okuyacağım.


Yalıda Sabah - Haldun Taner



Neden Sonra
Güya iki buçuk matinesi için sözleşmişlerdi. Halbuki saat üçü çeyrek geçiyordu. İhsan sigarasını yere atıp ezdi; "Hiç bu kadar beklettiği olmazdı" diye söylendi. Sokağın üstüne ince ince yağmur yağıyordu. Berberin köşesi­ne yine o her zamanki kestaneci oturmuş ... Genç adam sinemanın basamaklarını indi. Karşı sokağa dalıp caddeye çıktı. Beyazıt Meydanı yağmurun altında pırıl pırıl parlıyordu. Cad­deden tramvaylar gelip geçiyor, camları buğulanmış otobüsler müşterilerini bırakıp acele acele yollarına gidiyorlardı. İhsan ıslak kaldırımın üstünde bir aşağı, beş yukarı dolaşmaya başladı. Her seferinde, "Bir Topkapı arabası daha beklerim. Bun­dan da çıkmazsa çeker giderim" diye karar veriyor, fakat Melahat gelen tramvaydan çıkmayınca, yine de ayrılıp bir yere gidemiyor­du. Gözleri Aksaray yolunda, bir çeyrek daha bekledi. Üç buçuk olunca ümidi büsbütün kesti. Belli bir şey ki artık gelmeyecekti. Kız onu düpedüz ekmişti işte ... Bunda anlaşılmayacak bir şey yoktu. Zaten geçen defa mu­hallebicide kapısını yapmamış mıydı? Mantosunun düğmesi ile si­nirli sinirli oynayarak;

"İhsan" demişti, "annem duymuş gezdiğimizi. Eniştemin kar­deşi gördüydü ya bizi Alemdar' da ... Artık beni sokağa bırakmıyor­lar. Teyzeme diye kaçamak geldim bugün:' İhsan o gün bu sözlere ehemmiyet vermemişti. Kadın milleti değil mi, numara yapmasalar işleri rasgitmez, diye düşünmüştü. Şimdi görüyordu ki, o sözlerin altında başka manalar saklı imiş. Demek buymuş sonunda yapacağı ... Zaten arkadaşlar çıtlatmışlardı da o inanmak istememişti. Ona Bahçekapısı'nda manifaturacılık eden varlıklı bir talipten bahset­miş, bir de Melahat'ın mahallesinde oturan uzun boylu bir tıp tale­besini göstermişlerdi. O bunu çoktan anlamalıydı. Anlamalı da ken­diliğinden çekilmeliydi. Olmamıştı işte. Yapamamıştı. Nah kafa! .. O anda gözünün önüne Melahat'ın hayali geldi. Kızı o kendin­den emin, uzun boylu tıbbiyelinin koluna asılmış, Beyoğlu sine­malarının resimlerine bakarken görür gibi oldu. Kimbilir belki de şimdi o züppe ile ... Halbuki o burada, cebinde loca bileti, rezil gibi bekliyordu. Birden şakaklarının zonkladığını hissetti. Yağmur şimdi daha da şiddetlenmişti. Islak bulutlar adeta damlara sürtünmek ister gibi, alçaktan alçaktan uçuşuyorlardı. İhsan, "Bırakırlar mı hiç sana .. :' diye düşündü. "Alemin güp­güzel kızını hiç bırakırlar mı sana? Elinde bir lise diploman bile yok ... Yarın askere gittin mi neferi merkumsun sağlam ... O zaman insanı birinciye de bindirmezler. Bir de kalkmış elin beyzadeleri ile aşık atarsın:' Briyantinli saçlarından ensesine süzülen yağmuru unutmuştu bile. İki kere arka arkaya hapşırınca aklı başına geldi: "Basıp git­sem ya artık, ne duruyorum?" diye kendine kızdı. Durak yerinde beş-altı kişi tramvay bekliyorlardı. Onların arasına karıştı. Fakat tam o sırada Melahat'ın karşı kaldırımdan, koşa koşa geldiğini gördü. Kız onu fark etmemişti. Kırmızı eşarbını başına şemsiye gibi tutarak caddeyi geçti, sinemanın sokağına saptı. Onu  görür görmez İhsan'ın kalbi küt küt atmaya başlamıştı. Fakat inadına ağırdan aldı. Heyecanını bastırmak için bir sigara yaktı. Sonra telaşsız, emin adımlarla sinemaya doğru yürüdü.

Melahat holde şaşkın şaşkın  döneniyordu. İhsan'ı görünce uçar gibi geldi: "Beklettim değil mi? Seni çok beklettim değil mi?" diye sordu. "Bilsen ne geldi başıma:' İhsan; "Yooo ... Beklemedim" dedi. Ve sigarasının dumanını kayıtsız­ca havaya üfledi. Kız elini kalbine götürmüştü: "Ay  tıkanacağım" dedi. "Öyle koştum ki ... Tam hazırlandım çı­kıyordum, halamın eltisi gelmez mi?  Evde kimse olmadığından oturmak icap etti. Aklım hep sende ... Kadın gitmez de gitmez. Ne ise güç halde yola koydum. Eniştemlerin önünden geçmemek için de çamurlara battım bütün:' İhsan bunları kös dinledi. Kendini affettirmek için karşısında çırpınan bu burnu kızarmış kızı şimdi lakayt, sakin ve biraz da kü­çümser bakışlarla süzüyordu. Melahat onun bu halinden işkillendi: "Ne var? .. Niye bana öyle bakıyorsun?" dedi. Genç adam; "Hiç .. :' diye cevap verdi. Kız aradaki tatsızlığı dağıtmak ister gibi; "Ne bekliyoruz? Girelim bari. Yarısından seyrederiz" diyerek sinemaya doğru ilerledi. İhsan isteksiz isteksiz arkasından yürü­dü. İçeri girdiklerinde birinci film çoktan başlamış, hatta sonuna bile yaklaşmıştı. Programcı kadının aşağı doğru tuttuğu el lamba­sı bir an için Melahat'ın uzun bacaklarını aydınlattı. Kızın ipek ço­rapları, püskürtme çamur içinde kalmıştı. Kadın locanın kapısını Üzerlerine kapayınca ıslak paltoları­nı çıkarıp yan yana fakat hayli aralıkla oturdular. Melahat sert bir baş hareketiyle saçlarını arkaya atıp ensesine dökülen buklelerini kabarttı. Bu arada kollarını kaldırmış olduğundan locanın içinde taze bir ter kokusu dalgalandı.

İhsan put gibi oturmuş filmi seyrediyordu. Kız;

"Nen var kuzum bugün? Hasta mısın sen?" diye sordu. İhsan başını çevirmeden; "Hayır" diye cevap verdi. "Bir şeye mi sıkıldın? Geciktiğime mi kızdın?" "Yok canım, ne münasebet!" "Söyle rica ederim. Vallahi darılırım:' Önlerindeki sıralardan bir adam başını kaldırıp onların locası­na doğru baktı. Melahat sesini alçalttı: "Ölümü öp söylemezsen! Ne oldu? Biri sana beni mi çekiştir-İhsan cevap vermedi. Perdede şimdi yüzü çilli bir çocuk babasına sarılmış, ağlayarak bir şeyler anlatıyordu. Melahat; "Beni bugün surat etmek için mi çağırdın? Ben de çıkar gide­rim" dedi ve çıkıp gidebileceğini göstermek ister gibi asılı manto­suna baktı. İhsan, gözü hep perdede olduğu halde; "Bırak da filmi seyredelim!" diye söylendi. "Ya, öyle mi!  Pekala .. :· dedi Melahat ve  hiddetten soluyarak ayak ayak üstüne atıp sustu. İhsan onun yüzünü görmüyordu, ama şimdi burun kanatla­rının titrediğini ve sinirli sinirli dudaklarını kemirdiğini gayet iyi biliyordu. İlk filmin sonuna kadar dargın gibi oturdular. Işıklar yanınca Melahat her zaman yaptığı gibi locanın gerisine büzülüp sırtını salona döndü. İhsan sigara içmeye dışarı çıkmıştı. Aralık kapıdan Melahat'ın kendisine baktığını görünce önünden geçen programcı kadının göğsünü iştahlı iştahlı süzdü. Locaya da inadına öbür film başladıktan beş dakika sonra girdi. Kız uzun zaman hiç konuşmadı. Fakat bir ara İhsan'ın kendine bakar gibi olduğunu hissedince; "Anlıyorum" dedi, "ben sana artık yük olmaya başladım. Beni nasıl atlatacağını düşünüyorsun. Üzme kendini. Bir daha buluş­mayız olur biter:'

İhsan başını çevirdi. Bir şey söyleyecekti, vazgeçti. Perdedeki Bing Crosby şimdi içli bir şarkıya başlamıştı. Me­lahat; "Biliyordum zaten" dedi. "Biliyordum artık benden usandığı­nı ... Zaten senin için gelgeçin biridir demişlerdi. Bende kabahat ki sana inandım, sana bağlandım:' Birden küçük mendilini burnuna tutup ağlamaya başladı. Ön sıralardan birkaç baş birden arkaya çevrilmişti. İhsan; "Deli olma, herkes bize bakıyor" dedi. Melahat; "Bakarlarsa baksınlar,  hiçbir şey umurumda değil" diye ıslak bir sesle cevap verdi. İhsan locanın karanlığında gülümsedi. Yanı başında kendi için ağlayan bu küçük kız şimdi ona perdedeki filmi de, salondaki se­yircileri de, dışarıdaki dünyayı da bir anda unutturuvermişti. Kızı saçlarından kavrayıp, "Sus artık, hadi sus!" diye kendine doğru çekti. Melahat'ın yaşlarla ıslanan dudaklarında bugün tuzlu bir erik çeşnisi vardı.