17 Mayıs 2020

Aşık Mahzuni Şerif "Cumhuriyet ve Getirdikleri"



29 Ekim 1923 te Cumhuriyet'in ilanıyla, büyük önder Mustafa Kemal cumhurbaşkanı seçiliyor ve Türkiye devleti hukukta, kültürde ve ekonomide uyguladığı siyasetle dünyada eşi görülmemiş reform ve yeniliklere dönülmez imzalar atılıyordu. O atılan imzalar ki, bugün memleketin bekasını sağlayan devrimlere de temel hazırlamaktaydı. Anadolu topraklarında, halifeler tarafından biçare kılınmış kocaman bir halk, kurtuluş aşkıyla en ağır şerait karşısında dahi bil fiil işgal edilmiş topraklarından düşmanı söküp atmıştır.

Ne için atmıştır, bundan böyle hiçbir manda kabul etmeyecek, özgür, bağımsız, kudretli bir devlet adına söküp atmıştır. 3 Mart 1924 te hilafete son verilip padişah cenderesi ortadan kaldırılmış, buna bağlı olarak da, 2 Eylül 1925 te de tekke, zaviye ve türbeler kapatılmıştır. Kıyafet kanunları tanzim edildi, uluslararası takvim, saat ve ölçü birimleri aynı yıl içerisinde resmi tasnif kazandı. Takip eden yıllarda da, Türk Medeni Kanunu, Harf devrimi, Kadınlara seçme seçilme hürriyeti, soyadı kanunu, dil devrimi gibi bugün hayatımızı ayakta tutan çok önemli Cumhuriyet umdeleri var edildi.

Durum böyleyken, kendi atalarının dedelerinin mirasında yaşayan Büyük Türkiye Cumhuriyeti'nin evlatları, hala bu Uranyum çağında padişahların korkusuyla titreyen şeyhülislamların, kadıların, düşman yardakçısı yobaz softaların kalıntılarıyla yaşamak ve bu bağımsız ülkeyi gelecek tehlikelere hazırlamak istemektedirler. Türkiye Devleti'nin büyük hamisi Mustafa Kemal, o efsanevi söylevinde:

"Memleket bilfiil işgal edilmiş olabilir, iktidarda bulunanlar gaflet ve dalalet, hatta ihanet içinde bulunabilirler." demektedir. Herkesçe bilinmelidir ki, bu unutulmaz sözler yalnız kurtuluş yıllarına ait değildir. Aslında bugün için ve bundan sonra gelecek bütün yıllar için söylenmiştir.

Bir memleketin topraklarında yabancı kültür at oynatıyor, kendi kültürüyle alay ediliyorsa, hazinesi yabancı paralarla, daha doğrusu gırtlağına kadar borç paralarla ayakta kalmaya çalışıyorsa, madenlerinde yabancı patronlar bayrak açmışsa, binlerce yıllık gelenek ve görenekleri batı uygarlığı adına ayaklar altına alınmış, folklorü, türküsü, şarkısı, rak, rok, sirtake gibi batı uygarlıklarının şımarık ve kokuşmuş havasına ramak kalmışsa, para değeri yabancı paralar karşısında durmadan erimekteyse, insan siyasetinin en yakışır en münasip en layik hakkı olan Cumhuriyet yaşamının getirdikleri, ona muhalif olan fanatik, bağnaz, şeriatçı, padişahcı, hünkarcı, ümmetçi illegal gizliliklerle tehdit altındaysa, şeyhler, müritler, muskacılar, falcılar, Ana hatunlar, Şıh babalar ortalığı kasıp kavuruyorsa, bu memleket daha nasıl işgal edilsin, üstelik iktidarlar gaflet içindeyseler.

Aslında demokratik parlâmenter ve özgürlükçü yasaları bünyesinde yaşatan bir devletin, dine yaslanan en ufak bir fısıltısı dahi olmamalı. Hatta din bir kurum değil, bir milli maneviyat imgesi olmalıdır. Devlet dinliye dinsize aynı uzaklıkta kalmalıdır bence. Diyanet İşleri başkanı sayın Mehmet Ali Yılmaz bu konuda muhterem bir açıklama yaptı. İnsanların kimlik belgelerinde, din ve mezhep işlenmemelidir. İnsan tercihi dünya ülkelerinin tümünde uyulması gereken en üst hak olmalıdır. Dinlidir dinsizdir, Alevidir, Sünnidir, Kürttür, Türktür, İslam ya da gayrimüslim ne fark eder ki tanrının kulu için. Örneğin ben yalnız Müslüman değilim. Misyonum ve geldiğim kök kültürüm nedeniyle, ben yeryüzü insanlarının inandığı dört büyük dinin dördüne de saygılıyımdır. Başka bir deyimle, ben dört dinli Mahzuniyim. Bu özgürlük bana aittir, beni sıkarsanız hiç birinden de olmam, sorumlu olduğum tek kaynak beni yaradandır.

Hani bir söz vardır: "Herkes kendi kapısını süpürse bir şehir bir saatte temizlenir." Demokrasiyle yaşayan ülkelerde, insan haklarına yeteri kadar önem verilirse, suçlular müsamaha görmese, mazlum ezilmese, uluslararası insan hakları mahkemesine lüzum kalır mı? Aslında muhterem bir insan suç işlemez. İşlendikten sonra da bu suçun başyargıcı başta suçu işleyen olmalıdır. Kendi kendisini en azından vicdanen yargılamalıdır. Çünkü zaman zaman hakimler de suç işler. Türkiye yazarlarının Abant toplantılarındaki nihai bildiride "Dinler demokrasi önünde engel değildir" ibaresi yer aldı.

Bu ne derece doğrudur? Bilmiyorum. Bir imam bir vaazında, camide cumhuriyeti övsün de görün. Bir imam hatip öğrencisi ramazanda oruç yesin de akıbetini görün. Bir memur cuma namazına gitmiyorum işim var desin de görün. En azından bir insan ben dinlere değil Allah’a ve insanlara inanıyorum desin de görün. Burada hepsine engel olan bir şey var. İşte buna açıklık getirmek istedi sanıyorum Diyanet başkanı. Aslında bunlara mani olan İslam dini değildir, yıllardır sürüp gelen karanlık ve geri geleneklerimizdir. Bu gelenekler, yalnız demokrasiye değil, kendi özelliğini yaratan bütün bir sisteme ters, herkes için engeldir. Anadolu kültürü zaten yoz bir kültür değildir ki gelenekleri de yoz olsun. Bu engeller zinciri içinde bulunan bütün radikal gelenekler, Suudi gelenekler, Acemî geleneklerdir.

Anadolu Bektaşi Kültürü adı geçen demokrasi muhalifleriyle taban tabana çakışır. Çünkü bu kültürde kadın erkek hakları milimi milimine aynıdır, hatta kadın çok kutsaldır.(doğurganlığı nedeniyle) İnsan unsuru, Hakk'ın öz parçasıdır, onun hukukunu istismar eden her zat düşkün edilir. Paylaşım, sevgi, imece, yardımlaşma, muhabbet bu inançta uyulması gereken insani farzlar içindedir. Bu kültürde kayıp bilimciliği, müneccimlik, ilim düşmanlığı, ikilik , bölücülük, adam kayırıcılığı, kusur ayıplama, iftira, irtikap kesin olarak yasaktır. Zaten demokrat bir sıfata da bu tanım yakışır.

Bütün dinlerde insan hakları baş haktır, en büyük haktır. Din adına cürüm işleyenler, dine küfredenlerdir. Kafası bilim, gönlü muhabbet , yüreği dürüstlük, vidanı merhamet dolu bir dinsiz, benim indimde yalancı, sahtekar, zalim ve merhametsiz bir dinliden çok üstündür. Benim anladığım demokrasi benim anladığım cumhuriyet en azından böyle düşünmeyi sundu bana.

Ben bir Cumhuriyet ozanıyım. Ömrüm vefa ettikçe bu anlayışımı ölünceye kadar koruyacağımı sanmaktayım. İnsanı kıble edinmiş, gönlü kabe olmuş, ülkesini ve başka ülke insanlarını seven, bütün halklara saygıyla bakanlara saygım olsun.

Nurullah Ataç "6 ayda bir yıkanırım."



Nurullah Ataç'ın eşi Leman Ataç Uysal'ın karşısına "Vallahi evladım, Nurullah Beyi çekiştireceksem konuşurum" diye geçiyor ve söyleşi boyunca dediğini bol bol yapıyor. İşte ilginç olduğu kadar eğlenceli söyleşiden bazı bölümler: - Hanımefendi sizin tesirinizle eşinizin değişen huyları oldu mu?
- Yok yok, ne oyunundan, ne aşık olmasından vazgeçirebildim.
- Eşiniz en çok neyi sever?
- Kavgayı!
- Eşinizin batıl intikatları var mıdır?
- Ah sadece 'Gavurum', der gezer!..
Nurullah Ataç: Gavur değil dinsizim!..
- Eşinizin hoşlanmadığı şey?
- Temizlik.
Nurullah Ataç: Doğru evlenmeden evvel hiç yıkanmazdım. Şimdi altı ayda bir yıkanıyorum.


Erik Satie - Gymnopédies & Gnossiennes (Full Album)


00:00:00 3 Sarabandes (1887): No. 1 00:05:33 3 Sarabandes (1887): No. 2 00:10:33 3 Sarabandes (1887): No. 3 00:14:47 3 Gymnopédies (1889): No. 1: Lent et douloureux 00:18:27 3 Gymnopédies (1889): No. 2: Lent et triste 00:21:45 3 Gymnopédies (1889): No. 3: Lent et grave 00:24:38 Gnossiennes 1-3 (1890): No. 1 00:28:45 Gnossiennes 1-3 (1890): No. 2 00:30:45 Gnossiennes 1-3 (1890): No. 3 00:34:11 Gnossiennes 4-6 (1889-1897): No. 4 00:37:02 Gnossiennes 4-6 (1889-1897): No. 5 00:39:53 Gnossiennes 4-6 (1889-1897): No. 6 00:41:27 2 Préludes du nazaréen (1892): No. 1, assez lent 00:46:09 2 Préludes du nazaréen (1892): No. 2, assez lent 00:49:15 2 Prélude de la porte Héroique du ciel (1894) 00:53:00 2 Pièces froides (1897), No. 1: Airs a faire fuir: D’une manière très particulaire 00:55:59 2 Pièces froides (1897), No. 1: Airs a faire fuir: Modestemente 00:57:42 2 Pièces froides (1897), No. 1: Airs a faire fuir: S’inviter 01:00:45 No 2: Danses de travers: En y regardent à deux fois 01:01:39 No 2: Danses de travers: Passer 01:02:25 No 2: Danses de travers: Encore 01:03:47 Petite ouverture à danser (1900)