Dreyfus davasıyla ilgili tarihsel verilerin ve Zola'nın bu konuda yazdıklarının incelenmesi, bize eylemle söylemin bazen çelişebileceğini gösteriyor. Bunlar, ulusal duyguların nasıl sömürüldüğünü, ahlak ve yurtseverlik gibi değerlerin onlara sahip olmayanlarca da kullanılabildiğini anlatırken, evrensel adalet duygusuyla hareket edenlerin yüreklerindeki insanlık sevgisinin yurt sevgisiyle çelişmeyeceğini de öğretiyor. Ayrıca, basının bu sömürüye alet olduğunda ne büyük bir tehlike haline geldiğini, halkı kışkırtıp böldüğünü görüyor, doğal görevleri olan doğru bilgi aktarımını sağlayan gazetelerinse adaletin gerçekleşmesinde önemli payları olduğunu anlıyoruz. Gericiliği kışkırtan çıkarcılığa ve onu besleyen cehalete karşı gelmede, aydınlara büyük görev düştüğünü anımsıyoruz. Milli Eğitim Bakanı Doumergue, Zola Pantheon'a gömülürken yaptığı konuşmada, büyük romancının "fildişi kulesinden" inip halkı karşısına alma yürekliliğini göstererek kendisinden umulanı yaptığını,bu görevi yerine getirmesine şaşıranların onu ve yapıtlarını hiç anlamadıklarını belirtmiştir.
Zola, Dreyfus'la ilgili yazılarında toplumsal bir yarayı deşmiş, davaya biçim verenin bağnazlık olduğunu sürekli vurgulamış, bunun ardındaki tarihsel nedenleri açıklayarak değerli bir belge bırakmıştır. Yurttaş ve yazar Zola'nın, Dreyfus davasının tarih ve yazın alanında unutulmaz bir yer almasında büyük payı vardır. On sekizinci yüzyıldan miras kalan güçlü fikir yazını geleneğini yirminci yüzyılın başına taşımış, Voltaire'in, Condorcet'nin torunu, insan hakları savaşçısı Zola, bir aydınlanma filozofu gibi kitlelere öncülük etmiştir. Şimdi onların yattığı yerde, hayranı olduğu bir başka büyük yazarın, Victor Hugo'nun yanında sonsuz uykusunu uyumaktadır.
Ulusal kahraman haline gelen Zola, sağlığında vatan hainliğiyle, satılmışlıkla suçlanmış, kışkırtıcı basın Dreyfus davasını kendi reklamı için kullandığını yazmıştır. Kitapları hep çok satan, kazandığı parayı hiç düşünmeden hem kendi lüksü, hem de gereksinme duyan dostları için harcayan Zola'nın gelirleri düşmüş, giderleri artmıştır. Örnek olarak daha önce bir yıl içinde 100 000 satan Roma'nın, Zola'nın Dreyfus olayına karışmasından ölumüne dek geçen dört yıl boyunca sadece 6 000 sattığını söyleyebiliriz.
Bu arada iftira ettiği savıyla aleyhinde dava açan bilirkişilere büyük tazminatlar ödemeye mahkum edilmiş, eşyalarına haciz gelmiştir. Babası İtalyan olduğu için milliyetçilerin hakaret ettikleri, Yahudi loncasından para alıyor savlarıyla karaladıkları Zola, bu davayla ilgili olarak yabancı gazetelere yazı yazmamış. İngilizler'den gelen öneriyi, bunun bir ulusal sorun olduğu düşüncesiyle geri çevirmiştir. Eşi, ölümünden sonra pek çok değerli eşyasını, bu arada empresyonist arkadaşlarının yaptığı tabloları satmak zorunda kalmıştır .
Zola, yurttaşlık ve insanlık görevini yerine getirirken, asıl mesleği olan yazarlıktan da, yazınsal başarısını pekiştiren olgucu yaklaşımdan da uzak kalmamıştır. O güne dek uydurma deliller ve kof kahramanlık söylemleriyle yönlendirilmiş olan kamuoyunu yazılarıyla aydınlatmış; sağlam verilere dayandırdığı savlarını, yalın ve kesin bir dille duyurmuştur. Bunu yaparken elbette yazınsal yeteneğinden ve güçlü kaleminden yararlanmış; "adalet" ve "gerçek" kavramlarını bir yazınsal yapıtın baş kişileriymiş gibi işlemiş; zaman zaman öfkeli bir dil kullanmıştır. Ancak usta yazarın bu ateşli biçemi hiçbir zaman bayağılığa kaçmamış, Zola, yararlının da güzel olabileceğini bir kez daha göstermiştir. Dönemin büyük ozanları bile, Zola'nın cesaretinin yanında, yapıtının güzelliğini de övmüşler, yazınsal değeri önünde saygıyla eğilmişlerdir.
Gül Tekay Baysan