sevgili bayan milena’ya,
size önce prag’dan, ardından da meran’dan yazdığım kısacık mektuplarıma
kesinlikle cevap beklemiyordum. umduğum gibi karşılık yazmadınız da
sevinmem gerek. sessiz kaldığımız her
gün iyi olduğumuzun işaretidir. bu yüzden sevinmem gerek ki, iyi olduğunuzu bildiğim için..
yarım kalmış bir düş gibi. önümden geçip gidiyorsunuz. masalar,
sandalyeler, geçtiğimiz yer, hatta elbiseniz bile gözümün önünde.
yüzünüzün, ayrıntılarını çıkaramıyorum. kötü bir yarım düş olsa gerek
bu. çok ilginç, hem de çok..
tüm gece yağan yağmur nihayet durdu. kutlayacağım bunu. kutlama şeklim
ise size yazmak. bu amansız yağmurda insanın tek mutluluğu yabancı bir
çevrede olması..
aklımdan çıkmayan şu hastalığınız.. benim gibi öğüt verme konusunda pek
de ümit edilmemesi gerek birinden yine de duymak isterseniz “kendinize
iyi bakın. sizi sevenlerin fedakarlığı lazım” bunları da atlatırsınız.
sizden iyi haberler bekleyeceğim..
sizden istediğim çevirilerime bir anlık bile uykunuzu feda etmemeniz.
daha sonra vicdan azabı çekmek istemem.. kendim için istiyorum.
lütfen..
gönül ilişkilerimde edindiğim tecrübe erkeklerin daha çok acı çektiği.
aslında bu acı karşılıklıdır. kadının çektiği acı gerçektir ama erkeğin
acısı fazladır..
siz son mektubunuzda geniş yüreklilikle teşekkür etmişsiniz bu uykusuz
adama. olayı duyan birisi olsa amma adammış diyecek sanki. ama o adam
aslında tembelin biri süt içiyor her gün, besleniyor, kendine bakıyor..
fakat ben ne kadar basitim, keşke görebilseler içimi. anlatabilsem, inanırlar mı?..
uykusuzluk aklıma neler getirdi. anlamsız ve çok laf ettim. bağışlayın beni..
anlaşılmaz bir insansınız milena. derdiniz bin parça başkalarını, beni düşünüyorsunuz. uykusuzluk çektiğim için üzülüyorsunuz..
sıkılıyorum size böyle hitap etmekten. bayan milena yavan geliyor bu
hitap bana. yeni memuriyete atanmış bir katibin konuşması gibi. ama
elden bir şey gelmez. yarının ne olacağı belli olmayan bir dünyada biz
hastaların dayanakları bunlar olsa gerek. sıksa bile muhtacız bunlara;
güçsüzüz biz..
kendiniz için çabalamak. mektuplarınızdan anladığım zaten bunu yapıyordunuz. büyük bir erdem ve güven görüyorum yazılarınızda..
dergilere gönderdiğiniz yazıları niçin bana göndermiyorsunuz? bu bana
güvensizlik mi yoksa? hayalimde canlardığım kadına ters düşeceğimi o
imajı bozacağımı mı sandınız. bu üzdü beni. size küstüm birazcık iyi de
oldu. kalbimdeki küslük size karşı hislerimi belki dengeler..
bu akşam tek başıma uzun bir yol yürüdüm. çoğunlukla başkaları ile
yürürüm veya yatarım. bu akşam tek oldu. tanrım, keşke burada
olsaydınız. burada olmadığınızı söylersem aslında kendime deli
demeliyim. o kadar kuvvetli bir şekilde hissediyorum ki burada olduğunu.
hayır hayali değil, istediğim anda size dokunabileceğim şekilde
buradasınız, yanımdasınız..
bekliyorum. içim içime sığmadan. pazar gününe kadar mektup yazar mısınız
bana? delilik gibi geliyor bu istekler? tek mektup yetersiz mi?
herhalde yeter. ama yine de okumak istiyorum bunları durmadan, nefes
almadan. nedir bunun mantığı, ah milena! sevgili öğretmenim!.
yani inanmıyorum yazdıklarınıza sevgili milena! beni yalnız ben
inandırabilirim galiba. öğretmenler genellikle öğrencilerinin
kendilerine vermiş oldukları cevapları yeterli bulmazlar. oysa bir
öğrenci öğretmeninin ona öğrettiklerinden daha fazlasını nereden
bilebilir ki?.
yarın yine yazacağım ama ne olur bir aksilik çıkar da yazamazsam
kızmayın bana. nefret etmeyin benden. pazar günkü mektubunu bir daha
okudum da gerçekten korkunç bir mektup. keşke sizi ellerimin arasına
alabilip gözlerinizin içine bakabilseydim. eminim o zaman böyle bir
mektup yazmazdınız..
mektuplarınızın benim üstümdeki etkisini hiç küçümsemeyin milena!. bu
mektupta da küçük tedirginlikler çok değil aslında. ama mutluluk veren
bir acının gerçeği gibi bir şey. zaten senden gelipte dayanamayacağım be
olabilir?..
her zaman olmasa da arada sırada ‘sen’ de bana olmaz mı?.
üstelik benden mektup alamayınca üzülecek kadar da iyi bir insansınız..
anladığım kadarı ile milena ikimiz de çok çekingen ve ürkek kişileriz.
birbirimize gönderdiğimiz mektuplar o kadar çekingen o kadar korku dolu
ki. cevaplar dersen onlar ayrı bir korku kaynağı ikimize de doğuştan
gelmemiş bu özellikler ama ben de huy edinmiş artık.
bir odadayız milena. birbirine bakan iki kapının ardındayız ama ayrı
ayrı. biri açacak olsa diğeri hemen ürküp kapıyor kapıyı. halbuki bu iki
kişi ürkeklik olarak bu kadar benzemeseler, biri diğerine hiç aldırış
etmese açsa kapıyı çıksa dışarı odayı düzenlese. ama hayır o da en az
diğeri kadar ürküyor ve saklanıyor kapısının ardına ve o güzelim oda
bomboş kalıyor ortada.
ve bu yüzden hep ikimizi üzen yanlış anlamalar oluyor. aslında senin
anlamadığını söylediğin o mektuplar sana en yakın olduğum zamanlar
yazmış olduklarım oluyor.
yeryüzündeki 38 yıllık yolculuğumdan sonra bir dönemeçte sana
rastlıyorum ve bu geç gelen hiç beklemediğim karşılaşma sonrasında ne
yapacağımı bilmez şaşırıp kalıyorum. içimde fırtınalar kopamıyor,
bağıramıyorum, çılgınlıklar yapamıyorum bu yüzden. sadece diz çökmüş
oturuyorum ve karşımda duran ayaklarınızı okşuyorum..
yine mektubu ilgisiz yerlere saptırıyorum. oysa ben çevirilerinizin
güzelliğinden söz açıp övmek istiyordum onları. bu arada ‘bazı’ sözcüğü
için bana ne kadar kızsanız haklısınızdır. zaten son zamanlarda en çok
yaptığınız iş bu herhalde. hayır sakın yanlış anlamayın bundan şikayetçi
olduğum yok. tüm hayatımı sizin karşınızda azarlanan bir öğrenci olarak
geçirmek isterdim doğrusu..
sizi arkamdan sürüklediğim için çok üzülüyorum bazen. öykülerimin o
pis, karanlık, boğucu sokaklarında dolaştırıp kimbilir ne bitmek
tükenmek bilmeyen eziyetlere sokuyorum sizi. belki de hemen
çıkamayasınız diye o kadar uzun tümceler kuruyorum hikayelerimde. yoksa
iki aya kalmaz bitirip gidiverirdiniz öyle değil mi?.
balkonda aç bir serçe duruyor ben de ekmek kırıntılarını odanın içine
bırakıyorum. aç olduğu halde, yaşamak için buna ihtiyaç olduğu halde
tedirgin bekliyor. çünkü içerisi onun için bilinmeyen karanlık bir yer.
ekmek onu kendisine çekiyor o da odanın içinde sayılır herşeyiyle bunu
istiyor. sonra silkinip kendine geliyor ve kaçıp gidiyor. biliyorum
kıpırdayıp korkutmasaydım onu korkup kaçmayacaktı oradan. gelip ihtiyacı
olan ekmeği alıp gidecekti..
hastalığından da bahsediyorsun mektupta. belki yatmak iyi gelebilir. bir
ay önce daha iyi bir insandım galiba en azından hasta olduğunu biliyor
bunun için üzülüyordum. oysa şimdi yalnız kendi hastalığımın peşine
düşmüşüm. ama bu da sen değil misin sanki?.
geç geldi mektupların. sana ‘yavrucuğum’ dediğim için kızıyorsun yine bana haklısın..
şakayı severim ama hepsinin altında birşeyler ararım. dünkü mektubunda
ne kadar çok kullanmışsın ‘ve’ kelimesini. belki de bir aşağılama vardır
bunda kimbilir?.
milena sen şimdi yüreğime aklıma bütün varlığımı büyüleyen o sesinle
çağırıyorsun beni yanına. ama aslında beni tanımıyorsun bile. birkaç
mektup başkalarının birkaç güzel sözü aldatıyor olabilir hala seni.
belki de bütün bu söylenenlere aldanmayıp foyamı ortaya çıkarmak için
çağırıyorsun beni. başını döndüren şeyler beni görünce kaybolacak
biliyorum. bundan korkuyorum..
bütün bu olanlar perişan ediyor beni. çevremdeki herşey darmadağın
oluyor sonra yeniden bir araya geliyor. sonra başımın çaresine bakmak
zorunda kalıyorum. aslında yakınmamın sebebi güneşi görmek istemeyişim,
hayata geri dönmekten korkmam.
sen benim için saf, el değmemiş bir genç kızsın milena. senin gibi
tertemiz, eldeğmemiş bir beyazlığı olan biriyle hiç karşılaşmadım ben.
böyle birine dokunabilmek büyük bir cesaret işi. bu kirli, korkak,
kararsız, soğuk eli nasıl uzatırım sana..
kapana sıkışmışım gibi bir hisle yatakta yatıyordum bütün gün. durmadan
seni kendimden uzaklaştıracak bir şeyler arayıp durdum. kendi kendime
kızdım devamlı..
çılgınca bir korkunun tutsağıyım milena. anlıyor musun korkuyorum? bu
koca satranç oyununda yerim yok benim zaten. ilgimi çekmiyor ben bütün
dikkatimi kraliçeye vermişim. gözlerim yalnız onu görüyor. şahın yerinde
olmak için bütün uğraşmalarım. bunların gerçekten olmasını istiyorsam
artık başka türlü davranmam gerektiğini de biliyorum. bu yüzden
viyana’da kalma artık demem senden daha çok benimle ilgili hele şu an
söylediklerim isteklerin en masumu en arınmışı belki de. mutluluğun ta
kendisi o..
mektuplarını tüylerini kabartıp tetikte bekleyen bir kedinin dikkati ile okuyorum..
evet milena işte viyana’da bir postahanede oturmuş kahve içiyorum şu an.
geldim milena. buna hala inanmıyorum. rüya görüyorum sanki şu an..
bugün senin sevdiğin yerleri gezeceğim.
(viyana’da buluştuktan sonra prag’dan yazılan mektuplar)
her tarafa ‘milena’ yazdım yazmayı bildiğim tek kelime bu ve ben büyük
bir coşku ile bunu herkese göstermek istiyorum. hasta olduğum için “6 ay
boyunca dinlen, günlerini boş geçirmeye bak” diyorlar. oysa bu altı
ayın sadece 4 günü izin veriyorlar mutluluğa. hala hastaysam suç bende
mi peki?
yolculuğumdan bahsedeyim istiyorsan biraz: gazete alma bahanesi ile
istasyondan sokağa fırladım. ama sen çoktan gitmiştin. buna fazla
üzülmedim. çünkü doğru olan da buydu.. istasyonda bana bakan yüzünü
düşündüm. unutamayacağım bir doğa olayıydı bu.
bütün bu başımdan geçenlerde iyilik meleğim milena’nın hep yanıbaşımda olduğunu biliyorum. hep böyle yanımda ol ne olur?.
saat gecenin biri ama sana bütün gün tek kelime yazmamış olmam beni rahatsız ediyor. uyuyamıyorum bir türlü bu düşünce ile..
seni kaybetmekten o kadar çok korkuyorum ki milena. bazen düşünüyorum da
eğer gerçekten insanlar mutluluktan ölebilselerdi benim çoktan ölmüş
olmam gerekecekti. ama ben aksine mutluluk sayesinde tekrar hayata
döndüm..
bu gecede sana mutlu uykular dilerken herşeyimi sana veriyorum bir solukta! benim mutluluğum sende erimektedir..
bence istediğin zaman yalnız kalabilmek mutluluğun en önemli nedenlerinden biridir..
kocanın dostu sayılmam. yalnız ona içsel bir bağla bağlı olduğumu
biliyorum. o benim için sadece bir ‘tanıdık’ da değil bu yüzden. hele
sen bence onu aldatmış sayılmazsın, seviyorsun da onu. ne dersen de sen
bunun adına. eğer bir gün seninle birleşeceksem emin ol bu onun olmadığı
başka bir ortamda olacaktır..
ben de senin gibi bu işin sonunu düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum.
hele daha herşeyin bu kadar başındayken. yalnız olsaydım eminim sonunu
düşünürdüm hemen ama artık sen varsın yanımda..
bundan önce sana yazmış olduğum o saçmalıkları yırt ve at lütfen asıl
bundan sonra olacak ne olacaksa gerçeği daha iyi görebiliyorum. şimdi
yalnız bir şey var ki beni tedirgin eden o büyük korkularımı, korkunç
ızdıraplarımı, pusuda bekleten o da kocana karşı olan sevgin..
bugün senden bir mektup gelmesi çok mutlu ederdi herhalde beni.
insanoğlu elindeki hiçbir şeyin değerini bilmeyen bir kapitalist bence..
viyana’dan bu yana ilk defa bu kadar yorgunum. bugün seni büyük koltuğa
oturtacağım ve karşına geçip susacağım. mutluluğumu kelimelere dökebilir
miyim ki? elime, gözüme, yüreğime burada olmanın mutluluğunu nasıl
anlatayım? oysa ben yalnızca senin bana söylediğin yaşamı seviyorum..
mektubuna yazmış olduğun bir cümlenin bütün kelimelerini defalarca
okuyorum: “onu sevdiğim doğru ama seni de seviyorum f.” evet belki de
böyle olmasaydı sen milena olamazdın ve sen olmasan kimbilir ben ne
olurdum? bu gerçeği prag’da söylemeyip viyana’dan yazman da iyi olmuş.
belki de yaptığın şeyleri senden daha iyi anlayabiliyorum milena..
yalvarırım sana milena benim için kötü şeyler düşünme. seni her zaman
elimde tutmak için her yola başvuruyorum. kıskançlığı da deniyorum
aptallık bu biliyorum ama söz veriyorum sana bundan sonra bir daha
olmayacak..
seninle buluştuğumuz günler geldi aklıma. bak nasıl adlar taktım onlara,
ilk gün en güvensiz geçendi. ikinci gün, fazlası ile güvenliydi. üçüncü
gün, pişmanlık hakimdi en güzel gün ise dördüncü gündü..
iyi olmam için gereken tek şeyi beni severek zaten yapıyorsun milena..
kısaca şunu söylemek istiyorum milena: etrafındakilerin o ulaşılmaz
zekilikleri ile hayvanca sersemliklerine karşı senin haklı olduğuna
inanmamış olsaydım bu kadar ilgilenebilir miydim seninle? koskoca
okyanusların dibindeki bir avuç toprak o baskıya nasıl dayanıyorsa sen
de öyle dayanmalısın milena. bugüne kadar insanlara tahammül
edebileceğimi, yeryüzü ile başa çıkabileceğimi düşünmezdim hiç. ama sen
şunu öğrettin bana dayanılmaz olan aslında yaşam değilmiş..
benim durumum.. gücümü ve duygularımı böylesine harcayıp sonuçta ölmemem!.
aslında başından geçenler değil önemli olan. önemli olan sensin yalnızca..
buna şaşırmıyorum ama senin herşeyinle kocana ait olup sadece benim de olabilme gibi bir ihtimalin olmasını anlayamıyorum.
en şaşırtıcı olan bana gelme isteğin. yanıma inersen kör olursun,
batarsın dibe, sen başını dik tutmak için çırpınacaksın. gücünü sonuna
kadar kullanıp parçalanırsın ve yok olursun. benim olduğum yerde ne
mutluluk ne de iyilik var. oraya bırakılmışım ve senin yurdunun savaş
öncesi bunaklarına dönmüşüm.
“belki önümüzdeki ay prag’a gelebilirim” diyorsun. gelme diye
yalvaracağım sana neredeyse. hayır lütfen gelme sonunda dönmek zorunda
kalacaksın nasılsa değil mi?.
yarım saate yakındır gönderdiğin iki mektupla kartını gülerek okuyorum. hangi kral mutlu olmuş benim kadar acaba..
her zaman haklısın zaten sen. ne olur benim haksızlığımı paylaş biraz benimle..
sorduğun soruyu mektupla cevaplamak imkansız milena. seni sevip
sevmediğimin karşılığını bile bulmuş değilim hala. bu yakında buluşursak
cevabını yüzüne karşı söyleyebilirim. yalvarırım. milena, viyana’ya
çağırma beni. oraya geleceğim ama bununla ilgili olarak söylediğin her
şey yüreğimi yakıyor. bu istediğin olamaz.
demek sana çiçek gönderdiler ve sen de onu odana koydun üzüldüm
doğrusu buna. odandaki bir eşya olsaydım o çiçekler çıkana kadar bir
daha girmezdim o odaya. herşeyin çok uzakta olması huzursuz ediyor beni.
oysa sanki kapının tokmağına uzanacakmışım gibi yakında hissediyorum
kendimi. bu çiçekler niye bu kadar sevindirdi seni? aynı çiçeklerin
yeryüzündeki binlerce eşi de sevindiriyor mu seni? ama bu soruların
cevabı yalnız yüz yüze verilebilir..
kıskançlık yapmamayı başarabiliyorum ama kıskançlığın yersiz bir duygu olduğuna anlam veremiyorum bir türlü..
paris’e gitmeyi düşünüyor musun hala? ne kadar kalacaksın? her zaman düşündüğün sürenin yarısını söyleki fazla üzülmeyeyim..
bugün göndermiş olduğun mektup çok sevinçli, çok içten bir mektup.
hiçbir kelimesi onu kurtarıcı olmaktan çıkaramıyor gözümden. kurtarıcı
milena karşında duran bu insanı yalnızca varolmakla kurtarabiliyorsun.
birini boğulmaktan kurtarmak önemli bir olaydır. ama sonra o insana
yüzme öğretmek neye yarar ki? başından atmak için seçilen bir yol değil
midir? devamlı varolduğunu bilmek daha güvenli olur o insan için..
gelemem milena çünkü yalan söyleyemem. iki sebepten yalan söyleyebilirim
biri korkudan diğeri çaresizlikten. hiç gözümü kırpmadan söylerim
yalanı bu durumlarda. çaresiz kalırsam izin bile istemeden basıp
gidebilirim. ama sadece mutlu olmak için yalan söyleyemem bunu
biliyorum..
biliyorum fazla güçlü ve cesur biri değilim yazmayı da beceremiyorum
üstelik. biliyorsun ki kalbi olan insan yazı yazamaz. benden
uzaklaşırsan milena benim de kalbim duruverir..
yeryüzünün tüm bu uğultusuna rağmen bir ses duyuyorum yalnız. kendi
sesimi, yine çok güzel bir yazı yazmışsın okudukça içimi bir sıcaklık
sardı..
durmadan birbirimize aynı soruları sorup duruyoruz. ben “hasta mısın?”
diye soruyorum sen cevap yazıyorsun hastalığımın durumunu soruyorsun.
“ölmek istiyorum” diyorum bir bakıyorum sen de aynı şeyi istiyorsun.
bunu yine söylemk istiyorum ki bütün ama bütün istediğim yanında
olabilmek ve sen de bunu istiyorsun. yeter artık! yeter!.
mektuplarınla nasıl etkileniyorum bilemezsin milena ama son zamanlarda
birşeyler olduğunu hissediyorum. örneğin mektuplarında çok anılara
dalmaya başladın. hüzünlüsün nedenini bile bilmiyorsun, birden bire
buluşmamızı istiyorsun. bunlar canımı sıkıyor rahat olamıyorum bir
türlü. ama yine de aynı özlemi koruyorum. sustuğun için isteyerek ya da
istemeyerek bir şeyler sakladığın için uzaklaşacağım yerde artıyor sana
olan özlemim. işte bu kadar güçlüsün milena, sana nasıl güvendiğimi
anla. bir şeyler gizliyorsan mutlaka mutlaka gizlenmesi gerektiği
içindir buna hiç şüphem yok.
bütün bu olanlara karşı rahat olabilmemde senin olağanüstü kimseyi
üzmeme huyunun da büyük etkisi var. bunu acıdığın için değil
beceremediğin için yapıyorsun üstelik..
günlerim güzel geçemiyor burada. artık tek başıma olmak da mutlu
etmemeye başladı beni. bu yüzden bizimkilerin yanına taşındım. belki de
beni mutlu eden istediğim zaman gidebileceğim iki evimin olmasıydı.
anlayabildin mi? çünkü ben anlayamıyorum da..
ben şunun için mutluyum. bütün insanların iyi olduğuna kafamla, kalbimle
inanırım. ama vücudum inanmaz buna nedense. korkar o kaçar hemen.
dün yine bir mektup daha yırttım mutsuzluğun kaynağı benim herhalde. senin için bunu söylemekten çekinmene hiç gerek yok inan..
hastalığımı önemsemiyordum. ilk zaman gitmiş olsaydım doktora? belki
hiçbir şey değişmezdi. gerçi beni buna zorlayacak beni merak eden birisi
yoktu. ama bugün senin için üzülen biri var: yalvarırım milena doktora
git!.
sana çok ihtiyacım var inan. buluşabilirsek şayet bu yüz yüze
gelmemizden önceki son mektup demektir. aylar sonra ilk defa gözlerim
bir işe yarayacak seni görerek..
bana çok ağır bir suçlaman var mektubunda. “sen sadece sana lazım olduğu
zaman gelmeyi bilirsin” diyorsun. doğru yanları olabilir bunun. sonra
“hoşçakal frank. o işe yaramaz telgrafı çekmenin bir anlamı kalmadı
artık, o yüzden çekmeyeceğim” diyerek beni iyice hayal kırıklığına
uğratıyorsun. ilk cümlen neyse ama ikincisini kabul edemem milena..
tabii ki bu yolculuğa çıkabilirim ama bir yalan söylemem gerek ve ben
yalana sığınmak istemiyorum. bunu da gururumdan değil korkaklığımdan
yapamıyorum. yalanı en sona saklamak istiyorum her zaman. bu umuda
sımsıkı sarılmış o yalanı söyleyeceğim günü bekliyorum. bu yüzden
buluşursak ortaya çıkacak güzelliklerden, sevinçlerden bahsedip te
işkence etme bana ne olur milena..
bana iyi ve sabırlı olduğumu söylemişsin kendimi, iyi hissettim doğrusu
ama bu sadece bir kağıt parçası sevgiyle uzanmış bir elin yerini
tutmuyor hiçbir zaman..
bir şeyler olacağını biliyordum bu mektupta bunu pırıl pırıl bakan
gözlerinden okuyordum. uzun zamandır bekliyordum aslında. bütün günü
kapalı perdeli arkasından uyuyarak, canı sıkılarak geçiren biri perdeyi
açtığında karanlığı görünce nasıl şaşırmazsa ben de öyle şaşırmadım.
bugün hikayeler anlatamayacağım sana kafamın içi adeta bir tren
istasyonu. bir sürü tren var bazıları kalkıp gidiyor bazıları yeni
geliyor gümrük işlemleri, pasaport işlemleri yapılıyor. vizemi
soruyorlar bu sefer herşeyim tamam olduğu için rahatlıkla gösteriyorum
vizemi. onlar da çıkabilirsiniz diyorlar. “açın artık şu kapıları! acele
edin lütfen. çünkü milena bekliyor” diyorum. onlar da özür dileyip
açıyorlar kapıları ardına dek..
doğum gününü senin sevdiğin yerleri gezerek kutlasam nasıl olur?
kitabın sonunda “yazdıklarımı beğendiniz mi? eğer beğendiyseniz
sevinirim ama tebrik için öptürmem kendimi kimseye” diyorsunuz ve yok
oluyorsunuz sanki..
bence büyük bir hata yapıyorsun. hep aynı şeyi yaparak sıradanlaşan şey
bunu yapamayana büyük bir özgürlük gibi görünür. buna ölüme imrenmek
denir..
kendini ne kadar az üzersen ben de o kadar az üzülürüm milena. seni
görmek istemeyeceğimi sana yazmaktan sıkılacağımı nasıl geçirirsin
aklından? hele seni bir kere de olsa görmüş olmaktan sonra!.
ama en önemlisi, senin “hiçbir zaman olmayacak” demen. o zaman sadece bu
anı yaşayalım. dünyanın üstüne kurulduğu bu gerçek dimdik ayakta kanlı
canlı duruyor ellerimizin arasında.. bu aldatma büyük üzüntülere karşı
büyük de mutluluklar vermiyor mu sanki benim sonsuz bağlılığımın yanında
birkaç masum aldatmanın sözü mü olur?.
benden korkup kaçman olmayacak bir şey değil. sanki ayağımdaki
ağırlıklar yüzünden dibe doğru hızla batıyorum. bir işe yaramayacağımı
bildiğinden elini uzatma imkanı olsa bile uzatmayacaklar. bu sözleri
sana değil boş bir kafa ile görebildiğim gölgene söylüyorum..
ne olur milena, seni bu yeryüzünde umutsuzluğa düşürüyorsam ne olur
tiksinme benden. bu dileğimi kime ilettiğimi de bilmiyorum. sadece
yalvarıyorum…
“benimsin” sözünden daha değişik bir sözcük söylemeni beklerdim senden.
bu sözcük sevgiden çok geceyi, yakınlığı çağrıştırıyor. doğru büyük bir
yalandı ve ben sırf kendimi aklamak için katılmıştım o yalana..
yarı ciddi, yarı şaka, yarı umursamaz bir tavırla prag’da iken seni hiç
aldatıp aldatmadığımı soruyorsun. benim yazdıklarımı umursamayarak bu
soruyu sorabildin milena. bunu sorman yetmiyormuş gibi ben de seni
cevaplayıp “hayır” demiştim. birbirini bu kadar zor gören iki insan
bunları mı konuşur?.
bilinmeyen bir şeye karşı duyulan korku ile kaplıydı yüreğim. kesin
değildi çünkü benim gücümü aşıyordu. mektuplarını hep bir kez okumuştum
bugüne kadar ikinciyi göze alamamıştım. bu olağanüstü halde yaşamanın
doğru olduğunu bilmeyiz ve her zaman gevşetmeye çalışırız onu biraz
daha. düşünmeyen bir hayvan gibi can çekişerek kendimizi kurtarmaya
çalışırız her zaman. mektuplarında susarak yalvarıyorsun sen milena.
bana yönelmiş oldukları için yakalamak istiyorum onları. yanıldığımı da
hiç zannetmiyorum..
hergün yazışmamızın iyi olacağını daha iyi anladım. sen bunu benden önce
anlamıştın. hergün mektuplaşmak insanı güçsüzleştiriyor. istiyorsan
yazma bana ama lütfen bunun sebebi hastalık olmasın..
dürüstçe açıklamalar yaptığın halde bu mektubunda en az diğerleri kadar
mutsuz, fazlası ile içine kapanık ve bencil biri olduğum için
yanıldığımı düşünüyorum..
ah milena sanki denize düşmüş oradan oraya sürüklenip duruyoruz. ne
olursun yanlış anlama beni. ama senden uzaktayım durumum fena sayılmaz,
içime kapanık biriyim, çevremde konuşacak biri yok bu yüzden sana içimi
döküyorum. yaptığım doğru değil belki ama kendimi tutamıyorum bir türlü.
sonra yazdıklarıma bakıyorum şaşırıyorum aklım başıma geliyor..
herhalde seni kaybedersem robinson gibi biri olurum. hatta ondan daha
fazla robinson olurdum çünkü en azından onun bir adası ve cuma’sı vardı.
yine onu o adadan kurtarıp bütün başından geçenleri düşe çeviren bir
gemisi de vardı.
“ya hep ya hiç” sözü ne kadar büyük bir söz. sen de ya benimsin ya
değilsin. benimsen eğer hiç mesele yok herşey yolunda demektir. ama
benim değilsen hiçbir şey yok demektir. farkındayım bir insana böylesine
bağlanmak bayalığın da ötesi bir şey işte bu yüzden aklıma bu düşünce
geldiğinde durmadan bir korku çöküyor yüreğime..
artık gözlerine bakınca eskisi gibi avunamıyorum. güneşe dayanamıyorum
artık milena geri dönmeliyim, geri dönmeliyim. yolunu kaybetmiş bir
hayvan gibi gücümün yettiğince kaçıyorum. ama onu da gittiğim yere
götürebilir miyim diye düşünerek kaçıyorum. o belki gittiğim
karanlıkları aydınlığa çevirebilir..
neler olduğunu sen de benim gibi bir türlü tam anlamıyorsun. büyük
bir coşku ile karşılaşınca delirecek kadar ürperiyorum. bir şey
istiyorum, gürültüden, kalabalıktan uzak karanlığımda kendi başıma
kalmak. bir yerlere gizlenmek istiyorum bu isteğim ardından gitmek
istiyorum..
bendeki bu coşku bir yanardağın patlaması gibi olduğundan elbet dinecek
bir gün. ama bu coşkuyu oluşturan güçleri içimde taşıdığımı bilmek çok
korkutuyor beni. zaten yaşamım korkulara bağlı beni vareden bu korkular
onlar yoklolursa ben de yok olurum. benim böyle olduğumu sen de
biliyorsun, hatta böyle olmasaydım benimle bu kadar ilgilenir miydin?
patlamalar şu an bitmek üzere aslında mutlu olmam gerekiyor ama bunların
her zaman olacağını bilmek korkutuyor beni..
gözüm açıldı artık milena, ama “beni bırakma” diyen yakarışmalarımı
düşünüp de acı çekmene gerek yok. bu konuda senin ateşin hala bütün gücü
ile aydınlatmakta yüreğimi. o yüzden düşüncelerimde değişen bir şey
yok. ancak bu durumun ne senin için ne benim için kötü bir durum. çünkü
söylenmesi gereken en küçük doğru söz ilk söylendiğinde beni yıkmaya
tepetaklak yuvarlamaya yeterlidir..
korkabilirsin diyorum çünkü senin tanıdığın o adam yok artık hiçbir
zaman da olmadı zaten. sadece ikiye ayrılmak üzere olan bir adam var.
birgün birlikte yaşarsak milena o viyana’da gördüğün adam çıkıverebilir
her an ortaya. yine de çok derinlerde kendisini herkesten saklayan biri
vardır. benim bile doğru dürüst tanımadığım güçlü her zaman oydu
aslında, elindeki iplerle beni oynatan. neden hiç çıkarmaz ki kendini
ortaya?
yeryüzünde tam olarak bildiğimiz şeyler çok azdır ama şunu iyi
biliyoruz ki ikimizde: “biz hiçbir zaman birlikte olamayacağız” yarın
yataktan kalkamaycağımı bildiğim gibi. bu kalkma işi insan iradesinin de
üstüne çıkıyor galiba..
hesapladığımdan daha önce göreceğiz galiba birbirimizi. ama yine de
hiçbir zaman birlikte olamayacağımızı düşünmekten alıkoyamıyorum
kendimi. “önce” ile “hiçbir zaman” birbirinin aynı olan kelimelerdir.
iki saat boyunca sedirde uzanmış seni düşünüyordum. şunu iyi bil ki
milena biz yanyana gelmiş benim yere yığılmış varlığımı izliyoruz ama
senin yanında duran ben cansızım artık.
artık sonbahar da oyun oynuyor benimle. zaman zaman kuşkuya düşecek kadar yanıyor yine kuşkuya düşecek kadar üşüyorum..
benim için dünya binlerce “belki” ile dolu..
dürüst bir insanım milena. esaretin izin verdiği kadar dürüst. bir
şeklimle herkese benzemeyen farklı bir yön var bende. huzur içinde bir
dakika bile çok görülmüştür bana. herşeyi savaşarak kazanmak
mecburiyetindeyim. sadece geleceğimi değil geçmişimi de kendim yaratmak
zorundayım. dünya sağa dönüyorsa bu ritme uymak için benim sola dönmem
gerekiyor. palto giymeye üşenirken bu koca dünyayı sırtımda nasıl
taşırım ben?.
senin istediğin şey zaten dinlemek ve huzurlu olmak. seni rahatsız
etmediğime nasıl inandırırım kendimi? biliyorum ki yazdığım mektuplar
üzüyor seni karşı koyamıyorsun bu hüzne sende yaşamak için tek çıkar yol
susmak. bu uykularımızı daha saf daha çocuksu yapardı. ama üzüntüyü de
gece gündüz her zaman taşımak da katlanılır şey değil doğrusu..
bu son mektubum artık postaya uğramama gerek kalmadı.. ayrılmadığımız
için vedalaşmıyorum milena. –toprak beni içine çekerse o başka- ama bunu
başaramayacak çünkü sen varsın..
mektup yazmanın o içimi ürperten büyüsü başladı gene. böyle olacağını
hiç ummuyordum ama mektup yazmayacağım artık. ah sevgili milena benim
uykusuzluğum sizinkine benzemez. yalvarırım size ne olur yazmayın artık
bana..
herşeye rağmen sana selamlarımı gönderiyorum. kapının önüne yığılı verseler dahi ne çıkar daha da güçlenirler belki…
Çev. Haluk Kunter