24 Ocak 2019

İsmail Cem - Türkiye'de geri kalmışlığın tarihi


Geri kalmış Türkiye. Tarih biraz incelendikten; kültürüyle, sanatıyla, yapısı ve düzeniyle toplum gözden geçirildikten sonra yan yana koymaya insan elinin varmadığı üç sözcük. Geri kalmış Türkiye. Kuralları, gelenekleri ve düşünceleriyle ortaçağı aydınlatan, yeniçağa ışık tutan bir kültür. Mevlânâlar, Yunus Emreler, Evliya Çelebiler, Mimar Sinanlar. Dayanışmanın, kardeşliğin en güzel örneklerini  veren Fütüvvetnameler.

Toplumun ve ekonominin gerekleri uyarınca dini yorumlayan, ileriye dönük  bir kurum gibi ondan yararlanmasını bilen Osmanlı akılcılığı. Ve geri kalmış bir Türkiye. Her biri  devlet yönetme sanatının belgesi olan Mühimme defterleri. Çağın koşulları çerçevesinde başlı başına bir şaheser olan devlet.

Devlet yönetme ustalığı. Bir belirli çağın en ileri ekonomik ve sosyal yapısı. Osmanlı ordularını bir kurtarıcı gibi karşılayan, eşitliği ve hürriyeti ondan bekleyen Balkan halkları; yıkılmakta olan bir kölelik dünyasının ya da dağılmaya yüz tutmuş derebeyliğin yerinde kurulan ileri ve adil bir toplum düzeni. Ve geri kalmış Türkiye. Başka bir milletin ortak çabayla meydana getirdiği olklor ve sanat özelliğini hemen her köyünde ayrı ayrı ve değişik şekilde yaratabilmiş Türkiye. Sanatının inceliğini ve görülmemiş çeşitliliğini âşıklarının sözünde, halılarının, kilimlerinin ilmiğinde,  çevrelerinin nakısında yaşatan Türkiye. Geri kalmış Türkiye...

Konuya değişik açılardan bakılabilir. Belirli bir kıyaslama nın çerçevesinde haklı gözüken bir teze göre, eşine az rastlanan .n kültür, uygarlık ve tarih hazinesine sahip olan Türkiye, ilkel özellikteki toplumlara uygulanan bir sıfatla belirlenemez. Eğer Afrika geri kalmışsa, Türkiye onunla ölçüye vurulamaz, aynı deyimle tanımlanamaz. Bu görüş kendi çerçevesinde kuşkusuz doğrudur. Türkiye ile öteki geri kalmışlardan herhangi birini yan yana koysak, arada tarihin ve kültürün yarattığı büyük bir farklılık olacaktır.

Ancak, geri kalmışlığın incelenmesinde, toplumun tarihî gelişme sürecinde aldığı yol ve başlangıç noktasıyla vardığı yer önemlidir. Bu açıdan, Türkiye bir Mozambik'ten, Kongo'dan, Guatemala'dan çok daha geri  kalmıştır. Çünkü Mozambik her zaman aynı Mozambik olmuştur. Kongo aynı Kongo, Guatemala aynı Guatemala. Türkiye ise belirli bir dönemde öteki ülkelerle kıyaslandığında en ileri bir noktada   gözükmektedir. Sonra gerilemeye başlamış, gerileye gerileye günümüze, aynı kıyaslama yapılınca çok  arkada gözüken bir yere varmıştır. Yani, kavramın dinamik anlamıyla, tam bir geri kalmış ülkedir. Geri kalmışlığın tarihini izlerken, çoklukla kullanılan bazı yöntem ve ölçülerden kaçınacağız.

Türkiye'de konuyla ilgili çalışmaların çoğunda rastlanan alışkanlık, toplumu belirli bir dönemde donmuş varsaymaya, onun o andaki özelliklerini Batı kaynaklarının esinlediği ölçülere vurmaya dayanıyor. Bu değerlendirme, hele Türkiye gibi çok sayıda ayrıcalığı olan bir ülkeye uygulandığında yanlış sonuçlar verir; ileriye dönük bir yönteme ışık tutmaya değil, geri kalmışlığın belirtilerini çoğu yetersiz  ölçülerle sıralamaya yarar. Meselenin nedenine inmeksizin sonuçları ortaya kor; milli gelir düşük,  beslenme yetersiz, sanayi zayıf, dolayısıyla ülke geri kalmıştır der. Bu durum neden meydana geldi  sorusunu yanıtlayamadığı gibi, nasıl düzelir sorusuna da ışık tutamaz. Ayrıca, geri kalmışlığı belirtilerine dayanarak açıklayan bu ölçüler, Batı kültürünün etkisinde yaratılmıştır.

Oysa geri kalmış ülkelerin yapıları ve özellikleri Batıdan kesinlikle ayrıdır. Kendilerine özgü kurumları, gelenekleri ve değer yargıları olan bu ülkeleri yalnızca Batının değer yargılarını yansıtan ölçülerle sınıflandırmak, incelemeyi kaçınılmaz şekilde yanlışa sürükler. Klasik çerçevedeki araştırmaların yetersizliğinin bir başka sebebi, belirtilere dayanan ölçülerin geri kalmışlığın ancak donuk, statik bir incelemesine imkân vermesidir. Oysa, bütün toplumsal olgular gibi  hareket halinde olan geri kalmışlık sorunu, belirli ve sınırlı bir anda ülkenin sosyal ve iktisadi durumu üzerinde yapılmış gözlemlerle çözümlenemez. Geri kalmışlığın incelenmesi, varoluş nedenlerinin ve çözümlerin aranması ancak  olgunun dinamik özelliğine uygun, tarihten günümüze, hatta yarına kadar uzanan bir yöntemle  mümkün olabilir. Bu noktadan hareket ederek, Türkiye'nin geri kalmışlığını dinamik bir gelişme sürecinin içinde ele alıp  nasıl ve neden oluştuğunu araştırmaya çalışacağız.

Nasıl ve neden sorularının yanıtlanabilmesi, doğal  olarak, geri kalmışlığın hangi yöntemle alt edileceği konusunda bazı ipuçlarına işaret edecektir. Türkiye'nin çok özel geri kalmışlık durumunu izlerken, geri kalmışlığın evrensel mekanizmasını  hareket ve değişim sürecinde açıklayan dinamik bir modeli kullanacağız. Geri kalmışlığı belirtileriyle  değil, oluşumuyla ele alan bu modelin, Fransız bilim adamı Rene Gendarme tarafından sunulan  şeklini, onun yaptığı ayırıma ve sınıflamaya, terminolojiye sadık kalarak vereceğiz. Ancak,  Türkiye'nin çok değişik özelliklerinden ötürü, bu model bir çözümleme aracı değil, yalnızca meseleye  yaklaşım yöntemi olacaktır.

Burada bir daha belirtelim ki, Türkiye'nin geri kalmışlığı bir Afrika ya da Latin Amerika ülkesinin geri  kalmışlığı değildir. Koskoca bir geçmiş ve geleceği olan, uygarlığı olan, sağlam temelleri hâlâ direnen  ve kendini ileriye götürecek birikimi çeşitli alanlarda gerçekleştirmiş bir toplumun, geri bıraktırılmışlığıdır bu.

 

Uğur Mumcu "Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Susanlar da bu insanlık suçlarına katılmış olur."

"Ben Atatürkçüyüm.... Ben, cumhuriyetçiyim... Ben lâikim... Ben antiemperyalistim... Ben tam bağımsız Türkiye'den yanayım... Ben insan hakları savunucuyum... Ben, terörün karşısındayım... Ben, yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. Dün sabaha değin, araştırarak yazdığım hiçbir konuyu yalanlayamadınız. Öyleyse vurun, parçalayın, her parçamdan benim gibiler beni aşacaklar doğacaktır."

"İmam-hatip liselerini bitirenler neden ilahiyat fakülteleri ve İslam enstitülerine gitmiyorlar da ille de kaymakam, vali, savcı, yargıç ve subay olmak istiyorlar? Bu uzun vadeli eğitim ve bürokratik yerleşim projesini kimler planlıyor? "

"Cemaatlere, tarikatlara giren çocuklar 30 sene sonra general olacaklar cumhuriyete karşı ayaklanacaklar."

"Gerçekte vicdan özgürlüğü, gerçekte demokrasi laik toplumda meydana gelir.

Çünkü anti-laik toplumda dince kutsal sayılan kavramlar, siyasal amaçlar için her gün sömürülür. ya da Türkiye'de olduğu gibi Arap sermayesi tarafından Türkiye'de kurulan banka sistemlerinde olduğu gibi mali çıkarlar açısından sömürülür. Bu bir sömürüdür. Mustafa Kemal de dinin gerçek yerine oturtulması, Allah ile kul arasında bir kutsal duygu olarak korunması amacıyla laikliği getirmiştir. İngiliz emperyalizminin, Arap kapitülasyonunun aracı olmaması ve siyasi sömürü aracı olmaması için. "

"Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz."

"Milliyetçilik, 'vatan, millet, Sakarya, kan, ırk, bayrak' edebiyatı mıdır, yoksa ulusun çıkarlarını, onurunu herkese karşı savunmak; yani tam bağımsızlık mıdır? Ülkenin onuru ayaklar altında çiğnenirken, 'vatan, millet, bayrak' edebiyatını yani milliyetçiliği sadece kitleleri uyutmak, kandırmak için kullanıp aslında bütün bu değerleri salt kendi siyasal ya da bireysel-sınıfsal çıkarları için kullanmak milliyetçilikse, bunun karşıtı nedir?"

"Biz siyaset bakımından karşıtlarımıza özgürlük tanımazsak birer gizli faşistiz demektir."

"Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Susanlar da bu insanlık suçlarına katılmış olur."

"Bu masum insanlar Yahudi de olur, Arap da, Hristiyan da. Ölenlerde ırk, din ayrımı yapılmaz. Ölen insandır."

"Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım
unutma bizi... Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım unutma bizi..."

Anneler ve babalar, çocuklarını sokak ortalarında eşkiya çetelerince öldürülsünler diye yetiştirmediler. Bir gün bunların hesabı sorulacaktır. Devlet koltuklarına dayanarak kabadayılık yapanları, sanık sandalyesinde göreceğiz bir gün. 

* * * 
 
GÖZLEM | UĞUR MUMCU
İmam-Subay!
TBMM Milli Eğitim Komisyonu, harp okullarına giriş koşullarını düzenleyen yasa tasarısını göruşürken verilen bir değişiklik önergesi ile imam-hatip okullarını bitirenlerin harp okullarına girişlerine engel olan madde değiştirilmiş
Bu değişiklik TBMM tarafından da uygun görülürse, harp okullarına önümüzdeki ders yılından başlayarak imam-hatip lisesi mezunları da girebilecekler.

İmam-hatip liselerini bitirenler neden ilahiyat fakülteleri ve İslam enstitülerine gitmiyorlar da ille de kaymakam, vali, savcı, yargıç ve subay olmak istiyorlar?

Bu uzun vadeli eğitim ve bürokratik yerleşim projesini kimler planlıyor?

1973 yılında çıkarılan Milli Eğitim Temel Yasası’nın 31. maddesi, liseleri bitirenlerin ancak “yetiştirildikleri yönde” yüksek öğrenim yapacakları ilkesini getirmişti.

Bu madde ne zaman değiştirildi biliyor musunuz?

Atatürkçülük adına yasa düzeninin getirildiği 12 Eylül döneminde!

Bu madde, 16 Haziran 1983 günü değiştirilerek maddedeki “yetiştirildikleri yönde” yüksek öğrenim yapmaları koşulu kaldırıldı.

Cumhurbaşkanı Evren ve Milli Güvenlik Konseyi, sabah akşam “Atatürk, Atatürk” diye diye Atatürk’ün “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”nu rafa kaldırarak imam-hatiplilere yüksek öğrenim kapılarını açtılar.

Bugün, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalışan toplam personelin ancak yüzde altısı yüksek okul çıkışlı.

Neden, İlahiyat fakülteleri ile yüksek İslam enstitülerini bitirenler din adamı olarak çalışmıyorlar?

Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki toplam personel sayısı bugün 70 bini aştı.

Bu 70 bin 99 personelin ancak 39 bin 907’si imam-hatip liseleri çıkışlıdır.

Demek ki imam-hatip liselerini bitirenler, yetiştirildikleri ve yararlı olacakları alanda çalışmıyorlar.

Peki ne yapıyorlar?

Hukuk fakültelerini bitirip savcı ve yargıç, hukuk ve siyasal bilgiler fakültelerini bitirip polis müdürü ve kaymakam oluyorlar.

Yarın ya da öbürgün vali de olacaklar...

Bugüne kadar imam-hatip liselerini bitiren 433.277 kişi var. Diyanet İşleri’nde çalışan imam-hatipli sayısı 39 bin.

İmam-hatip liselerini bitiren her 10 kişiden bir kişi Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görev alıyor.

Üstelik, mesleki ve teknik öğrenim liselerinde öğrenci sayısı artışı yüzde 374, imam-hatip liselerinde yüzde 1.246 olmuştur.

Genel liselerde öğrenci sayısı son yirmi yılda 3 kat, meslek liselerinde 4.9 kat, imam-hatip liselerinde yüzde 13.4 kat artmıştır!

Bu artışa karşın Diyanet İşleri Başkanlığı’nda ilkokul mezunları imam ve hatiplik yapıyorlar. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda imam-hatip lisesi çıkışlılar yerine çalışan ilkokul çıkışlıların sayısı 18 bin 362’dir.

İmam ve hatip olarak yetiştirilenler emniyet müdürü, savcı, yargıç, kaymakam olacaklar, bu yasa değişikliği TBMM’den de geçerse subay da olacaklar, hiç din eğitimi görmemiş ilkokul mezunları da imam ve hatiplik yapıp camilerde vaaz verecekler!

Bunda bir yanlışlık, bir çarpıklık yok mu?

İmam-hatipliler din adamı olarak çalışmayacaklarsa, neden art arda imam-hatip okulları açılıyor? Neden bu okullardaki öğrenci sayısı her yıl bu kadar artıyor?

İmam-hatip lisesi mezunları neden yetiştirildikleri alanlar dışındaki işlerde görevlendiriliyor?

Eskiler, “Camiye, kışlaya, mektebe siyaset sokulmaz” derlerdi.

Bu yasa tasarısı TBMM’den geçerse camilere ve okullara sokulan dinsel siyaset, kışlalara da sokulmuş olacak.

Türkiye’de son yıllarda siyaset, ticaret İle tarikatlarla iç içe gelişiyor.

Dinsel siyaset, 12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra parasal kaynağa da kavuşarak devlet içinde de köşe başlarını tuttu. Ellerinde yayın organları, yayınevleri, televizyon kanalları ve arkalarında da her gün bu gazetelere reklamlar veren Suudi kökenli İslam bankerleri var.

1983 yılında Milli Eğitim Temel Yasası’nı değiştirdiler, bugün Harp Okulu Yasası’nı...

İmam-hatiplilerin harp okullarına girmelerini isteyen” Atatürk’ün partisi CHP’nin Genel Sekreteri başta olmak üzere bu uğurda çaba gösterenler doğrusu büyük başarı elde ettiler.

Yaşa var ol Harbiye/Selamünaleyküm sivil toplum!

Maşallah ikinci cumhuriyet/ Ruhuna el fatiha laiklik...

Suikasttan 2 gün önce yayımlanan yazısı. 22 Ocak 1993

cumhuriyet.com.tr

Gaffar Okkan "3310'' dan tüm birimlere ; Diyarbakır halkına zulüm edeni yakarım."



 



Ahmet Hamdi Tanpınar - Selam Olsun

Selâm olsun bizden güzel dünyaya
Bahçelerde hâlâ güller açar mı?
Selâm olsun sonsuz güneşe, aya
Işıklar, gölgeler suda oynar mı?

Hepsi güzeldi kar, tipi, fırtına
Günlerin geçişi ardı ardına.
Hasretiz bir kanat şakırtısına
Mavi gökte kuşlar yine uçar mı?

Uzak, çok uzağız şimdi ışıktan,
Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan,
Dönmeyen gemiler olduk açıktan,
Adımızı soran, arayan var mı?…


Theodoros Angelopoulos "Zaman kumsalda taşlarla oynayan bir çocuktur."

 
Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kazanan “Sonsuzluk ve Bir Gün” filmiyle ilgili zamanın kendisi için ne anlam ifade ettiği sorusuna ise şu cevabı vermişti: “Zaman kumsalda taşlarla oynayan bir çocuktur. Filmimde karakterler sanki zaman ve mekan yokmuşcasına zaman ve mekanda yolculuğa çıkar. En önemli soru şudur: Yarın ne kadar sürecek? Bunun cevabı ise “Sonsuzluk ve Bir Gün”dür. Şanslıysak bugün içimizde taşıdığımız gelecek tasavvuruna göre yaşayabiliriz.”

Yunanistan'daki yangın ünlü yönetmen Theodoros Angelopoulos'un