02 Ağustos 2017

Ahmet Cemal " Belli ki sevmek en büyük beceriksizliğimiz."

Konuşabiliyorsak kitapların ve filmlerin, tarihin yazdığı aşkların, eskiden yaşanmışların güzelliğini, 
bu yalnızlığımız neden?  
 
Belli ki sevmek en büyük beceriksizliğimiz!

Yaşamımız boyunca edinmek, kazanmak istediğimiz hiçbir kimlik, bize sunulmaz ya da armağan edilmez. Sunulsa veya armağan edilse bile öyle bir kimlik, koşullarını kendimizde gerçekleştiremediğimiz sürece, ancak geçici olarak taşıyabileceğimiz ve başkalarını yine geçici olarak inandırabileceğimiz bir kimlik olabilir. Amaçladığımız bir kimliği elde edebilmenin, ardından da dünyanın önüne böyle bir kimlikle çıkabilmenin ve dünyadan, öteki insanlardan bu kimliğimize saygı duymalarını talep etmekte haklı olmamızın tek yolu, öyle bir kimliği taşıyabilmenin koşullarını önce kendimizde gerçekleştirmemizdir.

Yaşamdan Notları Okuma Notları ve Okuyan Gençliğe Mektupları adlı üç bölümden oluşan bu denemelerinde Ahmet Cemal, bir kültür adamı olarak yılların birikiminden, deneyimi ve yoğun çalışmalarından yararlanarak tiyatrodan edebiyata, estetikten özgürlüğe, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Oscar Wilde’a, çeşitli konular, olaylar ve kişiler üzerine düşüncelerini, değerlendirmelerini, her zamanki akıcı, kıvrak üslubu, kusursuz Türkçesiyle veriyor. Tanık olduklarını aydın sorumluluğuyla irdelerken okurlarına da doyumsuz hayat dersleri sunuyor. Kültürle yoğrulmuş, bilgece yaşanmış, almak değil vermek üzerine kurulmuş bir hayat dersi...
Bizi Yaşatanlar ve Öldürenler
 
 
Birilerinin yanından sadece geçip gitmeyi birileriyle birlikte yaşamak sananların sayılarının hızla kabardığı bir dünya.
 
Bir kez daha yaşamak elimde olsaydı eğer, noktasına virgülüne dokunmadan yine böyle yaşamayı seçerdim.
 
Kendi iç kalelerini kuramayanlar, günün birinde o iç dünyada sığınacak bir yer, bir güç kaynağı bulamaz oluyorlar.
 
Bir insanın sevgisini yıkmak için yıllar gereklidir; ama hiçbir yaşam, bir cinayetten de beter olan bu cinayete yeterince yakınabilecek kadar uzun değildir.
 
Belli ki sevmek En büyük beceriksizliğimiz.
 
Sokakta insanların... Omzuna çarpıp geçmelerine neden şaşırıyorsun, sen kendin, yanından geçen nice insanın acılarını, içlerini kemiren kurdun ne olduğunu bilmez, buna aldırmazken..
 
İnsanı en büyük çaresizliklere sürükleyen şey, her zaman bilinmezlerin varlığıdır.
 
Size okutmayı ihmal ettilerse, o zaman siz okuyun!
 
Okumak için zaman bulunmaz fakat yaratılır
 
Kaç kişi kalmış, bir düşün dünya yüzünde bir sevgiyi öldürmemiş Ve kaç birliktelik, başkalarının yıkmak istemediği!
 
ne kadar çok düş kurulursa , dünya bir o kadar çoğaltılmış , günün birinde dünyasız kalma olasılığı da azaltılmış olur.
 
“Sokakta insanların… omzuna çarpıp geçmelerine neden şaşırıyorsun, sen kendin, yanından geçen nice insanın acılarının, içlerini kemiren kurdun ne olduğunu bilmez, buna aldırmazken?”
 
Felsefenin yapılamadığı bir dilde, düşünülebilir mi? Hem, kim istiyor ki artık bu ülkede gençlerin düşünmesini? Kuşaklardır eğitim politikamızda o gençlere "nasıl düşünmeleri gerektiğini" öğretecek yerde "neleri düşünmeleri, neleri düşünmemeleri gerektiğini" ezberletmek için çaba harcamıyor muyuz?
 
...ötekileştirme'nin bir çözümü olarak öteki'ne "hoşgörü" ile bakmayı çare yerine önerdiğimizde, bunun en somut sonuçlarından birinin karşımızdakinin ötekiliğini "pekiştirmek" olacağının farkında mıyız? Karşımızdakini "anlamak" yerine onu "bağışlamak" -bu "bağışlama" hakkı kendime, karşımdakinin kişiliğini yeterince değerlendirerek değil, fakat sırf ben "ben" olduğum için tanıdığım bir hak değil midir? Ve ancak bir suç ya da kusur bağışlanabileceğine göre, karşımdakinin kendi kişiliğinden kaynaklanan niteliklerini suç ya da kusur sayma hakkını bana kim vermiş olabilir? Başka deyişle, onu hoşgörmeye nasıl cüret edebilirim? Kulağa ne kadar sert gelirse gelsin, bu yapısıyla hoşgörü, yüce gönüllülük falan değil, ancak "hoşgörülen"in kişiliğine yönelik bir "cinayet aracı" olabilir.
 
Bizi yaşatan sevgilerin artık onca az olduğu bir dünyada, sözcükleri cinayet aletine dönüştürmenin lüksünü kavrayabilmek, gerçekten güç!