11 Ocak 2020

Osho - Sevgi Aşkın En Yüksek Hali



Sevgi sadece anlayış ve farkındalıkla mümkündür. Sadece diğer kişiyi anlayıp ona saygı duymakla kalmayıp varlığının da en derindeki özüne varmışsındır. Kendi en derin özünü görerek, diğerindeki en derin özü de görmeye muktedir hale gelmişsindir. Artık diğeri bir beden yahut bir zihin olarak var olmaz; diğeri bir ruh olarak da var olur. Ve ruhlar ayrı değildir; iki ruh buluştuğunda bir olurlar. Sevgi aşkın en yüksek halidir. 
 
Tamamı:  docplayer.biz.tr


Onat Kutlar - Surlar ve Deniz


körler ülkesinin tam karşısında
çünkü gören olmadı seni benden başka
duran kent sevgilim nicedir
surların çevirdiği denize doğru
kurdum barbar çadırını bekliyorum

bekliyorum bembeyaz bir yapının
omuzlarına konacak kartal
kapına dikilmiş boynuzlarıyla
kara koç başı hırslı kalkan
ve hasret ve tutku ve bitip tükenmez
ayrılığa inatla kafa tutan
bakısların tozlarına bulanmış
ağaç heykeli olan gövdemle

içinden görmek istiyorum seni
dinlemek daha da bir güze doğru
çimenlerinden geçen serin esintiyi
yıkanmak derin saatlerinde denizinin
yarı aydınlık sokaklarından geçmek ve eski
bir balıkçının uslanmaz merakıyla
ağ atmak akşama karşı sularına
yanan alnımı su mermerinin
karnına koymak ve uyumak
yorgun savaşçının
tütün ve barut kokusuyla uyumak bir hayvanın
karlı sınırlarını aşmak bir yaza doğru

saklı kent bıktım seni kuşatan
kendi çadırlarından kör kılıcına
tuğlalarla örülmüş yanık surlardan
bıktım bana uzaklığı öğreten
di'li geçmisiyle zamanın
yazılmış kuşatma günlüklerinden

taş perdeleriyle bir gize doğru
yelken açan kent göremiyorum seni

Tavus Kuşunun Hikayesi

 
Zeus, karısı Hera'nın mabedinde rahibelik yapan İo yu görür aşık olur ve onunla yatar. Hera bunu duyunca çok kızar. Çapkın Zeus, karısından İo yu korumak ister ve onu beyaz bir ineğe dönüştürür Hera'ya armağan eder. İneğin İo olduğunu anlayan Hera kocasının çapkınlıklarından bıkmıştır ama Zeus bir çok şekilde çapkınlıklarına devam etmetedir. Hera ineğe Zeus'un ulaşmaması için hizmetkarı olan Argos'u ( yüz gözlü dev ) görevlendirir. Argos Panoptis ( herşeyi gören) uyurken bile açık olan birkaç gözü ile ineği devamlı kontrol altında tutmaktadır. İo dan ayrı kalmaya dayanamayan Zeus, rüzgar tanrısı Hermes ten İo'yu kurtarmasını ister. Ormanın ve çobanların tanrısı yarı keçi yarı insan olan Pan sihirli kavalını çalar, Hermes masallar anlatır ve Argos uyur Hermes'te Argos'u öldürüp İo yu kaçırır. Buna çok kızan Hera Argos'un gözlerini alır ve fırlatır gözler orada ki bir kuşun kuyruğuna gelir böylece tavus kuşu olur. Hera hizmetkarnı unutmaz ve çok sevdiği tavus kuşunu hiç yaından ayırmaz. 
 
 

Edip Cansever - Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir

Tomris Uyar’a

Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
Yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de
Bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle
Ve yaraşırsa ancak Monet'nin
Kadınlarına yaraşan giysilerinle
Gördüm de
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

Öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde
Bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde
Bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında
Öyle kısaydı ki adımların
Şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle
Ölçülür ve denk düşerdi ancak
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

Yok bir yanıtın "nereye" diyenlere
Bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın
Ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere
O bir yerler ki, diyelim çok uzak olsun
Sen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerden
Yollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerle
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki
Hani Etiler'den Hisar'a insek bile
Bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın
Çok yaşında her zamanki çocuksun gene
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

Mart ayında patlıcan, ağustosta karnıbahar
Mutfağın mutfak olalı böyle
Bir adın vardı senin, Tomris Uyar'dı
Adını yenile bu yıl, ama bak Tomris Uyar olsun gene
Ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
Oysa güneş pek batmadı senin evinde
Söyle
Ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.

Franz Kafka'dan Sevgili Bayan Milena'ya


Sevgili Bayan Milena'ya,

Size önce Prag’tan, ardından da Meran’dan yazdığım kısacık mektuplarıma kesinlikle cevap beklemiyordum. Umduğum gibi karşılık yazmadınız da. Sevinmem gerek. Sessiz kaldığımız her gün iyi olduğumuzun bir işaretidir.

Yarım kalmış bir düş gibi. Önümden geçip gidiyorsunuz. Masalar, sandalyeler, geçtiğimiz yer, hatta elbiseniz bile gözümün önünde. Yüzünüzü, ayrıntıları çıkaramıyorum. Kötü bir yarım düş olsa gerek bu. Çok ilginç, hem de çok.

Bekliyorum içim içime sığmadan. Pazar gününe kadar mektup yazar mısınız bana? Delilik gibi geliyor bu istekler. Tek mektup yetersiz mi? Herhalde yeter. Ama yine de okumak istiyorum bunları durmadan, nefes almadan. Nedir bunun mantığı, ah Milena!

Bu dünya ne zaman düzelecek, ne zaman normale dönecek sevgili Milena? Gündüzleri bütün vaktimizi yıkıntıların arasında geçirip gece de yeni buluşlar için kafa patlatarak geçiriyoruz ömrümüzü.

Garip bir rahatsızlık var bende, yorgunluk değil bu, “korku” galiba. Düşenlerle dalga geçilen bir dünya burası ve ben yürümeye korkuyorum. Evet, yorgun değilim, yalnızca korkağın biriyim. Düşünüyorum da insan herhalde bütün gün bir noktaya bakarak oturup bir akıl hastanesinde huzur bulabilir sadece.

Milena! Sen şimdi yüreğimi, aklimi, tüm varlığımı büyüleyen o sesinle çağırıyorsun beni yanına..

 (...) Bütün bu olanlar perişan ediyor beni. Çevremdeki her şey darmadağın oluyor, sonra yeniden bir araya geliyor. Sonra başımın çaresine bakmak zorunda kalıyorum. Aslında yakınmamın sebebi güneşi görmek istemeyişim, hayata geri dönmekten korkmam.

Her tarafa Milena diye yazdım. Yazmayı bildiğim tek kelime bu ve ben büyük bir coşkuyla bunu herkese göstermek istiyorum.

 (...) istasyondan bana bakan yüzünü düşündüm. Unutamayacağım bir doğa olayıydı bu.

Gel artık Milena! Sen olmayınca geceler boyu sabahlara kadar yanımdaki kokuyla boğuşmakla geçiyor ömrüm.

En şaşırtıcı olan bana gelme isteğin. Yanıma inersen kör olacaksın, batacaksın dibe ve başını dik tutmak için çırpınacaksın. Gücünü sonuna kadar kullanıp parçalanacak ve yok olacaksın. Benim olduğum yerde ne mutluluk ne mutluluk ne de iyilik var. Oraya bırakılmışım ve senin yurdunun savaş öncesi bunaklarına dönmüşüm...

Lütfen uzat elini ve sonsuza kadar çekme!...

Durmadan birbirimize aynı soruları sorup duruyoruz. Ben “hasta mısın” diye soruyorum, sen cevap yazıyorsun, hastalığımın durumunu soruyorsun. “Ölmek istiyorum” diyorum, bir bakıyorum sen de aynı şeyi söylüyorsun. Bunu yine söylemek istiyorum ki bütün ama bütün istediğim yanında olabilmek ve sen de bunu istiyorsun. Yeter artık! Yeter!...

Artık güz de oyun oynuyor benimle. Zaman zaman kuşkuya düşecek kadar yanıyor, yine kuşkuya düşecek kadar üşüyorum...

Ayrılmadığımız için vedalaşmıyorum Milena! Toprak beni içine çekerse o başka. Ama bunu başaramayacak. Çünkü sen varsın!

Kısaca şunu söylemek istiyorum Milena: etrafındakilerin o ulaşılmaz zekilikleri ile hayvanca sersemliklerine karşı senin haklı olduğuna inanmamış olsaydım bu kadar ilgilenebilir miydim seninle? koskoca okyanusların dibindeki bir avuç toprak o baskıya nasıl dayanıyorsa sen de öyle dayanmalısın Milena. Bugüne kadar insanlara tahammül edebileceğimi yeryüzü ile başa çıkabileceğimi düşünmezdim hiç. Ama sen şunu öğrettin bana dayanılmaz olan aslında yaşam değilmiş, insanlarmış.