30 Mayıs 2021

Metin Altıok - Soneler


   
 1
sevgilim bak, geçip gidiyor zaman
aşındırarak bütün güzel duyguları
bir yarım umuttur elimizde kalan
göğüslemek için karanlık yarınları

ağzımda ağzının silinmez ılık tadı
damağımda kösnüyle gezinirken
yüreğimde yılkı, aklımda ölüm vardı
dışarda rüzgar acıyla inilderken
unutulmuyor ne tuhaf dünya işleri
seninle bir döşekte sevişirken bile
düşünüyorum hüzünlü genç anneleri
çarşılarda, pazarda ellerinde file
bu kekre dünyada yazık geçit yok aşka
bir şey yok paylaşacak acıdan başka
2
nasıl bir acıdır bu bir düşün
yüreğimin yumruk kadar çaresizliği
sığlığı alışılmış bir günün
gecenin karanlık belirsizliği
yarın, yarın ve yine yarın
hep bugün olan aynı yarınlar
düş kırıklığı gibi kötü gelen zarın
varımı yoğumu elimden alırlar
ve ben dönüp yine sana gelirim
elimde somun, gözlerimde mıh
işte bugün de kaybettim derim
aklımda dimdik duran bir çarmıh
güler yüzle karşılama beni sakın
güzel sonuma bırak ölümüm yakın
3
bu uydu çağında çaresizliği gördüm
sinekler konarken insan yüzlerine
hastane kapılarında ağıtlar duydum
gözü yaşlı kadınlar vururken dizlerine
soğuk kış günleri karla kaplı yollarda
gördüm bata çıka yürüyenleri
iple dikilmiş yırtık lastik ayaklarında
yaka bağır açık bir ceketti giydikleri
ve akşamla birlikte gelirdi odama alkol
sobada yanarken kuru meşe odunu
iç dostum derdi beni, iç ve yok ol
silerdi içimdeki utanç duygusunu
acının dudakları varsın benimle solsun
kapım açık her ölüme nasıl olursa olsun
4
bende vardı, ama ben yıllar yılı
bende olanı hep sizde de aradım
biraz ürkek, biraz suçlu, kaygılı
yüreğinizi sezdirmeden yokladım
dem çekse bir güvercin karşı çatıda
sizdekini arardım bırakıp bendekini
böyle böyle gördüm işte sonunda
bir yılanın deri değiştirmesini
insanın talihsiz oyunudur bu
yıkımı yine kendi elinden olur
engelleyemez paylaşmak duygusunu
gün gelir yorulur, kendini de unutur
"ben buraya bebe hakkı için geldimdi"
ben kimdim unuttum, bebeler kimdi
5
beraberken kıymetini bilemedimdi
elim ayağımdın sanki, zora koştuğum
bir yetim şiir kaldı yanımda şimdi
kaybetmekten deli gibi korktuğum
bir kum saatiyim sensiz geceden gündüze
altı durmadan üstüne getirilen
bu nasıl zaman ki çakılıp kalmış güze
doğmamış çocukları evlatlık verilen
işte böyledir gülüm bazı şeylerin
hiç hissedilmez varlıkları ama
yoklukları bir uçurum kadar derin
baş döndürür kıyısında nasıl da
ey bir hüznü büyüten solgun anne
sen de düşün benden sana kalan ne
6
sen ey kendine bölünen, gel beni dinle
kurtulmak için benliğini saran kederden
bir terminal büfesi ol yüreğinle
ve açık tut gece gündüz demeden
hesaplaş yüz yüze karşılıklı ölümle
vakitli vakitsiz seyret gelip gidenleri
gurbetle sılayı birbirine düğümle
bir gözün ağlarken varsın gülsün diğeri
sen ki banarsın altın suyuna
yıllardır bir ziynet gibi kendini
bırak lağım karışsın bundan sonra kuyuna
biraz da pislikle sına erdemini
hasrete, açlığa, yokluğa dokun
bakalım o zaman neye benzeyecek kokun
7
başımda siyah şapka, elimde çiçek
bekliyordum ikide bir saatime bakarak
yüreğim dalından düştü düşecek
çıplak bir ağaçta sanki tek yaprak
derken sen geldin bir sis içinden
serildi dürülüm, dolaşığım çözüldü
bir mavilik yayıldı etrafa gözlerinden
yalnızlığım çaresiz bir köşeye büzüldü
ne ben bekledim oysa ne de sen geldin
gerçekleşmedi henüz söz ettiğim buluşma
çünkü sen benim hak edilmiş ecelimsin
nasibim olacak ömrümün sonunda
herkes kendince göçer bu yeryüzünden
kimse pay çıkarmasın başkasının ölümünden
8
neden diyorum kendi kendime hep;
üstelik param da varken ve tokken karnım,
acaba nedir duymama sebep
gülmek eğlenmek isterken canım,
iğneden geçirip ebruli bir ipliği
ucunu düğümler gibi birden,
duyuvermem içimde o kekre garipliği
rengi değişmiş ter ve kirden.
neden, neden diyorum ama;
ekmek almaya gönderen çocuğunu,
dul bir kadın geliyor aklıma
ve ben bilmiyorum o kadının kim olduğunu.
demek ki benim içimde bir ben daha var;
hem ben olan, hem siz, hem onlar.
9
anılar geliyor bazen ister istemez akla
burnumdadır kokusu cumbalı evimizin
taş sektiriyorduk büyük bir mutlulukla
çalkantısız yüzünde dupduru bir denizin
metal paralar sektiren biri vardı aramızda
bir testere ağzı olurdu onu görünce sular
yaylanıp parayı çalımla savurunca
kanardı denizin sırtına açılan yaralar
tadarak güzelliğini türkçenin kana kana
taşlarımız sözcükler oldu şimdi irili ufaklı
söz sektiriyoruz artık kimimiz imgeden yana
kimimiz kılavuz etmiş kendine aklı
denizde para sektirenler ortalardadır hâlâ
ben diyorum henüz erken, vakit gelmedi daha
10
öyle bir taş yapı ki yoğrulmuş nakışla
onun yüzü bir selçuklu kapısıdır yumuşacık
hiç girmedim içine yetindim salt bakışla
öpüp geçtim önünden bazen de usulcacık
çünkü benim yüreğim bilirim cehennemdi
onunsa gül bahçesi hoş kokulu, rengarenk
yoktu bu cihanda bence eşi menendi
hem insan yaşar mı sevdiğine zarar vererek
o dedi ki bana boşuna kandırma kendini
umurumda değil aslında gül bahçem benim
koruyorsun sen kendi cehennemini
alevinle gel varsın kül olsun bedenim
düşlerimde şimdi kıpkızıl cehennem gülleri
soğuyup buz kestim bense, gövdem zemheri
11
ister sevgili, ister dost olsun
ayrılmak saati gelip çattı mı, sakın gizleme
sen omuzdan kesilmiş bir çaresiz kolsun
eskiye de boşver onu da eşeleme
ne iyiydik'ler, yine görüşürüz'ler
dikenli tel gibi takılmasın boğazına
biliyorsun bu sözler inandırıcı değiller
çoğaltmadan katlan acının en azına
bekleme aracın kalkmasını, ayrılıklar götürü
karış telaşlı bir kalabalığın içine
yürü ardına bakmadan, durmadan yürü
yeni aşkların, yeni dostlukların geleceğine
alıştır kendini her şey biter ve gömülür
"ve nice yazlardan sonra kuğu da ölür."
12
hangi baş güzeldir bir kafatasından
o bembeyaz yontudan eti soyulmuş
bir kuytu loşluk yayılır göz çukurlarından
ki bütün kötülüklerden soyunmuş
ne güzel durur bir konsolun üstünde
sessiz, vakur ve yaşamış ölümünü
konuşmayan yine de hiç hayatı üstüne
ne övünür, ne yerinir, deyip kesmiş sözünü
ben de isterdim kafatasım alsın yerini
bir kitaplıkta şiir kitapları arasında
biri anlasın ürkmeden onun güzelliğini
bir karanfil iliştirsin ara sıra ağzına
desin ki; iyi veya kötü bu baş da yaşadı
sevdi sevildi, ömrünü bir top kemikle noktaladı
13
birbirine benzer bütün ara istasyonlar
sarıya boyanmış yapılar arasında
yutkunup duran huzursuz ağaçlar
ve paslı bir hüzün bulaşığı her yanda
katardan ayrılmış yük vagonları
yorgun beygirler gibidir raylar üzerinde
uzaklardan sürekli köpek havlamaları
karışır bir trenin isli düdük sesine
bir adam dolaşıp durur kendine konuşarak
bekler belki de bir posta trenini
içinde bir deniz kayalara vurarak
parçalar hışımla kendi kendini
ara sıra giderim o küçük istasyonlara
ağzımdan dilsiz bir çığlık karışır rüzgarlara
14
aklım yitirdi o parlak yalımını
hoş çok az güvenirdim ben ona zaten
gözlerim görmez oldu uzağı yakını
başladı sulanmaya okur yazarken
kendime yakıştırmalıyım yaşlılığı
iki gözlük kullanıyorum artık
yaşıyorum çift başlı saçmalığı
yorgun bir yürekle ölesiye aşık
yüreğim benim, yüreğim, yüreğim
cesur ol ve yüreklendir beni
ki ona kanatlı sözler söyleyeyim
olgun bir elma gibi sunayım seni
sevda demişler buna zaman dinlemez
erken ya da geç gelir, bazen hiç gelmez
15
bir ters iki yüz dizlerinin üstünde
şimdi sen çaresiz mutsuzluklar örersin
bir usanç büyütürsün göğsünde
kilitlenmiş talihine elbet küsersin
çünkü mürai bir kandil akşamı gibi
günlerin sonu hep pişmanlık getirir
yosun tutar umudun nazlı dibi
içindeki hevesi başlamadan bitirir
anlayamazsın nerde yanlış yaptığını
elindeki pelteleşmiş anahtar
döndürür durmadan kendi sapını
ömründe kapanmaz derin girdaplar açar
sen gel bu oyunun kuralını değiştir
mutsuzluk ceza değil ehven bir iştir
16
gözünde kısık bir kar gözlüğüyle
önlemle bakıyor dünyaya herkes
yüreğinin zorunlu kör düğümüyle
sevgisine olabildiğince nekes
oysa şimdi yatağında yalınayak
bir akarsu denize koşmaktadır
umudun işlek kenar süsü olarak
kendini özlemle çoğaltmaktadır
elde değil biliyorum hak vermemek
kıstırılmış bu ezik insanlara
buz üstünde düşe kalka yürümek
izin vermiyor ne yazık coşkulara
ama sen yine de kendini sınırlı tutma
sevgilim, akarsuları sakın unutma
17
istersen ayıpla beni, istersen bağışla
bilmem ne yapardım sen olmasan
sen ki keyif getiren yalnızlığıma
incecik bir kadınsın çamaşır asan
beni tılsımıyla bozgunlardan koruyan
ömrüme asılı ışıldayan nazarlık
seni kösnüyle düşündüğüm zaman
içimde fışnayıp köpüklenen sıcaklık
yayılırdın atlasında ürpererek tenimin
ürkek ve narin kuş ayaklarıyla
örgüsü gibi kanayan bir kilimin
yüzümü al basan akışkan nakışlarıyla
hangi suç taşır cezasını yanında
o suç ki insanın tenini yadsımasında
18
kuşkuyla morarırken önlerinde günleri
dünleri yamru yumru kararır arkalarında
şu vurdumduymaz uzun ömür düşkünleri
pıtrak gibidir zamanın saydam kumaşında
uzun ömre böylesine düşkün olanlar
daha fazla kötülükse görmek istedikleri
hele bir dönüp geçmişlerine baksınlar,
kaç bin yıllık çamurdur kişilikleri
korkunç gelmiyor bana hiç ölüm düşüncesi
bir ömrün hak edilmiş hasatıysa eğer
yaşamın o devingen yenilenme hevesi
erken bir ölüme bence her zaman değer
ben bir ejderin parlak pulum sırtında
birim düşer yerine birim çıkar sırasında
19
engel tanımaz saraylara bile girer acı
solgun bir oteldir yine de meskeni
üreyip zenginleşmektir çünkü onun amacı
çatlak aynalardan alır kendine gerekeni
özümler titizlikle aşkı da sevgiyi de
göz göz odalarıyla acının otel peteği
ürpertiyle geçen o pıhtı gecelerinde
konuk etmiştir kim bilir kaç kırık yüreği
otel ki, ebruli bir gurbet kamaştırır
sürme çeker yalnızlığın şehla gözlerine
insanı seçsin diye ölümlerle tanıştırır
uyuşuk bir zamanın seğiren derisinde
ey otel; ülkemin ta kendisisin sen benim
bazen seni küçültmek için otellere giderim
20
iki türlü acı var, biri güncelden doğar
acıdır günbegün kararan gazete haberleri
insanı çözümsüzlüğün acziyle boğar
içine kanatır sessizce umurlu yürekleri
bu acı her zaman umut taşır yedeğinde
tutunur var gücüyle zamanın akışına
ikincisi nakıştır duygunun gergefinde
kök salmış özümüzün karmaşık kumaşına
insanın önüne geçilmez o kavrama isteği
acıya dönüşür doğanın dipsiz giziyle
hem odur hem de değil bir kuşun teleği
işleviyle çakışan kusursuz biçimiyle
hiçbir şeyi tam anlayamaz bilinç dediğin
acıyla tümlenir ancak türsel eksikliğin
21
düşünde görmüş beni doğurmazdan önce
mahallemizdeki çeşmenin yalağında
suyun dibinde yatıyormuşum öylece
hayıra yormuş annem bu düşü uyandığında
"sonra bir gün gerçekten doğurdum seni
yalakta gördüğüm o çocuk gibiydin."
diye anlatırdı titreterek sesini
"tuhaf ama sen bana önceden gösterildin."
işte bu gizemli düş-gerçek yüzünden
evlere taşınan sevecen bir suyun
çalkalanıp göz göz olmuş künhünden
el almış yüreğimle ben her evin oğluyum
akıl seçiklikle gösterse de yokuşu düzü
bazen belirsizliklerdir yönlendiren ömrümüzü
22
kendine yöneliktir sevda dediğin
sevgili onu var etmeye yarar ancak
açılır üstünde tensel isteğin
kılıfında bunalan bu tinsel sancak
sense ta derinden bütün benliğinle
hazırsındır birine adamaya ömrünü
sevdayla buğulanmış gözlerinle
görmezsin aynaların sana güldüğünü
ama diner zamanla içindeki fırtına
toz duman dağılır durulur ortalık
bakamazsın bile artık suratına
bir hiçtir sevgilim sandığın alık.
gönlümdeki sevda seli taştan taşa atladı
ne kadınlar sevdim de haberleri bile olmadı
23
birdenbire olur, beklenmedik zamanda
içinde belirsiz bir şey sezersin
yüreğinin yankılanan tınısında
bir şeydir de ne olduğunu bilmezsin
ne hüzündür, ne kederdir, ne acı;
yalnızca kendisidir, kendine benzer
şöyle bir yoklamaktır sanki amacı
karıştırıp aklını geldiği gibi gider
ama ben inatla tetik durup bekledim
biraz daha bildim ki her seferinde
içimde bir taraz gibi sezinlediğim
hiçlikti özümün duygusal çeperinde
işte ben yıllar yılı yarı ölü yarı diri
o hiçliğe yazdım bunca harlı şiiri
24
durup geçmişe baktım hüzünle bugün
bir otele iner gibi kendime indim
kunt acılarla incinmiş ve ölgün
sağnaklardan geçtim de sonunda dindim
yıllardır unutulmuş suskun varlığı
kanepenin altından bir cam bilye
ve bir ilk öpüşün gizemli sıcaklığı
seslendiler derinden bizi de an diye
nedir ki zaten geçmiş dediğimiz
içinde közler bulunan külden başka
zaman zaman ürperip eşelendiğimiz
gereksinim duydukça sevgiye ve aşka
geçerek dününün puslu kapısından
geçmişle kurtulur insan dağdağasından
25
bir iblisim, bir meleğim var benim
aşk ve şiirdir gizli değil adları
bazen iblisim melekleşir, iblisleşir meleğim
dilimde dolaşır acı zakkum tatları
titrerim bir hullalı gibi
ateşler içinde seğirir derim
budur bütün şairlerin nasibi
günlerce kan kusar, kan terlerim
bir iblisle bir melek arasında
sarsalarım sanrılı bir yaşamı
hasta bir gerçeğin başında
duyarım boz bir yılan olan acımı
işte budur sonelerin son sözü
sımsıkı tutmak avucunda bir közü

 

Boris Pasternak Seçme şiirler

Kış gecesi (Mum yanıyor masada...)
 
Tipi tipi, bütün dünya, 
Köşe bucak kar. 
Bir mum yanıyor masada, 
Yanan bir mum var. 
 
Sinek nasıl yaz geldi mi 
Ateşe uçar, 
Uçuyor bak onun gibi 
Pencerede kar. 
 
Yapıştırıyor camına 
Onları rüzgâr. 
Bir mum yanıyor masada, 
Yanan bir mum var. 
 
Işıyan tavana az az 
Yerleşir gölge, 
El çapraz, ayak çapraz, 
Çapraz kader de. 
 
Tıkırtıyla düştüğü an 
Pabuçlar yere, 
Mumun gözyaşı lambadan 
Damlar eteğe. 
 
Her şey karlı karanlıkta  
Yiter kırçıl, ak. 
Bir mum yanıyor masada, 
Mum yanıyor, bak. 
 
Mumu üfürür bir yandan, 
Tutku ateşi 
Kaldırır kanatlarından 
Bir melek gibi. 
 
Tipiydi tüm şubat ayı, 
Ve bir mum bazan 
Işıtıyordu odayı, 
Masada yanan. 

1946

Sonbahar
 
 
Dağılın dedim ev halkına, 
Bütün dostlar çoktan dağıldı, 
Ve doldu kalbe ve doğaya 
Tüm zamanların yalnızlığı. 
Bekçi kulübesindeyim bak 
Seninle, ıssız bir orman bu. 
Yollar, şarkıya uyarak  
Yarı yarıya otla dolu. 
Şimdi acı duyarak bizi 
Seyrediyor kütük duvarlar. 
Hiç beklemeyin cengimizi, 

Geberip gideceğiz, o kadar. 
Birde oturup üçte kalkarız, 
Bende kitap sende el işi, 
Ve şafak söker, anlamayız, 
Artık öpüşmediğimizi. 
Umursamadan ve görkemli, 
Yapraklar, dökülün, hışırdayın, 
Ve dünün acı kasesini 
Bugünün hüznüyle çoğaltın. 
Bağlılık, çekicilik, gönül! 
Dağılalım bu hengamede! 
Güzün hışırtısına gömül! 
Dona kal veya çıldır sen de! 
  
Dr.Jivago’nun şiirlerinden


Bazılarını sevmek 

Bazılarını sevmek ezer bizi, 
Senin her şeyin mükemmeldir, 
Ve çekiciliğinin gizi 
Hayatın çözümüne bedeldir. 
 
Baharda düşlerin hışırtısı 
Ve fışırtısı gerçeklerin. 
Bu ailedensin. Hava gibi 
Çıkar gözetmez, anlamın senin. 
 
Kolaydır gözü ışığa açmak, 
Arınmak sözcük çöplüğünden 
Ve çöp biriktirmeden yaşamak. 
Bunları kurnazlık sayma sen. 

1931

Her şeye inmek isterim
 
 
Her şeye inmek isterim, 
İşin özüne, 
Bir yol bulabilsem, derim, 
Kalp pürüzüne. 
 
Özüne geçmiş günlerin, 
Nedenlerine, 
Köklerine, temellerin 
En derinine. 
 
Bağını kavrayabilmek 
Olayların ve 
Yaşamak, düşünmek, sevmek, 
Yaratmak bir de. 
Becerebilseydim onu 
Kısmen de olsa, 
Yazardım hırsın özünü 
Sekiz satırla, 
 
Suçu, günah işlemeyi, 
Koşuşturmayı, 
Ve rastgele görüşmeyi 
Eli, ayayı. 
 
Yasasını yazardım ben, 
Ön sözlerini, 
Adının tekrar ederken 
Baş harflerini. 
 
Kalbim adeta uçardı, 
Dikerdim şiir. 
Ihlamur çiçek açardı 
Ardından bir bir. 
 
Katardım şiire, neyi: 
Gülü, naneyi, 
Fırtınayı, saparnayı, 
Çayır biçmeyi. 
Eskiden Chopin sokmuştu 
-De ki mucize- 
Mezarı, parkı, koruyu 
Öz müziğine. 
 
Ulaşılan her zaferdeAzap ve oyun- 
Çekilen bir kirişidir 
O gergin yayın. 


Öyledir öyle başlar
 
 
İnsan iki yaşında da öyle başlar işte 
Ezgilerin karanlığına sıyrılır kucaklardan, 
Cıvıl cıvıl cıvıldar, mırıldar bir süre, 
Derken, üçüne doğru, sözler dökülür ağzından. 
 
Öyledir işte, yavaşça başlarsın anlamaya, 
Kapılıp bir türbinin büyük gürültüsüne, 
Sen misin bu, bir başkası mı yoksa, 
Yabancılaşmıştır evin, bir gölgedir annen de  
 
Bu zalim leylâk parıltısının nedir derdi? 
bu dökülen, bu inen bir park kanepesine, 
Nedir? çocukları kaçırmak gibi bir şey mi? 
Öyledir işte, kuşlar öyle doluşur içine. 
 
Arttıkça artan kıvamını bulan acılardan: 
Yüreğinde ulaşılamayanın özlemi, uzak yıldızlar, 
Faust gibi olduğun, kafan bulandığı zaman 
Öyledir, öyle başlar çingene çalgıcılar. 
 
Uçaraktan yüce yüce gök katlarından 
Çevrili alanlar görürsün, evsiz topraklar, 
ve denizler bir iççekiş kadar ansızın, 
İşte tıpkı öyle doğar heceler ve uyaklar. 
 
Yulafların üstünde, sırtüstü,yaz geceleri, 
yakarır durur: her şey yerini alsın diye, 
Sakınarak gözünden şafağı ve evreni 
Öyle olacaktır, öyledir dalaşımız güneşle. 
Öyledir, öyle başlar yaşamak, dizelerle. 
 
Çeviren: Cemal
Süreya

 

 

Rus şairi, öykücüsü ve ülkesinin kültür bürokrasinin eleştirmeni olarak bilinen Boris Leonidoviç Pasternak, kitapları resimleyen bir portre ressamının oğlu olarak 10 Şubat 1890'da, Moskova'da dünyaya geldi. Piyanist olan annesinin etkisiyle, 15 yaşında Moskova Konservatuarı'nda müzik eğitimi almaya başladı. Dört yıl sonra felsefe öğrenmek amacıyla müzik eğitimini bıraktı ve fakülteden 1913 yılında mezun oldu. Edebiyata olan ilgisi küçük yaşlarda oluşmaya başlayan Pasternak, füturizme bağlı olan Zentrifuga adlı edebiyatçı topluluğuna katıldı. Bir yıl sonra da "Bulutlardaki İkiz" adlı şiir kitabını yayınladı. Bu kitapta yer alan şiirlerin bir kısmını daha sonra yayınladığı Sınırları Aşarak adlı kitabında da kullandı. Bir yandan şiirleri üzerinde yoğunlaşan Boris Pasternak, hayatını bir fabrikanın yönetici bürosunda çalışarak ve özel dersler vererek kazanıyordu. İlk yapıtlarından itibaren kendine özgü bir stil geliştiren şair, çalışmalarında özgür cümle kuruluşuyla sürrealistlik tablo dünyasını anımsatan cesur mecazlara yer veriyordu. Dizelerini kurarken sık sık sözcüklerle seslerin benzerliklerinden yararlandı ve konuşma dilindeki deneyimleri tamamlayıcı olarak kullandı.

Pasternak'ın, Ekim Devrimi sıralarında yazdığı "Kız Kardeşimin Yaşamı" adlı şiir kitabı, ancak 1922'de basılabildi. Önceleri samimi duygular ve düşünceler ile aşk ve doğayı şiirlerine konu alan şair giderek sanatın içinde bulunduğu sorunlara da eğilmeye başladı. Bundan sonra ki yapıtlarında anlaşılması zor bir dil kullanan Pasternak, Mayakovski tarafından kurulan LEP dergisi için yazılar yazmaya başladı. Kısa süre sonra da edebiyat çevrelerince 'şairlerin şairi' unvanını aldı.

1923'de Yevgenya Muratova ile evlenen Boris Pasternak, lirik çalışmalarının doruğu olarak kabul edilin "Temler ve Varyasyonlar" adlı kitabını çıkardıktan sonda 20'li yılların ortasından itibaren birkaç kısa vezinli destan yazdı. Spektorski adlı yapıtında devrim öncesi Çarlık karşıtı ihtilalcilerine saygılarını sunan yazar, 30'ların başında "Geçiş İzni" adını taşıyan otobiyografik öyküsünü yayınladı. Liriğin şiirsel bir gerçek yaratması gerektiği konusundaki inancı iktidardaki kültür fonksiyonelerinin düşüncesiyle çeliştiği ve propaganda amaçlı yazılar yazmaya yanaşmadığı için, kültür politikasını yapanlarla arasındaki çelişki derinleşti. Giderek yalnızlığa itilen şair, her ne kadar 1934'te Sovyet Yazarlar Birliği başkanlığına seçildiyse de 1936'dan itibaren şiirlerinin yayınlanması yasaklandı.
1934'ten ikinci eşi Sinaida Neuhaus ile evlenen Boris Pasternak, geçimini başta William Shakespeare'ın trajedileri olmak üzere, çeviriler yaparak kazanıyordu. Gürcü şairlerin yapıtlarını Rusça'ya çevirince, Stalin'in gözüne girdi ve büyük bir olasılıkla sürgüne gönderilmekten bu yolla kurtuldu.

İkinci Dünya Savaşı sıralarında, kültür politikasının esnekleştirilmesi sayesinde Sabah Trenlerinde ve Ölümlü Dünya adlı iki şiir kitabını birden yayınlama imkanı buldu. Bu eserlerde şairin büyük bir yalınlık elde etme ve klasik lirik geleneklere yaklaşım çabaları göze çarpmaktadır. 1953'te Goethe'nin Faust yapıtını Rusça'ya çevirdikten bir yıl sonra Zvezda başlığı altında 1945'ten beri üzerinde çalıştığı "Doktor Jivago" romanında 10 şiirini yayınlayabildi. İhtilal, iç savaş ve başlamakta olan Stalinizm yıllarında geçen destanını Pasternak, 1955'te tamamladı. Kendi sözleriyle 'en kritik ve en önemli yapıtı'nın ana konusunu, zihinsel bağımsızlığı herşeyin üstünde tutan Dr. Jivago'nun yaşam öyküsünü oluşturmaktadır. Jivago'nun daha iyi bir geleceğe ve özgürlüğe bağladığı umutlar romana damgasını vuran unsurlardır. Sovyet makamları bu yapıtın SSCB'de yayınlanmasını yasakladıktan sonra kitap 1957'de İtalya'da basıldı. Bunu izleyen zamanda Pasternak'a karşı kışkırtıcı bir kampanya başlatıldı. Bu nedenle yazar, 1958'de kendisine layık görülen Nobel Edebiyat Ödülü'nü reddetmek zorunda kaldı. O ana kadar Yazarlar Birliği üyesi olan Pasternak, birlikten çıkarılarak boykot edildi.

30 Mayıs 1960'da 70 yaşına gelen Boris Leonidoviç Pasternak, Moskova yakınlarındaki Peredelkino'da hayata gözlerini yumdu. Ölümünden bir yıl sonra şairlik hakları geri verildiyse de Doktor Jivago, yasak yapıtlar listesinden çıkarılmadı. Bu ünlü eser yazarın ölümünden 28 yıl sonra kendi ülkesinde basılabildi.


ESERLERİ:
Roman: Dr. Jivago (1957)
ŞİİR KİTAPLARI:
Bulutlardaki İkiz (1914), Sınırları Aşarak (1917), Kız Kardeşimin Yaşamı (1922), Sabah Trenlerinde (1943), Ölümlü Dünya (1945)
Düzyazı / Destan:
Lüvers'in Çocukluğu (1922), Tula'dan Mektup (1922), Temler ve Varyasyonlar (1922), Spektorski (1931)

Otobiyografi: Geçiş İzni (1931)

 

Düşünen Adam (Fransızca: Le Penseur) Fransız heykeltıraş Auguste Rodin tarafından üretilmiş sanat eseri.

 Düşünen Adam ve Rodin

Düşünen Adam (Fransızca: Le Penseur) Fransız heykeltıraş Auguste Rodin tarafından üretilmiş sanat eseri.

Dünyanın en ünlü heykellerinden birisi olan eser, genellikle felsefi düşünceyi anlatan bir simge olarak kullanılmaktadır.

Rodin'in Cehennem Kapısı adlı eserinin üstüne yerleştirmek üzere alçıdan yaptığı küçük figürün, büyük boyutlu halidir. Rodin, pek çok versiyonunu ürettiği heykelin ilk bronz dökümünü 1904 yılında tamamlamıştır. Bu ilk versiyon, günümüzde Paris'teki Rodin Müzesi'ndedir.

Dünyanın çeşitli yerlerindeki birçok önemli yapıda kopyaları bulunur. Türkiye'de 1951 yılında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin bahçesine hastalar tarafından bir kopyası yapılmış ve akıl hastalıklarının sembolü haline gelmiştir. 

 Zaman ayrılarak yapılan işe, zaman saygı gösterir.

 

Voltaire "Din ve mantık kadar birbiriyle çelişen başka iki şey yoktur."

Sizi saçmalıklara inandırabilenler, size katliam yaptırabilirler.

Hristiyanlık, şu güne kadar Dünyayı enfekte etmiş en gülünç, en absürd ve en kanlı dindir.

Duyarlı her insan, onurlu her insan Hristiyanlık tarikatına dehşetle bakmalıdır.

Eğer Tanrı gerçekten yoksa, onu yaratmamız gerekir.


Charles Bkowski - Ben Makul Bir Adamım

 Ben Makul Bir Adamım 

 

Kimilerinin beni

Ünlü

Kimilerinin de

Büyük yazar

Olarak gördüğü

Bu yerden

Dışarı bakarken

Hiçbir şeyin fazla bir anlamı

Olmadığını biliyorum

Başından beri

Kuşkulandığım

Gibi.

 

Rafael Alberti - Yitik Koru


Rafael Alberti   ve işte deniz oluştu ve ona bir ad verdi
ve rüzgâra bir soyadı
ve bulutlara bir gövde
ve ateşe bir ruh.
dünyaya, hiçlik.
 

 
 
 

Oruç Aruoba - Ay'ya

 

Yarımsın; ama tam karşımdasın
Tam karşımdasın; ve yarımsın…

 


Giordano Bruno “Ağaca çıkmak istiyorum. Ağaca çıkmak istiyorum.”

 Giordano Bruno - Türkçe Bilgi Bruno’nun gençliği Dominiken manastırında geçer. Manastırda kapıyı kilitlemek yasaktır ama kitap okumak daha çok yasaktır. Bruno kilitli kapılar ardında gizli gizli kitap okumaktadır. En yakın çocukluk arkadaşı onu yakalar ve günah işlediği için ona çok kızar. Bruno da çocukluk arkadaşına en masum şekilde açıklar; çocukken ağaca çıkardık. Ağaca çıkmak yasaktı. Senin amcan bizi yakalar ve kolumuzdan tuttuğu gibi eve götürürdü. Biz ne yapardık? Yasak olduğu için ilk fırsatta yine ağaca çıkmaya çalışırdık. Sonra düşmüştük. Sen bacağını kırmıştın. Oysa amcan yasaklamak yerine, ağaca nasıl çıkılacağını bize öğretse daha iyi olmaz mıydı? Böylece düşmezdik. Kitapları yasaklamak yerine okumama izin ver. Bilmediğimiz o kadar çok şey var ki…Ağaca çıkıp, özgür ve mutlu olduğumuz günleri hatırla, der arkadaşına ve ortak eder günahına.(!)

Bruno işkence ile sorgulanırken, gücünün tükendiği bir an da sayıklayarak; “Ağaca çıkmak istiyorum. Ağaca çıkmak istiyorum.” diye avaz avaz bağırır.
 
Bruno’nun ölümünden 10 yıl sonra Galileo teleskopundan baktığında ilk kez Bruno’nun haklı olduğuna inandı. Samanyolunun gerçekten çıplak gözle görülemeyecek sayısız yıldızdan oluşuyordu. Her bir ışık bir gezegeni temsil ediyordu. Bruno ne yazık ki bir bilim adamı değildi. Evren hakkında görüşü sadece bir düştü. Sadece bir tahmindi. Fikrini ispatlayabilecek bir bir kanıtı yoktu.
 

Onat Kutlar, ilk aşk ve son aşka ilişkin kendisine yöneltilen bir soruya şöyle cevap verir:


 

İlk ve sonu bir an için bir tarafa bırakıp, aşk üzerinden bir şey söyleyeyim. Galiba aşkı bir parça şiir gibi düşünmek gerekir. Yaşamda şiir var mıdır, yoksa bu bizim zihnimizin ona yüklediği bir şey mi? Böyle bir soruyu şairler genellikle sormazlar. Çünkü böyle bir ayrım yapmak ya şiiri yaşamdan koparmak anlamına gelir, ya da yaşamın kendisinde şiirsel dediğimiz şeye uygun birtakım şeylerin bulunmadığı anlamına gelir. Ama biliyoruz ki şiir var. Bir başka özelliği şiirin, kendisi varolmadan önce hakkında genel bir tanımlama yapılamaz. Ancak ondan sonrası vardır ve sadece ona yöneliktir. Galiba aşk da böyle bir şey. Yani bir ön tanımının yapılabileceğine inanmıyorum. (Kutlar,1988)