NE UZUNDUR YOLLAR, SEVGİLİM,
BİR ÖPÜCÜĞE VARMAYA,
ne avare yalnızlıktır uzar dostluğuna!..
Gider arasız trenler
bir başına kıvrılarak yağmurla.
Güneş arama henüz Taltal baharında.
Ne çıkar, sevgilim, sen ve ben bir bütünüz ya,
bütünüz giysilerden köklere varıncaya;
güzden, sudan, kalçalardan bir bütün,
ben sen, sen ben oluncaya.
Taşıdığı taşlardan bilinir ırmağın ırmak olduğu,
o ağız Boroa sularının kaynadığı,
trenler ve kavimlerle bölünmesinden bilinir.
Sen ve ben yazgılıydık sevdalanmaya
nice erkek nice kadın arasında
karanfillerin kök salıp yetiştiği toprakla.
ve götürdüm mırıltısını susamış dudaklarıma:
Ağlayan yağmurun sesiydi bu belki de,
kırık bir çan ya da bir yürek kan içinde.
Bir şey sezerdim çok ötelerden,
ağırlığına gömülmüş, örtülü toprakla,
sonsuz güzle sağırlaşmış bir çığlık,
yarı açık bir geceden,
yapraklarla nemli bir karanlıktan.
İşte orada, uyanıp ormanların düşünden,
şarkı söyledi fındık dalı dudağının ucunda
ve o serseri kokusu tırmandı aklıma.
Sanki hep arıyorlardı beni yana yakıla,
o terk edilmiş kökler, çocukluğumla yitmiş toprak.
Bense yaralı kalmıştım göçebe bir kokuyla.
DOLU DOLU KADIN, TENİN ELMASI, SICAK AY
buram buram su yosunu kokusu,
dövülmüş ışık ve çamur,
hangi gölgeli karanlık açılır sütûnlarının arasında?
Hangi asırlık gecedir dokunur erkeğe duyularıyla?
Ah, bir su ve yıldız yolculuğudur sevmek,
bunaltıcı hava ve unun ansızın kopan fırtınasıyla:
Şimşeklerin kapışmasıdır sevmek,
hırpalanmış iki beden, aynı baldan geçerek.
Koşturur öpüşlerim küçük sonsuzluğunda,
nehirlerinde, kıyılarında, o birkaç haneli köylerinde
ve koşturur senin dişi alevin de
kanın ince yollarında dönüşüp zevk yangınına
yakıp geçinceye bir gece karanfili gibi,
karanlıkta bir parıltı olup olmamak bütün derdi.
SENDEN PARÇADIR DİYE
çünkü başka bir yıldız yok bana
o gezegen çayırlarındakinden.
Tekrarı senin dilinde
gittikçe çoğalan evrenin.
Bir ışığım var saçılmış takımyıldızlarından
ve onda senin sesin, iri gözlerin;
yağmurda göktaşının koştuğu
yollar gibi titreşir tenin.
Kalçalarından bana ağan nice aydan,
derin ağzının
ve tatlılığının kesintisiz güneşinden,
gölgesinde bal gibi yanan onca ışıktan
Yanık kalbinin, uzun, kızıl ışık yolları boyunca,
işte böyle geçiyorum
öpülerek oluşan biçiminden ateşi,
öyle küçüktür, bir gezegen sanki,
bir güvercin ve coğrafya.
AŞK GEÇER TOHUMDAN TOHUMA,
BİR GEZEGENDEN ÖBÜRÜNE,
loş diyarlarıyla rüzgarın ağı,
kanlı çizgileriyle bir savaş;
hem gündüzü hem gecesi başağın.
Adalardan, köprülerden, bayraklardan gelirdik,
iç daraltan güzün uçucu kemanlarından,
mutluluk çoğalırdı, kadehte dudaklarla,
acıysa dondururdu bizi gözyaşı dersleriyle.
Açardı rüzgar bütün cumhuriyetlerde
hiç düşmemiş bayrağını, buzdan saçlarını,
sonra dönerdi o çiçekten işe.
Yine de güz asla küle dönmedi bizde.
Ve aşk, filizlenip büyüdü
çiyin ışıklarıyla kımıltısız ülkemizde.
TEHLİKELİ DULAVRAT OTU
ziyaret edersin beni
ve tırmanırsın teni çatılmış merdiveninle
kalesinde isle taçlanmış zamanın,
kapalı yüreğin solgun duvarlarına.
Kimseler bilmeyecek, yalnız inceliğin vardı
saf camlardan şehirler kuran,
mutsuz tüneller açmıştı kan
kışın devirdiği saltanatından uzak.
Bu yüzden, aşkım, ağzın, ayakların, ışığın, acıların,
yaşamdan miras kaldılar, kutsal armağanları
yağmurun doğallığın;
Buğdayın gebeliğini taşıyıp yükseltiyor onlar,
fırçalarda şarabın gizli iklimini,
yerde parıltıyla yanışını tahılın.
SENDEN BİR İZ ARARIM BAŞKA KADINLARDA
haşinliklerinde onların, ırmak gibi kıvrılan
örgülü saçlar, sulara gömülen gözler,
köpükten gemiler gibi kayan saydam ayaklar.
İnce uzun tırnaklarına benzetirim erken vakitlerde
çakıp geçen ışıklarını kiraz ağacının,
yüzünün yangın yerine benzetirim sularda
yanan saçını, bakıp öbür vakitlerde.
Baktım, kimse taşımıyordu kalp atışını,
ışığını, ormanlardan getirdiğin karanlık tahılı,
kimsede yoktur senin minik kulakların.
Bir öz var senin inceliğinde, eşsizsin kadınların içinde
ve ben böyle aşık, böyle akıyorum seninle
Missisipi genişliğinde dişi bir halice.
yaşamın iki yüzü olmasından gelir bu,
söz bir kanattır sessizlikten gelen,
soğuk değil midir ateşin bir yarısı...
Seviyorum işte, başlasın diye seni sevmek,
ersin diye nihayete,
dahası hiç vazgeçmeyeyim diye:
Henüz sevdim diyemem bu yüzden de.
Elimde iki anahtar tutuyorum sanki:
Biri sevmek seni, öbürü sevmemek,
biri mutluluk, mutsuz bir yazgı ihtimali öbürü.
İki ihtimali var aşkımın seni severken.
Bundandır seni sevmediğim zaman da sevmek,
bundandır seni sevdiğim zaman da sevmek.
BİR GÜN OLSUN UZAK DURMA BENDEN,
NASIL ANLATIRIM,
bunu nasıl, uzayıp gider o gün,
bir ben bekleyeceğim seni
trenlerin uzaktaki garlarda uyuduğu vakitler.
Gitme bir saatliğine olsa bile, ne diyeyim,
birleşir o saatte uykusuzluğun damlaları
ve ne kadar duman varsa bir ev arayan
bakarsın boğmaya gelir yitik kalbimi.
Ah, silinmeyen hayalindir kumlarda,
ah, uçuşmayan kirpiklerin aramıza giren boşlukta:
Aşkım benim, bir an olsun bile gitme,
öyle uzaklara giderdin ki başımı bir an çevirsem,
sonra durma arşınla yazı yaban ne varsa sorarak:
Dönecek misin, yoksa ölüm yalnız mı bulacak beni?
tek bir ay damlası çimenlerin üstünde,
iki gölge gibi birleşir de giderler
boş bir güneş bırakarak bir yatakta.
Günün ayıklayıp seçtiği bütün gerçekler:
Pamuk ipliğine bağlı, sadece bir kokuya,
ne dinginlik girmiş araya, ne sözcükler.
Saydam bir kuledir hakikat.
Hava ve şarap takılır o âşıkların peşine,
armağan eder gece onlara mutlu taç yapraklarını,
adalet vardır bütün karanfillerde.
Ne bir son olur, ne de ölüm sözleşmiş âşıklara,
doğar ve ölürler pek çok kereler yaşamları boyunca,
sonsuzluğunu taşırlar doğallığın.
GÖZ KAMAŞTIRAN GERÇEK,
ÖĞLENİN DOĞRUDAN VURUŞUYLA,
şeytani berraklığı mutlak üzümlerin,
yolun sonundayız işte,
yalnızız yalnızlık olmadan da,
uzak sayıklamaları vahşi şehirlerin…
Saf çizgi döndürdüğünde güvercinini
ve ateş verdiğinde barış nişanını besiniyle,
sen ve ben kutluyoruz demek ki kutlu dirliği.
Gerçek ve aşk çıplak yaşar bu evde.
Çılgın düşler, ırmaklar buruk gerçekliğin,
bir çekicin düşünde sert kararlar,
düştüler çift kapısına aşıkların.
Yükseldiler bir hizaya gelinceye,
ikiz oldu gerçek ve aşk, iki kanat gibi.
Böyle oldu… ve kuruldu saydamlık.
GEÇİRİR ADALARINI AŞK,
derinleştirir köklerini sulayıp gözyaşlarıyla.
Kim, söyleyin kim kaçabilir adımlarından
sessiz ve kıyıcı koşturan bir yüreğin?
Bir koyak, başka bir gezegen arardık ikimiz,
saçlarına tuzun erişemediği bir yer,
bir yer, günahımdan acıların yeşermediği,
ekmeğin kedersiz bölüşüldüğü bir yer.
Uzaklık ve yapraklarla çevrili bir gezegen,
bir fundalık, bir kaya haşin ve ot bitmeyen,
sağlam bir yuva yapmak tüm dileğimiz
hamarat ellerimizle, taşlanmamış yarayla, sözle.
Böyle olmalıydı aşk; gel gör ki bir deli kentte
benzini soldurur insanların balkonlarda.
GECEDİR SEVDİĞİM,
DÜĞÜMLE KALBİNİ BENİMKİNE,
düş görenler dağıtır karanlıkları
ormanda savaşan çift davul gibi
nemli yaprakların sık örgülü duvarı karşısında.
Bir geçit görünür geceden, sanki kara közü düşlerin
sarılmış filiziyle yeryüzü bağlarının,
karanlığı ve soğuk kayaları durmadan sürükleyen
düğüm olmuş bir trenin dakikliğiyle.
İşte böyle bağlarsın aşkım beni saf harekete,
göğsünde atan dirence,
batık bir kuğunun kanatlarıyla.
Göğün yıldızlı sorularına varsın bu,
yanıtla düşümüzü tek bir anahtarla,
kapalı tek bir kapıyla karanlıkta.
isterim ışığını ve buğdayını seven ellerinin,
geçsin son bir defa içimden tazeliğin:
Vursun saflığın değişen kaderime.
İsterim yaşayasın ben oldukça,
uyurken ve beklerken seni,
kulak verip de rüzgâra ne duyduysan ver bana,
ver bana denizin kokusundan kaçırdıklarını,
hani birlikte sevdiğimiz,
kuma basarken birlikte ezdiklerimizi.
Yaşarken sevdiğim şeyler olsun yanımda,
isterim seni sevişimi,
şarkı uydurmamı gördüğüm her şeye,
izleyeyim böylece çiçek açışını bahçende,
aşkım derlesin seni her boy verişinde,
gölgem gezinsin saçlarında,
şarkımdaki gerçeği anlasınlar böylece.
Yüz Aşk Sonesi
Çeviri : Adnan Özer
Çeviri : Adnan Özer