15 Eylül 2017

Erich Fromm - Sevme Sanatı

Sevgi ve Çağdaş Batı Toplumda Sevginin Yozlaştırılması... Eğer sevgi olgunluk, üretici kişilik gerektiriyorsa, ileri uygarlıkta yaşayan bir birey için sevebilme yetisi o uygarlığın ortalama insan üzerindeki etkisine bağlıdır. Çağdaş bata uygarlığından söz ettiğimize göre, batı uygarlığının toplumsal yapısını ve onun sonucu olarak ortaya çıkan ruhsal yapının sevginin gelişmesine uygun olup olmadığını sormak gerekir. Bu soruya verilecek yanıt olumsuzdur. Batıdaki yaşamımızı izleyen bir tarafsız gözlemci kardeşlik sevgisinin, anne sevgisinin ve cinsel sevginin az rastlanan olgular olduğunu görecek ve bunların yerlerinin gerçekte yozlaşmış sevgi biçimleri olan bir çok sahte sevgiyle doldurulduğuna kuşku duymayacaktır.

Kapitalist toplum bir yandan politik özgürlük ilkesi, diğer yandan tüm ekonomik ve toplumsal ilişkileri pazarın düzenlediği bir temel üzerinde yükselmektedir. Meta pazarı malların hangi koşullarda alınıp satılabileceğini belirler, emek pazarı İse emeğin alınıp satılmasını düzenler. Yararlı şeyler ve yararlı insan enerjisi ve hüneri beraberce zora başvurmaksızın dolandırıcılık yapılmadan pazar koşulları altında alınıp satılacak mallara dönüşürler» Ayakkabılar yararlı ve gerekli olabilirler, ama pazarda talep edilmiyorlarsa hiçbir ekonomik (değişim değeri yoktur. İnsan göç ve hünerinin de eğer var olan piyasa koşulları altında bir talebi yoksa değişim değeri de yoktur, Sermaye sahipleri iş gücünü satın alıp ona yatırdıkları sermayenin kârlılığı için çalışmasını buyurabilirler. Emek sahipleri ise güç ve hünerlerini var olan piyasa koşulları altında sermaye sahibine satmak durumundadırlar, aksi halde açlıktan ölürler, Bu ekonomik yapı değerlerin hiyerarşisini yansıtır. Sermaye emeğe buyurur,, sonunda cansız., ruhsuz şeyler, yaşayan emekten, insanoğlunun gücünden daha değerli hale gelir.

Bu olgu kapitalizmin başlangıcından buyana temel yapısını oluşturmuştur. Bu durum her ne kadar çağdaş kapitalizm için de geçerliliğini korumaktaysa da bir dolu değişime uğrayarak çağdaş kapitalizme bugünkü özgün niteliğini kazandırmış ve bu etmenler çağdaş insanın karakterinin belirlenmesinde önemli etkilerde bulunmuşlardır. Kapitalizmin gelişmesinin sonucu olarak sürekli bir şekilde sermayenin merkezileşip, yoğunlaştığına tanık olmaktayız. Büyük işletmeler boyutlarını sürekli olarak büyütüp geliştirirken küçükler arada ezilip yitiyorlar. Bu dev işletmelere yatırılan sermayenin sahipleri yönetimden her geçen gün biraz daha uzaklaşıyorlar, Yüzbinlerce hisse senedi sahibi işletmeyi elinde tutuyor, yönetim ise iyi para alan, ama işletmenin mülkiyetine sahip olmayan’ bir gurup yönetecinin elinde. Bu yöneticiler işletmenin en yüksek kâra erişmesini istemekten’çok işletmenin, dolayısıyla kendi güçlerinin büyümesine önem vermektedirler. Sermayenin merkezileşmesi ve güçlü bir yöneticiler katmanının oluşması işçi hareketinin gelişmesiyle at başı gitmektedir, İşçinin sendikalaşmasıyla, tek isçinin iş gücü pazarında tek başına pazarlığa girmesinin önü alınmıştır. Artık işçide büyük işçi sendikalarında birleşmiş, onu sanayi devlerine karşı koruyacak güçlü bir önder kadroya sahip olmuştur. Sermaye alanında olduğu gibi işçiler arasında da, ister iyi olsun ister kötü, ağırlık bireyden yöneticilerin eline geçmiştir. Böylece çok büyük sayılarda insan bağımsızlıklarını yitirerek, dev ekonomik imparatorlukların yöneticilerine bağımlı hale gelmişlerdir.

Sermayenin merkezileşmesinin bir başka önemli sonucu da isin özgün bir biçimde düzenlenmesidir. Geniş Ölçüde merkezileşmiş işletmelerde yer alan katı iş bölümü, bireyin birey olma niteliğini yitirmesine neden olmakta onu makinanın bir parçası haline getirmektedir. Çağdaş kapitalizmde insan, sorunu şöyle formüle edilebilinir:

Çağdaş –kapitalizm büyük sayılarla, uysallık içinde bir araya gelecek insanlara gereksinim duyar. Bunlar giderek artan bir şekilde tüketime yönelmeli» beğenileri kalıplaşmalı ve kolayca etkilenip yönlendirilmelidirler, Çağdaş kapitalizm kendini özgür ve bağımsız hisseden, hiçbir otoriteye ilkeye ya da özduyuya kul olmamış insanlara gereksinim duyar ama bunların, buyruk almaya, kendilerinden isteneni yapmaya, toplumsal mekanizmayla sürtüşmeden yaşamaya yatkın olmalarım ister, Öyle ki zor kullanmadan yönlendirilmeli, öndersiz yönetilmeli ve iyi ya da kötü bir amaca. sahip olmadan çalıştırılmalıdırlar.

Bundan ne sonuç çıkar? Çağdaş insan kendisinden, çevresindeki insanlardan ve doğadan yabancılaştırılmıştır. O İnsan bir meta haline dönüştürülmüş, yaşam göçlerini var olan pazar koşullan altında kendisine en. fazla kan getirecek alana yatırması sağlanmıştır, insan ilişkileri, kendi güvenliklerini sürüye bağlı olmakta, düşünce, duygu, ve eylem yönünden diğerlerinden ayrı olmamakta gören, birbirine yabancılaşmış otomatların ilişkileri haline getirilmiştir.

Herkes birbirine olduğunca yakın olmaya çaba harcarken diğer yandan kendini tümüyle yalnız hisseder, tekbaşınalığın her zamanki sonucu olan derin bir güvensizlik, huzursuzluk, ve suçluluk duygusuna gömülür. Uygarlığımız kişinin bu tekbaşınalığı bilince çıkartmasını engelleyecek birçok oyalayıcı şeye sahiptir: her şeyden önce sıkıca düzenlenmiş ve makineleştirilmiş çalışma düzeni inşam en temel insanca isteklerinden» kendini aşma ve bir – olmadan habersiz kılar.

Bu tek düzelik insanda bir doyum yaratmadığı için insan bu bilince çıkartamadığı sıkıntıdan eğlenceyle, eğlence sanayinin ona sunduğu müzik ve filmlerle kurtulmayı dener, bundan başka eski eşyalarım değiştirip durmadan yeni birşeyler alarak kendini avutur. Çağdaş insan Huxîey’in Kahraman Yeni Dünyada çizdiği tipe çok benzemektedir: karnı tok sırtı pek, cinsel yönden doygun kişiliği gelişmemiş, çevresindeki insanlarla son derece düzeyde ilişkiler kuran, Huxley’in sıraladığı «Birey hissederse toplum sendeler» ya da «Bugün sahip olabileceği eğlenceyi yarma bırakma» bir de hepsini bastıran., «Bu günlerde herkes mutlu» sloganlarıyla yönlendirilen bir kişidir o, Günümüzde insanların mutluluğu «eğlenmeye» dayanmakta, eğlenmenin altındaysa «almanın», tüketmenin doygunluğu yatmaktadır.

Dünya bizim açlığımızı giderecek büyük bir nesne ,bir elma, bir şişe, bir memedir, biz durmadan emer, birşeyler bekler ve umarız « ve sürekli düş kırıklıklarına uğrarız. Karakterimiz değiştokuş etmek, almak, tüketmek, değiştirmek üzerine kurulmuştur. İster ruhsal olsun ister nesnel ne varsa herşey tüketimin ve değiş tokuşun nesneleri haline gelmişlerdir. .

Sevgiye ilişkin durumda zorunlu olarak çağdaş insanın bu toplumsal yapısına göre biçimlenmiştir. Otomatlar sevemezler. Onlar sadece «kişilik paketlerini birbirleriyle değiştirirler ve ucuza kapatma peşinde koşarlar, Bu yabancılaşmış yapının en belirgin, özellikle evlilikte sevgi gösterme biçimi «çift» kavramıdır.

Mutlu evlilik üzerine tüm yazılanlar birbiriyle iyi geçinen bir çifti tanımlar. Bu tanımlama uyum içinde çalışan işçi kavramından pek farklı değildir. Böylesi bir kişi «tam anlamıyla bağımsız» olmalı, işbirliği yapabilmeli, bağışlayıcı ama aynı zamanda tutkulu ve saldırgan olmalıdır. Bu nedenle evlenme klavuzu kocanın, karısını.. «anlaması» gerektiğini ve ona yardımcı olmasını Öğütler, Karısının yeni giysisini övmeli, pişirdiği yemeklerden dolayı iltifat etmelidir.

Diğer yanda kadın, eve yorgun argın, sinirli ve gergin gelen kocasını anlamalı, onun işindeki sorunlardan söz edişini ilgiyle dinlemeli, doğum gününü unuttuğu zaman öfkelenmeyip bağışlayıcı olmalıdır. Bu tüm yaşamları boyunca birbirine yabancı kalan, «candan bağlılığa» ulaşamayan iki insanın, karşılıklı nezaketle davranma ve birbirlerini rahat ettirme çabalarının, iyi işleyen ilişkilerinin toplamından başka birşey değildir, Böylesi sevgi ve evlilik kavramında asıl önemli olan tek başına olmanın dayanılmaz duygusundan kaçıp bir şeye sığınmaktır. «Sevgide» insan en azından yalnızlıktan kaçıp sığınacağı bir liman bulabilir. İki kişi, dünyaya karşı bir tür ortaklık kurar ve bu iki kişilik bencilliğin sevgi olduğu yanılgısına düşülür.

Çift olmanın özüne ve karşılıklı anlayışa verilen önem oldukça yakın gamanda yer alan bir gelişmedir. Bundan önce, Birinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda, karşılıklı cinsel doyum sevgi bağlarının ve mutlu evliliğin koşulu sayılıyordu. Evliliklerde pek sık rastlanan huzursuzlukların kaynağı çiftlerin «cinsel uyum» sağlayamaması olarak kabul ediliyordu. Bu eksikliğe neden olarak da bilgisizlik nedeniyle «doğru» cinsel davranışa sahip olmamaları, çiftlerden birinin ya da her ikisinin hatalı cinsel tekniğe sahip olmaları gösteriliyordu.

Bu eksikliği «gidermek» ve bu birbirini sevemeyen talihsiz çiftlere yardımcı olmak için birçok kitap, doğru cinsel ilişki konusunda yol gösteriyor, Öğüt veriyor, eğer yazılan ve söylenenlere uyulursa mutluluğa ve sevgiye kavuşabileceklerini muştuluyordu. Bunun ardında yatan düşünce ise, sevgi cinsel zevkin çocuğudur.

Ve eğer iki insan birbirini cinsel olarak doyurmayı öğrenirse bu kişiler birbirlerini severler, Bu görüş o zamanlar yaygın olan, doğru teknik sadece sanayideki üretim sorunlarına çözümler getirmez, ayrıca tüm insan ilişkilerine ele doğru çözüm getirir yanılgısının sonucuydu. İnsanlar bu görüşün kar­şıtının doğru olduğunun bilincinde değillerdi.


 Dahası ve tamamı tık tık... Sevme Sanatı - Evlilik - doczz


Nozart "Bu dünyada öğrenmek, bildiklerimizi başkasına öğretmek, bilimde ve sanatta hep daha ileriye gitmek için bulunuyoruz."






Yunus Emre - İlim kendin bilmektir

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır

Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir

Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eğer Hak bilmez isen
Abes yere gelmektir

Dört kitabın mânâsı
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır

Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Mânâsı ne demektir

Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir

Friendzonedan Nasıl Kurtulunur ?

Cahit Zarifoğlu - İnsan bastırdığı duygunun esiri olur


Acını yaşa
Öfkeni de yaşa
Ve seyret
Kendini sakın bastırma
Öyle su üste akan yaprağa bakar gibi bak
Uzanıp onu almaya kalkışma
Kendini suçlama , başkalarını da suçlama
Olacak olandan kaçınamazsın
O yüzden hiç bastırma kendini
Baskılama
Çünkü insan , bastırdığı duygunun esiri olur.






Haydar Ergülen - Şikâyetler Gazeli

“Yaşadığımız hayattan alacağı varsa yaşanmayanın
ne anlamı kalır yalnızca yaşadığını hatırlamanın

Kimse taşınacak kadar uzak değilse birbirine
dur, yine senden yakınını bulamazsın kendine

Şiirden daha siyah bir şey olmalı kelimelerde
yoksa küfür kafiyeli söylenecek şehirde


Sesini gölgeden çek, kül gibi yoksul kalsın da
güneşin altında mırıldanacak şeyler bulunur hala

Bakmanın sonu yok gözlerin nereye yetişebilir
dünyada yalnızca körlerin gözleri temiz kalabilir

Yeni doğanın kulağına fısıldayacak neyimiz var
vakitsiz gidenin ardından dökecek neyimiz var

Hepimizin yerine balkondan düşeni hatırla
şiir bazen öyle de çarpabilir hayata

Ne gam gazel olmuş olmamış, şikayet sayılsın da!”


Kizilderili Duwanish Aşiret Reisi Seattle " Doğa, bize dedelerimizden kalan bir miras değil, torunlarımıza bırakacağımız bir emanettir."


Şu anda yarının artık bugün olduğu gerçeğiyle karsı karsıyayız. Çok geç kalmış olmak diye bir şey vardır. Sayısız uygarlığın beyazlamış kemikleri üzerinde su acıklı sözcükler yazılı: Çok geç. Eyleme geçmezsek, merhameti olamadan güce, ahlaklı olamadan kudrete, kavrayışı olamadan kuvvete sahip olanlar için ayrılmış zaman koridorlarına sürükleneceğimiz kesin.  (M. Luther King)
 
Doğaya hoyratça davranan toplumlarda insanlar arasındaki ilişkiler de hoyratça oluyor. (John Bennet)
 
Doğa insan olmadan da yaşar; ama insan doğa yok olduktan sonra yaşayamaz.  (Paul Ehrilch) 

Bir Milletin medeniyet seviyesi, üzerinde yaşadığı toprakları ağaçlandırmasıyla ölçülür. (Franklin D. Roosevelt)

Doğa; en küçük bir çaba harcamadan ve mükemmel bir kusursuzlukla en basit maddeden son derece farklı şeyler yaratıyor; hepsinin üzerine de ince bir tül örtüyor. Yarattığı her bir parçanın kendine has özellikleri, her bir durumun ayrı açıklaması var ama sonuçta hepsi birlikte bir bütünü oluşturuyorlar. (Goethe) 

On dokuzuncu yüzyıla kadar, hiç sona ermeyen zorlu görev, insan soyunun ve çevresinin doğal etkenlere karşı korumasıydı. Ama bu yüzyılda yeni bir ihtiyaç doğmuştur: Doğayı insana karşı korumak.  (Peter F. Drucker)

İnsanlar sürekli ve dengeli kalkınmanın merkezindedir. Doğa ile uyum içerisinde sağlıklı ve verimli bir hayata hakları vardır.  (BM. İnsan Çevresi Konferansı Stockholm Bildirgesi)

Bir nokta açıktır: Dünyamız emin ellerde değildir.”Yenidünya düzeni” yeryüzünü ölüme mahkûm etmiştir. (Peter F. Drucker) 

Bir ulusun gerçek zenginliği, ağaç örtüsüyle ölçülebilir. (Richard St. Barbe Baker) 

Doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi yapmalıyız. Çünkü eğer doğru şeyi yapmazsak, yanlış şeyi yapacağız ve iyileşmenin değil felaketin bir parçası olacağız. (Fritz Schumacher)

Yasamak, Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim!  (Nazım Hikmet) 
 
 

Arthur Rimbaud - Ofelya


I
Yıldızların vurduğu durgun, karanlık suda
Beyaz Ofelya, büyük, beyaz bir zambak gibi,
Gelin esvapları içinde dalgalanmada.
Uzak ormanda yerlilerin gürültüleri.

Mahzun Ofelya, beyaz bir tayf gibi, yıllardır
Dolaşır bu siyah nehrin suları içinde.
Deliliği içinde bir şarkı mırıldanır,
Bir çocukluk şarkısı, akşam serinliğinde.

Rüzgâr göğsünü öper ve açar yaprak yaprak
Sularda ağır ağır savrulan etekleri.
Söğütler omuzlarına sarkar ağlaşarak,
Hülyalı alnına eğilir su çiçekleri.

Dört bir yanına üzgün nilüferler dizilir.
Uykudaki bir ağaç uyanır, zaman zaman;
Bir yuvadan küçük bir kanat sesi yükselir;
Sihirli bir şarkı gelir altın yıldızlardan!

Çeviri: Orhan Veli Kanık