26 Nisan 2024

Çocuklara Felsefe Öğretelim Mi?

Eşin dostun toplantılarda zaman zaman sorduğu bir sorudur: “Çocuklara felsefe öğretelim mi?” İşi şakaya vurdurup şöyle bir yanıt verebilirim ama elbette böyle bir şey yapmıyorum: “Biliyorsanız öğretin, önce öğrenin sonra rahat rahat öğretirsiniz.” Şakanın da kırıcı olmaması gerekir. İşi şaka diye almazsak doğru bir öneri bu: biliyorsanız öğretin, bilmiyorsanız neyi öğreteceksiniz! Çocuklara felsefe öğretmek de nereden çıkıyor? Çocukların öğrenmesi gereken her şey bitti de geriye felsefe mi kaldı! Ne çok şey var öğrenmeleri gereken, onları öğrenmeden büyüyorlar. Saygılı olmayı, özenli olmayı, değer bilmeyi, dikkatli olmayı, yaşama üretici olarak katılmayı, paylaşmayı, daha birçok şeyi öğrenmeden büyüyüp çıkıyorlar genellikle. Özgür eğitim adına yetiştirilmiş olan ve rahatça terbiyesizlik edebilen nice genç insan tanıdım. Oysa bazı güzel nitelikleri çok küçük yaşlarda edinebilir insan ya da daha doğrusu edinmelidir. Aramızda şakacı olmak adına kabak gibi her sözü söyleyebilen ve her türlü çirkin davranışı gösterebilen insanlar parmakla gösterilecek kadar az mı?

Çocuklara felsefe öğretmek telaşı onları erkenden iyi düşünen hatta derin düşünen insanlar yapmak için olmalı. Ancak bu işin ısmarlama bir iş olduğunu sananlar yanılıyorlar. Gerçek anlamda düşünen insanlar yetiştirmek için felsefeyi bir yana bırakıp iyi bir kavram eğitimi uygulamak gerekir. Öncelikle bu toplumun insanları “eğitmek”le “öğretmek”i eşanlamlı terimler diye düşünmeyi bırakmalı, “öğretmek”den vazgeçip “eğitmek” için yöntemler geliştirmelidir. Kimseyi doğrudan eğitemezsiniz ama insanların kendilerini eğitmelerine katkıda bulunabilirsiniz. Kolları sıvayıp birilerini eğitmeye kalkan yarı yolda kalır. Zaten işin adını “öğretim” koyduğumuz için bilgi aktarımında sınırlanıp kalıyoruz, aktardığımız bilginin ne ölçüde sağlıklı olduğu da çokça tartışma götürür. Şişeye huniyle su döker gibi kafaya bilgi dökmek insanları aptal etmekten başka bir işe yaramıyor. Bülbül gibi şakıyan öğrenciye öğretmen bir aferin yapıştırıp en iyi notu verince sorun çözümlenmiş oluyor. Ama hiçbirimiz bu dıştan doldurulmuş kafalarla bir yere gidemediğimizi ve gidemeyeceğimizi,  yapıcılıktan ve yaratıcılıktan iyiden iyiye uzak bir yaşam sürmekte olduğumuzu görmek istemiyoruz.

Bu koşullarda çocuklara felsefe öğretmeye kalkarsanız yanlış iş yaparsınız. Çocukcağız kendisine verilmiş olan kimi doğru kimi yanlış ama tümü doldurma bilgileri evirip çevirirken ve onları neye yaratması gerektiğini düşünüp bulamazken bir de felsefenin sillesini yerse yandı demektir. Duyduğuma göre şimdi birileri yerli ya da yabancı “felsefeci” yazarların kaleminden çıkmış olan bir takım çocuklara felsefe kitaplarını çoktan uygulamaya koymuşlar. Aslında amaç hiç de kötü değil: şimdiden doğru düşünmeyi öğrenmek. Çocuğun kafasında her şey birbirine karışmışken onun doğru ya da iyi düşünmesini sağlamak yolunda kolları sıvayana gülüp geçmeliyiz. Yavrum hiçbir şey bilmiyor ama doğru düşünüyor. Babaannesinin güzeli, gelsin de babaannesi bir öpsün onu, bak nasıl da Celal amcası gibi felsefe konuşuyor benim yavrum. Toplum tiyatroda olmasa bile gündelik gösteri sanatında epeyce yol almış olduğu için felsefe öğretiminin de kendine göre sofistliği andıran bir işlevi olacaktır.

Çocuklara felsefe öğretmek değil de onları felsefe öğrenmeye hazırlamak gerekir, epeyce uzun sürecek olan bu hazırlık bihakkın yapılabilirse çok yararlı olur. Yapılması gereken budur. Bunun için kolay kolay sağlayamayacağımız çok önemli iki şeye şiddetle gereksinimimiz var: kavram eğitimi yaptırabilecek yetkinlikte eğiticiler ve böyle bir eğitim için ülke koşulları göz önünde tutularak düzenlenmiş eğitim programları. Böyle bir eğitimin özellikle liseyi de içine alabilecek genişlikte düşünülmesi gerekir. İlkokulun başlarından lisenin sonuna kadar uzayan çizgide her yaşa göre kavramsal bilgi edinme eğitimi uygulamak gerekir. Böyle bir eğitim genç insana insan olmanın temel bilgilerini kazandıracaktır, onu yaşamla tanıştıracak ve yaşam gerçeğine yerleştirecektir.  Çocuğa diyelim tarih öğretiyorsunuz, şöyle oldu böyle oldu şu geldi öbürü gitti, öğreniyor, ama tarih nedir diye sorduğunuzda ağzını açamıyor. O durumda kafa karışıklığı içinde bir takım sözde bilgileri gerçek bilgi diye kafasında gezdirirken ortalıkta dolaşan yalan yanlış kalıp düşünceleri kendine alma eğilimleri de gösteriyor. Benim yaşıma geliyor, bir de bakıyorsunuz ortaçağ karanlığından sözediveriyor. Neden olmasın, kendisi aydın ya da aydınlanmış bir kişidir artık ve ortaçağ karanlığına sonuna kadar karşıdır. Bununla birlikte kendilerine Ortaçağ’ın ne olduğunu, ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini, kaça ayrılabileceğini, hangi koşullardan gelip ne gibi dönüşümler geçirdiğini, zaman açısından Rönesans’ı içine alıyor olmasının karanlık olma açısından bir çelişki ortaya koyup koymadığını sorduğunuzda sinirlenecektir dostumuz. Örneğin bu Ortaçağ denen şeyin tarım alanında Eskiçağ’ın koşullarından daha geriye mi düştüğünü yoksa bir takım yenilikler getirmiş mi olduğunu, buna benzer birçok soruyu sorduğunuzda iyice apışıp kalacaktır.

Toplumda enine boyuna yaşadığımız, çok yerde canımızı yakan, bizi yaratıcı düşünceden yoksun bırakan, bizleri kadın erkek çoluk çocuk eleştiri düşmanı durumuna getiren bilgisizliğimizi çocuklara felsefe düşleriyle aşmaya çalışmanın bize iyilikler getireceğini ummayalım. Resmen eğitimden sorumlu olanların hemen hiç geç kalmadan sağlıklı eğitim programlarının hazırlanması yolunda kolları sıvamaları beklenir. Bu arada bu tür programların yetkin eğitici yetiştirmek için de düşünülmesi gerekiyor. İyi eğitimciniz yoksa iyi eğitim yaptıramazsınız. Bu da elbette her şeyden önce bir dizge ve yöntem sorunu ortaya koyuyor. Dizgeci düşünceye alışmamış ve yöntem kavrayışı olmayan insanlardan seçilmiş bir eğitim topluluğunun sözünü ettiğimiz cinsten bir eğitim düzeneği oluşturması ve onu uygulamaya koyması kolay değildir. Bu iş için özel olarak seçilmiş ve özel olarak yetiştirilecek olan, genç insandan emeğini esirgemeyecek gözüpek eğitimci adaylarımız olmalıdır.

Sanıyorum önce yapılması gerek şey şu “öğretim” sözünü kafalarımızdan kitaplarımızdan programlarımızdan silmemiz ve unutup çıkmamızdır. İnsan öğrenen ya da öğretilen varlık değil kendini eğitebilen varlıktır. Eğitim dediğimizde insan bireyinin her anlamda kendini eğitmesi anlaşılmalıdır. Eğitimci eğitilene ancak yardımcı olabilir: takıldığı noktada ona yol açabilir, bazı şeyleri birbirine karıştırdığında ona elini uzatabilir, onu daha geniş ya da daha özgür düşünebilmesi için yüreklendirebilir… Gel ben sana öğreteyim cinsinden bir eğitimcilik anlayışı dünyanın birçok yerinde yürürlükten kalkmıştır. Bizim insanımız düşünmeyi sevmiyor, bizim insanımız yazı yazmak gibi sıkıcı bir işe sıvandığında ilk iş anlaşılmaz bir biçimde özneden sonraya virgülü hatta noktalı virgülü yapıştırıp çıkabiliyor. Bu koşullarda benim buradaki dileklerim hayal demektir. Olsun düş kurmak da iyidir. Düşler olmasaydı gerçekler de olmazdı. İnsanoğlu daha baştan beri gerçekliği düşlerde yakaladı. Düş görmeyen insan korkunç insandır, kendini gerçekçi sanan ayakları yerden kesik biridir o. Düş göremeseydik ne bilim olurdu ne felsefe oldurdu ne sanat olurdu. Bu ülkede de iyi bir eğitim düzeneği kurulacağına olan inancımız tamdır.

Son zamanlarda aklı başında insanları kaygılandıracak bir takım gelişmeler oldu. Birileri düşünmeden düşünmeye hatta felsefe yapmaya merak saldılar. En alt düzeyde akla zarar görüşler üretiliyor, bu görüşlerin çoğu dinle ilgili. Biraz daha yukarıya çıktığınızda felsefe merakı başlıyor: felsefe bilmeden felsefe yapmanın sefilliğine tanık oluyorsunuz. Ortalığı sallama bilgiler dolduruyor. Bunu yapanların bir bölümü siyaset adına ve belki de ulusallık bilinci adına kolları sıvamış kimseler. Efendim diyor adam, Batı da neymiş, felsefenin hası bizde var. Canım benim, filozofun hası da sensin. Bir başkası çıkıyor, uygarlığın merkezi Doğu’ya kaydı diyor. Bir başkası yunan-latin kültürünün palavradan başka bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyor. Daha bir başkası eski Sparta’lıları Hitler’in ataları saymaya kalkıyor. Aslında batı kültürü karşıtlığı biçiminde ortaya çıkan çok sağlam bir kültür düşmanlığıdır bu. Çocuklara felsefe öğretirken bunları mı öğreteceksiniz, merkez şu yana kaydı saçmalığıyla çocukların kafalarını biraz daha mı bulandırmak istiyorsunuz? Ne olur kimseye bir şey öğretmeyin, daha doğrusu bu koşullarda kimse kimseye bir şey öğretmesin.

Düşleri gerçeğe dönüştürmek aydın yürekliliğini gerektiriyor. O yürekli aydını kendimizde yaratmalıyız önce. O yürekli aydını felsefenin ışığında yaratmalıyız. Bırakalım çocuklara felsefe öğretmeyi, önce kendimiz felsefe öğrenmeye koyulalım. Felsefe kolaydır ama tembellik kaldırmaz. Bakmayın bir takım filozofların anlaşılmaz şeyler yazmış olmalarına, biz anlaşılır şeyler yazan filozofların metinlerini okuyalım yeter. Çünkü çok iyi biliyoruz ki asıl felsefe bilmesi gerekenlerimiz bile felsefe bilmiyor. O yüzden felsefe bir takım “felsefeci”lerin elinde sürüklenip duruyor. Bizler felsefe bilen ya da daha doğrusu felsefenin ışığından yararlanmış anababalar ya da eğiticiler olabilseydik o ışık çocuklarımıza kendiliğinden yansıyacaktı. Gelin bugünden başlayalım, boş şeylere ayırdığımız vakti felsefeye ayıralım. Ben şu yaşıma geldim, bundan sonra felsefe de neymiş demeyin. Seksen yaşında birinin yüzüne felsefe ışığı vurduğu zaman dünyanın en güzel resmi çizilmiş olur.

Önce felsefe öğrenelim, gerekiyorsa sonra felsefe öğretiriz.

23 Nisan 2024

"Toplumda en yüksek özgürlüğün, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması, ancak tam anlamıyla millî egemenliğin kurulmuş olmasına bağlıdır. Bu nedenle özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir."M.Kemal ATATÜRK


Millî egemenlik, yani milleti bizzat kendi yazgısına egemen kılmak esası, Atatürkçülüğün bağımsızlıkla iç içe girmiş ikinci büyük ilkesidir. Bu ilkeye göre, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir; hiçbir anlam, hiçbir şekil ve hiçbir surette ortaklık kabul etmez. Bu irade, bütün millet bireylerinin isteklerinin, emellerinin birleşmesinden oluşması nedeniyledir ki toplum içinde her kuvvet, bu iradeden doğar; ancak bu iradeye uymak suretiyle yaşayabilir. Atatürkçü düşünceye göre, milletin irade ve emeline uymayanların talihi acıdır, yok olmaktır.

Yine Atatürk'e göre, "Toplumda en yüksek özgürlüğün, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması, ancak tam anlamıyla millî egemenliğin kurulmuş olmasına bağlıdır. Bu nedenle özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir." Türk Bağımsızlık Savaşı bu görüşlerin ışığı altında milletin, egemenliğini kendi eline almasıyla başlamış, bu irade gücü ile başarıya ulaşmıştır.

Milletimizin yüzyıllar boyunca başına gelen bütün felâketler, kendi alın yazısını, kendi iradesini, kendi yönetimini başkalarının eline bırakmasından kaynaklanıyordu. Bu bırakış nedeniyledir ki, I. Dünya Savaşı'nın sonunda uçurumun kenarına kadar getirilmiş, galip devletler tarafından nerede ise tarihten silinmek istenmişti. Türk milleti, bu acı tecrübelerin ışığında artık uyanmıştı. Kendi iradesini, kendi yönetimini artık başkasının elinde görmek istemiyordu; bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışı, milletin yüzyıllar süren arayışlarının özünü, onun bizzat kendisini yönetmek bilincinin canlı örneğini oluşturuyordu.

Atatürk'e göre: "Bir milletin egemenliğini anlayabilmesi ve onu güvenle koruyabilmesi, birtakım özel niteliklere ve üstün öğrenim ve eğitime sahip olmasına bağlıdır. Bir milletin siyasal eğitiminde, sosyal eğitiminde, vatan sevgisinde noksan varsa, öyle bir millet egemenliğini gerektiği derecede kuvvetle elinde tutamaz." Bu bakımdan millî egemenliği yaşatma hususunda vatandaşların gerekli nitelikte yetiştirilmesi büyük önem taşır.

Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri

Prof. Dr. Utkan KOCATÜRK

15 Nisan 2024

“15 NİSAN DÜNYA SANAT GÜNÜ” Kutlu Olsun!

Wallace Hartley ve Grubu, 1912 tarihinde trajik bir şekilde batarak 1514 kişinin ölümüyle sonuçlanan Titanik faciasında, dev gemi sulara gömülene kadar vazgeçmeden çalmaya devam etmiş, bu olay korkunç dramın en unutulmaz anekdotu olarak tarihteki yerini almıştı. Sanata olan tutkuyu ve inancı dünyaya kanıtlayan Wallace Hartley ve Grubu, artık her yıl, Dünya Sanat Günü Ödülleri’ne adını vererek, “the show must go on” (gösteri devam etmeli) sloganının en çarpıcı örneği olarak bize ışık tutuyor; yolumuzu aydınlatırken, her şartta, ne olursa olsun sanatçıların bir kırılma yaşamadan insanlığa eser sunmaya devam edeceklerinin bir kanıtı olarak tarihteki yerini alıyor. 

Wallace Hartley ve Grubu’nun ödüllere adını vermesinin ilginç ve önemli bir nedeni daha var: Titanic’in battığı, Wallace Hartley ve arkadaşlarının da öldükleri tarih… 15 Nisan!

John Frederick Preston Clarke, Georges Alexandre Krins, John “Jock” Law Hume, Roger Marie Bricoux, Percy Cornelius Taylor, W. Theodore Ronald Brailey ve John Wesley Woodward onun tarihe geçen unutulmaz orkestrasının diğer fertleri…

10 Nisan 2024

Sevdiklerinizle Beraber Sağlıklı ve Huzur İçinde Mutlu Bir Bayram Geçirmenizi Dilerim.

 

Sevgilerin birleştiği, belki durgun, belki yorgun, yine de mutlu, yine de umutlu, yine de sevgi dolu 

Nice Bayramlara..

 Bayram
Kargalar, sakın anneme söylemeyin!
Bugün toplar atılırken evden kaçıp
Harbiye nezaretine gideceğim.
Söylemezseniz size macun alırım,
Simit alırım, horoz şekeri alırım;
Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar,
Bütün zıpzıplarımı size veririm.
Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!
Orhan Veli Kanık

 

29 Mart 2024

Kafka'dan Seçme Aforizmalar

Sanat, Gerçek’in gözümüzü almasıdır: Geriye kaçan hilkat garibesi maskelere düşen ışıktır gerçek, ondan ötesi değil.

A. büyük bir ustadır, tanığı Tanrı.

İyi, bir yanıyla rahatsız edicidir.

Gülünç olan, bu dünya için koşum takman.

Çevremizdeki acıları bizim de çekmemiz gerekmektedir. Hepimizin ortak bir vücudu yoktur, ama ortak bir büyümesi vardır: bu ise, şu ya da bu biçimde acılar içinden çekip götürür bizi. Nasıl ki çocuk belli bir gelişim sonucu yaşamın tüm evrelerinden geçer (her evrede, istek ve korku bakımından bir önceki için erişilmez görünür aslında), yaşlanır ve sonunda ölürse, biz de bunun gibi (insanlıkla aramızdaki bağ, kendimizle aramızdaki bağdan güçsüz değildir) yaşadığımız dünyanın tüm acılarından geçerek gelişiriz. Bu konuda adalete yer yoktur, acılardan ürkmeye ya da acıları üstünlük diye yorumlamaya yer yoktur.

Yok, edilmez bir tek şeydir; her insan tek başına bu yok edilmezdir; beri yandan, bütün insanlarda ortak özelliktir yok edilmez; dolayısıyla, insanları birbirine bağlayan eşsiz bir bağ bulunmaktadır.

Doğru yol gergin bir ip boyunca gider; yükseğe değil de, hemen yerin üzerine gerilmiştir bu ip. Üzerinde yürünmek değil de, insanı çelmelemek içindir sanki.

İnsanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: Sabırsızlık ve tembellik. Sabırsız oldukları için Cennet’ten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar. Ama beki de belli başlı sadece bir günahları var: Sabırsızlık. Sabırsızlıklarından ötürü kovulmuşlardı, sabırsızlıklarından ötürü geri dönemiyorlar.

Belirli bir noktadan sonra geri dönüş yoktur. Bu noktaya da erişmek gerekir.

Bir elmanın birbirinden farklı görünüşleri olabilir: Masanın üstündeki elmayı bir an olsun görebilmek için boynunu uzatan çocuğun görüşü ve bir de, elmayı alıp yanındaki arkadaşına rahatça veren evin efendisinin görüşü.

Sonbaharda bir yol gibi: Temiz pak süpürüyorsun, sonra bir yol bir kez daha kurumuş yapraklarla örtülüyor.

Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı.

Sen ödevsin. Ama görünürde öğrenci yok.

Olumsuz davranışlarda bulunmak bizden istenir, olumlu davranışlar ise zaten bizimdir.

İyi, bir bakıma rahatsızlık vericidir.

Kötüye taksit taksit ödeme yapılamaz, oysa hep böyle yapılmaya çalışılır. (S.)

Kıyamet Günü’nü böyle adlandırmamızın nedeni ancak bizim zaman kavramımızdır; aslında o bir tür sıkıyönetim mahkemesidir.

Dünyadaki uyumsuzluk, şükür ki sadece sayısal bir uyumsuzluğua benziyor.

“Sein” sözcüğü Almancada iki anlama gelir: “Var olmak” ve “onun olmak”

İlerlemeye inanmak henüz bir ilerleme olduğuna inanmak anlamına gelmez. Yoksa bu, inanmak için yeterli olmazdı.

Bu dünyada hemcinsini seven kimse, dünyada yalnızca kendisini seven kimseden ne daha çok ne de daha az hata yapmaktadır. Sadece geriye bir soru kalıyor ki, o da insanın hemcinsini sevip sevemeyeceğidir.

Gerçeklerin peşinden paten kaymayı yeni öğrenen acemi biri gibi koşuyor, üstelik bir de yasak yerde egzersiz yapıyor.

Ev halkını koruyan tanrıya inanmaktan daha keyif veren ne olabilir!

Kendini insanlığa bakarak sına. Şüphe edeni şüpheye, inananı inanca götürür bu.

İnsanlarla iç içe olmak, insanı kendini gözlemlemeye götürür.

Günah her zaman açıktan açığa gelir ve anında duyularla kavranabilir. Kökleri üzerinde yürür ve tanınmak için sökülüp çıkarılması gerekmez. 

İnanç yoksunu olduğumuz söylenemez. Sadece yaşıyor olmamız bile, tüketilemeyecek bir inanç değeridir.

Neresindeymiş bunun inanç değeri? Yaşamamak elde değil ki?

İşte inancın insanı çıldırtacak kadar büyük gücü, bu ‘elde değil ki’ dedir, bu olumsuzlamada açığa vurur kendini.

İnsanların birlikteliği şuna dayanır: İnsan, kendi varlığının gücüyle aslında kendi içlerinde yadsınamaz olan başkalarını yadsıyormuş gibi görünür; bu da o insanlar için tatlı ve rahatlatıcı, ama gerçeklikten ve dolayısıyla süreklilikten hep yoksun.

Ecel köprüsünden atlayanların çoğunun gölgeleri, ölüm ırmağının çırpıntısına dokunup geçer; neden denirse, ırmak bu dünyadan öte yana doğru akar ve hala bu dünya denizlerinin tuzunu taşır. Irmak İğrenerek kabarır birden, akıntı tersine döner, ölüler yaşamın İçine kusulur. Ne var ki, ölüler mutludur, öfkeden kudurmuş ırmağı teşekkür ezgileriyle, yumuşacık severler.

Bir noktadan sonra vazgeçmek olanaksızdır. Erişilmesi gereken nokta da, orasıdır.

İnsanın gelişiminin son noktasına varacağı an, daima bir yinelenme içindedir. Devrimci öze sahip düşünsel devinimlerin, geride bırakılan her şeyin anlamını yitirdiğini söylemeleri, bu yüzden doğrudur, çünkü o anda bile, gelişimini tamamlayan tek bir şey yoktur.

Savaşmaya davet, Kötü’nün sahip olduğu en çekici silahtır. Bu kadınla savaşmaya benzer, sonu yatağa çıkar.

Sayısı belirsiz itin anası, çocukluğumda en değerli şeyim olsa da şimdi az çok çürümüş bedenli, hala peşimden bağlılıkla seğirten, onu tekmelememek için yavaş adımlarla geri kaçtığım, nefesinin kokusuna bile katlanamadığım berbat kokan bir kancık; ne var ki, zıddına davranamadığım sürece, şekilsiz bir gölge olarak serpildiğini izlediğim kuytuya çekiyor, paramparça ediyor beni, üzerime çıkıyor ve artık üzerimde, bunu bir onur saymaktan emin olamasam da, dili elimde, bende sona eriyor.

Burnu Kaf dağında A’nın, İyi’nin peşinde epeyi yol aldığı zannında, neden denirse, çekiciliğinin her geçen an arttığına inandığından, her geçen an daha çok ayartıyla karşılaştığını duyumsuyor, üstelik bu ayartıların şu ana dek hiç bilmediği köşelerden saldırdığını sanıyor. Nedir, asıl neden, içine yerleşen büyük şeytan ve onun hizmetine koşuşturan sonsuz küçük şeytanların varlığıdır.

Bir elma, biri diğerinden değişik görünümlere sahip olabilir: Kafasını uzatıp masanın üzerindeki elmayı görmeye çalışan çocuğun görüşü ve bunun yanında, hiç sakınmasız, elmayı yanındakine verebilen evin efendisininki.

Ölüm arzusu, bilgeliğe kavuşulduğunun ilk belirtisidir. İçinde bulunulan yaşam katlanılmazdır, başka bir yaşam ise, ulaşılmaz. Ölmek isteğinin eklentisi utanç biter artık; nefret edilen eski hücreden alınıp, ilk iş olarak nefret edeceği yeni hücresine geçmeyi arzular, bunun için yalvarır. Eski inançların tortuları da bu düşüncede etkilidir; yeni hücreye nakledilirken efendi ortaya çıkacak, mahkûma göz ucuyla bir bakacak ve karar verecektir: "Bu adamı yeni hücreye götürmenize gerek yok, artık benim yanıma geliyor o."

İlerlediğim yol dümdüz olsaydı, ilerlemek için tüm çabalarıma rağmen geriye doğru hareket etseydim, çaresizlik bu olurdu; ama sen, aşağıdan da ayırtına varabileceğin gibi, dik bir yokuşu çıktığına göre, adımlarının geri geri gitmesi, kayman, tırmandığın yerin dikliğinden kaynaklanabilir, eğer böyleyse umutsuzluğun zamanı değildir.

Sonbaharda yollar gibi: Süpürüp temizliyorsun, az sonra kurumuş yapraklarla kaplanıyor üzeri.

Bir kafes, kuş aramaya çıkmış.

Buraya ilk kez geliyorsun: Alınan nefes bile değişik, yanındaki yıldız, güneşten bile çok ışıldıyor.

Eğer üzerine çıkmadan inşa edilebilseydi, belki de, Babil Kulesi’nin yapılması yasaklanmazdı.

Kötü, sizi ondan gizli saklı bir şeyler kotarabileceğinize inandırmasın.

Sunağa saldıran parslar, kutlu şaraptan içiyorlar; durmaksızın yineleniyor bu; sonunda beklenen bir olaya dönüşüyor ve ayinin bir parçası oluyor artık.

El, yapabildiğince sıkı tutar taşı. Olabildiğince uzağa atabilmek için sıkıca kavrar. Yol, işte o kadar uzağa götürür insanı.

Ders sensin, ne yazık ki, etrafta öğrenci yok.

İçinize sonsuz cesaret dolduran, gerçek düşmandır .

Üzerinde durduğun alanın, iki ayağınla bastığından geniş olamayacağını bilmek, mutlulukların en büyüklerindendir.

Alelacele koşup yaşama sığınmıyorsa insan, yaşamdan zevk alabilir mi?

Siperler sonsuz olsa da kurtuluş yolu tektir. Yinede kurtuluş olasılıkları siper sayısı denli çoktur.

Bir amaca rağmen, yol yok; yol diye adla duraklama anı.

Kötü davranmak bizden istenir; iyi davranmak ise, zaten içimizdedir.

Kötü’ye bir kez yol verdin mi, artık kendisine inanılmasını beklemez.

Seni Kötü’ye yol vermeye yönelten art niyetler sana ait değildir. Kötü’nündür.

Hayvan, kamçıyı efendisinin elinden öfkeyle kapar ve kendi efendisi olabilmek için kendi kendini döver, bilemediği, bunun efendisinin kamçısının ucundaki yeni düğümün gördürdüğü bir rüya olduğudur.

Arzulanma gem vuracağım diye çabalamıyorum. Arzulara gem vurmak, ruhumdan yayılan sonsuz ışık demetinin rast gele seçilmiş bir tanesinde etkin olma arzusudur. Eğer çevremde buna benzer yörüngeler çizmek zorundaysam, yapacağım en doğru şey, hiç harekete geçmeksizin, ağzım hayretten açılmış, büyük düzeni izlemektir sadece ve bu hareketsizliğin bana kazandıracağı econtrarioi güçten yararlanmak.

Kargaların savı, tek bir karganın tüm gökyüzünü yok edebileceğidir. Kuşkulanmak yersiz, nedir, bunun göklerle ilgili bir şey anlatmadığı kesindir, gökyüzü kargaların yokluğu demektir çünkü.

Din uğruna kendilerini feda edenler bedeni yadsımaz, zıddına, çarmıha layık görerek şereflendirirler; bu yüzden, düşmanlarıyla aynı biçimde düşünmektedirler.

Yorgunluğu, bir gladyatörün ölümcül kavgasından sonra yaşadığı yorgunluğu andırıyor , bir memurun odasının tek bir duvarına beyaz badana çekti.

Var olan sahip oluş değildir, sadece oluş, nefesini teslim etmeyi, boğulup gitmeyi uman oluştur.

Sorularımın neden yanıtsız kaldığına şaşardım eskiden, artık soru sorabileceğime olan güvenime şaşırıyorum. Nedir, gerçekten güvenmiyordum, sadece soruyordum.

Sahip olabildiklerin var, ne yazık ki, kendi varlığın yok iddiasına savunma olarak titriyorsun ve yüreğin atıp duruyor sadece.

Sonsuzluk yolunda bu denli hızlı ilerleyişine şaşan biri vardı, aslında yokuş aşağı son hız yuvarlanmaktan gayrisini yapmıyordu.

Kötü’ye borcunuzu taksit taksit ödeyemezsiniz, nedir, hep denenir bu. Büyük İskender, pek gençken ulaştığı utkulara, kurduğu yenilmez orduya, içinde büyüyen, dünyayı değiştirecek güce sahip olduğu duygusuna, tüm bunlara rağmen, Çanakkale’de durup boğazın beri yanına asla geçemeyebilirdi. Ne korkudan durmuş olurdu, ne kararsızlıktan ne de istencinin zayıflamasından, bunu yerçekiminin varlığıyla bile açıklayabilirsiniz.

Yol sonsuzdur, ne kısaltabilir ne de uzunluğuna yeni metreler ekleyebilirsiniz, yine de herkes çocuk kadar elini kullanarak ölçmeye çalışır onu. İlerlemen gereken yol, gerçekten de bu karış kadardır, senin hakkındır bu.

Sadece zamanı kavrayabilme yetimiz yüzünden Kıyamet Günü diyoruz o güne; aslında sıkıyönetim mahkemesidir o.

Şükrediyorum ki, dünyanın uyumsuzluğu, aritmetik uyumsuzluğa benziyor.

İğrenen ve nefret eden bir başı önüne eğmek…

Köpekler bahçede oynuyorlar şimdi, fakat avları, şu anda ormanda istedikleri denli hızlı koşsunlar, avlanmaktan kaçamayacaklar.

Araban, ona koştuğun at ile doğru orantılı olarak, daha hızlı gider, bütünün köklerinden koparılması demek değildir bu, bunu söylemek olanaksızdır; ne var, koşumların parçalanması, işte o gerçekten özgür ve şen bir yolculuk olasılığıdır.

“Almancada ”Sein”in iki anlamı vardır. “Var olmak” ve ”Onun” olmak”

Seçim hakkı tanınmıştı onlara: Kral ya da kralın habercisi olabilirlerdi. Her çocuk gibi, haberci olmayı seçti hepsi. Sadece haberciler vardır bu yüzden, dünya üzerinde gezer, kalmayan krallara ulaşamadıkları için, artık anlamsızlaşmış haberleri birbirlerine iletirler. Sefil yaşamlarına son vermeyi canı yürekten isterlerdi elbette, nedir, ettikleri bağlılık yemini ellerini kollarını bağlıyor.

İlerleme düşüncesine inanmak, gerçekten ilerlendiğine inanmayı gerektirmez. İnanabilmek için yetersiz olurdu bu.

İçinde yok edilmesi mümkün olmayan bir şeye inanmadığı sürece, insan yaşayamaz; bu yok edilmesi mümkün olmayan şey de, ona duyulan inanç da daima gizli kalabilir. Kişisel bir tanrıya inanma, bu süreğen gizliliğin kendini gösterme biçimlerindendir.

Yılan aracılık etmeliydi: Kötü insanı ayartsa da, onun yerine geçemez.

Dünya ile savaşta, dünyanın tarafını tut.

Kimseyi kandırmamalı, giderek dünyayı kandırıp onu olası bir utkudan uzaklaştırmamalı.

Ruhsal evrenden başka bir dünya yoktur; duyular evreni diye adlandırdığımız şey, ruhsal evrenin kötülüğüdür ve o kötülük dediğimiz şey, sonsuz ilerleyişimizde bir anın zorunluluğudur sadece.

Dünya çok güçlü bir ışıkla eritilebilir. Zayıf gözlere katı gözükür dünya, daha zayıflara yumruk gibi, çok daha zayıflara ise utangaç; buna kanıp bakmaya kalkışanlara vurur ve devirir onları.

Her şey yanılsamadır: Olabildiğince az yorulmaya çabalamak, alışılmış olanın dışına çıkmamak, en aşırının peşine takılmak. İlk durumda, insan ona ulaşmanın yollarını kolaylaştırarak İyi’yi ve elindeki silahlan güçsüzleştirerek Kötü’yü aldatır. İkinci durumda, bu dünyanın işlerinde bile ele geçirilmeye değer bulmayarak aldatılır iyi. Son durumda, İyi ondan mümkün olan en uzak yere kaçınarak ve Kötü son noktasına dek ulaşılarak zayıflatılacağı umularak aldatılır. İçlerinden en yeğlenesi seçenek ikincisidir; çünkü her üç seçenekte de iyi aldatılırken, bu seçenekte, görünüşte de olsa, Kötü aldatılmamaktadır en azından.

Doğamız bizi onlardan uzağa atmasaydı eğer, asla başa çıkamayacağımız sorunlar vardır.

Olgular evreninin dışındaki şeyler için, dil ancak ima edebilir, nedir, az çok kesinlik taşımasa bile, asla kıyas yapamaz; çünkü, dil, olgular evreninde kaldığı sürece, mülkiyet ilişkilerini anlatır sadece.

Ancak ne kadar az yalan söy1erse, o kadar az yalan söylemiş olur insan, az yalan söyleme olanağı bulduğunda değil.

Üzerine yeterince basılmadığı için bel vermemiş bir merdiven basamağı, basamağın kendisi açısından, kimsesiz çatılmış bir tahta parçasından gayrisi değildir .

Kendini bu dünyadan uzağa sürgün eden herkes ötekileri sevmelidir, ötekilerin dünyasından da sürgüne gitmektedir çünkü. Gerçek, bu yolla insan, doğasının derinliklerini kavramaya başlar, elbette sevilir insan, fakat tek koşulla: Terazide sevilenle eşit çekmek.

Ruhsal bir evrenden ötesinin hiç olduğu düşüncesi umudumuzu söndürür , ne var ki, bize kesinlik de sağlar.

Cennet’ten atılma, aslında sonsuzluktur: Demem o ki, Cennet’ten atılma geri dönüşsüzdür, yeryüzünde yaşamaktan kaçış yoktur, yine de eylemin sonsuzluğu, sürekli Cennet’te kalabilme umudumuzu yenilemekle yetinmez, aynı anda, belki de oradan hiç ayrılmadığımız anlamını da taşır; bunu bilsek de bilmesek de.

Özgür ve yeryüzünde kendini güvende duyumsayan bir yurttaştır 0, dünyanın her yerine erişmesini sağlayacak uzunlukta bir zincire bağlıdır çünkü nedir, hiçbir şeyin onu yeryüzünün sınırlanandan öteye sürüklemesine izin vermeyecek uzunluktadır zincir. Fakat aynı anda, özgür ve gökyüzünde kendini güvenlikte duyumsayan bir yurttaştır 0, çünkü ilkinin benzeri, göksel bir zincire de bağlıdır. Yeryüzüne inmeye çalışınca göksel zincirin tasması asılı tutar onu, gökyüzüne çıkmaya mı kalkıştı, bu kez yeryüzü zinciri tutar. Ne var, tüm bunlara rağmen, elinde tüm olanaklar vardır ve 0, bunun ayırtındadır; giderek bu zincirlenişi, zincirle ilk tanışmasındaki hatasına bağlamayı yadsır.

Patenle kaymanın acemileri gibi koşuyor gerçeklerin peşinden, bu yetmezmiş gibi yanlış yerde alıştırma yapıyor.

Hane halkını kollayan bir tanrıya inanmaktan daha rahatlatıcı ne olabilir?

Kuramsal olarak tam bir mutluluk şansı var: İçimizde yok edilmesi mümkün olmayan .bir varlığa inanmak ve ona ulaşabilmek için çabalamak.

Yok, edilemeyen tek olandır; tek tek her insan yok edilemeyendir, nedir, tüm insanların ortak paydası da yok edilemezliktir; işte bu nedenle, insanları birbirine bağlayan, başka şeye benzemeyen bir bağ vardır.

Birbirlerine benzememelerine rağmen aynı insanda buluşan öyle algılar bulunur ki, aynı nesneye yönelirler; bundan çıkarılabilecek tek sonuç, aynı insanda değişik öznelerin bulunduğudur.

Kendi sofrasının kırıntılarıyla besleniyor; kendini doymuş duyumsuyor bir süreliğine, ne yazık ki, sofrada nasıl karın doyurulduğunu unutuyor, sonunda yerde yenecek kırıntı da bulamıyor.

Yok, edilmesi mümkün olanlar sadece Cennet’te yok edilebiliyorsa, bunun kesinliğine inanamayız; tam zıddına, yok edilemiyorsa, yanlış bir inanca saplanmışız demektir.

Sınavını insanlığa bakarak ver Şüphe edenin şüphesini. , inananın inancını besler bu.

Burada demir atmayacağım demek ve o anda kabarıp, İnsanı kuşatan deli dalgalan duyumsayış.

Birden değişim. Yanıt sorunun yörüngesinde biraz korkak, her an kaçmaya hazır fakat umutla dönüyor, sorunun yanına yaklaşılmasını engelleyen, umut kırıcı yüzüne bakıyor, en sapa yollarda peşinden gidiyor, yanıtlıktan giderek uzaklaştığı yollarda.

İnsanlarla içli dışlı olmak insanın kendi kendisini göz hapsine almasını getirir peşi sıra.

Ruh, payanda olmaktan kurtulunca özgürleşebilir ancak.

Tensel istek tanrı sevgisine körleştirir, nedir, bunu tek başına beceremez, içinde tanrı sevgisinden de bir şeyler taşıdığı için yapabilir.

Gerçek parçalanamaz ve bu yüzden kendini tanıma olanağından yoksundur; onu tanımak isteyen yalana dönüşmekten gayrsını yapamaz.

Dönüp dolaşıp kendisini zarara uğratacak şeyleri kim ister? Bunu isteyen insanlara rastlanıyorsa, hatta her insanda bu durum biraz gözüküyorsa, bunun nedeni, insanın içindeki iki kişiden birinin kendisi için yararlı olanı isterken, eyleme geçmek için yan düşüncesine başvurulan ötekine zarar vermesidir. Karara varırken değil, henüz en başta ikincinin yarı-düşüncesine değer verilirse, karar konusu olacak istek de silinip gider.

Daima ilk Günah’tan şikâyetimiz neden? Cennet’ten atılmamızın nedeni ilk Günah değil, meyvelerinden uzak duralım diye uzaklaştırıldığımız yaşam ağacıdır.

Günahkârlığımızın nedeni Bilgi Ağacı’nın meyvelerini yememiz değil sadece, Yaşam Ağacı’nın meyvelerini yemediğimiz için de günahkârız. İçinde yaşadığımız andan dolayı günahkârız, İlk Günah’ın günahı yok.

Biz Cennet’te yaşamak üzere yaratıldık ve Cennet de bizim yaşamamız için yaratıldı. Bizim yazgımız sonradan değiştirildi, nedir, Cennet’in yazgısı değişti mi, bilen yok.

Kötü, kimi değişim anlarında insan bilincinden yayılan bir ışındır. Bir bütün olarak duyular evreni değil, ondaki Kötü görünüşten ibarettir; yine de bu, bizim görebildiğimiz duyular evrenini oluşturur.

İlk Günah’tan şu ana dek, İyi ve Kötü’yü birbirlerinden ayırabilme yetimiz eşittir, nedir, bu konuda hemcinslerimizden üstün olmayı arzularız. Gerçekte ise, İyi ve Kötü’nün çok ötesinde başlar farklılıklar. Bunun alışılmadık bir durum olmasının nedeni şudur: Sadece bilmek kimseyi doyurmaz, bilmesine koşut davranabilme isteği de buna eklentidir. Ne yazık ki, böyle davranabilme yeteneği kimseye bağışlanmamıştır, herkes kendi kendini yok etmeye yazgılıdır, bunu başaracak güce sahip olamama olasılığı kimseyi bu yoldan döndürmez, son denemeye kalkışmaktan gayrisi gelmez elinden. Bilgi Ağacı’nın meyvelerini yemenin cezasının ölüm olmasının anlamı budur belki, en başta, eceliyle ölümün anlamı da bu olabilir. Şu anda, ufak bir devinimdir yapmaktan çekindiği, bunu yapmaktansa, İyi ve Kötü’nün bilgisinden olmayı bile yeğler. İlk Günah kavramının kökeninde bu korku yatar. Ne var ki, bir kere olandan geri dönülemez, belki anlamı bulandırabilir; bu yüzden bahanelere sığınılır. Tüm dünya bu bahanelerle do1udur; bu bir anlık olsun huzur arayan insanın kendini haklı görebileceği tek yöntemdir belki: Bilginin önceden verildiği gerçeğini görmezden gelme, bilgiyi ulaşılması gereken uzak bir nokta olarak gösterme.

Giyotin denli ağır, onun denli de hafif bir inanç.

Sınıfın duvarına asılı İskender’in Savaş resmi taklidi gibi önümüzde ölüm. Bize düşen, davranışlarımızla, henüz yaşamdayken bu resmi karanlıklara itmek, giderek ortadan tümüyle yitmesini sağlamaktır.

Tutulabilecek iki yol; kendini son noktaya dek ufaltmak ya da sonsuz ufak olmak. İlki devinimsizlikten çıkan mükemmellik, ikincisi eylem anlamına gelen bir başlangıçtır.

Sözcüklerin karmaşasından kurtuluş yolu: Eyleme geçilerek yok edilecek olanın sımsıkı tutulması gerekir; ufak parçalara bölünen dökülür gider, nedir, yok edilemez.

Putlara öncelikle nesnelerden korkudan tapıldı, ne var ki, bunun sonucunda nesnelerin gerekli oluşundan korkudan tapıldı ve bunun sonucunda nesnelere karşı sorumlu olmaktan korkudan tapıldı. Bu sorumluluğun varlığı öylesine katlanılmazdı ki, insan onu tek bir üstün-insanın sırtına yüklemeye kalkışamadı, çünkü bu aracı üstün- insan da sorumluluğu azaltmayacaktı; sadece bu aracı varlıkla ilişkide olmak, insanın sırtındaki yükü arttıracaktı zıddına. Tam da bu yüzden nesnelerin sorumlulukları kendilerine verildi, hatta nesneler insanlardan daha çok sorumlu oldular.

Yaşama başladığın anda iki görev: Sınırlarını her an daraltmak ve bu sınırlan aştığın anlarda da gizlenmeyi başarıp başaramadığını her an sorgulamak.

Kimi anlarda, Kötü insanın kullandığı aletlere benzer; ayırtına varılsın varılmasın, insan, amacı buysa, bir kenara atılmasına karşı durmaz.

Bu yaşamdan aldığımız mutluluklar, yaşamın kendi mutlulukları değildir, şu andakinden daha iyice bir yaşama ulaşma korkumuzdan.

Kaynaklanan mutluluklardır; bu yaşamın bize çektirdikleri de yaşamın kendisinin değildir, yine bu korkudan dolayı kendimize çektirdiklerimizdir.

Sadece şu anda, çektiklerimiz ıstıraptır. Burada ıstırap çekenlerin, başka yer ve zamanlarda çektikleri ıstıraplar için ödüllendirileceği anlamına gelmez bu; bunun anlamı, şu anda ve burada çekilen ıstırabın başka yer ve zamanda değişmeyip, sadece içerdiği karşıtından özgürleşeceği ve mutluluğa dönüşeceğidir.

Evrenin sonsuz büyüklükte ve sonsuz zenginlikte düşünülmesi, zorlu bir yaratılış sonucunda özgür bir içe bakışa kavuşan insanın, bunu en aşın noktaya vardırmasının sonucudur.

Sonsuz yaşamın bir an için bile olsa sürdürülebildiğine ait, zamana bağımlı kalışımızı katlanabilir gösteren en zayıf inanç bile, günahkârlık batağına daldığımıza ait, şuandaki acımasız inancımızdan daha az iç karartıcıdır…Nedir, tüm anlığıyla ikincisini de içeren ilk inanca katlanma yeteneğimiz, inancımızın sınırlarını da çizer.

İlk büyük yalandan sonra, kişisel durumları için özel, küçük yalanların düzenlenebileceğine, yetmezmiş gibi, bu yalanın onların çıkarına yapıldığını sanır çoklan. Örneğin sahnede oynanan bir aşk oyununda, sevgilisi rolündeki erkeğe yapmacık bir gülüş atan kadın oyuncunun, aslında üst galeride onu izleyen gerçek sevgilisine sinsice gülümsediğine inanır; bu durmaksızın yinelenir .

Şeytana ilişkin bilgi olabilir fakat o bilginin içinde inanç olamaz; çünkü görünür olandan daha şeytani bir şey bulunamaz.

Günah hep göstere göstere gelir ve o anda duyularımızla kavranabilir. Kökleri üzerinde ilerler ve ayrımına varabilmek için bu köklerden sökülmesine gerek yoktur.

Yakınımızda olup biten acıların hepsine ortak olmamız gerekiyor. Hepimize ait ortak bir beden yok fakat ilerleme yolumuz ortak, bu yol, seçtiği istikamet ne olursa olsun acılar içinden götürür bizi. Bir çocuk gelişimi için nasıl belli aşamalardan geçerse ve her aşama istekler ve korkular açısından bir öncekine kıyasla nasıl ulaşılmaz görülürse, kişi nasıl yaşlanarak ölüme varırsa, insanlıkla bağımız dünyayla bağımızdan zayıf olmadığı için, biz de bu yolla dünyanın acıları arasında ilerleyerek gelişiriz. Bunun adaletle ilgisi yoktur, acılardan korkmaya ya da bundan üstünlük olarak görmeye de gerek yoktur.

Dünyanın acılarından uzakta kalmakta özgürsün, doğanın seçimine bağlıdır bu, nedir, kaçabileceğin tek acı da bu kendini uzaklaştırmandır.

İnsanın iradesi üç açıdan özgürdür: İlk olarak, şimdiki yaşamını seçtiği anda özgürdü; elbette şu anda geriye dönemez, çünkü o zamanlar seçtiğini yaşıyor olsa da, şimdiki yaşamını ilk seçtiği andaki kişi değil artık.İkinci olarak, yaşamı süresince ilerleyeceği yolu ve ilerleme tarzını seçmesi açısından özgürdür.
Üçüncü olarak, dünyaya bir kez daha geleceğini sanarak, bu yaşamın tüm koşullarına rağmen kendine ulaşan yolu bulmayı istemesi açısından özgürdür. Nedir, bu bir seçim sorunu olmasına rağmen, girilen yol yaşamın ayak basmadık tek noktasını bırakmayan bir labirent olacaktır.

Özgür irade bu üç açıdan görünür fakat üç görünüm aynı anda var olduklarından bir bütün oluştururlar; bu temelde öyle bir birliktir ki, özgür olsun olmasın bu birlikte iradeye yer yoktur.

İçinde yaşadığımız dünyanın baştan çıkarma yollan ile içinde yaşadığımız dünyanın sadece bir geçiş yolu olduğuna inanç, aslında birdir ve aynı şeydir. Böyle olması gereklidir, dünya bizi sadece, tek bir yolla yaratabilir; bu yol da gerçeğe karşılık düşer. Ne yazık ki, baştan çıkarmalar başarılı olunca, inancımızdan vazgeçeriz; İyi bizi kandırıp Kötü’nün eline bırakır, tıpkı kadının yatağa bekleyen çağrısı gibi.

Tek başına umutsuzluğun acısını çeken de içinde, insanla hemcinsleri arasındaki en güçlü ilişkiyi alçakgönüllülük sağlar; tek koşul, bu alçakgönüllülüğün eksiksiz olarak sonuna dek götürülmüş olmasıdır. Bu mümkündür, çünkü tapınma dili tam da budur, tapınmanın dili olduğu kadar bir araya gelmelerin en güçlüsüdür. İnsanın hemcinsiyle ilişkisi ile tapınmayla ilişkisi birbirlerine benzerler; insanın hemcinsleriyle ilişkisi çaba gerektirir, bu çabayı ancak tapınmanın verdiği güç sağlayabilir.

Yanıltmaktan başka bir şey bilebilmen mümkün mü? Yanıltma ortadan kaldırılsa da, geri dönüp o noktaya bir kez daha bakmamalısın, bakarsan bir tuz sütununa dönersin.

İnsanlar A.’ya saygıyla davranıyor. Sıradan oyuncuların oynamasına izin verilmeyen ve titizlikle korunan mükemmel bir bilardo masasında oynamayı hak eden büyük oyuncu geldiğinde masanın zeminini nasıl inceler, oyunda zamanından önce yapılan hatayı nasıl affetmez fakat ıstaka kendisine geçtiğinde nasıl her densizliği yapacak denli küstahlaşır ya; işte böyle saygı gösteriliyor ona.

Nedir, sonra olan biten tek şey yokmuş gibi işinin başına geçti. Belki hiçbir öyküde geçmiyor, fakat eski öyküler yığınından kulağımıza aşina gelen sözler bunlar.

İnançtan yoksun olduğumuz söylenemez. Yaşamamız bile tek başına bir inanç değeridir.

Bunda inanç değeri ne arasın; yaşamamak mümkün mü ?

İnancın insanı deliliğe sürükleyen gücü, işte bu ‘mümkün mü’ sözünde gizlidir, ancak bu olumsuzlamada kendini açığa vurur.

Evden çıkman, uzaklaşman gereksiz. Masanda otur ve söyleyeceklerimi dinle. Dinlemesen de olur, beklemen yeterli. Beklemesen de olur, hiç ses çıkarma ve tek başına ol. Dünya maskesini düşürmen için sana gelecektir; yapabileceği başka bir şey yoktur, ayartıya kapılmış, ayaklarının altında kıvranıp duracaktır.


22 Mart 2024

Mal Beyanı

 

1- Avşa Adası’nda üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen
2- Gökyüzünde bir bulut
3- Bitlis’te beş minare
4- Bir yazlık biri kışlık iki platonik sevgili
5- Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı
6- Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü
7- Palandökende bir palan, iki döken
8- Kastamonu da üç kasto
9- Üç fay hattı
10- Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma
11- Dünyada mekan
12- Ahirette iman
13- Denizde kum
14- Uzayda yerçekimsizlik
15- Bir çuval gazoz kapağı
16- Bir kibrit kutusu sigara izmariti
17- On sekiz saç biti
18- Biri İngilizce 6 adet küfür
19- Yirmi tane boş naylon poşet
20- Sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht
21- Bir sürü saç sakal, kıl, tüy, yün
22- Üç ayrı parkta üç ayrı belediyeye ait üç ayrı banka reklamlı bank
23- Bir ayakkabı çekeceği
24- Üç don lastiği
25- İki büyük taş kütlesi
26- Bir adet ağaç gölgesi
27- Üç kuş kanadı sesi
28- Bir sürü kedi köpek
29- Bir Marmara Denizi
30- Camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci
31- Her aksam karıştırılan dört çöp bidonu
32- Çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili
33- Nakit 15 lira
34- Anne babadan kalma yarısı yaşanmış bi ömür…


14 Mart 2024

Bilimde gerçek arayışı, ulusal sınırların ötesinde bir çabadır. Bizi nefretten, öfkeden, korkudan arındırır. İçimizde var olan en iyi şeydir...Arthur Eddington

Bilim, batıl inancın zehridir...Adam Smith

Başkaları için bu kadar çok, kendimiz içinse bu kadar az şey hissetmek ve bencilliğimizi baskılamak insan doğasının kusursuz tarafıdır...Adam Smith 

Özgür bir toplum, içinde güvenle sevilmeyen kişi olabildiğiniz toplumdur...Adlai Stevenson

Hızlı gitmek istiyorsan, yalnız git. Uzağa gitmek istiyorsan, birlikte gidelim...Afrika Atasözü

Geleceği tahmin etmenin en kolay yolu, onu icat etmektir...Alan Kay

Sadece kısa bir mesafeyi görebiliriz.Ancak o mesafede bile yapılması gereken birçok şeyi görebiliriz...Alan Turing

20. yüzyılın sonunda makinalara bakış açımız öylesine değişecek ki, onların düşünebildiğinden söz ettiğinizde garipsenmeyeceksiniz...Alan Turing

İnsanları kendisinin de insan olduğuna ikna edebilen bir bilgisayar 'zeki' olarak görülmelidir...Alan Turing

Gerçeği aramak, arzulananı aramak değildir...Albert Camus

Bilim, gündelik düşüncelerimizi hassas bir şekilde düzenlemekten fazlası değildir...Albert Einstein

Gerçekliğe kıyasla bilimimiz oldukça ilkel ve çocukçadır. Ancak o, sahip olduğumuz en değerli şeydir...Albert Einstein

Yaşam, bisiklete binmek gibidir. Dengeni korumak için sürekli ilerlemen gerekir...Albert Einstein

Yalnızca başkalarına adanmış bir hayat anlamlıdır...Albert Einstein

Entelektüel olgunlaşma doğumda başlamalı ve yalnızca ölüm ile sonlanmalıdır...Albert Einstein

Ben öğrencilerime herhangi bir şey öğretmiyorum. Sadece öğrenebilecekleri ortamı sağlıyorum...Albert Einstein

Bilime dayanmayan felsefe boştur. Bilim keşfeder, felsefe yorumlar...Albert Einstein

Ama nihayetinde hepimiz aynıyız. Hepimiz maymunlardan türedik...Albert Einstein

Eğer Hiroshima ve Nagasaki'yi öngörebilecek olsaydım, denklemimi 1905'te yırtıp atardım...Albert Einstein

Mantık sizi A'dan B'ye götürür; hayal gücü ise her yere...Albert Einstein

Bilimin en nihai amacı; en az sayıda hipotez ve varsayımla, mantıksal çıkarımlardan gelen en fazla sayıda deneysel gerçeği kapsamaktır...Albert Einstein

Deha ile aptallık arasındaki fark, dehanın sınırları olmasıdır...Albert Einstein

Hayatı yaşamanın iki yolu vardır:Ya hiçbir şey mucize değilmiş gibi.Ya her şey mucizeymiş gibi...Albert Einstein

Düşünceler aklıma birdenbire ve önseziyle gelir. Halbuki önsezi, daha önceden yaşanan entelektüel deneyimlerin son ucundan başka bir şey değildir...Albert Einstein

Herkes kendi fikirlerinin mahkumudur. Dolayısıyla bu zindandan kurtulmalı ve bedenlerimiz gençken gerçeğe yönelik düşüncelerimizi sınamalıyız...Albert Einstein 

Zihnimde kitaplarda bulabileceğim hiçbir şeyi taşımıyorum. Üniversite eğitimi birçok gerçeği öğrenmek değil, kişilere düşünmeyi öğretmek içindir...Albert Einstein

Eğer görelilik teorim ispatlanırsa Almanya beni Alman ilan edecek, Fransızlar ise Dünya vatandaşı... Yanlışlanırsa Fransızlar beni Alman ilan edecek, Almanlar ise Yahudi...Albert Einstein

Kendime her gün belki yüz defa, yaşantımızın başkalarının emekleri üzerine kurulu olduğunu, onlara olan borcumu ödeyebilmek için daha çok çalışmam gerektiğini hatırlatıyorum...Albert Einstein

Aslen mühendis olacaktım. Ancak pratik gündelik yaşamı, sırf açgözlü bir maddi kazanç amacıyla daha da geliştirmek için yaratıcı zekamı harcama düşüncesi bana katlanılamaz geldi...Albert Einstein

Gerçekler, görmezden gelindiler diye yok olmazlar...Aldous Huxley

Hata yapan insan, bunu söylemekten asla utanmamalıdır. Çünkü bu, düne göre bugün daha bilge olduğunu söylemenin bir diğer yoludur...Alexander Pope

Belli bir zaman ve mekandaki ahlak nedir? Çoğunluğun o zamanda ve mekanda sevdiği neyse odur...Alfred North Whitehead

Bariz olanı analiz etme merakı için sıradışı bir zihne sahip olmak gerekir...Alfred North Whitehead

Aptalca bir şeyi elli milyon kişi de söylese, o şey hala aptalcadır...Anatole France

Her şeyin doğal bir açıklaması vardır. Ay bir tanrı değil, devasa bir kayadır. Güneş ise sıcak bir kayadır...Anaxagoras

Gerçeği arayanlara inanın; gerçeği bulduğunu iddia edenlere ise şüphe duyun...Andre Gide

Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret edemeyen, yeni okyanuslar keşfedemez...Andre Gide

Bazen, kimsenin hakkında hiçbir şey düşünmediği insanlar, kimsenin hakkında hiçbir şey düşünmediği şeyleri yapabilen kişilerdir...Andrew Hodges

Bilim, tıpkı Aşil'in mızrağı gibi, kendisinin açtığı yaraları iyileştirebilir de...Andrew Lang

Birçok insanda, Dünya’nın evrenin merkezinde ve kendilerinin de tüm türlerin merkezinde olduklarına inanmalarını sağlayan büyük bir ego vardır...Ann Druyan

Kitaplar uçaktır, trendir, yoldur. Onlar hedef yeridir, yolculuğun kendisidir. Onlar, evimizdir...Anna Quindlen

Yaşadığım her şeye rağmen, insanların halen iyi kalpli olduğuna inanıyorum...Anne Frank

Karanlığa lanet okumaktansa bir mum yak... Çünkü karanlığı yalnızca bilimle fethedebiliriz!..Anonim

Korkularla dolu bir beyinde hayallere yer yoktur...Anonim

Bilim şöyle çalışır: Hata yapmıyorsan, bilim yapmıyorsun demektir. Eğer yaptığın hataları düzeltmiyorsan, kesinlikle bilim yapmıyorsun demektir. Hatalı olduğunu kabul edemiyorsan, hiç yapma daha iyi...Anonim

Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar.Uçamayanlar ise tavuk olur... 'Tavuk toplum', önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz!..Anonim

Herkes dahidir. Ancak eğer bir balığın zekasını, ağaca tırmanma yeteneğine göre sınayacak olursanız hayatını aptal olduğunu düşünerek geçirir...Anonim

Sadece tek bir kitap tanıdığını söyleyen biri, okuma biliyor olamaz...Anonim

Bazı problemler öyle karmaşıktır ki, bilge biri onlar hakkında kararsız kalma hakkını kullanmalıdır...Anonim

İnsanlar, özgür olduklarını ispatlamak için zincirlerini tıngırdatırlar...Anonim

Başkalarını hareketlerine göre, kendimizi niyetimize göre yargılarız...Anonim

Bir işin yapılamayacağını söyleyenler, o işi yapanların önünü kesmemelidir...Anonim

Bir gün hayvanlarla konuşabileceğiz. Bize tek bir şey soracaklar: Neden?..Anthony D. Williams

Doğada çirkin bir tırtıl, güzel bir kelebeğe dönüşür. İnsanda ise durum tersidir: Güzel bir tırtıl, çirkin bir kelebeğe dönüşür...Anton Chekhov

Ulusal bilim diye bir şey yoktur; tıpkı ulusal periyodik cetvelin olmaması gibi. Ulusal olan şey, bilim olamaz...Anton Chekhov

Buldum! Evreka! εὕρηκα!..Archimedes

Bana duracak bir yer ve uzun bir kaldıraç verin, size Dünya'yı kaldırayım...Archimedes

İlk başta imkansız gözüken nice geometrik teoremin isabetliliği zamanla ispatlanmıştır...Archimedes

Her şeyi keşfettiğini söyleyip hiçbir ispat üretemeyenler; imkansızı keşfetme sahtekarlığında bulundukları için tekzip edilebilirler...Archimedes

Bilge bir insan, tüm hukuk yasaları ortadan kalksa da aynı şekilde yaşamayı sürdürendir...Aristophanes

Bir fikri kabul etmeksizin o fikir üzerine kafa yorabilmek eğitimli bir aklın işaretidir...Aristoteles

Her bir hayvanı, ondan iğrenmeksizin araştırmalıyız. Çünkü her biri bize doğal ve güzel bir şeyler sunacaktır...Aristoteles

Dinlenmek için çalışıyor, barış içinde yaşamak için savaşıyoruz...Aristoteles

İnsan, doğası gereği politik bir hayvan türüdür...Aristoteles

İnsan, üzerinde iyi çalışılırsa, en iyi hayvan türüdür. Ama hukuk ve adaletten ayrı düşerse, var olan en kötü canlıya dönüşür...Aristoteles

Demokrasilerde aslen bulunması gereken özgürlük ve eşitliğe ulaşmanın en iyi yolu, tüm kişilerin devletin olanaklarını en üst düzeyde paylaşabilmesidir...Aristoteles

Ezilmişler eşit olabilmek, eşitler üstün olabilmek için baş kaldırır...Aristoteles

Yasa, düzendir. İyi yasa, iyi düzen demektir...Aristoteles

Eflatun (Plato) yakın bir dostumdur. Ancak gerçekler, daha yakın dostlarımdır...Aristoteles

İki olasılık var: ya evrende yalnızız, ya da evrende yalnız değiliz. İki olasılık da eşit derecede ürkütücü...Arthur C. Clarke

Üstün bir bilim, alçak bir ahlakla bir arada olamaz. Bu karışım dengesiz ve kendi kendini yok edicidir...Arthur C. Clarke

Yeterince gelişmiş bir teknoloji, sihirden ayırt edilemez...Arthur C. Clarke

Mümkün olan şeylerin sınırları; yalnızca onların ötesine, yani imkansızın sınırlarına geçerek tanımlanabilir...Arthur C. Clarke

Teorik olarak mümkün olan her şey, teknik zorlukları ne olursa olsun, eğer yeterince arzulanırsa, pratik olarak elde edilecektir...Arthur C. Clarke

Veri toplamadan teori geliştirmek büyük bir hatadır. Çünkü bu tarz teorileri savunanlar, gerçekleri teorileri için eğip bükerler; teorilerini gerçeklere göre inşa etmezler...Arthur Conan Doyle

İmkansız olanı elediğinizde, geriye kalan her neyse, ne kadar olasılıksız gözükürse gözüksün, gerçek olmalıdır...Arthur Conan Doyle

Şarlatanlar her zaman öncüdürler. Astrolojiden astronomi, simyadan kimya, hipnozcudan deneysel psikoloji doğmuştur. Bugünün sahtekarı, yarının profesörü olacaktır...Arthur Conan Doyle

İnsan beyni tek seferde sadece bir güçlü duyguyu barındırabilir. İşte o yüzden eğer bilimsel arzu veya merak ile dolu bir beyinde korkuya yer yoktur...Arthur Conan Doyle

İlkel insan meraklı gözlerle ve yavaş, kendinden emin olmayan adımlarla doğruladı. Şimdiyse belirsiz bir hedefe doğru aceleyle yürüyoruz...Arthur Conan Doyle

Beynin evrimi sadece antik insanın ihtiyaçlarını aşmadı, aynı zamanda evrimsel süreç içerisinde bir hayvanın kullanmayı bilmediği bir organ edinmesine dair tek örnek oldu...Arthur Koestler

Herkes, kendisinin sınırlarını Evren'in sınırları zanneder...Arthur Schopenhauer

Sırf uzun süredir içine düşmüş halde bulunduğunuz için bir hataya tutunmaktan vazgeçin...Aubrey De Graf

Evrime inanmak diye bir şey yoktur; evrim bir gerçektir. Bir inanç meselesi değildir. Güneşi balçıkla sıvayamazsınız. Evrim vardır ve kim ne derse desin bu gerçek ortadadır...Aziz Sancar

29 Şubat 2024

Dorian Gray’in Portresi - Oscar Wilde

Yaşlılara gelince; ben yaşlıların her düşüncesine karşı çıkıyorum. İlke olarak yapıyorum bunu. Onlara dün olmuş bir şeyle ilgili görüşlerini sor: Sana 1820’lerde geçerli olan görüşleri aktarırlar, hani herkesin uzun çorap giydiği, her şeye inandığı ve de zırnık bir şey bilmediği günler. 

Karmaşık ve gergin huylu kişiler hep böyledir. Çok güçlü olan duyguları ya incitir ya da eğilir. Ya öldürür ya da ölür. Sığ hüzünler, sığ aşklar uzun ömürlüdür. Büyük aşklar, büyük üzüntülerse kendi büyüklüklerinin kurbanı olurlar.

Henüz gençken gençliğinizin değerini bilin. Can sıkıcı insanları dinleyerek, çaresi olmayan aksaklıkları düzeltmeye çalışarak ya da çağımızın kendine hedef edindiği şeyler uğruna, yalancı ülküler uğruna hayatınızı cahil, sıradan, basit insanlar için feda ederek altın çağınızı heder etmeyin. Yaşayın! İçinizde gizlediğiniz olağanüstü güzel hayatı yaşayın! Hiçbir şeyi boşa harcamayın. Her zaman yeni duyumlar peşinde koşun. Hiçbir şeyden korkmayın.

İnsan ruhunu yitirdikten sonra dünyalar onun olsa neye yarar.

Oysa yaşamın amacı kendi kendini geliştirmek, tekamül etmektir. Dünyaya gelme sebebimiz özümüzün farkına varmaktır. Bugünlerde insanlar kendilerinden korkar oldu. Görevlerin en ulvisini, kendilerine karşı olanı unuttular. Hayırseverler hayırsever olmasına, açları doyurup yoksulları giydiriyorlar. Gel gelelim kendileri çırılçıplak, ruhları açlıktan kıvranıyor. Cesaret denilen şey insanları çoktan terk etmiş. Belki de hiç cesur olmadık. Ahlakın temelindeki toplum korkusu, dinin sırrı ise tanrı korkusu. İşte bizi yöneten iki şey.

Hem zaten kadınlar duygularıyla yaşadıkları için acı çekmeye erkeklerden daha yatkındı.

Ömürlerinde tek bir kez sevenlerdir asıl sığ olanlar. Onların vefa, sadakat diye adlandırdıkları şeyi ben, ya alışkanlığın verdiği rahatlığa ya da hayal gücünün yokluğuna bağlarım. Zihinsel yaşam için tutarlılık neyse duygusal yaşam için de vefa odur: basit bir yenilgi itirafı. Vefa ! Bunu incelemem gerekiyor günlerden bir gün. Sahiplik tutkusu da giriyor bu işin içine. Başkaları alır diye korkmasak çoktan atacağımız bir sürü şey var.
 
İnsanların ahlaksız diye nitelediği kitaplar insanları kendi ahlaksızlıkları ile yüzleştiren kitaplardır.
 
Kadınlar yüreğimize sevgi tohumu ekip bize sevmeyi öğretir. Karşılığında bizden sevgi istemek de hakları.
 
Derler ki kadınlar kulaklarıyla ,erkekler gözleriyle severmiş .
 
Günümüzde insanlar her şeyin fiyatını biliyorlarsa da hiçbir şeyin değerini bilmiyorlar.
 
Bu dünyada en şanslı olanlar bence çirkinlerle aptallar. Yan gelip yayılarak yaşam denen oyunu ağzı açık seyredebilirler. Zafer denen şeyi bilmeseler bile hiç değilse yenilgiyi de tatmazlar. Aslında hepimizin yaşamamız gerektiği gibi yaşar onlar, kaygısız, kayıtsız, çalkantısız. Başkalarının mahvına yol açmadıkları gibi kendileri de onun bunun elinde telef olmazlar. Senin unvanınla servetin, Harry, benim aklım fikrim, karınca kararınca, eğer bir değeri varsa sanatım, Dorian Gray’in güzelliği… Tanrı’nın bu bağışları yüzünden hepimiz acı çekeceğiz, hem de büyük acılar.
 
Ben birisinden çok fazla hoşlandım mı onun adını hiç kimseye söylemem. Onun kimliğinden bir parçayı başkasına teslim etmek gibi gelir bu bana. Gizli kapaklılığı sever oldum zamanla. Çağdaş yaşamı gözümüzde gizemli, büyülü kılabilecek tek şey bu gibi geliyor bana. Gizli tutarsan en sıradan şey bile tatlı, zevkli olabiliyor. Şimdilerde kentten ayrıldığımda gideceğim yeri kimselere söylemiyorum. Söylesem bütün tadım kaçacak. Çocuksu bir huy olabilir, gene de insanın yaşantısına bol romantizm katıyor sanki.
 

Mina Urgan: “Oscar Wilde, hem toplumun benimsediği geleneklere uyar, hem de topluma başkaldırır; hem putlara tapanları, hem Hıristiyanları yüceltir; hem bireyciliği, hem de sosyalizmi savunur; hem soytarılıklar yapan bir playboy’dur, hem de yetenekli bir yazardır; hem eşcinseldir, hem de onu sapık olmakla suçlayan Queensberry Markisi’ne karşı hakaret davası açar. Bir insan, ancak benliğindeki çelişkileri çözümleyip bunların arasında bir uyum sağlayınca olgunlaşır. Oysa Hesketh Pearson’a göre, Oscar Wilde çocuk kalmıştır. Daha doğrusu, kafası gelişmiş, hem de çok gelişmiş, ama ruhsal yapısı açısından on beş yaşlarında kalmıştır. Bu yüzden de, kılığı kıyafetiyle, söyledikleri sözlerle, hem yetişkinleri şaşırtmak, şoke etmek huyundan vazgeçmiyor; hem de yetişkinler tarafından sevilmek istiyordu.”

 Dorian Gray’in Portresi, Oscar Wilde’ın 1891 yılında yayımlanan felsefi romanı. Wilde’in yayımlanmış tek romanıdır. Kendisi yerine tuvaldeki portresinin yaşlanması dileyen ve bu dileği gerçekleşince yoldan çıkıp yozlaşan haz ve güzellik tutkunu yakışıklı bir adamı konu alır. Dorian Gray’in Portresi, yayımlandığı zaman hem okurları ve eleştirmenleri sarsmış hem de Oscar Wilde isminin edebiyat tarihine kazınmasını sağlar.

 Özellikle bir genç adamın büyümesini, eğitimini, gelişimini, kendini ve inançlarını keşfetmesini işleyen Dorian Gray’in Portresi için Oscar Wilde, ‘bir ruhun hikayesi’ demişti. 1891’de ilk basıldığında ahlaksızlığı yücelttiği gerekçesiyle büyük tepki çeken romanın baş kişileri olan Lord Henry ile Dorian’ın karşılıklı etkileşimleri, Dorian’ın kendini giderek kötüye, şeytani olana, hazcılığa adaması kitabın eksenini oluşturuyor. Son derece saf ve yakışıklı Dorian’daki değişim, Lord Henry’nin sözleriyle ve Dorian’ın kendi portresinde kendi güzelliğini keşfetmesiyle başlar. Lord Henry’nin etkisiyle kötülüğün ve zevkin çekimine kapılan, dünyada gençlik ve güzellikten önemli bir şey olmadığına inanan Dorian için heyecan, kötülükte ve günahtadır; iyilik ve erdemse sıkıcıdır, edilgendir. İyiliği temsil eden Basil’in Dorian’a duyduğu saf tutkuda eşcinsellik öğeleri açıkça hissedilir. Dorian’ın büyük sırrını, portredeki değişimi gören yalnızca Basil olur. Portreye odaklanan, sonsuz gençlik karşısında ruhunu satan ve ruhunun ölmüş olmasından korkan Dorian için kurtuluş var mıdır? Ve Oscar Wilde’ın dediği gibi, herkes Dorian Gray’da kendi günahını mı görecektir?

24 Şubat 2024

Büyük Millet Meclisi

İlk Meclis binası, "Milli Mücadele"nin sanki soluk alıp verdiği "göğüs kafesi" idi. Bu mücadelenin yüreği onun içinde çarpıyor, cepheye ve yurdun her yanına her gün inanç, yüreklilik, savaş azmi, umut ışığı oradan dağılıyordu. "Milli Mücadele" ve "Kuvayı Milliye" ruhu Türkiye'nin her yanına oradan yayılıyordu. Bu bina bu ruhun bir "füze rampası" idi.

Meclis'te çalışmak, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını çok yakından görmek benim için bir nimetti.

Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığında, direniş odakları dağınık ve güçsüzdü. Mustafa Kemal'in parolası, "Kuvayı Milliye'yi amil, İradeyi Milliye'yi hakim kılmak" idi. Bu parola "Amasya Buluşması"ndan "Erzurum Kongresi"ne, oradan "Sivas Kongresi"ne ulaştı. "Sivas Kongresi"nde yurttaki bütün müdafaai hukuk dernekleri "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştirildi. "Kuvayı Milliye'yi amil, İradei Milliye'yi hakim kılmak" sloganı Amasya'dan Erzurum'a, Erzurum'dan Sivas'a, oradan da Ankara'ya ulaşarak ilk "Büyük Millet Meclisi"nin de parolası oldu.