12 Nisan 2021

Picasso'nun Gezisi - Jacques Prevert

  Pablo Picasso et Jacques Prévert en 1963
 
Picasso'nun Gezisi

Yus yuvarlak gem gerçek bir tabakta
Bir elma durmakta
Karşısında bir gerçek resimcisi
Çizmek istiyor elmayı
Tam nasılsa öyle
İyi ama
Kaptırmıyor kendini elma
Ressam çize dursun
Eli armut toplamıyor elmanın da
Başlıyor dönmeğe
Gerçek oturağının üstünde
Sinsi sinsi, belli belirsiz
Dönüyor kendi çevresinde
Zorla resmini çekecekler diye
Taka takıştıra, süre sürüştüre
Süslü püslü
Bir meyva duvaklı peçeli
Ve işte o zaman
Anlamaya başlıyor ki gerçeğin ressamı
Kendisine karşıymış gerçekten
Elmanın bütün görünüşleri
Ve bir zavallı yoksul gibi
O sözüm ona hayır sever
O sözüm ona fakir sever
Sevmezce sever severce sevmez
O korkunçça iyi iyice korkunç
İyilik kurumlarının eline düşmüş
Bir çaresiz, bir dertli insan gibi
Gerçeğin zavallı ressamı
Ava giderken avlanıp
Bir sürü düşünce, esinti ve çağrışımların
Akışına kaptırıverlyor kendini
Fırıl fırıl dönen elma
Elma ağacını getiriyor aklına
Derken cennet sökün ediyor,
Arkasından Havva sonra Adem
Sonra altın elma veren bahçeler
Sonra su sonra yaprak sonra toprak
Sonra Kanada sonra Normandia
Derken yılan yalan falân fişmekan
Günâha giren insan
Sanatın ilk kaynakları
Sonra birden İsviçre ve Guillaume Tell
Hattâ hattâ Isaak Newton
Ve yer çekimi kanunları
Dünya sergisi salonları
Derken ressam dalıyor derin uykulara
Ne elma kalıyor ne ressam
Ve işte tam o zaman Picasso
Geçiveriyor oradan
Geçer a, geçmediği yer mi var?
Her gün her yerde kendi evinde gibi adam
Bakıyor bir tabak bir elma bir de uykuda ressam
Bak şuna, diyor Picasso,
Elmanın resmini yapmak ta ne oluyor
Alıp elmayı yiyor Picasso
Eksik olma, diyor elma
Tabağı da kırıyor Picasso
Sonra çekip gidiyor gülümseyerek
Düşlerinden bir diş gibi sökülen ressam
Bakıyor kimseler yok
Karşısında yalnız bitmemiş resmi
Bir de kırık tabağın orta yerinde
Gerçeğin korkunç çekirdekleri.
 

Beni Sorarsan - Gülten Akın

Beni sorarsan,
Kış işte
Kalbin elem günleri geldi
Dünya evlere çekildi, içlere
Sarı yaseminle gül arasında
Dağların mor baharıyla
Sis arasında
Denizle gül arasında
Yanımda kediler, kuşlar
Fikrinden dolaşıyor

Hiçbir iktidarı sevmesem de
Sobanın iktidarında
Çarpışa çarpışa nasılsa
Büyüyebilen kızlar
Uslu, sakin, ölümü bekliyorlar
Yaşlılık
Dev mi oldular, başkaları
Üstüne üstüne gelip korkusuz
Güçlerini deniyorlar

 

Zamansız Sözler - Halil Cibran

Susmayı gevezeden, hoşgörüyü fanatikten, edebi edepsizden öğrendim. Bütün bunlardan daha garibi, bu öğretmenlere hâlâ teşekkür etmemiş olmamdır.
 
Gülmeyi ve acımasız biri olmayı aynı anda başaramazsın.

Yüzsüzlükle elde edilen başarıdansa, edebiyle başarısızlık daha iyidir.
 
Bir şeyi elde etmek istiyorsan, onu kendin için isteme.
 
Bazı insanların kabalığı, bazılarının nezaketine tercih edilir.
 
Bazı insanları görmemek için gözlerimi kapattığımda, onlara göz kırptığımı sanıyorlar.
 
Kendinizi yapılanı geliştirerek değil, daha yapılmamış olana ulaşarak geliştirebilirsiniz.

Hükümetler için, deliler yerine akıllılar için akıl hastaneleri yapmak daha ekonomik olmaz mıydı?
 
Telaşla yemek yiyor, salına salına yürüyorsunuz. Öyleyse neden ayaklarınızla yiyip, avuçlarınızın üzerinde yürümüyorsunuz?
 
Gitmeye hazırsam, sabırsızlığım, çekili yelkenleriyle rüzgârı bekliyor demektir. 

Cehennem korkusu cehennemin kendisi, cennete duyulan özlem ise, cennetin kendisidir.


Düzenbazlık bazen başarılı olur ama her zaman kendini öldürür.


İnsanın, gecenin karanlığında yaptığı her şey, gün ışığında açığa çıkacaktır. Yalnızlıkta söylenen sözler, hiç beklenmeyecek kadar sıradan bir sohbet sırasında gelecektir.

Sizi en küçük çabanızın boyutlarına bakarak ölçmek, okyanusun gücünü dalgalarının köpüklerine bakarak tahmin etmeye benzer. Sizi başarısızlıklarınıza bakarak yargılamak, mevsimleri değişkenlikleri nedeniyle suçlamak olur. Oysa siz bir Okyanus’a benzersiniz.
 
Benim ayrılışım, Adem’in Cennet’ten kovuluşu gibiydi, ama tüm dünyayı bir Cennet Bahçesi yapmak için kalbimin Havva’sı yanımda yoktu.

Yalnız ışığın gösterdiklerini görebiliyor ve yalnız seslerin söylediklerini duyabiliyorsun. Öyleyse aslında ne görüyorsun ne de duyuyor.
 
Baskıya başkaldırmayan kişi kendine karşı adaletsizdir.
 
Hatırlama, umut yolunda tökezleten bir taştır.
 
Bir tür kavuşmadır hatırlayış, unutuş ise bir tür özgürlük.
 
Hiç kimse size, içinizdeki bilginin şafağında halen yarı uykuda olandan bir zerre fazlasını açıklayamaz. Takipçileri arasında mabedin gölgesinde yürüyen bir öğretmen, size bilgeliğini değil sadece inancını ve sevgisini verebilir. Eğer gerçek bir bilgeyse, bilgeliğinin evine davet etmek yerine, sizi kendi aklınızın eşiğine doğru yönlendirir.
 
Zaten bilgi sözcüğü, sözcüksüz bilginin gölgesinden başka nedir ki?
 
Bir astronomi bilgini, size uzayla ilgili anlayışından bahsedebilir ama anlayışını size veremez.
 
Samanyolu pencerelerinden uzayı seyreden biri için, dünya ile güneş arasındaki boşluk uzay değildir.
 
Samanyolu içimde olmasaydı, onu nasıl görecek ya da bilecektim.
 
Bir müzisyen her yerde var olan ritimlerle bir şarkı söyleyebilir; ancak ne ritmi yakalayan kulağı, ne de onu yankılayan sesi size sunabilir.

Ve semboller ilminde usta biri, size simgesel alanlardan söz eder, ama sizi oralara taşıyamaz. Çünkü bir kişinin sahip olduğu ilham, kanatlarını başka birine ödünç veremez. Ve nasıl her biriniz Tanrı’nın bilgisinde özgün bir yere sahipseniz, sizin de Tanrı’yı kavrayışınız ve dünyayı anlayışınız tek başınıza ve size özel olacaktır.
 
Cezirde bir dize yazdım kumun üzerine. Ve ona tüm kalbimi verdim. Ve ruhumun tamamını. Medde döndüm, yazdıklarımı okumak için. Ve sahile vurmuş cahilliğime rastladım.
 
Öğrenimsiz akıl, sürülmemiş tarlaya benzer.
 
 İnsanın öğretmeninin doğa, kitabının insanlık ve okulunun yaşam olduğu bir gün gelecek mi?


Aklınız ve hırsınız deryalara düşen ruhunuzun dümeni ve yelkenleridir. Dümeniniz kırılır veya yelkenleriniz parçalanırsa, ancak çırpınır yahut denizin ortasında duraklarsınız. Çünkü akıl tek başına hüküm sürerse, bağlayıcı kuvvet olur ve hırs, bakımsız kalırsa, kendini mahvedinceye kadar yanan bir aleve benzer.


Senin aklın rakamlarla yaşamaktan vazgeçmedikçe ve benim kalbim sis içinde yaşamayı sürdürdükçe, hiçbir zaman anlaşamayacaklar.
 
Ne gariptir ki toplum olarak, aklı yavaş olana değil de ayağı yavaş olana, yüreği kör olana değil de gözü kör olana acırız.
 
İnsanlar salgın hastalıktan korku ve dehşet içinde, ama İskender ve Napolyon gibi yok edicilerden hayranlıkla söz eder.


Açık olan, basit bir dille anlatılıncaya kadar hiç kimsenin fark etmediği şeydir.
 
Felsefenin işi, iki nokta arasındaki en kısa yolu bulmaktır.

Zihnimiz bir süngerdir, yüreğimizse bir nehir. Çoğumuzun akmak yerine, sünger gibi emmeyi seçmesi ne garip!

Düşünce uzayın bir kuşudur, sözcüklerden yapılmış bir kafese konduğunda belki kanatlarını açabilir, ama uçamaz.
 
İnsan bir fikirle sarhoş olunca, bu fikir hakkındaki en çürük ifadeyi bile leziz bir şarap kabul eder.
 
Anlatarak tutsak ettiğim her düşünceyi, işlerimle özgür kılmalıyım.
 
Ve ona baktım ruhum titredi, çok güzeldi. Bedeni tekildi ve sanki her bir uzvu, diğerini seviyordu.

Ruhum bana vaaz etti ve kendine küfredene dostluk gösteren ama halkın nefret ettiği insanı sevmeyi öğretti. Ruhum bana sevginin sadece sevende değil, sevilende de kendisiyle gururlandığını gösterdi.

Ruhum bana vaaz etmeden önce sevgi yüreğimde iki çivi arasına gerilmiş ince bir ipti. Ama şimdi başı sonu, sonu da başı olan bir hale oldu. Bu hale varlıkları çevreler ve bundan sonra var olacakları da kucaklamak üzere yavaş yavaş genişler.

Sabırla güçlenen, engellere rağmen büyüyen, kışın ısıtan, baharda çiçek açan, yazın bir esinti gönderen ve son baharda meyve veren bir şeydir bu...Sevgiyi keşfettim. 

Sevme gücü, insana verilmiş en büyük hediyedir. Çünkü seven insandan asla geri alınamaz.
 
Sevgi, alçakgönüllülüğüne bürünmüş olarak geçer yanımızdan; ama biz ya korkulara kapılıp kaçarız ondan, saklanırız kuytuluklara, ya da izleriz onu, adına kötülüklerde bulunabilmek için.


En akıllımız bile sevginin ağır yükü altında ezilir; ama gerçekte sevgi, okşayıcı meltem kadar hafiftir.
 
Burada erkek kardeşim dağ ile kız kardeşim deniz arasında oturuyorum. Biz üçümüz yalnızlıkta biriz ve bizi birbirimize bağlayan sevgi derin, güçlü ve gariptir.

Ancak sevgiyle yaşamak ve sevgi için yaşamak dururken, bir insan, ömrünün sonuna ya da zaman onu azat edinceye kadar kendi koyduğu geçersiz kanunların kölesi olarak kalabilir mi? Dikenler ve kafatasları arasında kendi bedeninin gölgesini görmemek için gözlerini yere dikerek ya da yüzünügüneşe dönerek sonsuza kadar durabilir mi?
 
Sevgi hiç bir şey sunmaz, sadece kendisini, hiçbir şey kabul etmez, kendinde olandan gayri... Sevgi sahip çıkmaz, sahiplenilmez de; Çünkü sevgi, sevgi için yeterlidir, tümüyle.

Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka. Fakat seviyorsanız ve ihtiyaçların arzuları varsa, bırakın bunlar sizin de arzularınız olsun. Erimek ve akmak, geceye şarkılar sunan bir dere misali. Şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip, kendi sevgi anlayışınla yaralanmak ve kanamak, yine de istekle ve coşkuyla... Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak. Ve bir sevgi gününe daha, teşekkürle uzanmak... Sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini duymak, akşamın çöküşüyle de, eve huzurla dönmek... Ve uyumak, kalbinde sevgiliye bir dua ve dudaklarında bir şükür şarkısıyla.

Yuvam, “Beni terk etme, burada geçmişin yaşıyor.” der, yol ise, ”Gel ve beni takip et, ben senin geleceğinim!” Ve ben hem yuvama, hem de yola derim ki, “Ne geçmişim, ne de geleceğim var benim. Kalırsam, kalışımda bir gidiş, gidersem, gidişimde bir kalış olacaktır. Sadece sevgi ve ölüm her şeyi değiştirir.”

Sevgililer birbirlerinden çok aralarındakini kucaklarlar.
 
Sevgilileri, ağırlıklar ve ölçümler dünyasından düşler ve bilinmeyenler âlemine taşıyan o sihirli titreşimin başlangıcıdır.

Bana öğretirdiniz insanın tapınmasından ve esaretinde yatan öz sevgiyi. Fakat benim sevgim sınırsızdır, ölçüsü yoktur. Dünyevi ölümlülüğümün ötesine çıkarım ve cennette taht kurarım kendime. Kollarım uzayı sarar, gezegenleri kuşatır. Yıldızlı yolları yay, kuyruklu yıldızları ok yaparım.

Her gün gelişmeyen sevgi, her geçen gün ölmektedir.
 
Sevdiğinizde, “Tanrı benim kalbimde,” yerine, şöyle deyin, “Ben kalbindeyim Tanrı’nın”. Sanmayın ki yön verebilirsiniz sevginin akışına, çünkü sevgi, yolunu kendi çizer, sizi değer bulduğunda. 

Sonra bana, “Seni seviyorum” dedin. Oysa sen, benim içimdeki kendini sevdin.


İlk bakıştır çözen, sonsuzluğun içindeki geleceğin sırlarını. O tohumdur ki, sevginin tanrıçası Ishtar tarafından dağıtılır, sevgilinin gözleriyle sevginin bahçesine ekilir, tutkuyla yeşerir ve can tarafından biçilir.
 
Sevgi çizi çağırınca, onu takip edin, yolları sarp ve dik olsa da. Ve kanatları açıldığında, bırakın kendinizi, telekleri arasında saklı kılıç, sizi yaralasa da. Ve sizinle konuştuğunda, ona inanın, kuzey rüzgârının bir bahçeyi harap edişi gibi, sesi tüm hayallerinizi darmadağın etse de. Çünkü sevgi sizi yücelttiği gibi, çarmıha da gerer. Sizi büyüttüğü ölçüde, budayabilir de. En yükseklere uzanıp, Güneş’le titreşen en hassas dallarınızı okşasa da, köklerinize de inecek ve onları sarsacaktır, toprağa tutunmaya çalıştıklarında. Mısır biçen dişliler gibi sizi kendine çeker; Çıplak bırakana kadar döver, harmanlar; Kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar, eler. Bembeyaz olana kadar öğütür sizi; Esnekleşene kadar yoğurur ve Tanrı’nın İlahi sofrasına ekmek olasınız diye, sizi kendi kutsal ateşine savurur. Sevgi bütün bunları, kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar. Ve bu biliş, Hayat’ın kalbinin bir cüzzünü yaratır.
 
Sevgi; ışıktan bir elin, ışıktan bir sayfaya yazdığı, ışıktan bir sözdür.
 

Birbirinizi sevin; ama sevgi bir bağ olmasın, daha ziyade, ruhlarınızın sahilleri arasında hareket eden bir deniz gibi olsun. Birbirinizin bardaklarını doldurun; ancak aynı bardaktan içmeyin. Ekmeklerinizi paylaşın; ama birbirinizinkini yemeyin. Beraberce şarkı söyleyin, dans edin, coşun; fakat birbirinizin yalnızlığına izin verin; Tıpkı bir lavtanın tellerinin ayrı ayrı olup, yine de aynı müzikle titreşmeyi bilmeleri gibi. Birbirinize kalbinizi verin; ama diğerinin saklaması için değil; çünkü yalnızca Hayat’ın eli, sizin kalplerinizi kavrayabilir. Ve yanyana ayakta durun; ama çok yakın değil, çünkü bir mabedin ayakları arasında mesafe olmalıdır. Meşe ağacıyla, Selvi ağacı, birbirinin gölgesi altında büyüyemez.
 
Sevginin kederi şarkılar söyler, bilginin üzüntüsü konuşur, arzunun hüznü fısıldar ve yoksulluğun ıstırabı ağlar. Ama sevgiden daha derin, bilgiden daha yüce, arzudan daha güçlü ve yoksulluktan daha acı bir hüzün vardır. Sessizdir; gözleri yıldızlar gibi parlar.
 
Sevginin uzun dostluklardan ve azimli kurlardan doğduğuna inanmak yanlıştır. Sevgi, ruhsal bir yakınlığın kaynağıdır ve bu yakınlık bir anda oluşmadıkça, yıllarca, hatta nesillerce oluşmayacaktır.

Sevgi, titreyen bir mutluluktur. 

Bana mutluluktan söz etme; anısı beni mutsuz ediyor. Bana huzurdan söz etme; gölgesi beni korkutuyor; 

Bak bana, sana, Cennet’in kalbimin külleri içinde yaktığı mübarek feneri göstereceğim; seni bir annenin yegâne çocuğunu sevdiği gibi sevdiğimi biliyorsun.
 

Aşk diye seslendiğimiz şey nedir? Söyleyin bana, bütün anlayışlara sızan ve çağlarda gizli olan o sır nedir? Başlangıçta olan ve her şeyle sonuçlanan bu anlayış nedir? Yaşamdan ve ölümden, Yaşamdan daha acayip, ölümden daha derin bir düş oluşturan bu uyanıklık nedir? Söyleyin bana dostlar, içinizde yaşamın parmakları ruhuna dokunduğunda yaşam uykusundan uyanmayan biri var mı? Yüreğinin sevdiğinin çağrısıyla babasından ve annesinden vazgeçmeyecek kimse var mı? İçinizden kim ruhunun seçtiği kişiyi bulmak için uzak denizlere açılmaz, çölleri aşmaz, dağların doruğuna tırmanmaz? Hangi gencin yüreği tatlı nefesli, güzel sesi ve büyülü dokunuşlu elleriyle ruhunu kendinden geçiren kızın peşinden dünyanın sonuna gitmez? Hangi varlık dualarını bir yakarış ve bağış olarak dinleyen Tanrı’nın önünde yüreğini tütsü diye yakmaz?
 
Aşk seni kendimden dahi korumayı öğretti bana. Beni, seninle birlikte uzak diyarlara gitmekten alıkoyan şey, ateşle temizlenmiş o Aşk’tır. Aşk, senin özgürce ve erdemli bir şekilde yaşamana imkân vermek için, içimdeki arzuyu öldürüyor.


Aşkı konuşmak için dudaklarımı kutsanmış ateşle temizledim, ama hiçbir sözcük bulamadım.
 
Aşk ve şüphe bir arada bulunmaz.
 
Aşk, âşık ile mâşuk arasında bir maskedir.
 
Aşktan haberdar olduğumda sözler cılız bir hıçkırığa dönüştü, yüreğimdeki şarkı derin bir sessizliğe gömüldü.
 
Ey bana gizlerinin ve mucizelerinin varlığına inandığım Aşk’ı soran sizler, Aşk peçesiyle beni kuşattığından beri ben size aşkın gidişini ve değerini sormaya geliyorum.


Aşk, Şafağın kızları tarafından sunulan ve güçlü ruhlara güç katıp onları yıldızlara çıkaran bir şaraptır.
 
Aşk ruhlardan varlığın sırlarını gizleyen kör edici bir sistir; yürek tepeler arasında sadece titreşen arzu hayaletlerini görür ve sessiz vadilerin çığlıklarının yankılarını duyar.
 
Aşk ruhun çekirdeğindeki yangından saçılan ve dünyayı aydınlatan bir ışıktır. Yaşam’ı bir uyanışla diğeri arasındaki güzel bir düş olarak görmemizi sağlar.
 
Aşk mezarın sessizliğinde bedenin dinlenmesi, Sonsuzluğun derinliklerinde ruhun huzura ermesidir.


Tutkulu aşk, giderilmesi mümkün olmayan bir susuzluktur.
 
Yaşam iki yarıya ayrılmıştır: biri donar, biri yanar; yanan yarı, Aşk’tır.

Çağlara benzer aşk, bugünü inşa eder ve yarını yıkar. Bir tanrı gibidir, elaketler yaratır. Menekşenin iç çekişinden daha naziktir aşk ve daha serttir şiddetli bir fırtınadan.
 
Ey Aşkı bulmaya çalışanlar! Aşk bir hakikattir, hem de rica eden bir hakikat ve onun hal ve hareketlerini belirleyecektir, sizin aşkı bulup benimseyen ve koruyan hakikatiniz.


Her gün her gece kendini yenilemeyen aşk, bir saplantıya döner ve bu saplantı çok geçmeden bir kölelik halini alır.
 
Siz beraber doğdunuz ve hep öyle kalacaksınız. Ölümün beyaz kanatları, sizin günlerinizi dağıttığında da beraber olacaksınız. Siz Tanrı’nın sessiz belleğinde bile beraber olacaksınız. Fakat birlikteliğinizde belli boşluklar bırakın. Ve izin verin, cennetlerin rüzgârları aranızda dans edebilsin.
 
Her erkek iki kadına âşık olur. Biri hayallerinde yarattığı diğeriyse henüz doğmamış olandır.
 
Kadının küçük yanlışlarını bağışlamayan erkek, onun büyük erdemlerinden faydalanamaz.


Bir kadının yüzüne baktım ve henüz doğurmadığı çocukları gördüm. Bir kadın yüzüme baktı, daha o doğmadan ölmüş atalarımı gördü.
 
 Bir kadını anlamak ya da bir dâhiyi çözmek ya da suskunluğun sırrını bulmak isteyen kimse, kahvaltı yapmak için muhteşem bir uykudan uyanan adama ne kadar da benziyor!


Erkeğin eli kadının eline dokunduğunda, ikisi birlikte sonsuzluğun yüreğine dokunurlar.


Erkeğin kalbini ödünç alan kadınlar ne çoktur. Ama pek azı onu elinde tutabilir!


Çocuklarınız, sizin çocuklarınız değildir. Onlar, Hayat’ın kendine olan özleminin oğulları ve kızlarıdır. Onlar sizin aracılığınızla oldular, ama sizden değil; Ve sizle olsalar da, size ait değiller. Onlara sevginizi verebilirsiniz ancak, düşüncelerinizi değil; Çünkü onların kendi düşünceleri olacaktır. Onların bedenleri için bir yuva sunabilirsiniz; ama ruhları için değil; Çünkü onların ruhları, yarının evini mesken tutmuştur, sizin rüyalarınızda bile ziyaret edemeyeceğiniz. Onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz; ama onların sizin gibi olmaları için değil. Çünkü hayat ne geri sarar, ne de dünde oyalanır. Sizler, yaşayan oklar olarak çocuklarınızı ileriye fırlatan yaylarsınız. Yayı kullanan, sonsuzluğun içindeki hedef noktasını görür ve bütün gücüyle sizi gerer ki, okları hızla uzaklara erişebilsin. Okçunun elleri altında sevinçle eğilin, çünkü o, uçan okları olduğu kadar, sarsılmaz yayları da çok sever.


Evlilik, ya ölümdür ya da yaşam; arası yoktur bunun.
 
Kadın, yüzünü bir tebessümle maskeleyebilir.
 
 İki kadın konuştuğunda hiçbir şey söylemezler. Bir kadın konuştuğunda bütün bir hayatı açıklar.
 
Soyun mayası, annenin özleminde var olan bir şeydir.
 
Bebeklerimize çoğunlukla kendimiz uyuyabilelim diye ninniler söylemişizdir.


 Annenin derin uykusunda uzun zamandır bir düştün ve uyanınca seni doğurdu.
 
Anne kalbinin sessizliğinde saklı duran şarkılar, çocuğunun dudaklarında yankılanır.
 
Arkadaşınız, cevap bulan gereksinimlerinizdir. O, sevgiyle ektiğiniz ve şükranla biçtiğiniz tarlanızdır. O sizin sofranız ve ocak başınızdır. Çünkü ona açlığınızla gelir ve onda huzuru ararsınız.
 
Arkadaşınız sizinle içinden geldiği gibi konuştuğunda, ne ‘hayır ’ demek zor gelir, ne de ‘evet’ demekten çekinir siniz. Ve o sessiz kaldığında, kalbiniz onun kalbini dinlemek için sessizleşir. Çünkü arkadaşlıkta, kelimeler susunca, tüm düşünceler, tüm arzular ve beklentiler, gürültüsüz bir sevinç içinde doğar ve paylaşılırlar.
 
Arkadaşınızdan ayrıldığınızda ise yas tutmazsınız; Çünkü onun en sevdiğiniz yanı, yokluğunda daha bir berraklık kazanır, tıpkı bir dağın, dağcıya, ovadan daha net görünmesi gibi...
 
Ve arkadaşlığınızda, ruhsal derinlik kazanmaktan başka bir amaç gütmeyin. Çünkü salt kendi gizemini açığa vurmak peşinde olan sevgi, sevgi değil, savrulmuş bir ağdır ve sadece yararsız olan yakalanır.

Arkadaşınıza, kendinizi olduğunuz gibi sunun. Eğer dalgalarınızın cezrini bilecekse, meddini de bilmesine izin verin. Çünkü salt zaman öldürmek için bir arkadaş aramanızın anlamı olabilir mi? Onu, zamanı yaşatmak için arayın. Çünkü o gereksiniminizi karşılamak içindir, boşluğunuzu doldurmak için değil.
 
Ve arkadaşlığın hoşluğunda, kahkahalar, paylaşılan hazlar olsun. Çünkü küçük şeylerin şebneminde, yürek sabahını bulur ve tazelenir.


Arkadaşını her zaman anlamadıysan, hiçbir zaman anlayamazsın.
 
Dostluk insanın her zaman gereksinim duyup da yine de kolay kolay bulamadığı bir ilişkidir.
 
Dost sizin sevgi ektiğiniz, şükran biçtiğiniz tarladır. Dost size kendi fikrini anlatınca içinizden gelen hayır veya evet’i esirgemeyiniz. Dost susunca, kalbiniz onun kalbini dinlemeye devam etsin.


Şüphe yok ki, bir misafiri, diğerinden üstün tutanlar yalnız ihmal ettikleri misafirin değil, ikisinin de sevgisini ve güvenini kaybederler. Misafirler olmasaydı, evlerimiz mezara dönerdi.
 
Konuğumu eşikte durdurup dedim ki, “Lütfen ayağını içeri girerken silme, dışarı çıkarken silersin.”
 
Ve diyorum ki: Hayat gerçekten karanlıktır istek olmadıkça ve tüm istekler kördür irfan olmadıkça ve tüm irfan boşunadır, bir işin meşgalen olmadıkça ve tüm uğraşlar boşunadır aşk olmadıkça. Eğer aşk ile çalışırsanız bağlanırsınız birbirinize ve Tanrı’ya. Aşk ile çalışmak nedir mi diyorsunuz? Kumaşı yüreğinizden çekilmiş iplikle dokumaktır; sevgiliniz giyecekmiş gibi!

Olabilse de yeryüzünü saran buhar ve bitkiler gibi aydınlıkla beslenerek yaşanabilse yalnız. Ama değil mi ki, yemek için öldürmek ve susuzluğunu gidermek uğruna, yeni doğmuş bebeği bile anasının  sütünden mahrum etmek zorunda kalıyorsun, öyleyse bırak da bu davranışın bir tapınma  görüntüsüne bürünsün. Bırak da sofran herkesin ortaklaşa yemek yediği bir sofra olsun. Bil ki, böyle bir sofraya katılanların içi, ormanların ve ovaların bilinen o saf temizliğinden daha saf ve temiz olur. 

Hayat, kalbini övecek bir şarkıcı bulamadığında, aklından söz edecek bir filozof doğurur.

Yaşam bizi kaldırıp bir yerden bir yere taşırken, yazgı da bir noktadan diğer bir noktaya doğru sürükler. Ve bu ikili arasında sıkışıp kalmış olan bizler, bu nedenledir ki, ancak bizlere ürküntü verecek sesleri duymakta ve yolumuzda bir engel gibi dikilmekte olanları görmekteyizdir.