17 Eylül 2018

Atatürk’e göre eğitimimizin ilkeleri

Eğitim milli olmalıdır...Atatürk, eğitimin milli olması gerektiğine, daha Cumhuriyet kurulmadan önce karar vermişti. Çünkü O, yeni Türk eğitim modelinde geleneksel eğitim sisteminden, çağdaş bir eğitim sistemine geçilmesinin şart olduğuna inanmış ve çağdaş eğitimin de yabancı fikir ve etkilerden uzak ve bizim milli değerlerimize uygun olmasını istemiştir.

Eğitim bilimsel olmalıdır...Atatürk’ün eğitimin bilimsel olması gerektiğine dair görüşlerini en bariz şekilde ortaya koyduğu açıklaması, 22 Eylül 1924 tarihinde Samsun’da öğretmenlere hitaben yaptığı konuşmasıdır. O bu konuşmasında; “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir.”ve “Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.”diyerek, bilimin insan ve toplum hayatı üzerindeki düşüncelerini açıklamıştır. Dolayısıyla böyle düşünen Atatürk’ün oluşturduğu yeni eğitim sisteminin bilimsel bir nitelikte olması tabiidir ve kaçınılmazdır.

Eğitim laik olmalıdır...Klasik anlamda laiklik, ilk olarak sivil toplumun dini toplum karşısında bağımsızlığını, ikinci olarak da manevi alanda yalnızlığını gerektirir. Böylece bireyler özgür olurlar ve inançları ya da inançsızlıkları yalnızca kendilerini ilgilendirir. Laik eğitim; din etkisinden kurtulmuş olan, bireylerin dinsel inançlarına herhangi bir biçimde karışmayan ve öğretim kurumlarındaki çalışmalar ile din işlerini birbirinden ayrı tutan eğitimdir. Bu noktada eğitimin laik olmasından, eğitimin dini kuralların anlayış ve bakış açılarından ayrı ve farklı olarak, kapılarını bilimsel düşünceye açacak şekilde yapılanmış bir eğitim sistemi anlaşılır. Laik eğitimden, her şeyden önce bağnaz olmayan, özgür düşünceli, çağa uymada zorlanmayan bireyler yetiştirmek kastedilmektedir.

Eğitim karma olmalıdır...Osmanlı döneminde kız ve erkek okullarının ayrı olması, kadın nüfusun aleyhinde eğitimde fırsat eşitsizliğine neden olmuştu. Eğitim sisteminde, iki cins arasındaki ayrılık ve eşitsizlik, Atatürk başta olmak üzere, Cumhuriyet Türkiye’sinin devrimci kadroları tarafından başlangıçtan itibaren ilke olarak reddedilmiştir. Sağlıklı bir toplum, dengeli ve tutarlı bir aile yapısını gerektirir. Toplumların sosyal yapılarının sağlamlığının, kadınlarının iyi eğitilmişliği ile paralel olduğunu gözlemleyen Atatürk, Türk toplumu için, aynı düşünceleri gerçekleştirmek üzere bütün yurt gezilerinde ve Meclis konuşmalarında kadınların eğitimi konusunu dile getirmiştir. Bu sorunun bir an önce çözümlenmesi gerektiğini düşünen Atatürk, en büyük özelliklerinden birisi olan, yeri ve zamanı geldiğinde harekete geçmek ve doğru netice almak düsturunu bu konuda da sergilemiştir.

1924 yılında, Tekirda’da kız lisesi bulunmaması sebebiyle, kızların erkek lisesine kaydolmak istemeleri, Türk eğitiminde, kızlarla erkeklerin beraber okumaları, yani karma eğitim konusunu gündeme getirmiştir. O zaman için böyle bir uygulamanın olmaması nedeniyle Tekirdağ Erkek Lisesi Müdürü, bu problemi nasıl çözeceğini Bakanlığa sormuş ve böylece Türkiye’de karma eğitime geçme süreci de başlamıştır.

Zaten her fırsatta kızların da erkekler kadar okuması gerektiğini vurgulayan Atatürk, bu olay üzerine, beklenen anın geldiğini düşünerek hemen harekete geçmiştir. Bu çerçevede, ilk etapta 1924 yılı Ağustosunda, ilkokul eğitiminin karma olması gerektiği, kızların erkek okullarına, erkeklerin de kız okullarına kayıt yaptırabilecekleri kararlaştırılmıştır.

Eğitim uygulamalı olmalıdır...Atatürk, uygulamalı eğitimi, eğitim sisteminin temeli olarak görmüştür. Çünkü eğitim kademesinden itibaren başlaması gerektiğini de şu sözleriyle ifade etmiştir: “Toplumsal hayatta bizzat faal ve faydalı, verimli elemanlar yetiştirmek lazımdır. Bu da, ilk ve orta öğretimin uygulamalı bir şekilde olmasıyla mümkün olur. Ancak bu sayede, toplumlar iş adamlarına, sanatkârlarına sahip olur. Elbette milli dehamızı geliştirmek, hislerimizi layık olduğu dereceye çıkarmak için, yüksek meslek sahipleri de yetiştirmeliyiz”. Bunlar ise hiç kuşku yok ki, Atatürk’ün de ifade ettiği gibi, en iyi şekilde sadece uygulamalı eğitim ile gerçekleştirilebilirdi.


Milli Eğitim işlerinde kesinlikle zafere ulaşmak lazımdır. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu şekilde olur. Bu zafere ulaşılması için hepimizin tek vücut ve tek düşünce olarak esaslı bir program üzerinde çalışması lazımdır. Bence bu programın iki önemli noktası vardır: Sosyal hayatımızın ihtiyaçlarına uyumlu olması, çağın gereklerine uygun olmasıdır. 



Ziya paşa

Sâdıkları tahkir ile red kâide oldu
Hırsızlara ikram-ü inâyet yeni çıktı

(Açıklaması: Vatanına, milletine bağlı olanları aşağılamak ve onları reddetmek kural haline geldi, hırsızlara ikramda bulunmak ve yardım etmek ise yeni çıktı.)

Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi
Hâinlere amma ki riâyet yeni çıktı

(Açıklaması: Gerçi eskiden de doğruyu söyleyenlerden nefret edilirdi ama hainlere saygı göstermek, onları koruyup kollamak, onların emirlerine uymak yeni çıktı.)

Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez
Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan

(Açıklaması: Gökyüzünden yağmur yerine inci ve mücevher yağsa talihsiz olanın bahçesine bir damlası bile düşmez.)

Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir

(Açıklaması: Nasihat ile uslanmayanı azarlamalı, azarlama ile uslanmayanı pataklamalı.)

Âsûde olam dersen eğer gelme cihâna
Meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazâdan

(Açıklaması: Eğer mutlu ve rahat olmak istersen bu dünyaya hiç gelme; çünkü şu hayat meydanına bir defa düşen kaza taşlarından -ızdırap verici dertlerden- kurtulamaz.)

Dehrin ne safâ var acaba sîm ü zerinde
İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde

(Açıklaması: Dünyanın altınında ve gümüşünde ne mutluluk olabilir ki? İnsanlar o kaçınılmaz son yolculuğa çıkarken zaten bunların hepsini geride bırakır.)

Seyretti havâ üzre denir taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde

(Açıklaması: İslâm mitolojisine göre bir peygamber olan Hazret-i Süleyman gelmiş geçmiş insanların en zenginiydi. Bundan başka Allah’ın bir lûtfu olarak kurda, kuşa, ateşe ve suya hükmedecek güçleri vardı. Bu kudret ve ihtişamın timsali olarak gökyüzünde uçabilen bir tahta sahipti. Ama dünyanın geçiciliğine bakın ki o muazzam saltanatın bile yerinde şimdi yeller esiyor.)

Cânan gide rindân dağıla mey ola rîzan
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde

(Açıklaması: Sevgili gitse, dostlar/âşıklar dağılsa, şarap dökülse… Böyle bir gecenin sabahından hiç hayır gelir mi insana?)

Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim
Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzârinde

(Açıklaması: Birçok acemi müneccim, gökte yeni yıldızlar keşfedeyim derken gaflete dalarak yollarının üzerindeki kuyuyu görmez.)

Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde

(Açıklaması: Onlar ki dünyayı sözleriyle düzene sokmak isterler, oysa onların evlerine gidip bakın, kendi evlerinde bin türlü ihmal ve düzensizlik görürsünüz.)

İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrah
Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah

(Açıklaması: İnsan hayatta ne kadar çok hile ve kötülükle karşılassa da Allah’a ve vatanına bağlılıktan vazgeçmemelidir; çünkü Allah doğruların yardımcısıdır.)

Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz
Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir

(Açıklaması: Yüksek ve şerefli mevkilerdeki güçlerine güvenip milyonları çalanlar başı dik, alnı açık dolanırken; birkaç kuruş çalan hırsız kürek cezasına çarptırılır.)

Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma
Zer-dûz palan vursan da eşek yine eşektir

(Açıklaması: Kötü yaradılışlı birine üniforma ya da gösterişli, pahalı giysiler soyluluk verir mi hiç; eşeğe altın işlemeli semer vursan da eşek yine eşektir.)

Erbâb-ı kemâli çekemez nâkıs olanlar
Rencide olur dîde-i huffâş ziyadan

(Açıklaması: Nasıl ki yarasanın gözü güneş ışığından, aydınlıktan rahatsız olursa eksiği olanlar, cahil olanlar da olgun ve bilgili insanlardan hoşlanmaz, onları çekemezler.)

İkbâl için ahbâbı siâyet yeni çıktı
Bilmez idik evvel bu dirâyet yeni çıktı

(Açıklaması: Yüksek mevkilere erişebilmek için dostlarını çekiştirmek moda oldu; eskiden bu tür çirkinlikleri bilmezdik, bu çeşit hüner ve beceriler yeni çıktı.)

Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık
Zîra ki ziyan ortada bilmem ne kazandık

(Açıklaması: Eyvahlar olsun ki bu oyunda yine bizler yandık; çünkü zarar ortada bu konuda ne kazandığımızı bilmiyoruz, daha doğrusu hiçbir şey kazanmadık…)

Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde

(Açıklaması: Kişinin aynası yaptığı işlerdir, laflarına bakılmaz; çünkü kişinin aklının seviyesi ancak yaptığı işlerle ortaya çıkar.)

İç bade, güzel sev var ise akl u şu’ûrun
Dünya var imiş ya ki yoğ olmuş ne umûrun

(Açıklaması: Aklın fikrin varsa şarap iç, güzelleri sev… Dünya -ve dertleri- varmış ya da yokmuş hiç aldırış etme, gününü gün etmeye bak.)