29 Ocak 2018

Rainer Maria Rilke - Duino Ağıtları


 1912 kışında ruhsal durumu endişe verici bir hal alan Rilke, uzun bir psikanaliz sürecine girmeyi düşündüğü bir dönemde, Prenses Maria von Thurn ve Taxis’in davetlisi olarak, Triest Körfezi’nde, uçurumlar üzerine kurulmuş Duino Şatosu’na gider. Adriyatik’in derin mavi sularına bakan bu şatonun eteklerinde, kayalar üzerinde gezinirken, rüzgârın uğultuları arasında esrik bir ses işitir: “Haykırsam, kim duyardı sesimi melekler katından?” Aynı günün gecesinde, fırtınalı bir havada tavan arasındaki köhne bir odada ilk ağıdı yazıp çıkarır. Ardından da Gebsattel’e bir mektup yazarak tedaviye gerek kalmadığını bildirir.

Birinci Dünya Savaşı’nda ağır hasar gören şatonun anısına eserine sonradan Duino Ağıtları adını verecek olan Rilke, eserini 1912 kışı ile 1922 Şubatı arasında, on yıllık sancılı bir dönemde tamamlar. Bu ilginç süreç pek çok eleştirmen tarafından Rilke’nin kişisel olgunlaşma süreciyle paralel görülmüştür. Duino Ağıtları ile şair, dünya yazınının büyük ustaları arasındaki yerini almıştır. Belirgin bir teolojik ve ideolojik yapıdan uzak bir dille yazılan ağıtlar, insanın varoluşsal kaygılarını ele alır.
*
"Kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol. Cevapları şimdi arama. Şu anda cevaplar sana verilmez, çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsın. Bu, her şeyi o an yaşama meselesidir. Şu anda soruyu yaşaman gerekiyor. Belki daha ileride, farkına bile varmadan, günün birinde kendini cevabı yaşarken bulacaksın."

Robert Fulghum "Çocuklarınızın sizi dinlememelerine üzülmeyin, esas, her an sizi izlemelerinden korkun."

 


Dostoyevski - Beyaz Geceler



Yüreğim konuşurken ben susmayı beceremem.
Eğer içimdeki söz seli taşmazsa ben boğulurum.
Mutsuz olduğumuzda başkalarının mutsuzluğunu daha iyi hissedebiliyoruz.
Nastenka, böyle bir aşk kimileyin insanın yüreğini üşütür,tinini ezer.Senin elin soğuk, benim ki ise alev alev yanıyor. Nastanka ne kadar körsün! Mutlu bir insan kimileyin ne kadar da çekilmez oluyor. Ama ben sana darılamazdım. 
Bakın neden hepimiz kardeş gibi değiliz? Neden en iyi yürekli insan bile karşısındakinden bir şeyler saklıyor ve ondan sakınıyor? Sözlerinin boşa gitmeyeceğini biliyorsan neden içindekini hemen ve açıkça söylemiyorsun? Herkes olduğundan daha kapalı görünüyor ve sanki duygularını çok çabuk dile getirirse kendi duygularını incitmekten korkuyor.


Michel de Montaigne 'Yalnızlık'

Yalnız yaşamanın bir tek amacı vardır sanıyorum; o da daha başıboş, daha rahat yaşamak. Fakat her zaman, buna hangi yoldan varacağımızı pek bilmiyoruz. Çok kez insan dünya işlerini bıraktığını sanır; oysaki bu işlerin yolunu değiştirmekten başka bir şey yapmamıştır. Bir aileyi yönetmek bir devleti yönetmekten hiç de kolay değildir. Ruh nerde bunalırsa bunalsın, hep aynı ruhtur; ev işlerinin az önemli olmaları, daha az yorucu olmalarını gerektirmez. Bundan başka, saraydan ve pazardan el çekmekle hayatımızın baş kaygılarından kurtulmuş olmuyoruz.


Ratio et prudentia curas,Non locus effusi late maris arbiter, aufert. (Horatlus)
Dertlerimizi avutan akıl ve hikmettir,O engin denizlerin ötesindeki yerler değil
Ülke değiştirmekle kıskançlık, cimrilik, kararsızlık, korku, tutku bizi bırakmaz.
Et post equitem sade atra cura. (Horatius) Ve keder, atımızın terkisine binip gelir.
Onlar manastırlarda, medreselerde bile peşimizi bırakmazlar. Bizi onlardan ne çöller kurtarabilir, ne mağaralar, ne de bedenimize ettiğimiz işkenceler ...
Haeret lateri letalis arundo. (Virgilius)
Öldürücü yara bağrımızda kalır.
Sokrates'e birisi için, seyahat onu hiç değiştirmedi, demişler. O da: Çok doğal, çünkü kendisini de beraber götürmüştür, demiş.
Quid terras alio calentes
Sole mutamus? patria quis exul
Se quoque fugit? (Horatius)
Niçin başka güneş başka toprak ararsın?
Yurdundan kaçmakla kendinden kaçar mısın?
İnsan önce içindeki sıkıntıyı dağıtmazsa yer değiştirmek daha fazla bunaltır onu: Nasıl ki yerine oturmuş yükler daha az engel olur geminin gidişine. Bir hastaya iyilikten çok kötülük edersiniz yerini değiştirmekle. Hastalığı azdırırsınız kımıldatmakla, nasıl ki kazıklar daha derine gidip sağlamlaşır sarsıp sallamakla. Onun için kalabalıktan kaçmak yetmez, bir yerden başka bir yere gitmekle iş bitmez: İçimizdeki kalabalık hallerimizden kurtulmamız, kendimizi kendimizden koparmamız gerek .
Rupi jam vincula dicas;
Nam luctata canis nodum arripit; attemen illi,
Cum fugit, a collo trahitur pars longa catenae. (Persius)
Kırdım diyorsun zincirlerini;
Evet, köpek de çeker koparır zincirini,
Kaçar o da, ama halkaları boynunda taşıyarak
Zincirlerimizi götürürüz kendimizle birlikte; tam bir özgürlük değildir kavuştuğumuz; döner döner bakarız bırakıp gittiğimize; onunla dolu kalır düşlerimiz.
Nisi purgatum est pectus, quae prelia nobis
Atque pericula tonc ingratis insinuandum?
Quantae conscindunt hominem cuppedinis acres
Sollicitum curae, quantique perinde timores?
Quidve superbia spurcita, ac petulantia, quantas
Efficiunt clades? Quid luxus desidiesque? (Lucretius)
İçi arınmamışsa, neler bekler insanı,
Kendi kendisiyle ne savaşlar eder boşuna!
Tutkuları içinde ne kemirici kaygılar.
Ne korkular içinde kıvranır insan!
Ne çöküntüler yapar bizde gurur, şehvet,
Öfke, gevşeklik ve tembellik!
Kötülüğümüz içimizde bizim; içimizse kurtulamıyor kendi kendisinden.
In culpa est animus qui se non efiugit unquam. (Horatius)
Ruhun derdi içinde ve kaçamaz kendi kendinden.
İnsanın, olanak varsa karısı, çocuğu, parası ve hele sağlığı olmalı, ama mutluluğunu yalnız bunlara bağlamamalı. Kendimize dükkanın arkasında, yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız. Orada, yabancı hiçbir konuğa yer vermeksizin kendi kendimizle her gün başbaşa verip dertleşmeliyiz; karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yokmuş gibi konuşup gülmeliyiz. Öyle ki, hepsini yitirmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın. Kendi içine çevrilebilen bir ruhumuz var; kendi kendine yoldaş olabilir; kendi kendisiyle, çekiş dövüş, alışveriş edebilir. Yalnız kalınca sıkılır, ne yapacağımızı bilmez oluruz diye korkmamalıyız.
In solis sis tibi turba locis (Tibulhıs)
Issız yerlerde kendin için bir evren ol
Erdem, der Antishenes, kendi kendisiyle yetinir; ne kurallara baş vurur, ne laflara, ne gösterişlere.
Yapmaya alıştırıldığımız işlerden binde biri bile kendimizle doğrudan doğruya ilgili değil. Bakarsınız bir adam canını dişine takmış, kurşun yağmuru altında, yıkık bir kale duvarına tırmanıyor bütün hıncıyla; bir başkası, karşı tarafta, kan revan içinde, aç susuz savunuyor o kaleyi ölesiye: Kendileri için mi gösteriyorlar bu yararlığı? Uğrunda ölecekleri ve hiç görmedikleri insan belki o sırada kılım kıpırdatmadan keyif sürmektedir. Bakarsınız bir başkası, bitkin, perişan, saçı sakalı birbirine karışmış kitaplıktan çıkıyor gece yansından sonra: Bunca kitabı daha iyi, daha akıllı bir insan olmak için mi karıştırdı sanırsınız? Yok canım sen de! Ya ölecek o kitaplıkta ya öğretecek yarınki kuşaklara Platus'un dizelerini hangi düzenle kurduğunu ve falan Latince sözcüğün nasıl yazılması gerektiğini. Kim seve seve feda etmiyor sağlığını, canını şan şeref için? Oysa kalp bir paradan başka nedir ki şan şeref? Kendi ölümümüzden korkmakla yetinemeyiz; karılarımızın, çocuklarımızın, adamlarımızın ölümünden de korkmak zorundayız. Kendi işlerimizden çektiğimiz sıkıntı yetmiyormuş gibi komşularımızın, dostlarımızın işleriyle de dertlere sokar, bunaltırız kendimizi.
Vah! quemquamne hominem in animum instituere, aut
Parare, quod sit charius quam ipse est sibi? (Terentius)
Vah, vah! Nasıl olur da insan bir şeyi
Kendinden daha çok sevmeye kalkar?
Denemeler


William Shakespeare - Romeo ve Juliet

Eski düşmanlıkların sürdüğü yeni bir kavgada;
Yurttaş kanı yurttaş eline bulaşır burada.
Söylediklerimizi sabırla dinlerseniz
Söylemediklerimizi de görürsünüz.
Kapatıp perdelerini güzel gündüze kilit vuruyor,
Kendine uydurma bir gece yaratıyor.
Ah,uzaktan kibar görünen aşk,
Nasıl da zalim ve kaba denendiğinde!
Sevgi iç çekişlerin buğusuyla yükselen bir duman
Duman dağılınca aşıkların gözlerinde tutuşan bir ateş olur
Keder olunca bir kez, aşıkların gözyaşlarıyla beslenen bir deniz oluverir.
Hasta adama vasiyetname yazdırmak
Ölümü çağıran bir şey olur ancak.
Güzellikte zengin, ama fakir de sayılır
Ölünce ne varsa yok olacak güzelliğiyle birlikte.
-Onu unut, düşünme!
-Söyle bana nasıl unutulur düşünmek?
Sonradan kör olan aşık asla unutamaz
Daha önce gördüğü değerli hazineyi.
Yeni bir ateş söndürür başkasının yaktığını,
Yeni bir acıyla hafifler eski bir ağrı,
Başın döndü mü öbür tarafa döndür başını
Başkasının güçsüzlüğüyle iyileşir umutsuz keder,
Gözlerine yeni bir zehir bul ki yok etsin ötekiniz zehrini.
Her şeyi gören güneş,
Dünya yaratılalı onun benzerini görmedi.
-Demek yüzüstü düştün ha?
Sırtüstü düşeceksin büyüdüğünde.
Sevmek için bakarım, bakmak sevgiyi getirirse.
Gönlüm hiç sevdi mi bugüne dek?
Sevdiyse, yalanlayın ey gözlerim.
Görmedim çünkü,
Bu geceye kadar gerçek güzelliği.
-İşte senin dudaklarınla dudaklarım günahtan arındı.
-Öyleyse günah şimdi dudaklarımda kaldı.
-Geri ver bana günahımı! (tekrar öper)
Biricik sevgim, biricik nefretimden doğdu.
Erken görüp tanımadığım, tanımakta geç kaldığım;
Tiksinilen bir düşmanı birden severek,
Böyle harika bir sevgi doğdu.
Ama sevgi güç verir, zamansa imkan
Büyük engellerde bulur, büyük hazzı insan.
Yaralanmamış olan yarayla alay eder.
Ah şu penceren süzülen ışık da ne?
Evet, orası doğu, Juliet de güneş!
Doğ ey güzel güneş, şu kıskanç ayı öldür
Bak nasılda solgunlaşmış tanrıça üzüntüden,
Sen ondan daha güzelsin diye.
Kıskançlıktan dolayı vazgeç ona bağlılıktan
Saygılı ve toydur bakirelik giysisi
Soytarılar giyer bunları ancak
Sen çıkart bu giysileri üzerinden.
Kadınım, ah benim sevgilim
Ne olur bilseydi sevgilim olduğunu
Konuşuyor, ancak bir şey söylemiyor
Ne anlatıyor gözleriyle.
Konuşacağım bende
Ne kadar yüzsüzüm, onun konuştuğu ben değilim ki!
Göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,
Yalvarıyorlar onun gözlerine:
Biz dönünceye kadar siz ışıldayın diye.
Gözleri gökte olsaydı, yıldızlarda onun yüzünde
Utandırır yıldızları, yanaklarının parlaklığı
Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı.
Öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu ki gözleri gökyüzünde,
Gece bitti sanarak kuşlar ötüşürdü.
Nasılda dayamış yanağını eline
Eline giydiği eldiven olsaydım keşke,
Dokunsaydım yanağına.

Ey parlayan melek, konuş yine
Göz kamaştıran bir parlaklık veriyorsun geceye
Cennetin kanatlı habercisi başımın üzerinde
Tıpkı gördüğüm gibi ölümlülerin hayretle açılan gözlerinde
Tembel bulutların üzerine binip uçarken
Onu seyreden insanlar gibi hayranlıkla
Öyle bakıyorum ben de sana.

Ahh Romeo, Romeo!
Neden Romeo'sun sen?
İnkar et babanı adını yadsı,
Yapamazsan yemin et sevdiğine,
vazgeçeyim ben Capulet olmaktan.

İsmin ne önemi var?
Şu gülün ismi değişse bile kokmaz mı yine aynı güzellikte?
Romeo'nun da adı Romeo olmasaydı,
Kusursuzluğundan hiç bir şey yitirmezdi.
Romeo, bırak bu adı
Senin parçan olmayan bu isim karşılığı al bütün varlığımı.

Nefret ediyorum bende adımdan sana düşmandır diye.

İnan sevgilim sana bağlı olacağım,
Daha kurnaz olup çekingen duranlardan.

Sakın yemin etme kararsız ay üzerine,
Her gece yörüngesinde yön değiştiren ay gibi,
Senin aşkında değişken olur sonra.

Cömertliğim uçsuz bucaksız denizler gibi
Sana olan sevgim denizler gibi derin.
Sana ne kadar verirsem çoğalıyor bende kalan,
Çünkü ikisi de sonsuz.

Senin ışığın yoksa,binlerce kez beter olsun gece,
Öğrenciler nasıl ayrılırlarsa ders kitaplarından
Öyle koşar seven, sevdiğine giderken,
Okula nasıl bunalmış giderse öğrenciler,
Öyle ayrılır seven sevdiğinden.

Doğanın anasın da, mezarı da topraktır,
Doğduğu rahimdir doğanın gömüldüğü yer.

Yeryüzünde yaşayan en zararlı şey bile
Özel bir yarar taşır bu yeryüzünde
En yararlı şey bile yanlış kullanılırsa
Yok edip doğru sonucu ulaşır zarara.
Kullanmayı bilmezsen iyi kötü olur,
Kötü de bazen yücelir erdem gibi.
Şu minik çiçeğin taze filizlerinde
Zehir de var, iyileştiren özler de.

Gençlerin sevgisi kalplerinde değil de gözlerindeymiş demek.

Güçsüzse erkekler kadınlar düşer.

Acele işe şeytan karışır,
Telaşla koşanın ayağı dolaşır.

İki kişi sır saklar yok ederek birini.

Şiddetle başlayan hazlar şiddetle son bulur,
Ölümleri olur zaferleri,
Öpüşürken yanıp tutuşan ateşle barut gibi.
En tatlı bal bile tadıldıkça bıkkınlık verir,
Aynı tat isteği iştahı köreltir.
Onun için ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin,
Hedefe hızlı giden, yavaş giden kadar geç varır.

Dilencidir ancak servetini sayanlar;
Benim sevgimse öyle büyüyüp çoğalmış ki,
Varlığımın yarısını bile saymak gelmez elimden.

Gel ey sevecen gece,gel,sevimli,kara kaşlı gece,
Bana Romeo'mu ver; sonra öldüğünde,
Küçük yıldızlara böl onu;
Onlar göğün yüzünü öyle bir süsleyecekler ki,
Bütün dünya gönül verip geceye,
Tapmayacaktır artık o muhteşem güneşe.

Yeni giysilerini giyemediği için sabırsız bir çocuğa
Ne denli uzun gelirse bayramdan önceki gece
O denli uzun ve sıkıcı geldi bugün.

Bu kadar kötü yazıyla dolu bir kitap,
Nasıl güzel ciltlenebilir böyle?

Sürgün yanlış adıdır ölümün,
Ölüme sürgün demek,
Altın bir baltayla başımı kesmek,
Sonrada beni öldüren vuruşa gülümsemektir.

Konuşamazsın ki hissedemediğin şeyi.

Bir dakikaya nice günler sığar.

Ölçülü yas sevgiyi gösterir,
Ölçüsüz yas ise akılsızlığa işarettir.

Öç duygusu götürülür mü ölümden öteye?

Çoğu kez ölüm yaklaşırken amma da neşeli oluyor insanlar!
İdamlıkların gardiyanları buna;
ölümden önce çakan şimşek derlermiş.
Buna nasıl şimşek diyebilirim ama?
Ah sevgilim! Karım benim!
Soluğunun balını çeken ölümün gücü
Yetmemiş güzelliğini almaya.
Sen yanilmemişsin, ölüm sancağı
Hala kıpkızıl duruyor dudaklarında,yanaklarında.

Ah sevgili Juliet!
Neden böyle güzelsin hala?
Ele avuca sığmayan ölüm mü aşık oldu sana?
İnanayım mı o iğrenç canavarın bu karanlıkta
Sevgilisi olasın diye seni sakladığına?
İşte bundan korktuğum için sonsuza dek yanında kalacağım.

Ey gözler son kez bakın!
Kucaklayın son kez ey kollar!
Ve ey siz nefes kapıları, yasal bir öpüşle mühürleyin,
Doyumsuz ölümle yaptığım bu süresiz anlaşmayı!

Ölüyorum işte bir öpücükle.

Bu da ne? Canım sevgilimin elinde bir şişe!
Demek ki zehirden sevgilim bu vakitsiz ölümü.
Cimri! Hepsini içmiş; bir damla bile,
Bırakmadın demek kavuşabilmem için sana?
Öyleyse dudaklarından öperim,
Orada bir parça zehir kalmıştır belki;
Bir zamanlar hayat veren dudakların,
Bu kez son versin hayatıma!

Ey hızır gibi yetişen hançer!
Senin kının burası.
Orada paslan, bende öleyim!




Robert Frost - Ateş Ve Buz


Kimi ateştir diyor dünyanın sonu,
Kimi buz.
Tattığım kadarıyla istekleri
Ateşi tutanlardan yanayım ben.
Ama iki kez yok olacaksa dünya,
Bilirim nefretin ne olduğun
Buzla da yok olur bu dünya,
Hem de nasıl yok olur,
Diyecek kadar.



Anton Çehov "Anlamaya çalışma. Hayat böyledir işte.. Hep o kıyamadıklarımız kıyar size."


Ormanlar gitgide tükeniyor, ırmaklar kuruyor, av hayvanlarının kökü kurudu, iklim bozuldu, yeryüzü günden güne yoksullaşıyor, çirkinleşiyor...Vanya Dayı

Bu zamanda mutlu birini görmek insanın garibine gidiyor, diyor. Beyaz fil görmek, mutlu birini görmekten daha kolay...Kime Anlatsam Kederimi

Kendisine verilen şeyi çoğaltması için mantıkla, yaratıcı güçle donatılmıştır insan; ama bugüne kadar hep, yaratacağına yok etti...Vanya Dayı

Sıradan bir insan iyiyi ya da kötüyü dışarıdan, yani bir atlı arabadan ya da bir çalışma odasından bekler. Düşünen bir insan ise kendinde bulur...Anton Çehov Öyküler

*

Her şeyden önce hayatın prizmadan geçirilmesi gerekir. Yani, daha açık söyleyeyim, ışığın yedi ana renge ayrıldığı gibi, hayatın da en basit elemanlara bölünmesi, her birinin ayrı ayrı incelenmesi gerekir.   Başkalarının yalanlarını dinlemek ve yalanları yutmuş göründüğün için seni aptal bellemelerine göz yummak, alçalmayı sineye çekmek, dürüst, özgür insanların yanında olduğunu açık açık söyleyememek.   Üstelik yalan söylemek zorunda kalmak, gülümsemek... Hayır, hayır, beş para bile değeri olmayan bir lokma ekmek, bir sıcak köşe, bir mevki için çekilmez bütün bunlar. Böyle bir dünyada yaşanmaz!
Benim içimdeyse sanki çok,çok eskiden doğmuşum gibi bir duygu var...Hayatımı,bitmez tükenmez kuyruğu olan bir elbise gibi sürüklüyorum sırtımda...Kabuğuna Sinmiş Adam