Osmanlı topluluğunda kadın, taassuba karşı devletin başlıca tavizi idi. Bütün mahalle halkı aile hayatını kontrol ederdi. Bir eve kadın alındığı haberi duyuldu mu, imam, bekçi ve belli başlı mahalle eşrafı gider, o evi basardı. Çatı arasına ve kümese kadar aramadığı yer bırakmazdı. Sokakta herkes kadın kıyafetine karışmak hakkını kendinde görürdü. Yüzler, eller, kollar ve bacaklar iyice kapanmalı, çarşaflar vücut biçimini hiç sezdirmemeli, peçeler bir süs değil, tam bir örtü olmalı idi. Bazı kibar semtlerde ve Beyoğlu´nda bu disiplin biraz gevşerdi. Fakat harp, pahalılık gibi hadiseler olduğu, veya idare aleyhine dedikodular arttığı vakit, hemen kadın kılığı günün meselesi hâline gelirdi. Kadın erkekle bir arabaya binemezdi. Vapurlarda, tramvaylarda, muhallebici dükkânlarında kadın yerleri perde veya kafesle erkek yerlerinden ayrılmıştı. Mesirelere kadar her yerde harem kısmı vardı.
1908 Meşrutiyetinden sonra dahi meselâ kız mekteplerinde edebiyat hocası harem ağası idi. Batılı tefekkür adamı, bir milletin medeniyetini ölçmek istiyor musunuz, kadına nasıl muamele ettiğine bakınız, der. Osmanlı topluluğunda bu bir dişi muamelesi idi.
Türkçe oynayan tiyatrolarda kadın rolü, bilhassa Ermenilerde idi. Orta oyununda kadın ´´zenne´´dir: Yani kadın rolünde yaşmaklı bir erkek!
Kaçgöç hemen hemen umumîdir. Evinin kadınlarını yakın erkek ahbapları ile tanıştıran açılmış aileler bile, erkek misafirlerini selâmlıkta kabul etmek, ´´dile düşmemek´´ zorunda idiler. Rahmetli Müşir Ethem Paşa´nın bir fıkrasını duymuştum. Girit´te vali iken bir konsolosun davetine gitmiş. Hristiyanlar ve ecnebiler kadınlı erkekli imişler. Kendisine:
- Bakınız, biz bu davetlere kadınlarımızla geliyoruz. Siz niçin böyle yapmazsınız? diye sormuşlar.
Pek Fransızca bilmeyen rahmetli Müşir:
- Yoo... demiş, bizde femme maison, clef poche...
Hamdullah Suphi Türkocaklarında Türk kadınını piyano konserleri veya konferans vermek üzere sahneye çıkardığı zaman, bu, zamanın büyük hâdiseleri arasına geçmişti.
Bununla beraber harem, artık selâmlık duvarını zorluyordu. Edebiyat, kadın davasını tutuyordu. Birinci Dünya Harbi gelince, bu da geri kaldı. Hele bozgunlar üzerine Enver Paşa halk arasındaki dedikoduları durdurmak için kadın tavizine girişti. Çarşafların ayakların hangi noktasına kadar ineceğini tesbit etmek üzere bir komisyon bile kurulmuştu. Bir gün bir polis müdürü, ada otellerinden birinde bir karı kocanın beraber oturduklarını duyunca, bizzat otele giderek kadını sokağa atmıştı.
Çanakkale cephesinde döğüşen büyük rütbeli bir subayın, anaları Alman olan kızları bir gün Alman davetlileri ile buluşmuşlar. Enver Paşa bunu duyunca, cephede harp eden babayı hemen emekliye ayırmıştır. O aileden bir hanımla evli olan bir rüsumat memurunun da vazifesine nihayet verdirmiştir.
Mütareke gazeteleri okununca, Osmanlı saltanatının sanki kadınlar yüzünden batmış olduğunu zannedersiniz. Mondros´ta teslim olmuşuz, kadına hücum. Düşman donanmaları İstanbul limanına demirlemişler, kadına hücum. Hazne dar, o ay maaş çıkmamış, kadına hücum. Gazetelerin birçoğunda İstanbul polis müdürlüğü kadın meselesi ile alâkalanmadığı için tenkit edilmekte idi.
Fakat kadınlar, bilhassa Beyoğlu ve Kadıköy semtlerinde, ecnebi işgali sırasında, hayli serbestleme denemesinde bulunmuşlardır.
Gericiler, softalar kendilerine kulluk etmeyene yaşam hakkı tanımaz. Kendi için tehlike gördüğü herkese çamur atar, dedikodu üretir. Çünkü içi boşalmış halka, ülkeye verebilecekleri birşeyleri kalmamıştır.