03 Mart 2019

Ahmet Oktay İle Söyleşi

 Yasaklar, yalanlar ve bitmek bilmeyen uğultular... bunların arasında bize iyi gelenler ise, kitaplar, sokaklar, müzik ve sanat... peki ne kadar sığınıyoruz bu gerçeklere? Ülkenin durumuyla, üzerimize çöken rehaveti sanatla-edebiyatla-şiirle gerçekten çözebiliyor, popüler kültürden kendimizi yeterince koruyor muyuz?

Aklıma takılan soruların cevabı için, yarım asırdan fazla, hayatını şiire, sanata, eleştiriye, kitaplara adayan; Mavi Hareketi, toplumcu gerçekçi ve İkinci Yeni'nin son kuşak temsilcilerinden Ahmet Oktay ile Göztepe'deki evinde söyleştik.

Aydan Öksüz: Şiirden başlamak istiyorum... Mavi Hareketi, Toplumcu Gerçekçi ve İkinci Yeni... yarım asırdan fazla içinde olduğunuz bir şiir süreci var. Ahmet Oktay, dünya şiirini hangi düzeyde takip ediyor, şiiri nasıl izliyor?

Ahmet Oktay: Dünya şiirine elimden geldiğince ulaşmaya çalışıyorum. Günümüz dünya şiirini ise, çok iyi düzeyde takip ettiğimi söyleyemem. Belki eski kuşakdaşlarım gibi eskide kalmış ve eskiyi takip ediyor olabilirim. Dünyaya baktığımızda nerede bir iyi şair var derseniz, bugün bu koşullarda cevabını verebilmem güç bir soru. Aragon ve dönemin şairleri üzerine düşünmüş ve uğraşmıştım. Çok şey öğrendiğimiz insanlardı. Günümüz Amerikasında bugün hangi şairler var bilemiyorum, dönemimde Langston Hughes’u izlerdim. Zaman bizden hızlı gidiyor ve ona yetişmek, bu iletişim çağında sanıldığı kadar kolay değil, hatta olanaksız. Dünyanın her yerinden yeni yazar ve şairler çıkıyor.

Aydan Öksüz: Günümüz edebiyatını nasıl görüyor ve değerlendiriyorsunuz? Sizce arada kalmış bir dönemde miyiz?

Ahmet Oktay: Edebiyat sanırım bütün toplumlarda eskidi. İnsanlar başka ifade biçimleri arıyorlar. O yüzden şiir değişiyor, dünyanın her yerinde. Günümüz edebiyatı; tarih ve anı üzerinden idare ediliyor. Fransa’da bugün iyi romancı kim var bilmiyorum, çok da bilen olduğunu sanmıyorum. Benim zamanımda Pablo Neruda çok iyi bir şairdi. Günümüze baktığımızda Neruda, bu işlevi yeterince yerine getirebiliyor mu bilemiyorum. Dünyanın hemen hemen her ülkesinde edebiyat eski formlarını kaybetmiş görünüyor.

Aydan Öksüz: Çevirilerle ilgili bir eksiklik olabilir mi?

Ahmet Oktay: Çeviri konusunda eksik olduğumuzu düşünmüyorum. Yeterli çeviriler yapılıyor, eski hızında devam ediyor. Yeni çevirmen ve yazarlar çıktı, yeni çevirmenleri ve yazarları anlamak zor. Bizim dönemimizde beslendiğimiz kültürel kaynaklarla, şimdiki zamanların kültürel kaynakları birbirini tutmuyor.

Aydan Öksüz: Döneminiz, yazar ve şairlerin bir araya gelip sohbetler ettiği bir dönemdi. Günümüzde herkes birbirine daha mesafeli. Bunun nedeni ne sizce?

Ahmet Oktay: Popüler kültürün etkisinin olduğunu söylemek gerekebilir. Dünya ile temas noktaları aramak ve bu konularda kafa yormak için bir araya gelmek ve yeniliği yakalamak gerekli. Bunun neden yapılamadığını anlayamıyorum.

Aydan Öksüz: Yenilik dediniz... Türk edebiyatında bu yeniliği en iyi yakalayanlar sizce kimler?

Ahmet Oktay: Oğuz Atay’ın olduğunu düşünüyorum, tabii Oğuz Atay’ı eski yazarlar kategorisinde saymak gerekiyor. Onun dışında günümüzde genç ve umut veren bir romancı gözükmüyor. Piyasadaki alkışlanan romancılara bakın, pek bir şey anlatmıyorlar.

Aydan Öksüz: Belirttiğiniz durum yeni bir dil yaratmaktan mı geçiyor? Bu mümkün mü?

Ahmet Oktay: Yeni bir dil yaratmak kolay değil. Yeni bir dil yaratmak için, “yeni dünya yaratmak ve bu bakış açısına sahip olmak gerekiyor.” Öyle bir durum olduğunu sanmıyorum.

Aydan Öksüz: Siz peki kendi kuşağınızdan kimlerle yakın oldunuz?

Ahmet Oktay: Edip Cansever, Turgut Uyar ve Cemal Süreya ile çok sık bir araya gelir, bu konular üzerine konuşurduk. Bu isimler Türk şiirinde önemli yer edindiler, kendilerine özgü bir şiir kurmayı başardılar. Melih Cevdet Anday da öyledir. Anday bugün, çok eski diyebileceğimiz bir şair değildir. Günümüzün ihtiyaçlarına ve diline karşılık gelen, iyi içerikleri yakalamış usta bir şairdir.

Aydan Öksüz: Günümüz siyaseti edebiyatı etkiledi mi?

Ahmet Oktay: Siyasetin Türk romanından dışlandığını düşünüyorum. Kimse siyasi süreçlerle ilgilenmiyor. Siyaset edebiyatta, gelip geçen bir sohbet konusu oldu. Örneğin; Attilâ İlhan gibi siyasetle yakından ilgilenen bir romancı ve şair yok.

Siyaset, toplumsal hayatın can damarıdır, siyasetten dışlanmış bir edebiyat ben hiçbir zaman düşünemedim. Şimdiki romancılarımızın siyasetle ilgilendikleri yok. Günümüz edebiyatının sorunları bunlar ve ben bu sorunlar içinde yaşamıyorum.

Aydan Öksüz: Sağ kesimde yer alan şair ve yazarlara yakın oldunuz mu?

Ahmet Oktay: Başlangıçtan bu yana sola açık şair ve yazar oldum. Bu hassasiyet gösterdiğim bir konudur. Durduğum yerden çok uzaklaştığımı sanmıyorum. Örneğin; Sezai Karakoç, İslami duruşundan taviz vermemiştir. Bugün bu şekilde istikrar sağlayan bir şair örneği vermek zor. O kesimin en önemli şairlerindendir. Zaman zaman tutarsızlıklarda bulunmuş olsa da belirli bir duyarlılığın ve düşüncenin yetkin bir temsilcisidir.

Aydan Öksüz: Şiiri sağ ve sol olarak bölmek doğru mu?

Ahmet Oktay: Şiir çok bütünsel bir şey değildir. Her dönemin yetiştirdiği şairler vardır. Bütünleştirici bir fonksiyon beklemek zor. Edebiyatın bütünü için çok daha geçerli bu söylem.

Aydan Öksüz: Kadın yazarların akıbeti nasıl sizce? Siz kendi döneminize baktığınızda nasıl bir karşılaştırma yapabilirsiniz?

Ahmet Oktay: Bizimki gibi kadının her zaman ikincilleştirildiği toplumda, yeni bir yazar çıkması ve isim yapması kolay değil, uğraş gerektirir. Benim kuşağımda Leylâ Erbil, Nezihe Meriç gibi isimler, edebiyata uzun emekler vermişler, zorlu süreçlerden geçmişlerdir. Bizim dönemimizde, kadın yazarların da bir kısmının sol kesime yakın olduğunu söylemek gerekli. Son yıllarda ise daha çok sağ kesimden kadın yazarlar çıkıyor.

Aydan Öksüz: Milliyet Sanat’ta uzun yıllar yazdıktan sonra yazıyı bıraktınız. Üretim döneminin bittiğini mi düşündünüz?

Ahmet Oktay: Kendim dışında bir sebep gösteremem. “Buraya kadar” dedim ve bıraktım. “Demek ki benim de yazarlık yeteneğim bir yere kadar gidiyormuş” dedim ve yazıyla arama mesafe koydum.

Aydan Öksüz: Yeni yazılar yazıyor musunuz?

Ahmet Oktay: Öyle bir istek duymadım. Öyle bir istek duysam iyi kötü üretmeye çalışırdım.

Aydan Öksüz: Kültür-sanat sayfalarına baktığınızda nasıl buluyorsunuz eleştiri ve yazıları? İyi sanat eleştirisi yapılıyor mu?

Ahmet Oktay: Eleştiri de ölmüş geziyor Türkiye’de. Nasıl büyük bir romancı yetişmiyorsa büyük bir eleştirmen de yetişmiyor.

Aydan Öksüz: Eleştirmen dediğimizde kimi örnek verebilirsiniz?

Ahmet Oktay: Benim eleştirmen diyebileceğim isim, Fethi Naci’dir.

Aydan Öksüz: Köşe yazarlarını okuyor musunuz?

Ahmet Oktay: Okuyorum elbette, bakmadan geçmiyorum.

Aydan Öksüz: Edebiyat ödülleri?

Ahmet Oktay: Benim için ödül almak şart değil. Bir yazar ödül aldığı için kıymetli olmaz, olmamalı. Yazarın kıymeti kendindedir, yarattığı eserdedir. Şimdi pek öyle durmuyor, biraz ödül peşindecilikle piyasaya ayak uydurmaya çalışılıyor.

Aydan Öksüz: Yazmak nasıl bir süreç?

Ahmet Oktay: Yazmak, eline kalem alıp düşünmekle olacak bir uğraş değil. Birikim, kültür ve bilginin bütünlüğü üzerinden yazı yazılır.

Aydan Öksüz: Günümüz edebiyatı ve değişim sizi nasıl etkiledi?

Ahmet Oktay: Uzaklaştım. Eski romanın, edebiyatın bir takım izlekleri, dertleri vardı. Şimdiki romanlarda bunları göremiyoruz, gelişigüzel oluyor. Dünya genelinde de bu durum aynı. Nerede bir Kafka var? Kafka gibi olmaya çalışan bir yazar var mı? Sartre gibi bir yazar kolay kolay çıkmayacak. Bu kadar yaşamın ve siyasi sürecin içinde olup, üretmek sanıldığı kadar kolay değil.

Aydan Öksüz: Edebiyatı nasıl izlemek gerekiyor?

Ahmet Oktay: Dil ve düşünce düzeyi gerçeğinde izlemek gerekiyor. Felsefe diyoruz fakat Türkiye’de felsefe tarihini bilen yok. Türkiye’de nasıl bir felsefe yapılmış, kim kimleri merak etmiş bunlarla ilgili bir belge dahi yok elimizde. Abdülhak Hamit diyoruz fakat onunla ilgili neler biliyoruz, kaç kitabını okuduk? Kaç oyunu sergilendi ve biliyoruz? İşte tüm bunlar zamanı geldiğinde önümüze çıkıyor ve neyi ne kadar izlediğimiz bu tabloyla belli oluyor.

Ahmet Oktay: Türkiye gelişirken çok fazla deri değiştiriyor. Bu deri değiştirmenin niteliğini de aydınlık gözlerle göremiyoruz ne yazık ki. Toplumsal, sosyal birtakım oluşumlar duru bir bakış açısı elde etmemizi engelliyor. Yetişme imkânlarımızı da engelliyor. Edebi geleneğe sahip olmak sanıldığı kadar kolay değil. Bizim en başta bir dil sorunumuz var. Yazdığımız Türkçe ne kadarıyla bizim edebiyatımızı temsil eden bir edebiyattır pek belli değil. Divan şiirinden bir şey anlamayan bir kuşağız. Osmanlıca bilmeyen birinin divan şiirini anlayıp, öğrenmesi zor.

Aydan Öksüz: Sıkıntı nerede başlıyor?

Ahmet Oktay: Tam bir köke sahip olmamaktan yaşıyoruz bu sıkıntıları. Resim ve tiyatromuzda da benzer sıkıntılarımız var. Şeker Ahmet Paşa’nın resmini kim biliyor Türkiye’de? Şevket Dağ’ı takip etmiyor, ilgilenmiyoruz. Yüzeysel bir ilgilenme bizimki. Askıdaki sorunlar bunlar... ve sadece batı değil, kendi kültürümüzle de aramızı açıyoruz. Türkçü bir söylemin peşine takılmaktan söz etmiyorum fakat “kök” sorunumuz bizi ciddi bir çıkmaza götürüyor.

Batıyla aramızda en az elli yıllık bir mesafe var ve bu kolay aşılacak bir durum değil. Sadece batı değil de doğu ile aramızda yüz yıl var. Bâki’nin şiirinden bir şey anlamıyorsak, o şiirle ilgili nasıl konuşabiliriz?

Aydan Öksüz: Bu sorunları nasıl aşabiliriz?

Ahmet Oktay:
Postmodernizmin getirdiği, “Ne yapsan gider!” anlayışıyla, herkes her şeyi yapabileceğini zannediyor. Böyle bir zihniyetle ilerleyebilmek zor. Umarım değişir, yenilenir ve kendimize geliriz.

Aydan Öksüz_Aykırı Akademi, 08 Nisan 2014
 

Yaşar Kemal



İnsanın içindeki adalet duygusunu köreltirsek, insanın insana saygısı kalmaz. İnsanın insana itimadı, hürmeti kalmayınca da bir yerde insanlık çok şey kaybeder, hayat çirkinleşir.
İnce Memed 3
 
 

Deniz Gezmiş "Aşırı solcudur aşk. Bu yüzden insanların sol yanını hedef alır..Ve aşk bu kadar solcuyken içinden sağ çıkmak imkansızdır."





Michel de Montaigne Seçme sözler

1-Dünya, durmayan bir
salıncaktır: orada her şey, toprak, kafkasın kayalıkları, Mısır'ın
ehramları, hem etrafiyle birlikte, hemde kendi kendine sallanır.
Durmanın kendisi bile daha agır bir salıntıdan başka bir şey degildir.

2-Ben duruşu degil geçişi anlatıyorum: fakat yaştan yaşa, yahut halkın
dedigi gibi "yedi yıldan yedi yıla" geçişi degil, günden güne, dakikadan
 dakikaya geçişi.

3-Hikayemi saati saatine yazmam gerekiyor, az sonra degişebilirim.yanlız
 halim degil,amacımda degişebilir.

4-Benim yaptıgım, degişen ve birbirine benzemeyen olayları, kararsız ve
bazen çelişmeli fikirleri yazıya dökmektir.

5-Kendimi kırk yaşını aşıp ihtiyarlıgın yolunu tuttugum şu andaki
halimle anlatıyorum.bundan sonraki halim ancak yarım bir varlık olacak;
ben artık o ben olmayacagım. gün geçtikçe kendimden ayrılıyor ve
uzaklaşıyorum.

6-Anlattıgım hayat basit ve gösterişssizdir; zararı yok, bütün ahlak
felsefesi alelade ve kendi halinde bir hayata da girebilir, daha zengin
gösterişli bir hayatada: her insanda, insanlıgın bütün halleri vardır.

7-Benim yaptıgım, bildiklerimi söylemek degil; kendimi ögrenmektir.

8-İnsanın kendini anlatmasından daha zor ve daha faydalı hiçbir şey
yoktur.

9-Ben durmadan kendimi düzenliyorum, çünkü durmadan anlatıyorum.

10-Kendinden söz etmeyi kötü görmek, yasak etmek adet olmuştur; çünkü
kendinden bahsetmek her zaman kendini övmek gibi görünür; kendini
övmekse herkesin zıddına gider ama kendinden söz etmeyi yasak etmek,
çocugun burnunu silecek yerde, burnunu koparmak olur.

11-Bir devleti hiçbir şey yenilik kadar rahatsız etmez, degişiklik hep
kötülüge ve zorbalıga yol açar. Bir tek parça bozulunca düzeltilebilir,
her şeyin özündeki bozulma ve çürüme egiliminin bizi ilkelerimizden
uzaklaştırmasına da karşı koyabiliriz; ama koca toplumu yeniden kalıba
dökmeye, bu kadar büyük bir yapının temellerini degiştirmeye kalkmak,
düzeltecek yerde silip süpürmek, ufak tefek kusurları toptan bir
kargaşalıkla düzeltmek, hastalıkları ölümle iyi etmek."devlet
degiştirmekten çok yıkmak isteyen"(cicero) kimselerin işidir. Dünyanın
birden düzelecegi yoktur; ama insan kendini sıkan şey karşısında o kadar
 sabırsızdır ki, her ne pahasına olursa olsun ondan kurtulmak ister.
Binlerce örnekte gösteriyor ki dünya böyle çabuk iyileşme olmadıkça, bir
 anda dertten kurtulması iyileşmesi demek degildir.


12-Bana sorarsanız, birçokları içip sarhoş oluyor diye şarabı yasak
etmek yanlıştır; fazla kaçırılan şeyler hep iyi şeylerdir.

13-Benim meslegim,sanatım yaşamaktır.

14-Bana diyebilirler ki: kendini kuru sözle degil, iş ve eserle
anlat.Ben her şeyden önce düşüncelerimi anlatıyorum, bunlarsa ün ve eser
 haline gelemeyecek kadar belirsiz şeyler: onları söz haline bile
getirmekte güçlük çekiyorum.

15-Yaptıgımız işler kendimizden çok tesadüflerin eseridir: bu işler
kendi özlerini belli ederler; beni ise ancak şöyle böyle, belli
belirsiz, parça parça gösterebilirler.

16-Ben kendimi oldugum gibi gösteriyorum: öyle bir beden yapısı
koyuyorum ki ortaya bir bakışta damarları ,kasları, her şeyi yerli
yerinde görürsünüz. Ben yaptıklarımı degil, kendimi, öz benligimi
anlatıyorum.

17-Bence insan ne oldugunu bilmekte dikkatli olmalı; iyi tarafınıda kötü
 tarafınıda aynı titizlikle ortaya çıkarmalıdır.

18-Kendini oldugundan az göstermek, tevazu degil, budalalıktır; kendine
degerinden az paha biçmek korkaklıktır, pısırıklıktır. Kendini
oldugundan fazla göstermek de, çok defa gurudan degil budalalıktandır.


19-Bence bu kendini begenme illetinin esası,kendindan pek fazla
hoşlanmak, kendi kendine hayasızca aşık olmaktır. Bunun en iyi devası
kendinden söz etmeyi yasaklayan ve böylece bizi kendimiz üzerinde
düşünmekten büsbütün alıkoyanların dediklerinin tam tersini yapmaktır.

20-Gurur insanın düşüncesindedir; söze dökülen onun pek küçük bir
parçasıdır.

21-Bu adamlar öyle sanıyorlar ki insanın kendi üzerinde durması,
kendinden hoşlanması, hep kendisiyle ugraşması kendine fazla düşkün
olması demektir. Oysaki aşırı benciller, kendilerini pek üstün körü
bilenler, kendilerinden önce işlerine bakanlardır. Onlara göre kendi
kendisiyle baş başa kalmak,sırt üstü yatıp vakit öldürmektir. Ruhunu
zenginleştirmeye, kendini adam etmeye çalışmak boş hayaller kurmaktır.
Sanki kendimiz bizden ayrı, bize yabancı birisiymişiz gibi.

22-Kendinden aşagıya bakıpta kendi kafasına hayran olan adam, kendinden
yukarıya,geçmiş yüzyıllara gözlerini kaldırsın; o zaman yüzlerce devin
ayakları altında kalacak ve burnu kırılacaktır.


23-İnsan kendindeki eksik ve cılız degerleri, üstelik insan hayatının
hiçligini hesaba katarak düşünecek olursa, hiçbir degeriyle övünmeye
kalkışmaz.

24-Bir tek Sokrates tanrısının dedigine uyup kendisini gerçekten
tanımasını ve kendisini küçük görmesini bildigi için bilge adını almaya
hak kazanmıştır.

25-Yazarken kitapları bir yana bırakır, aklımdan çıkarırım; neden mi?
Kendi gidişimi aksatırlar diye.

26-Ben yazarken rastgele gittiğim için bol bol hatalara düşerim. Bunları
 pekala düzeltebilirdim. Ama o zaman, benim adetim, malım olmuş
kusurları düzeltmekle kendi kendimi yanlış tanıtmış olurdum.

27-Herkes kitabımda beni, bende kitabımı görsün.

28- Çok gariptir; çağımızda işler o hale geldi ki felsefe, anlayışlı
insanlar arasında bile, ne teorik ne pratik hiçbir yararı ve değeri
olmayan boş ve kuru bir laf olup kaldı. Bence bunun nedeni, felsefenin
ana yollarını sarmış olan safsatalardır. Felsefeyi, çocuklar için
ulaşılmaz, asık suratlı, çatık kaşlı ve belalı göstermek büyük bir
hatadır. Onun yüzüne bu sahte, bu kaskatı bu çirkin maskeyi kim takmış? O
 ki hep bayram ve hoş zaman içinde yaşamayı emreder bize. Gamlı ve buz
gibi soğuk bir yüz içimizde felsefenin barınamadığını gösterir.
Felsefeyi barındıran ruh, kendi sağlığıyla bedeni de sağlam etmeli.
Huzur ve rahatın ışığı ta dışarıdan görünmelidir. Dış varlığı kendi
kalıbına uydurmalı ve böylece ona sevimli bir gurur, hareketli ve neşeli
 bir tavır, memnun ve güleryüzlü bir hal vermelidir. Bilgeliğin en açık
görüntüsü, sürekli bir sevinçtir.

29-Felsefenin amacı erdemdir; bu erdem de, medresenin söylediği gibi,
sarp, yalçın ve çıkılmaz bir dağın başına dikilmiş değildir.

30-Eğer eğitilecek genç, acayip yaratılışlı olur da güzel bir yolculuk
hikayesi, yahut anlayabileceği bir felsefe konusu yerine masal dinlemeyi
 yeğ tutarsa, arkadaşlarının genç dinç yüreklerini coşturan davullar
çalındığı zaman o, kendisini hokkabaz oyunlarına çağıran arkadaşının
yanına giderse, bir savaştan toz toprağa ve zafere bürünüp dönmeyi, top
oyunundan yahut balodan bir armağanla dönmekten daha hoş ve daha çekici
bulmazsa, bu genç için bir tek çare görüyorum: Eğitmeni onu daha
çocukken, kimseye duyurmadan boğar; yahut da bu gence, bir düka'nın oğlu
 bile olsa herhangi bir şehirde pastacılık yaptırılır. Platon der ki,
çocuklara babalarının yeteneklerine göre değil, kendi yeteneklerine göre
 meslek bulmak gerekir.

31-Mademki asıl felsefe bize yaşamayı öğreten felsefedir ve mademki
çocuğun da öbür yaştakiler gibi, ondan alacak olduğu dersler vardır,
niçin çocuğa felsefe öğretilemezmiş.


32-Bize yaşamayı ömür geçtikten sonra öğretiyorlar. Cicero dermiş ki,
iki insan hayatı yaşayacak olsam bile, lirik şairleri incelemeye zaman
harcamam.

33-Yasalar doğru oldukları için değil yasa oldukları için yürürlükte
kalırlar.

34-Yasalardan daha çok, daha ağır, daha geniş haksızlıklara yol açan ne
vardır?

35-Şu kesin ki çocuğa kendiliğinden bir şey yapmak özgürlüğünü
vermemekle onu korkak bir köle durumuna sokuyoruz.

36-Tümüyle kitaptan bir bilgi ne sıkıcı bilgidir! Böyle bir bilgi bir
süs olarak kullanılsın: Ama temel olarak değil.

37-Felsefenin insanlara, yaşamaya başlarken de, ölüme doğru giderken de
söyleyecekleri vardır.

38- Doğa bir ana gibi davranmış bize: İstemiş ki ihtiyaçlarımızı
gidermek zevkli bir iş de olsun üstelik: Aklımızın istediği şey,
iştahımızın da aradığı şey olsun: Onun kurallarını bozmaya hakkımız yok.

39-Bizim işimiz kitap doldurmak değil, ahlakımızı yapmaktır; savaşmak
ülke kazanmak değil, yaşayışımıza dirlik düzenlik getirmektir; En büyük
en onurlu eserimiz doğru dürüst yaşamaktır. Geri kalan her şey, başa
geçmek, para yapmak, binalar kurmak, nihayet ufak tefek eklentiler,
yollardır.

40-Güzellik, insanlar arasında, çok tutulan bir şeydir. Aramızda ilk
anlaşma onunla başlar.

41-İnsan yaratıkların en zavallısı, en cılızıdır öyleyken en mağruru da
odur.

42-Biz insanlar öteki yaratıkların ne üstünde ne altındayız. Bilge der
ki, göklerin altındaki her şey, aynı yasanın ve aynı yazgının
buyruğundadır.


43-Bunca bekçili, silahlı evler yok oldu gitti de benimki niçin duruyor?
 Anlaşılan, diyorum, o evler bekçili, silahlı oldukları için yok olup
gittiler.

44-Korunmak saldırana hem istek veriyor, hem de hak kazandırıyor:

45-Her korunma savaşçı bir kılığa girer ister istemez.

46-Bilinecek, bilinince de daha fazla hatırı sayılacak diye iyi adam
olan, insanların kulağına gitmesi koşuluyla iyilik eden kişi,
kendisinden fazla yarar sağlanabilecek bir insan değildir.

47-Kitapları bir yana bırakır da dobra dobra konuşursak, aşk dediğimiz
şey, arzulanan bir varlıkta bulacağımız tada susamaktan başka bir şey
değildir, gibi geliyor bana.

48-Sokrates'e göre aşk, güzelliğin aracılığıyla çoğalma arzusudur. Ama
nedir, bu hazzın insana verdiği o acayip gıdıklama, Zenon'u, Kratippos'u
 düşürdüğü o delice, budalaca,saçma sapan haller, bizi sürüklediği o
uygunsuz azgınlık, aşkın en tatlı anında o alev saçan, kudurmuş, zalim
surat, sonra nedir o birden kabarıp böbürlenme, bu kadar çılgınca bir
işin içinde o ciddileşip kendinden geçme? Hem ne diye hazlarımızla
pisliklerimizi sarmaş dolaş edip hep bir yere koymuşlar? Ne diye insan
hazzın son kertesinde acı çeker gibi, ölecek gibi inlemekli oluyor?
Bunlara bakınca, Platon'un dediği gibi, tanrıların insanı kendilerine
oyuncak diye yarattıklarına inanasım geliyor.

49-Tavus kuşuna haddini bildiren ayaklarıdır.

50-Oyun arasında ciddi düşüncelere yer vermeyenler, bir aziz heykelinin
karşısında, önü açık diye, dua etmekten çekinenler gibidir.

51-İnsanın doğuşunu görmekten herkes kaçar, ama ölümünü görmeye hep koşa
 koşa gideriz.

52-İnsanı öldürmek için gün ışığında, gelmiş meydanlar ararız, ama onu
yaratmak için karanlık köşelere gizleniriz.

53-İnsanı yaparken gizlenip utanmak bir ödev, onu öldürmesini bilmekse
birçok erdemleri içine alan bir şereftir. Biri günah, öteki sevaptır.
Aristoteles ülkesinin bir deyimine göre birini iyileştirmenin öldürmek
anlamına geldiğini söyler.

54-Şu insan ne korkunç bir hayvan ki, kendi kendinden bu kadar
iğreniyor, kendi zevklerini başının belası sayıyor.

55-Biz insanlar kendimizi kötülemeye gösterdiğimiz zekayı hiçbir yerde
gösteremeyiz. Kafamızın, o her şeyi bozabilen tehlikeli aletin peşine
düştüğü, öldürmeye kastettiği av kendi kendimizdir.

56-Bre zavallı insan, az mı derdin var ki kendine yeni dertler
uyduruyorsun. Az mı kötü haldesin ki, bir de kendi kendini kötülemeye
özeniyorsun. Ne diye yeni çirkinlikler yaratmaya çalışıyorsun? İçinde ve
 dışında zaten o kadar çirkinlikler var ki! O kadar rahat mısın ki
rahatının yarısı sana batıyor? Doğanın seni zorladığı bütün yararlı
işleri gördün bitirdin, işsiz güçsüz kaldın da mı başka işler
çıkarıyorsun kendine? Sen tut, doğanın şaşmaz, hiçbir yerde değişmez
yasalarını hor görür, sonra o senin yaptığın, bir taraflı acayip,
uygunsuz yasalara uymaya çabala. Üstelik bu yasalar ne kadar özel, dar,
dayanıksız, gerçeğe aykırı olursa çabaların da o ölçüde arıtıyor senin.
Mahalle papazının sana emrettiği gündelik işlere sıkı sıkıya
bağlanırsın; tanrının, doğanın emirleri umurunda değildir. Bak, bir
düşün bunlar üzerinde: Bütün yaşamın böyle geçiyor.


57-Dost ve dostluk dediğimiz, çokluk ruhlarımızın beraber olmasını
sağlayan bir raslantı ya da zorunlulukla edindiğimiz ilintiler,
yakınlıklardır.

58-Mademki zamansız bir ölüm seni, ruhumun yarısı olan seni alıp
götürdü, yeryüzünde varlığımın yarısından, en aziz parçasından yoksun
yaşamakta ne anlam var? O gün ikimiz birden öldük.

59-Karı koca arasındaki sevginin, arada bir ayrılmakla gevşeyeceğini
sanırlar. Bence hiç de gevşemez. Tersine, fazla sürekli bir beraberlik
bu sevgiyi soğutur, bozar.

60-Uzaktan her kadın insana hoş gelir.

61-Ayrılıklar benim yakınlarıma sevgimi tazeler, ev hayatımın tadını
artırır.

62-Gerçek dostluğun ne olduğunu bilirim; bildiğim için de dostumu
kendime çekmekten çok, kendimi ona veririm.

63-Bana en büyük iyiliği, kendine iyilik ettiği zaman etmiş olur.

64-Mızmız, dırdırcı insanları hiç sevmem; bu adamlar yaşamanın
sevinçlerine yan çizer, dertlere can atar, dertlerle kaynaşırlar:
Sinekler gibi, cilalı pırıl pırıl yerlerde tutunamaz, pürtüklü, pürüzlü
yerlere abanır, oralarda rahat ederler; ya da sülükler gibi kara kan
içer, kanla beslenirler.

65-Eğitimin insanı bozmaması yetmez, daha iyiden yana değiştirmesi
gerekir.

66-Yalnız yaşamanın bir tek amacı vardır sanıyorum; o da daha başıboş,
daha rahat yaşamak.

67-Çok kez insan dünya işlerini bıraktığını sanır; oysaki bu işlerin
yolunu değiştirmekten başka bir şey yapmamıştır.

68-ev işlerinin az önemli olmaları, daha az yorucu olmalarını
gerektirmez.

69-Dertlerimizi avutan akıl ve hikmettir, O engin denizlerin ötesindeki
yerler değil.

70-Ülke değiştirmekle kıskançlık, cimrilik, kararsızlık, korku, tutku
bizi bırakmaz.

71-Sokrates'e birisi için, seyahat onu hiç değiştirmedi, demişler. O da:
 Çok doğal, çünkü kendisini de beraber götürmüştür, demiş.

72-İçi arınmamışsa, neler bekler insanı,

Kendi kendisiyle ne savaşlar eder boşuna!

Tutkuları içinde ne kemirici kaygılar.

Ne korkular içinde kıvranır insan!

Ne çöküntüler yapar bizde gurur, şehvet,

Öfke, gevşeklik ve tembellik!

73-Issız yerlerde kendin için bir evren ol.

74-Yapmaya alıştırıldığımız işlerden binde biri bile kendimizle doğrudan
 doğruya ilgili değil.

75-Bir devleti hiçbir şey yenilik kadar rahatsız etmez...


76-Dünyanın birden düzeleceği yoktur; ama insan kendini sıkan şey
karşısında o kadar sabırsızdır ki, her ne pahasına olursa olsun ondan
kurtulmak ister. Binlerce örnek de gösteriyor ki dünya böyle çabuk
iyileşme aramaktan hep zarar görür: Durumunda genel bir iyileşme
olmadıkça, bir an dertten kurtulması iyileşmesi demek değildir.

77-Kavuşabildiğimiz zevk ve nimetlerin hepsi mutlaka dertlerle,
üzüntülerle karışıktır.

78-Derin bir sevinçte, eğlentiden çok ciddilik vardır.

79-Mutluluk bile haddini aşarsa azap olur.

80-Tanrıların bize verdiği bütün nimetlerin hiçbiri katıksız ve kusursuz
 değildir, onları bir dert pahasına satın alırız.

81-Sokrates der ki: «Tanrılardan biri hazla elemi birleştirip
karıştırmak istemiş, bunu başaramayınca, bari şunları kuyruklarından
birbirine bağlayalım, demiştir.»

82-Ağlamak da bir zevktir.

83-Yitirdiğimiz dostların anısı, çok eski bir şarabın acılığı gibi,
mayhoş elmalar gibi hoşumuza gider.

84-Adaletin yasalarında bile mutlaka adaletsiz bir taraf vardır.

85-Örnek olsun diye verilen her cezada kamunun yararına ve bireyin
zararına bir adaletsizlik vardır.

Kaynak:/dusundurensozler.blogspot.com

Alphonse de Lamartine - Sonbahar


Selâm! son yeşili tac eden ağaç!..
Otlarla karışık sarı yapraklar!.
Güzel günlere vedâ!. bu yaslı yamaç
Benim özlediğim acıyı saklar.

Evet güz… tabiat dirilmez bugün;
O sisli cezbeye kapılır kişi :
Bu bir dost vedaı, veya ölümün
Asla bitmiyecek gülümseyişi!..

Tarla, güneş, vâdi ve canım toprak
Bir damla yaş olan şükranıma gel!..
Hava ne kokulu, ışık ne berrak?.
Ve ölü gözlerde güneş ne güzel?.

Muradım bitirmek dibine kadar
Bu acı yaşlarla dopdolu tası;
Ömrüdür içtiğim fakat ne çıkar?.
Belki lezzetlidir bir tek damlası.

Bana kokuları göklere değin
Hayata, güneşe vedâ ederek
Melteme karışan hasta çiçeğin
Can verişi gibi tükenmek gerek!..


Tercüme: İ. Cevdet Arısu