24 Ocak 2020

Uğur Mumcu - Gazetecilik Anlayışı



Uğur Mumcu gazetecilik anlayışıyla Türkiye’de değil dünyada da gazeteciliği yalnızca bilgiye değil aynı zamanda etik bir zemine oturtan bir anlayışın öncülerindendir. Herhangi bir güç odağı, siyasi parti, oluşum ya da örgütlenmeden bağımsız biçimde yalnızca gerçekleri yazmayı ve aktarmayı görev edinmiş Mumcu, gazetecilik anlayışıyla bugünkü nesillere de örnek olamaya devam etmektedir. Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden birisi olan 1990’lı yılların başlarında yazdığı bir yazı onun gazetecilik anlayışını gözler önüne sermesi açısından paylaşmaya değerdir:

"Gazeteciyi nasıl tanımlarsınız? Kimdir gazeteci, ne yapar? İşlevi nedir? Gazeteci, her konuda fikir ileri süren, her şeyi bilen insan demek midir? Hayır. Nereden bilecek gazeteci her şeyi?

Ben kendime göre bir tanım yapayım:

- Gazeteci, haber ve bilgi kaynağına en çabuk ulaşan ve bu kaynaklardan edindiği bilgi ve haberleri okurlara sunan insan demektir.

Gazetecinin bu görevini yapabilmesi için habere, olaya, olguya, belgeye ve bilgiye dayalı yazılar yazması gerekir. Bunun için de gazetecinin güvenilir kişi olması zorunludur. Sır saklayan, haber ve bilgi kaynağını gizlemesini bilen, gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir."

Milliyet, 3 Mayıs 1992

Uğur Mumcu, gerçekleri değiştirmeye çalışan bütün güç odaklarına karşı doğrudan, hakikatten, gerçekten yana olmayı yalnızca bir gazetecilik faaliyeti değil, bir yaşam prensibi olarak görerek yaşadı. Susturulmak istenmesinin ardında yatan gerçek de tam olarak buydu. Bu inadı, azmi ve kararlılığı nedeniyledir ki, ölümünden sonra da, onun izinden giden meslektaşları eliyle, o hala konuşmaya ve gerçekleri yazmaya devam ediyor...

Gazetecilik Anlayışı


Yazılarından Seçmeler

Tüm arşivi yanan Theo Angelopoulos'un arkadaşı konuştu


Yunan yönetmen Theo Angelopoulos'un, arkadaşı ve senaristi Markaris "Yunanistan’ın en önemli yönetmeninin şahsi arşivinden geriye hiçbir şey kalmadı" dedi.

Yunanistan'ın başkenti Atina'nın yazlık beldesinde çıkan yangın sonucu evi ve tüm arşivi yanan Yunan yönetmen Theo Angelopoulos'un, arkadaşı ve senaristi Petros Markaris, "Gelecek kuşaklar, sinemayla ilgilenenler hiçbir şey bulamayacaklar şimdi. Yunanistan’ın en önemli yönetmeninin şahsi arşivinden geriye hiçbir şey kalmadı" dedi.

‘Tek üzüntüm, Anna, hiçbir şeyi tamamlamamış olmam. Hepsini müsvedde bıraktım, kelimeler oraya buraya dağıldı’ diyordu yaşlı yazar, Theo Angelopulos’un unutulmaz filmi Sonsuzluk ve Bir Gün’de.

Cumhuriyet'ten Berivan Aydın'ın haberine göre, ikilinin 40 yıllık ortak mesaisine ve dostluğuna tanıklık eden o ev, geçen hafta Atina’nın kuzeydoğusunda 90’ı aşkın can alan yangında küle döndü. 2012’de trafik kazasında ölen yönetmenin eşi, kızı ve torunu canlarını zor kurtardı. Fakat Angelopulos’un el yazısı notları, şiirleri, kitaplarının olduğu arşivi de evle birlikte yandı.

“Angelopulos’un saçma ölümünü aşamadım bir türlü. Hâlâ filmlerini izleyemiyorum ağlamaktan. Yetmiyormuş gibi bir de yangın geldi” diyen Markaris, Mati’de biriktirdiği anıları, yitirdiği dostuna duyduğu hasreti Cumhuriyet’e anlattı.

-Büyük geçmiş olsun size, sevdiklerinize. yangın günü neler yaşadınız?

Mati’de yangın başlayınca çıldırdım, yazlıkta olduklarını biliyordum. Eşi Fivi’yi arıyorum yanıt vermiyor cebi. Kızı Eleni’yi aradım, ‘Denizdeler bilmiyoruz ne olacak’ dedi ağlayarak. Bereket kurtuldular. Kâbus gibi bir gün yaşadık. Ertesi gün konuştuğumda eşi dedi ki ‘Ev yandı bitti, bütün arşiv kayboldu’... Bu arşivde ne var yalnız Theo biliyordu. Benim bildiğim, çalışma ofisinden gayrı ne varsa o evdeydi. Hep el yazısıyla yazardı, ömründe bilgisayar kullanmadı. Bazen çalışırken ‘Dur, dur, burada bir iki not almıştım okuyalım’ der, notlarını çıkarırdı. Senaryoları sekreteri bilgisayara geçirirdi, bunların kopyası vardır. Ama notlardan geriye hiçbir şey kalmadı.

-Gözlerinizi kapatıp Mati’deki evi düşününce ne canlanıyor gözünüzde?

Çok güzel bir evdi, denize yakın, bahçeli. Theo orada çalışmayı çok severdi. Ama her gittiğimizde panjurları kapatırdı. ‘Açsana güneş girsin’ derdim, ‘Güneşte çalışamam’ diye yanıt verirdi. O güzelim evde kapkara bir odada, yalnız Sonsuzluk ve Bir Gün değil birçok senaryo üzerinde çalıştık. Sonra eşi dostu gelirdi, bahçede konuşur gülüşürdük.

-O günlerden en keyifli hatıranız neydi o evde?

O kadar çok ki seçemem... Ama Sonsuzluk’a başladığımız günü unutamam. Çok güzel bir gündü, hava serindi. Otobüsle gittim eve. Beni karşıladığında baktım kasket takıyor. Bana ‘Sen böyle başı açık mı geziyorsun’ diye sordu. Dedim ki ‘Seni ancak çekimlerde kasketle görüyorum, şimdi evde de mi takıyorsun?’ Başladı gülmeye. Sonra üst kata çıktık, büyük bir çalışma odası vardı orada, başladık konuşmaya nasıl yapalım diye... Çalışmanın büyük kısmı orada geçti. Aklıma Sonsuzluk’un senaryosu geldiğinde hep bu evi hatırlıyorum.

-Kitabınız Günlük’te 40 yıllık dostluğunuzun da hikâyesi var. ‘Eskiden umutlarımız, alternatif çözümlerimiz, anlaşmazlıklarımız olurdu. Şimdi yalnızca birbirimizi onaylıyor, kötümserliğimizi vurguluyoruz’ diyorsunuz.

Gerçekten umutlarımız vardı. Sonradan bunlar yavaş yavaş azaldı. Bu 40 yılda çok şey değişti Yunanistan’da, dünyada... Cunta zamanı çok zordu ama düşlerimiz vardı. Çalışmaya, direnmeye gücümüz vardı. Sonradan o da ben de yaşlandık.

-Cunta yıllarında baskıya nasıl direndiniz?

Çeviriyle çok uğraştım o zamanlarda. O zamanki anlayışım şuydu: Avrupa’yla, edebiyatla bağlarımız kopmamalıdır. Onun için mesela Bertolt Brecht külliyatını cunta yıllarında çevirdim. Şansım, o dönem bir yandan da büyük bir çimento fabrikasında ihracat şefi olarak çalışıyor olmamdı. Şirket bana kalkan oldu. Onlar olmasa hapse girerdim.

Cunta yıllarında notlar yok oldu
“Bana en çok acı veren nedir, biliyor musunuz? Kumpanya’da senaryo yoktu, çünkü cunta zamanıydı ve Angelopulos yazılı bir şey olmasını istemiyordu, korkuyordu. Yalnızca notları vardı. Onları okuyup sete gider, prova yaparken diyalogları bulurdu. Senaryo yoktu. Bütün bu Kumpanya notları yok artık. O kadar acı ki bu... Yalnızca anı, hatıra olarak değil. Gelecek kuşaklar, sinemayla ilgilenenler hiçbir şey bulamayacaklar şimdi. Yunanistan’ın en önemli yönetmeninin şahsi arşivinden geriye hiçbir şey kalmadı. Kimin aklına gelirdi Mati’de böyle feci bir yangın çıkacak da bunlar kül olacak diye? Türkler de Yunanlar da hep ‘Aman şunu şöyle yapsaydık’ derler ama hayat normal sürerken kimse bunları düşünmez.”

-Roman ve senaryoya ağırlık verdiniz sonra...

Romanlarımı dikkatle okuyanlar bilir ki bölümleri aslında edebi anlamda birer bölüm değil, birer sekanstır. Sinemaya daha yakındır. Tüm bunları Theo’dan öğrendim. O vefat ettikten sonra bir daha senaryo yazmak istemedim. Bazen söylüyorlar yaz diye, ‘Ben yalnız roman yazıyorum’ diyorum.

Sinemanın epik şairi
Modern Yunan tarihi ve siyasetini ustalıklı alegorilerle beyaz perdeye taşıyan TheoAngelopulos , görkemli ve hüzünlü estetiği, kadim mitlere göndermeleri, uzun ve genel planlara dayanan diliyle 20. yüzyılın sinema tarihine geçti. Filmlerinde göçmenleri, sürgünden eve dönenleri, yaşam ve ölüme dair derin duyguları, geçmişle şimdinin ve gerçekle nostaljinin iç içe geçtiği hikâyeleri ele aldı. Yunanistan’ın ekonomik krizi hakkındaki filmi Diğer Deniz’in çekimleri sırasında Pire’de bir motosikletin çarpması sonunda yaşamını yitirdi. 76 yaşındaydı.

Birlikte yas tutabilmek
Yunanistan’da son on yılın en ölümcül yangınları, başkent Atina’ya semalarını kara dumanlarla kaplayacak kadar yakındı. Yangının kasıp kavurduğu Rafina civarında herkesin bir yakını, bir tanıdığı vardı. Kara haber alan da, almaktan korkan da yas tuttu şehirde. Sokakta, iş yerlerinde, restoranlarda sessizlik hâkim oldu. Yunan hükümeti üç gün yas ilan etmese de ölenlerin anısına saygıyla susacaktı Atina.

Halbuki suyun bu yakasında, birileri diğerlerinin acısına sevinir oldu çoktandır. Kutuplaşma öyle derin ki ölüm bile aşamıyor. Toplum, birlikte yas tutmuyor.

Heybeli’de doğup Atinalı olan Markaris bu konuda ne düşünüyor?

“Yunanlar başkalarının acısını çok iyi anlıyorlar. Herkesin birleştiği nokta, hükümete karşı duydukları öfke ve kin oluyor. Hükümette kim olursa olsun, bu felaketlerin önüne geçilmemesine tepki gösteriyorlar. Ama felaketin acısını, çekenlerle paylaşabiliyorlar.”


İsmail Cem - Veda



Çok ileri bir tarihte

Çok yaşlı olarak
Sessizce ayrılmalıyım
Kimseye pek gözükmeden
Ve kimseyi rahatsız etmeden.

Masamın üzerinde

Dünden kalan işler
Tamamlanmamış yazılar
Okunmayı bekleyen kitaplar
Ve anılar ve umutlar.

Filleri kuyruğundan çekerek

Tepeleri aşırtmaktı görevim
Günler bitti filler tükenmedi
Ben elimden geleni yaptım
Gerisini siz tamamlayın.

Boşa geçmedi hayatım

Daha fazlası olabilirdi ama
'Buna da şükür' demeliyim
İşte sevgili dostlar
Ben böyle veda etmeliyim

Ahmet Hamdi Tanpınar’da Türk Mimarisi


Mimari, Tanpınar’da bir sehre üslûbunu veren kültür ögesidir: "Sehir, bir terbiyenin ve zevkin etrafında tesekkül eden müsterek bir hayattır. Mimarî bu hayatın asıl büyük üslûbunu yapar. Vâkıa dün oldugu gibi, artık orkestra sefi vazifesi görmez ama yine de varlıgını hissettirir. Ona dogru yürüdükçe hayat o memlekete mahsus bir renk kazanır.



 Ebediyet, şiirde olduğu kadar mimarîde de itibar sahibi olan bir mefhumdur. Hatta mimarî, devamı çok müşahhas surette ifadeye müsait malzemeden doğduğu için belki daha ziyade ona lâyıktır. Bu altından her geçeni ezen, muhteşem ve yüksek kapı, ışığın tepesinde halka halka boğulduğu bu derin kubbe, bu sert, dayanıklı malzeme, insana asırları omuzlamış hissini veren bu kalın div-kârî sütunlar, en ufak çınlayışında sesinize binlerce neslin hüsran ve neşatından toplanmış bir sesle cevap veren bu boğuk aksiseda, her şey size burada zamanı, geçmişi, geleceği hatırlatır. Uzviyetinizi zaman hapsetmiştir, onunla ve ona ait düşüncelerle mahpussunuz. Hatta şu kemerli pencereden süzülen olgun ışıkta bile devam gizlidir. Hissedersiniz ki, sizden yüz sene, iki yüz sene sonra da günün bu saatinde bu ışık, renkli camlardan böyle kayacak, duvardaki levhanın filân kıvrımını zâire yine bu kabartmada gösterecektir. Fakat bu zâir siz olmayacaksınız, tanıdığınız olmayacak ve dışarıya çıktığı zaman sizinkinden büsbütün başka bir âleme kavuşacak. Hülâsa değişen bir âlem içinde yalnız bu bina zamanı tanımayacak, ilk taşının atıldığı günün tasavvurunu devam ettirecek. Görüyorsunuz ki, mimarîde ebediyet vardır.


TAMAMI...

   Tanpınar'da Türk Mimarisi


Melih Aşık "Uğur’dan bugüne!"


- Çağdaş demokrasilerde düşünce suçuna rastlanmaz. Zararlı düşünce, tehlikeli düşünce yoktur. Doğru düşünce, yanlış düşünce vardır. Düşüncelerin doğruluğu ya da yanlışlığı ancak özgür bir ortamda ölçülüp tartılır. (Cumhuriyet, 1977)
 
- Laiklik ilkesi siyaset, ticaret, tarikat üçgeninde adım adım yok edilmektedir.
(Cumhuriyet, 1985)
 
- Demokrasinin, özgür düşüncenin, hoşgörünün ve bilimselliğin tek bir anahtarı var: “Laiklik” (Cumhuriyet, 1989)
 
- Okumayan, yazmayan, düşünmeyen toplumlar içten içe çürürler. Türkiye böyle bir sürece sokulmuştur. İş bitirmeye köşe dönmeye koşullandırılmış bir toplum eninde sonunda bu hovardalığı faturasını öder. Gidiş o gidiştir... (Cumhuriyet, 1985)
 
- Kürt sorunu azınlık şovenizmi, ayrımcılık ve terör ile değil: demokrasinin yerleştirilmesi ve insan haklarının Edirne’den Ardahan’a kadar her yerde uygulanması ile çözülür. (Cumhuriyet, 1989)
 
- Ortadoğu siyasetinde kimin kiminle ne zaman dost ne zaman düşman olacağı bilinmez. Çünkü Ortadoğu kum ve petrolden oluşan bir çamurdur (Cumhuriyet, 1991)
 
- Bugün çağdaşlık konusunda elle tutulur ne kalmışsa hepsi Atatürk döneminin eseridir. (Milliyet, 1992)
                                                                                                                                         24.Ocak.2016