18 Ocak 2019

Montesquieu " Bir ülkede yalakalığın getirisi, dürüstlüğün getirisinden daha fazla ise o ülke batar. "

“Başarılı olmak için çaba gösterirsen şans seninle olur. Tembeller için şans diye bir şey yoktur.”

“Bir tek kişiye yapılan haksızlık, bütün topluluğa yönelmiş bir tehdittir.”

“Bir rejim, halkın adalete inanmaz bir hale geldiği noktaya gelince o rejim mahkum olmuştur.”

“Bir ülkede yalakalığın getirisi, dürüstlüğün getirisinden fazla ise, o ülke batar.”

“Çeyrek saatlik bir okumanın gideremeyeceği üzüntüm olmamıştır.”

“Eskiden, bir ülkeye karşı savaşmak için asker aranırdı. Bugün, askerleri savaştırmak için ülke aranıyor.”

“Geçmiş bir yaşamı geri getiremezsin ama satın aldığın bir kitapla dünyanın en bilge kişilerinin bir ömür boyu kazandıkları birikimlerini elde edebilirsin.”

“Yasası olan toplum mutlu toplumdur. Ondan daha mutlu olanıysa yasaların kabul gördüğü toplumdur. Ondan da daha mutlu olanıysa yasalarında ayrım bulunmayan toplumdur. Toplumların en mutlu olanı ise yasaya ihtiyacı olmayanıdır.”

“İnsan ne kadar az düşünürse, o kadar çok konuşur.”

“İnsanlar doğuştan eşittirler ama bunu sonuna kadar sürdüremezler.”

“Bazen susmak, söylenen bir sürü sözden çok daha fazlasını ifade eder.”

“Dünyada başarı kazanabilmek için aptal görünmeli, akıllı olunmalıdır.”

“Çeyrek saatlik okumanın gideremediği kederim olmamıştır.”

“Ayrı Ayrı Birer Ahlaksız Yaratık Olan İnsanlar, Toplu Oldukları Zaman Namuslu Kişiler Olurlar.”

“Bir ülkede yalakalığın getirisi, dürüstlüğün getirisinden daha fazla ise, o ülke batar.”

“Okumayı sevmek, hayattaki can sıkıcı saatleri en güzel saatlerle değiştirmektir.”

“Dalkavukluğun sağladığı çıkar, dürüstlüğün kazandırdığı faydadan daha fazla olursa , o ülke batar.”

“Cumhuriyetler zenginlikten, diktatörlerde yoksulluk yüzünden yıkılırlar.”

“Aksi kanıtlanmadıkça kimse suçlu değildir.”

“Zekanın peşinde koşmayın aptallığı yakalarsınız.”

“Doğruluk ortadan kalktı mı, yükselme tutkusu bazı yüreklerde yer bulabilir, cimrilik ise bütün yürekleri sarar, istekler konu değiştirir, dün söylenen bugün söylenmez olur, yasalar içinde özgürken, yasalara karşı özgür olmak istenir, her yurttaş sahibinin evinden kaçmış bir köle gibidir. Ahlak öğüdü baskı, kural boyunduruk olur, dikkatin yerini korku alır… Eskiden herkesin malı kamunun hazinesi iken şimdi kamunun hazinesi şunun bunun malı olur. Bu durumda artık cumhuriyet cansız bir bedendir ve artık güçlü olan kendisi değil, birkaç yurttaştır ve herkes kendi çıkarı peşindedir.”

“Cumhuriyet erdemli insanların yönetimidir.”

Karla ilgili 15 ilginç gerçek

1) Kar beyaz değil 'Kar beyazı' gibi bir tanımlamayı sık kullansak da kar aslında beyaz değil, şeffaftır. Ancak karın yüzeyi ışığı farklı yönlere yansıtıp renk spektrumunu dağıtarak beyaz görünmesine neden olur.
Bazen kar farklı renk tonlarında da görünebilir. Toz, kirlilik veya tatlı su yosunu kara siyah, turuncu ve mavi renk katabilir. Ünlü Yunan filozof Aristoteles'in 2300 yılı aşkın bir süre önce sözünü ettiği pembe veya "karpuz karı", havuca renk veren maddeye benzer bir kimyasal içeren yosunlardan alır rengini.

2) Kar tanelerinin her biri farklı
Kar tanesinin şeklini belirleyen şey etrafını çevreleyen ortam sıcaklığıdır. Sivri ve uzun buz kristalleri -2 derecede oluşurken, sıcaklığın -5'e düşmesi düz, tabak şeklinde kristallere yol açar. Kar tanesi düşerken farklı sıcaklıklara maruz kaldığında kar kristallerinin altı kolu farklı şekillere bürünür.

3) Merkezdeki madde
Kar kristalleri, havadaki toz veya polen gibi katı bir maddenin etrafında oluşur. Yani merkezinde bu tür parçacıklar var.
Bu haliyle kar, sulu kar dediğimiz donmuş yağmur damlalarından ve bunların düşerken su toplaması ile oluşan doludan tamamen farklıdır. Kristalin çekirdeği olan bu madde güçlü bir mikroskopla görülebilir.

4) Kar taneleri giderek büyüyor
Dünyanın farklı bölgelerinde, çapı 15-30 cm olan dev kar taneleriyle ilgili söylentiler yıllar boyunca ortalıkta dolaşıyor. Yeterli veri olmadığı için bu söylentiler doğrulanamasa da bilim insanları kar tanelerinin bu büyüklüğe ulaşmasının mümkün olduğunu söylüyor.
Ancak hava durumu raporlarında kar tanesinin büyüklüğü ölçülmediğinden dev kar taneleri kimsenin dikkatini çekmeden etrafımızda ya da gözden uzak bir yerde o büyüklükte duruyor veya düşerken rüzgarda parçalanıyor olabilir.

5) Kar sesi etkiler
Yeni yağmış kar ses dalgalarını emdiği için karlı ortamda her yer insana daha sessiz gelir. Ama kar erimeye başlayıp sonra da donarak buz haline geldiğinde ses dalgalarını yansıtır ve sesin daha uzağa ve daha net bir halde ulaşmasını sağlar.

6) Kar için yüzlerce kelime
Eskimoların kar için 50 civarında farklı kelime kullandığına dair iddialar önce yalanlanmış, sonra da doğrulanmıştı. Ama bu sayı İskoçların yanında çok küçük kalıyor. Glasgow Üniversitesi'nden araştırmacılar İskoç dilinde kar ile ilgili 421 terim olduğunu iddia ediyor.

7) Kar fırtınası ne zaman tipi olur?
Her kar fırtınası tipi değildir. Herhangi bir kar fırtınasını tipi olarak adlandırmak için görüş mesafesinin 200 metrenin altına inmesi ve rüzgarın saatte 48 km'ye ulaşması gerekir.

8) Mars'a yağan kar
NASA simülasyonlarında yazın Mars'ın kuzeyinde ani ve şiddetli kar fırtınaları görülür. Mars'ta bulutların ve yeraltı buzlarının olduğu biliniyor. Bu nedenle kar olasılığı akla yatkın. Bilim insanları ayrıca gezegenin güney kutbunda karbondioksitten oluşan kar bulutları tespit etti.

9) Maymunlar karı seviyor
Kar yağdığında kartopu savaşından zevk alan sadece biz değiliz. 'Kar maymunu' olarak da bilinen Japon makakları kartopu yaparken ve bunları birbirlerine fırlatırken gözlendi. Yavru makakların birbirinden kartopu kaçırmaya çalıştığı ve onları geri almak için uğraştığı görüldü.

10) Fazla kar iyi değil
Uzun süre soğuk ve karlı ortamda kalmak 'Arktik histeri' adı verilen ve Kuzey Kutup Dairesi'nde yaşayan Eskimoları etkileyen bir rahatsızlığa yol açıyor. Hastalar anlamsız şeyler konuşup tekrarlıyor, mantıksız ve tehlikeli olabilecek davranışlarda bulunuyor, sonra da bu olayları unutuyor.
Rahatsızlığın A vitamini toksisitesinden kaynaklandığı sanılıyor. Ancak bugüne kadar bu tür teşhis konan hasta sayısı sadece 8 olduğu için, araştırmacılar hastalığın gerçekten var olup olmadığını sorguluyor.

11) Kardan korkanlar
Sinofobi veya kar korkusu varlığı kesin olan psikolojik bir rahatsızlık. Çocuklukta karla ilgili bir travmaya bağlı olabileceği gibi, ortada hiç kar yokken veya tek tük kar dökülmeye başlarken bile karda gömülü kalma korkusu gibi irrasyonel varyantları da olabiliyor.

12) Çığ nasıl oluşur?
Çığı tetikleyen birçok faktör var, ama sanılanın tersine gürültü onlardan biri değil. Ağırlık daha önemli bir etken. Ani ve yoğun kar yağışı, rüzgarın hızında artış, hatta bir kayakçının attığı adım bile ani ve ölümcül sonuçlanabilecek çığa neden olabilir. Ama bağırarak şarkı söylemek çığa yol açmaz.

13) Kar insanı ısıtır
Kar yüzde 90-95 oranında hapsedilmiş hava içerdiğinden çok iyi bir yalıtkandır. Bazı hayvanların kış uykusuna yatarken kar altında oyuk açması bundandır. Eskimolar bu yüzden sıkıştırılmış karla evlerini yaparlar. Vücut ısısıyla ısınan bu evlerin içindeki sıcaklık dışarıdan yüz derece daha sıcak olabilir.

14) Ne zaman kar yağar?
Karın oluşması için hava sıcaklığının 0 derecedeki donma noktasına yakın olması gerekir. Ama uzun süre yağmur yağması halinde civardaki hava serinleyerek kar kristallerinin oluşmasını sağlayabilir. Yani hava sıcaklığının yerde 6 derece kadar yüksek olması durumunda bile kar yağabilir.

15) Hızlı kar taneleri
Kar taneleri saatte 1 km ile 14 km arasında bir hızda oluşabilir. Bu havadaki ortam koşullarına bağlıdır. Kar taneleri düşerken su toplar ve rüzgarın yönü düşüş hızını hızlandırabilir. Kar tanesinin oluştuğu buluttan ayrılıp yere ulaşması yaklaşık bir saat alır.


Dale Shaw BBC Earth

Rudyard Kipling Seçme Sözler


Başarısızlık için kırk milyon neden vardır da, bir tek özür yoktur.

Hayat, zafer ve felaketle tanışmak ve bu iki sahtekara da eşit davranmaktır.

İstediğiniz şeyi elde edemiyorsanız, bu, ya onu ciddi biçimde istemediğinizin ya da fiyatı konusunda pazarlık etmeye çalıştığınızın bir işaretidir.

Ama ruhun acısını dindirmek için Tanrı’nın yardımı dışında tek bir ilaç var; o da insanın sanatı, bilgeliği ya da zihninin bir başka yararlı uğraşısı.

Dünyadaki yalanlarımızdan bazen en büyükleri kendi korkularımızdır.

Kadının tahmin ettiği şey, erkeklerin emin olduğu şeyden daha doğrudur.

Ne kadar ileri gittiğimizi, ancak geriye dönüp baktığımızda anlayabiliriz.

Asla geriye doğru bakmayın, yoksa merdivenden aşağı düşersiniz.

Altı dürüst adamım var. Bildiğim her şeyi bana onlar öğretti. Adları; ne, neden, ne zaman, nasıl, nerede ve kim.

Para, mevki veya zaferin aşırı önemine dikkat edin. Bir gün, bunlardan hiçbirini umursamayan biriyle tanışacaksınız. O zaman ne kadar fakir olduğunuzu fark edeceksiniz.

Bu kısa bir yaşamdır; ancak hayat, bu kısalığında bizlere bazı muhteşem anlar, bazı anlamlı maceralar sunuyor.

Sacher-Masoch’un Takdimi - Gilles Deleuze


Yasa, Mizah ve İroni
Yasanın klasik bir imgesi vardır. Platon bu imgenin, Hıristiyan dünyası tarafından da benimsenmiş olan eksiksiz bir ifadesini vermiştir. Bu imge, yasaya hem ilkesi hem de sonuçları açısından bakılmasını içererek bunun ikili bir durumunu belirler. İlke açısından baktığımızda, yasa ilk değildir. Yasa ikinci ve temsilci bir iktidardan başka bir şey değildir, daha yüksek bir ilkeye göre belirlenir, o da İyi’dir. İnsanlar İyi’nin ne olduğunu bilselerdi ya da ona uymayı becerebilselerdi, yasaya ihtiyaçları olmayacaktı. Yasa, İyi’nin, şöyle ya da böyle terk ettiği bir dünyadaki temsilcisidir. Bundan dolayı, sonuçları açısından baktığımızda, yasalara uymak ”en iyi”sidir, en iyi de İyi’nin imgesidir. Adil olan biri, doğduğu ülkede, yaşadığı ülkede yasalara tabi olur. Düşünme özgürlüğünü -hem İyi’yi hem de İyi için düşünme- elinde tutsa da, bunu, en iyisi için yapar. Görünüşte bu denli konformist olan bu imge, bir siyaset felsefesinin koşullarını oluşturan bir ironi ve mizahı, yasa ölçeğinin en yukarısında ve en aşağısındaki, ikili bir düşünüm genişliğini içermekten de geri kalmaz. Sokrates’in ölümü bu bakımdan bir örnek teşkil eder. Şöyle ki, yasalar kaderini mahkumun eline teslim bırakırlar ve yasaya tabiiyetinden dolayı, ondan kendilerine, üzerine düşünülmüş bir onay vermesini isterler. Yasaları, onları temellendirmek için zorunlu bir ilkeymişçesine mutlak bir İyi’ye yükselten seyirde büyük bir ironi vardır. Sanki yasa mefhumunu kendi kendine değil de, yalnızca kuvvet yoluyla ayakta tutuyormuş ve ideal olarak, daha dolaylı bir sonuca olduğu kadar, daha yüksek bir ilkeye de ihtiyaç duyuyormuş gibi. Belki de bu nedenle Phaidon’daki anlaşılması güç bir metne göre, öğrencileri ölümü sırasında Sokrates’in yanında bulunurken yüzlerinde bir gülümseme de eksik değildir. İroni ile mizah esas olarak yasa düşüncesini kurarlar. Uygulanmaları yasayla ilişkilidir ve anlamlarını buradan alırlar. İroni, yasayı sonsuzca üstün bir İyi’nin üzerini temellendirmekte sakınca görmeyen bir düşüncenin oynadığı oyundur; mizah ise, yasayı, sonsuzca daha adil bir En İyi’ye onaylatmakta sakınca görmeyen söz konusu düşüncenin oynadığı oyundur. 

Yasanın klasik imgesinin hangi etkiler altında altüst olup ortadan kalktığı sorgulanacak olursa, bunun yasaların göreliliğinin, değişebilirliğinin keşfedilmesi sonucunda olmadığı kesindir. Zira bu görelilik, klasik imgede zaten bütünüyle biliniyor ve anlaşılıyordu; onun zorunlu bir parçasını oluşturuyordu. Gerçek neden başka yerdedir. Bunun en kesin ifadesi Kant’ın Pratik Aklın Eleştirisi’nde bulunacaktır. Kant bizzat, yönteminin getirdiği yeniliğin, yasanın artık İyi’ye bağlı olması değil, aksine İyi’nin yasaya bağlı olması olduğunu söyler. Bu, şu anlama gelir ki, yasa artık, haklılığını buradan elde edeceği üstün bir ilke üzerine temellenmek zorunda değildir, bunun üzerine temellenemez. Bu da şu anlama gelir ki, yasanın kendi değeri kendi kendisine dayanarak biçilmeli ve yasa kendi üzerine temellenmelidir, dolayısıyla kendi biçiminden başka kaynağı yoktur. Bu andan itibaren, ilk kez, başka bir spesifikasyon olmaksızın, bir nesne işaret edilmeksizin, YASA’san söz edilebilr, söz edilmelidir. Klasik imge yalnızca, İyi’nin yetki alanlarına ve En İyi’nin şartlarına göre şu ya da bu olarak belirlenmiş yasaları tanıyordu. Aksine, Kant ahlak ”yasası”ndan söz ettiğinde, ahlak sözcüğü yalnızca, mutlak olarak belirsiz kalmış olanın belirlenmesi anlamına gelir: Ahlak yasası, bir içerikten ve bir nesneden, bir yetki alanından ve şartlarından bağımsız, saf bir biçimin temsilidir. Ahlak yasası YASA, yasayı temellendirmeye muktedir bütün üstün ilkeleri dışlayacak şekilde, yasanın biçimi anlamına gelir. Bu anlamda Kant, yasanın klasik imgesinden ilk vazgeçenlerden ve bizi tamamıyla modern bir imgenin yolunu ilk açanlardan biridir. Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’ndeki Kopernik tarzı devrimi, bilginin nesnelerini, öznenin etrafında döndürmeye yönelikti; ama Pratik Aklın Eleştirisi’nin, İyi’yi Yasa’nın etrafında döndürmeye yönelik devrimi kuşkusuz çok daha önemlidir. Kuşkusuz, dünyadaki önemli değişiklikleri dile getiriyordu. Yine kuşkusuz, Hıristiyan dünyanın ötesinden, Yahudi imana bir geri dönüşün son sonuçlarını ifade ediyordu; hatta belki de Platoncu dünyanın ötesinden, yasanın Sokrates öncesi (Oidipusçu) bir anlayışına geri dönüşü ilan ediyordu. Kaldı ki, Kant, yasa’yı, nihai bir temel haline getirerek, modern düşünceye başlıca boyutlardan birini, yasanın nesnesinin esas itibariyle gizli olduğu fikrini bağışlamıştı. 

Bir başka boyut daha ortaya çıkar. Sorun, Kant’ın kendi sistemi içinde keşfine verdiği dengeden (ve İyi’yi kurtarma şeklinden) kaynaklanıyor değildir. Söz konusu olan daha ziyade, ilkini bütünleyen, ilkiyle aralarında bir görelilik bulunan bir başka keşiftir. Yasa artık üstün bir ilke şeklindeki İyi ile temellendirilemedikçe, kendini, adil olanın iyi niyeti şeklindeki En İyi’ye de daha fazla onaylatmaya gerek duymaz hale gelir. Zira şu çok açıktır ki, maddesiz, nesnesiz, herhangi bir spesifikasyonu olmadan, saf biçimine göre tanımlanmış YASA, ne olduğu bilinmeyen ve bilinemeyecek bir durumdadır. Kimse ne olduğunu bilmezken iş görür. Herkesin baştan beri suçlu olduğu, yani yasanın ne olduğu bilinmeksizin sınırların zaten ihlal edildiği bir kesinsizlik alanı tanımlar. Tıpkı Oidipus’un kendini içinde bulduğu durum gibi. Suçluluk ile ceza ise, bize yasanın ne olduğunu göstermezler bile, onu bu kesinsizliğin içinde bırakırlar, bu kesinsizlik ise bahsettiğimiz şekliyle cezanın en uç noktadaki kesinliğine tekabül eder. Kafka bu dünyayı betimlemeyi başarmıştır. Burada söz konusu olan, Kant’ı Kafka’ya bağlamak değil, yalnızca yasayla ilgili modern düşünceyi oluşturan iki kutbu ortaya çıkarmaktır. 

Aslında, yasa artık her şeyden önce gelen ve üstün bir İyi üzerine temellenmiyorsa, içeriğini tamamen belirsiz bırakacak şekilde kendi biçimine göre değer kazanıyorsa, adilin yasaya en iyisi olduğu için uyduğunu söylemek imkansız hale gelir. Ya da daha ziyade: Yasaya uyan biri, yasaya uyduğu kadarıyla adil olmuş değildir ve öyle de hissetmez. Tersine, kendini suçlu hisseder, daha baştan suçludur ve ne kadar suçlu olursa yasaya o kadar sıkı sıkıya uyar. Aynı işlemle, yasa da kendini, saf yasa olarak gösterir ve bizi suçlular olarak atar. Klasik imgeyi oluşturmuş olan iki önerme, ilke önermesi ile sonuçlar önermesi, İyi tarafından temellenme önermesi ile adil tarafından onaylanma önermesi aynı anda çöker. Ahlaki bilincin bu fantastik paradoksunu ortaya çıkaran Freud olmuştur: Yasaya uyma ölçüsünde adil hissetmenin bir hayli uzağında, ”özne ne kadar erdemliyse, yasa da o kadar sert davranır ve o kadar büyük bir kılı kırk yarmacılık sergiler… En iyi ve en uysal varlıktaki ahlak bilincinin bu denli sıradışı sertliği…” 

Dahası, paradoksun analitik açıklamasını yapan da Freud olmuştur: Ahlak bilincinden türeyen, dürtülerden vazgeçiş değildir, tersine vazgeçişten doğan ahlak bilincidir. O halde, vazgeçiş ne kadar kuvvetli ve sert ise, dürtülerin mirasçısı ahlak bilinci de o kadar kuvvetli olur ve o kadar sertlikle uygulanır. (”Bu vazgeçişin bilinç üzerine uygulanan eylemi öyledir ki, tatmin etmeyi bıraktığımız bütün saldırganlık bölümü, üstben tarafından yeniden ele alınır ve kendi saldırganlığını ben’e karşı vurgular.”) O zaman öteki paradoks da çözülür. Lacan’ın dediği gibi, yasa, bastırılmış arzuyla aynı şeydir. Çelişkisiz bir biçimde nesnesini belirleyemeyecek ya da dayalı olduğu bastırmayı ortadan kaldırmaksızın bir içerikle tanımlanamayacaktır. Yasanın nesnesiyle arzunun nesnesi birdir ve ikisi de gizlenmiştir. Freud, nesne özdeşliğinin anneye, arzunun ve yasanın özdeşliğinin kendisinin ise babaya gönderme yaptığını gösterdiğinde, yalnızca yasayı belirlenmiş içeriğe nasıl kavuşturduğunu değil, bunun neredeyse tam tersine, yasanın nasıl, Oidipusçu kaynağı gereği, nesneden olduğu kadar özneden de (anne ile baba) çifte bir vazgeçişten doğan saf biçim olarak değer kazanmak için, içeriğini zorunlu olarak gizlemekten başka bir şey yapamayacağını gösterdiğini ileri sürer. 

O halde, Platon’un kullandığı, yasalar düşüncesine hükmetmiş olan klasik ironi ve mizah altüst edilmiş olur. Yasanın İyi üzerine temellenmesi ve bilgenin bunu En İyi’yi gözeterek onaylamasıyla temsil edilen çifte genişlik, hiçliğe indirgenmiş olarak bulunur. Bir tarafta yasanın belirsizliği, öbür tarafta cezanın kesinliğinden başka bir şey yoktur. Ama ironi ile mizah buradan, yeni, modern bir figür kazanır. Bir yasa düşüncesi olmayı sürdürürler, ama yasayı, ona tabi olanın suçluluğu içindeyken düşündüğü gibi, içeriğinin belirsizliği içinde düşünürler. Şu açıktır ki, Kafka mizaha ve ironiye, yasanın statüsünün değişmesiyle ilişkili olarak tam anlamıyla modern değerler katar. Max Brod, Kafka’nın Dava’sını okuduğu sırada, dinleyenlerin ve bizzat Kafka’nın gülmekten katıldığını hatırlatır. Bu, Sokrates’in ölümünü karşılayan gülüş kadar gizemli bir gülüştür. Trajiğin sahte-anlamı salaklaştırır; kimbilir ne kadar çok yazarı, onları harekete geçiren düşüncenin saldırgan komik gücünün yerine çocuksu bir trajik his koyarak, olduğundan saptırıyoruz. Yasayı düşünmenin her zaman tek bir tarzı olmuştur, bu da düşüncenin ironi ve mizahtan oluşan bir komikliğidir. 

Ama işte, modern düşünceyle birlikte, yeni bir ironinin ve yeni bir mizahın imkanı doğuyordu. İroni ile mizah artık yasanın altüst edilmesine yöneltilmiştir. Yeniden Sade ve Masoch ile karşılaşırız. Sade ile Masoch, yasaya bir karşı çıkışın, yasayı kökten bir altüst edişin iki büyük girişimini temsil ederler. Yasaya ikinci bir iktidar dışında hiçbir şey bahşetmemek amacıyla, yasayı daha yüksek bir ilkeye doğru aşmaya dayanan hareketi hala ironi olarak adlandırıyoruz. Ama üstün ilke, artık yasayı temellendirmeye ve yasanın kendisine devrettiği iktidarın haklılığını göstermeye muktedir bir İyi olmadığında, olamadığında tam olarak ne olur? Sade bize bunu öğretir. Tüm biçimleriyle (doğal, ahlaki, siyasal) yasa, ikinci doğanın bir kuralıdır, her zaman muhafazası için gösterilen özneye bağlıdır ve hakiki egemenliği haksız olarak elinde tutar. Çok iyi bilinen bir şeçeneğe göre, yasanın, daha kuvvetli olanın dayattığı kuvvetin ifadesi, ya da tersine, zayıfların koruyucu birliği olarak algılanmasının pek önemi yoktur. Zira bu efendilerle bu köleler, bu kuvvetlilerle bu zayıflar bütünüyle ikinci doğaya aittir; tiranı teşvik edip yaratan zayıfların birliğidir, olmak için bu birliğe ihtiyaç duyan ise tirandır. Her halükarda yasa, gizemli kılma yöntemidir, devredilmiş bir iktidar değil, köleler ve efendilerin iğrenç karmaşıklığı içindeki, haksız yere elde tutulan bir iktidardır. Sade’ın, yasa rejimini hem tiranlığa maruz kalanlara hem de tiranlık edenlere ait olması yüzünden ne denli kınadığı fark edilecektir. Gerçekte, yalnızca yasanın tiranlığına maruz kalınmıştır: ”Komşumun tutkuları yasanın adaletsizliğinden çok daha az kaygı verir, zira bu komşunun tutkuları benimkiler tarafından engellenmiştir, oysa yasanın adaletsizliklerini hiçbir şey durduramaz, hiçbir şey engelleyemez.” Ama aynı zamanda ve özellikle, ancak yasa yoluyla tiran olunur: Tiran yasa dışında hiçbir yolla tomurcuk veremez ve Chigi’nin Juliette’te de söylediği gibi: ”Tiranlar asla anarşi ortamında doğmazlar, yalnızca yasaların gölgesindeyken yükselişe geçtiklerini ya da yetkiyi yasalardan aldıklarını görürsünüz.” Sade düşüncesinin özü budur. Tirana duyduğu kin ve yasanın tiranı mümkün kıldığını gösterme tarzı. Tiran yasaların dilinden konuşur ve başka bir dili yoktur. ”Yasaların gölgesine” ihtiyaç duyar. Sade’ın kahramanları da, artık hiçbir tiran konuşamayacakmış gibi, hiçbir tiran asla konuşmamış gibi konuşarak, bir karşı-dil oluşturarak tuhaf bir anti-tiranlıkla kuşatılmış bulunur.
etilen.net