18 Şubat 2019

A'dan Z'ye Tezer Özlü

ARNAVUTKÖY: “Yokuşu çıkıyorum. Sıcakta biraz güç. Camları açıyorum. Karşımda göl gibi Boğaz. Vaniköy’ün gerisi yemyeşil sahili kaplıyor. Tahta evler, ağaçlar, çatılar, yokuşlar. Arnavutköy, bu büyük kent içinde yolları, Rum balıkçıları, deniz kıyısındaki meyhaneleri ile kentin en az bozulmuş semtlerinden biri.

Bu mavi Boğaz parçası, bu yeşil Vaniköy sahili, iskeleye uğrayan küçük vapurlar, denizin tüm kesitini kaplayarak geçen büyük şilepler, uzak ülkelerin özlemini getiren beyaz yolcu gemileri, canlı çarşı sokaklarını kaplayan tahta evler, Akıntı Burnu’nu dönerken başlayan güçlü rüzgâr. Karşımızda doğan güneş. Sisle beyazlaşan sabahlar. Yalı camlarına kıpkırmızı yansıyarak batan güneş. Deniz yüzeyini dolduran martılar.”

“Burası benim yerim. Bu denizi, bu bitkileri, bu ağaçları, bu küçük semti yaşamak için, bu gökyüzünün değişen renklerine bakmak için yaşlılığımda uzun yıllar olacak. Hiç başka bir yer değil, burada oturup değişen, kalabalıklaşan dünyaya çıkmadan yaşamak istediğim yer burası.” Arnavutköy - Kalanlar

AZİZ NESİN: “Aslında hiçbir yere gitmek istemiyordum. Uçağın önündeki kabin, iriyarı polisler, bir yıl önce bu konuda “donuma kadar kendi toprağımda beni arayan Alman polisler…” diye konuşan Aziz Nesin’i düşündürdü hemen bana. Sonra onun sevimliliğini ve sorunları kavrayışındaki ataklığı anladım. Birkaç sevimli insandan daha önemli hiçbir şey yok yaşamda, dedim.” Anlatı ve Günlük Parçaları - Kalanlar

BERLİN/BÜYÜK KENT: “Bir başkalığı vardı bu kentin. Mutlu küçük burjuvalar, burjuva evlilikleri, büyük burjuva zenginlikleri hiç de göze çarpmıyordu. Sanki kentte herkes başına buyruk, herkes yeni ilişkilere açık, herkes kurallara başkaldırıyordu.

Duvar kenti ikiye ayırıyordu. Batı’da bir başka yaşam, Doğu’da bir başka yaşam var. Batı yakasında hemen duvar çevresinde binlerce Türk işçi ailesi, Anadolulu oturuyor. Kahvelerini, kasaplarını, sebzeci dükkânlarını açmışlar. Küçük sinemalarında Türk filmleri gösteriyor, kahvelerine Türkiye’den hiç tanınmamış şarkıcı ve dansözler bile getiriyorlar. Bu semtte en çok işitilen dil Türkçe. Sirkeci’de, Eminönü’nde satılan müzik kasetlerini burada bulmak mümkün. Batı yakasında, duvar dibindeki gözetleme kulesine çıktığınızda, sanki dünya önünüzde:

-İşte Doğu, işte Üçüncü Dünya, biraz ötede de tüketim mağazaları, pubları, kahveleri, meyhaneleri ve bitmeyen araba trafiği ile Batı.” Anlatı ve Günlük Parçaları – Kalanlar

“Hiçbir kent insana Berlin kadar ölümü, hiçbir kent insana Berlin kadar yaşamı düşündürmüyor. Her duvar dar. Her duvar kapalı. Her duvar insanın üzerinde bir baskı. Bu kentin her yerine daha önceki duvarlarımla birlikte gidiyorum. Ana babamın evinin dar duvarlarıyla. Evliliklerin bunaltıcı duvarlarıyla. Büroların sigara kokan duvarlarıyla.” Yaşamın Ucuna Yolculuk

“Yarısı Doğu, yarısı Batı, arası Türkiye olan kent.” Yaşamın Ucuna Yolculuk

CESARE PAVESE: “En sevdiğim yazar Cesare Pavese.” Kalanlar

“Yalnız değilsin. Mozart seninle. Pavese seninle.” Kalanlar

“Pavese’in doğduğu gün doğduğumu şaşarak öğreniyorum: 9 Eylül. Ben gece yarısından sonra. Ama Anadolu’da gece yarısı geçtiğinde, S. Stefano Belbo’da henüz belki de gece yarısı olmamıştı. Aynı gün, aynı yıl değilse de.” Yaşamın Ucuna Yolculuk

ÇILGINLIK: “Yirmi yaşım ile otuz yaşım arasında aklın bittiği yerleri ve çıldırmanın sınırlarını aradım. Çıldırmanın beni ne kadar ilgilendirdiğini biliyorum, bu yüzden onu kendi kafamda ve beynimde yaşamaya kalktım. Akıl ile çılgınlık arasındaki ufak, yıldırım hızına sahip atlayışı sözcüklerle nasıl anlatabilirim.

Beyin, düşünce kendini özgürleştiriyor, fırlıyor, bir roket gibi evrene boşluğa. Onunla birlikte gövde de. Ya da gövde kalıyor da, düşünce gövdeyi koparıp sonsuz boşluğa doğru uçmaya başlıyor. Acı veren bir şey bu. Çok acı veren. Ürküten. Hem de nasıl ürküten.

Çılgınlığı bilmeden aklın sınırları son derece can sıkıcı. Kabul edilemez. Yetersiz.

Aklın dünyasında başka şeyler olmalıydı. Ben çılgınlık dünyasına en derin, en uzun, en sonsuz yolculuğu yaptım. En acı veren yolculuğu. Tüm öbür acılar, akıldan çılgınlığa geçişle karşılaştırıldığında kabul edilebilir. Çılgınlık yoluyla kurtuluşumu ne büyük bir cesaretle tamamladım, tüm acılardan, gövdelerden, güneşlerden, ana-babalardan ve çocuklardan, güvenden ve güvensizlikten, tüm düzenlerden.” Batı Günlüğü - Kalanlar

DÜZEN: “Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. Hiçbir şey. Hiçbir korku... Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç. Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelere otur –artık hiçbir yerdesin.” Batı Günlüğü - Kalanlar

ESKİ SEVGİ: “Onunla da Eski Sevgi’ye gitmek istemiştim. Kelebekli otobüsü bekliyorduk. Bekliyor gibi de değildik. Ölümü düşünüyor, ölümden söz ediyorduk. Ceketlerimizi çıkarmıştık. Sıcaklık bizi rahatsız etmiyordu. Farkında bile değildik. Yaşamın bir kesitiydi. Varolmanın. Bizi bulmuştu. Resimde. Onu ve beni.” Eski Sevgi- Eski Bahçe Eski Sevgi

FERİT: “Ben en çok seni kavrayabiliyorum. Nasıl anlatayım. Senden başka hiçbir insanı tam anlamıyla, bütünüyle kavrayamıyorum. Öykülerini ve çevirilerini ve yazılarını da iyi anlıyorum. Diğer kişilerle aramda hep bir boşluk kalıyor, Demir’le bile. Galiba en çok da seni seviyorum. Bana mektubun bile Bach kadar dinlendirici geliyor.” Her Şeyin Sonundayım, Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları

GİTMEK İSTEMEK: “ Pazar günleri… Şimdilerde… Sokak aralarından geçerken… gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim… evlerin pencere camları buharlaşmışsa… odaların içine asılmış çamaşırlar görürsem… bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyodan naklen futbol maçları yayınlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek… isterim hep.” Çocukluğumun Soğuk Geceleri

HİÇBİR KADINLA YATMAMIŞ BİR ERKEK: “Hiçbir kadınla yatmamış bir erkeğin bu denli gülü bu denli de çekici olduğunu bilmiyordum. Senin doyumsuzlukla algıladığın duyguları, bağımsızlıkla başladığın sabahları ve doyumsuzlukla yaklaştığın geceleri, okşadığın tenleri, varoluşunu anımsadığından beri düşündüğün insan yaklaşmalarını, bütün duyguların ve tenlerin başlangıcındaki yirmi iki yaşında bir yeni/insana duyurmak olası mı?” Yaşayanlar, Ölenler - Eski Sevgi 

ISLAKLIK: “Çocukken ıslak topraktan çıkardığımız solucanları düşünüyorum. Karlar altından fışkıran mavi, sarı, mor çiğdemleri düşünüyorum. Hiçbirini bir daha görmediğim taşralı arkadaşlarımı düşünüyorum. Toprağın ıslaklığının güzelliğini düşünüyorum. Onunla yatarken uyuşan gövdemi düşünüyorum. Ürperiyorum. İnsanın ıslaklığının güzelliğini düşünüyorum. Sayısız sevişmeler işte bu bozkırı, kuru tarlaları, güneşin kızıllığını, insan sevgisini öğretti bana, diyorum. Hiç de, belirli bir insan üzerinde toplanmıyor bu sevgi. Toprak altındaki solucanlardan, gökyüzünde yüksekliklere tırmanan ve gerilerinde bulutlardan yollar bırakan uçaklardan da öteye gidiyor.” Çocukluğumun Soğuk Geceleri

İHTİYARLIK: “Mutlak anımsıyorsun. İhtiyarlık diye bir olguya inanmıyorum, çünkü gençliğe de inanmıyorum. Çocukken de, genç iken de ihtiyarı içinde taşıyorsun, yaşlanırken de çocuğu. Ancak yaşlandıkça duygusallaşma biçim değiştiriyor. Gençlik duygusallığı öfke, beklenti, başkaldırma, cesaret gibi duygularla iç içe, ama yaşlandıkça duygusallığa acımsı tatlar karışıyor, buruk.” Her Şeyin Sonundayım, Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları

JOYCE: "Şimdi de Ulysses'i okumakla meşgulüm. Ne kadar keyifli bir kitap. Cenazeyi anlatırken, ne kadar alayla anlatıyor. 'Ceset kokuşmuş etten başka ne? Ya peynir? Peynir de sütün cesedi.' Joyce, ceset derken, peynir demek ne güzel bir geçiş.” Her Şeyin Sonundayım, Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları

“Yakında Milliyet Sanat’a ‘James Joyce Zürih’te’ diye bir yazı hazırlayacağım. Onlar için değil, Joyce’un mektuplarını çok sevdiğim için. Onun için mezarı başında çektiğimiz fotoğrafı ilk sana yolluyorum. Mezarlıklarda en büyük huzuru duyar oldum, fotoğrafta da belli oluyor, değil mi? Ölmek isteğim yok. Yaşama isteğim olmadığı gibi.” Her Şeyin Sonundayım, Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları

KÜÇÜKBURJUVALAR: “Babamla annem arasında hiçbir sıcaklık, hiçbir sevgi yok gibi. Annem onu erkek olarak hiç sevmediğini her davranışıyla belli ediyor. Bütün küçükburjuvalar gibi, sorumluluklarının zorunluluğu ile bağlılar birbirlerine. Her sabah ve her gece öylesine sevgisiz ki.” Çocukluğumun Soğuk Geceleri

LEYLÂ ERBİL: “Sevgili Leylâ,

Bundan sonra bana hangi insan ne verebilir, diye düşünüyorum ve Türkiye’de tanıdığım insanları bir anda kafamda geçiriyordum. Zaten bana orada bir şeyler veren tek dostum Leylâ, diyordum kendi kendime, senin yanına bir kişi daha koymaya, bulmaya çalışıyordum. O sırada Deniz senin mektubunu getirdi.

Tabii, sende, ya da bende sana benzeyen çok yönler var. Mektubunu okuduktan sonra otobüs beklerken bunları düşündüm. Erkeklerin beğendiği, istediği bir kadınsın. (Sana söylediklerimi kendime de söylüyorum.) Hep sevildin. Güzelsin, temizsin. (Pis kadın olur mu, diyeceksin.) Ama kimlerin pis olduğunu sen de çok iyi biliyorsun. Sonra senin, benim gibi (galiba kendimi çok koydum bunun içine) eleştirici yanın çok güçlü. Sonra cin gibisin, bir kere kendi kendini iyi gözlüyorsun. Bu gariban insanlar ne kendilerinin, ne de yazdıklarının farkındalar. Zaten farkında olsalar bunları yazamazlar. Cahil insanlar. Aksaray köftecisi ne ise, bunların yaptıkları edebiyat da bu… Ne büyük acı ki, topluma yön verecek olan yazarlar, kendi kendilerinin bilincinde değiller. Dünyanın ve dünya yazınının ne olduğunu bilemiyorlar. Bunlar daha mahalle ve gün kadını.” Tezer Özlü'den Leylâ Erbil'e Mektuplar

MARBURG EDEBİYAT ÖDÜLÜ: “İnsanın, kendisinin ödüllendirildiği bir töreni yazması gerçekten güç. Ama Federal Almanya’da basılan gazetelerimiz genellikle futbol maçı, nişan, düğün, sünnet töreni, ya da yurttan gelen bir şarkıcı konserine geniş yer ayırmalarına karşın, hemen Frankfurt kentinin bir saat yakınındaki Marburg kentinde Türkiyeli bir yazara verilen ödülü duymadılar ve ben tek başıma Türk yazınını temsil etmek, hem de Milliyet Sanat Dergisi’ nin yazarı olarak, ikinci bir kişilikle olayı tarafısız izlemek zorunda kaldım. İkinci bir dilde kitap yazıp, o dilin edebiyat ödüllerinden birini alan ilk Türk yazarı olarak bu töreni okura yansıtmayı görev sayıyorum.” … Marburg Edebiyat Ödülü Üzerine - Tezer Özlü’ye Armağan

NEDEN EDEBİYAT?: “Yeryüzüne dayanabilmek için. Bu çabada da, düşünüyorum da en büyük direnme gücünü veren yazar Franz Kafka.” Kafka ile Yaşamak, Yeryüzüne Dayanabilmek İçin 

NEDEN YAZILIR?: “Dünya acılı olduğu için yazılır. Duygular taştığı için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. Ama insan bir kez bu zavallılıktan sıyrılmayagörsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına alabilir. İşte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazı yazılır. (ya da kendi kendine kanıtlamak için). Çünkü, insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. Dünyasına egemen olan insan, acıları coşkuya, bunalım yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka dönüştürebilir. Ben dünyama egemen olmayı edebiyatla öğrendim.” Yaşamla ve Ölümle Hesaplaşmak İçin Yazıyorum - Yeryüzüne Dayanabilmek İçin

OĞUZ: “Biz yıllardır bu kentte yaşıyoruz. İçimizde ömrü bitenler oldu. Onları oldukça eğlentili törenlerle gömdük. Bu törenlerden ağıt ve içtenlik yönünden en ağır basanı Hayalet Oğuz’un cenaze töreni oldu. Oğuz, İstanbul’da yaşadı. Oğuz bir dönemi yaşadı. Yeryüzünde belki de hiç kimsenin yaşayamadığı gibi. Tek bir sandalye sahibi olmadı. Bir, iki giysisi temizleyicide durur, kirlenince yenilerini satın alır, iç çamaşır ve çoraplarını en yakın çöp tenekesine atardı. Ev almadı, ev kiralamadı, eşya almadı, eşya tamir ettirmedi, belki de tek bir mobilya mağazasına girmedi. Pasaport almadı, karı almadı, karı boşamadı, kimseyi gebe bırakmadı, resmi dairelere girip çıkmadı.

Bir kez bir kadın parmağına yüzük takıp:

-Oğuz, sen benim nişanlımsın, dediyse de, Oğuz kadının başkalarıyla yatıp kalkmasına hiç ses çıkarmadı. Kimseye baskı yapmadı, canlı ya da cansız hiçbir şeye malı gözüyle bakmadı. Nişanlı geldiği gibi gitti. Bu da Oğuz’u ne sevindirdi, ne de üzdü.

Oğuz’u, ilkokulu bitirdiğim yıl Fatih’teki evimizin balkonundan ağabeyimin odasına bakınca görmüştüm. İncecik bir adam, yatakta uyuyordu. Zayıflıktan ölmüş gibiydi. Yüreğim burkuldu. Anneme koştum:

Anne, içeride yatan adam zayıflıktan ölecek, dedim. Oğuz, 21 yıl sonra, 1975 Eylül ayında öldü. 21 yıl süreyle birbirimizi çok sık gördük. Aynı evlerde yaşadık, aynı çevrelerde dolaştık. Aynı kitapları okuduk.” Hayalet Oğuz - Eski Bahçe

ÖLÜM: “Sıska bedenimden deriler sarktığında izin isteyeceğim. Ölmek için köyüme döneceğim, diyeceğim. Burada ölemez misin? diyecek. Burada ölecek yer yok, diyeceğim. Sonra siz beni yakarsınız. Ya küller arasında uyanıp, gövdemi arayıp, yalnız külleri görürsem? Oysa toprak içinde bir süre daha kollarım, bacaklarım ve tüm bedenimle birlikte olabileceğim. Belki ölüme alışana dek. Ölüm içinde ölümü unutana dek.” Anlatı ve Günlük Parçaları - Kalanlar

“Ölüm düşüncesi izliyor beni. Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur, yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeyi denemeye iten bir kaygı.

Karanlık bir gecenin geç saatinde kalkıyorum. Herkes her geceki uykusunu uyuyor. Ev soğuk. Çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum. Günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum. Kusmamak için üzerine reçelli ekmek yiyorum. Genç bir kızım. Ölü gövdemin güzel görünmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum. Sanki güzel bir ölü gövdeyle öç almak istediğim insanlar var. Bir haykırış! Sessizce yatağa dönüyorum. “ Çocukluğumun Soğuk Geceleri

PAZAR GÜNLERİ: “Böylesi sokak arası evlerde olduğu gibi, bizim evde de Pazar günleri dayanılmaz bir curcuna oluyor. Çoğunlukla bütün aile evde oluyor. Babam, Pazar günleri pijamasını hiç çıkarmıyor. Annem bütün gün öğrencilerin sınav kâğıtlarını okuyor. Babam müfettiş. Evde olunca hep rapor yazıyor. Sonra bunları yüksek sesle okuyor.

Banyo pazar günleri yakılıyor. Sırayla yıkanıyoruz. Soğuk günlerde, soba yanan odaya büyük bakır leğen getiriliyor. Başımızı eğip, saçlarımızı yıkıyoruz. Sonra leğene oturuyor, çok az bir suyla gövdelerimizi yıkıyoruz.” Çocukluğumun Soğuk Geceleri

RAHİBE: “O çocukluk yıllarımızda en büyük merakımız, başlarını lacivert örtüler altında gizleyen bu soluk yüzlü kadınların saçları. Bir söylentiye göre saçları kısacık ve kafalarında tıraşla bir haç kazılı. Ne ilginç ve olağanüstü bir görüntü olmalı. Birinden birinin başörtüsünü çekivermek, başlarına kazılmış haçı görmek ve ne neden rahibe olduklarını bilmek, öğrenmek istiyoruz. Oysa bu dileğimiz yıllar yılı sürüyor. Hiçbir gerçeği öğrenemiyoruz. Dokuz yıl süreyle yönelttiğimiz sorulara tek bir yanıt alıyoruz:

-Tanrıyı her şeyden çok sevdiğim için rahibe oldum. Tanrıyla birleşmek yeryüzü verilerinin en güzeli, en kutsalıdır!” Okul ve Okul Yolu- Çocukluğumun Soğuk Geceleri

SİSLER BULVARI: “Ağabeyim rahat. Onun özel odası var. Kitaplığı, giysi dolabı, dilediği zaman yakabileceği gaz sobası var. Ayakkabılarını bana boyatıyor. İlkin çamurlarını iyice temizlememi istiyor. Kitapları odasının duvarlarını kaplıyor. Onları çok titiz kullanıyor. İzinsiz almamızı istemiyor. Gene de o çıkar çıkmaz odasına giriyorum. Her gün geçtiğim için mi, yoksa herkes sözünü ettiği için mi, hep Sisler Bulvarı’nı okuyorum. Bekleyen gemiler. Uzak limanların özlemi. Düşlenen, erişilemeyen sevgililer.” Çocukluğumun Soğuk Geceleri

ŞİMDİ: “Şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. Şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum. Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum. Anlıyor ama kavrayamıyorum.” Kalanlar

TUTULMAK: “Mayakovski’nin aşk özlemi, aşkın kendisine âşık olmak, tutulmak olduğunu tüm mektupları kanıtlıyor. Özellikle son mektubu. Tutulmak, bağlanmak istediği kadar bağlıdır. Aslında gerçek bir tutku.” Anlatı ve Günlük Parçaları - Kalanlar

UYANMAK: “Uykusuz gece geçirenler yorgun kalkacak. Uzun uyuyanlar da yorgun kalkacak. Kimi mutlu, kimi acılı, kimi sevgi ile geçirdiği gecenin aşkı ile uyanacak. Kimi öfke ile. Kimi kendine güne nasıl başlayacağını soracak. Kimi bir intiharı düşünecek. Kimi özlem duyduğu bir kenti. Özlem duyduğu bir insanı. Kimi bugün beklenmedik bir ölümle ölecek. Kimi yalnız dağlar ve tarlalarla tanıdığı dünyasına bakacak. Kimi tanrısına yakaracak. Kimi bir silahla birisini öldürecek. Kimi birilerini öldürmek için bir yerlere bomba atacak. Pankart asacak. Kimi ölümle yargılanacak. Kimi barış konferanslarına katılmak için uzak bir yolculuğa çıkacak. Bütün ülkelerin ordularının askerleri insan öldürme talimi yapacak. Kimi ülkede bir darbe olacak. Gazeteler basılmıştır. Radyolar sabah programlarına çoktan başlamıştır. Akdeniz’de balıkçılar balık ağlarını çoktan sulardan çekmiştir. Akdeniz’de kadınlar kapılarının önünü çoktan süpürüp sulamıştır. Kamyonlar, arabalar yollardadır. Buzhanelerde bugün gömülmeyi bekleyen cesetler vardır.

Sonsuz dünyanın, sonsuz yazlarından bir sabah. ” Yaşayanlar, Ölenler – Eski Sevgi

ÜLKE: “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi.” Tezer Özlü'den Leylâ Erbil'e Mektuplar

VAROLUŞ: “Birisinin teniyle yan yana olmak, kendi varoluşumu unutmak mı? Ya da daha derin algılamak mı? Kendi varoluşum. Her varoluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu?” Yaşamın Ucuna Yolculuk

WALSER: “Bilmem Robert Walser’i tanır mısın? İsviçre edebiyatının bence en önemli yazarı. Tam bir Kafkaesk korku ve Dostoyevski yüreği ve zaman zaman Gogol acı humoru taşıyan bir yazar. 12 cilt yapıtı arasında romanları, mektupları, küçük prosa metinleri, şiirleri… 1878 doğumlu. Sekiz yıl Berlin’de yaşıyor. 1919-1988 yılları arasında Bern yakınlarında Waldau kliniğinde kalıyor, orada da yazmaya devam ediyor. 1933-1956 yılları arasında (kendisi istemediği halde) Herisau kliniğine konuluyor, şizofreni diyorlar… 23 yıl ne konuşuyor, ne yazıyor, ne yaşıyor… Yalnız uzun uzun yürüyüşlere çıkıyor. Kendi çağdaşları Musil, Kafka, W. Benjamin ve diğer yazarlar Walser’i okumuş.

Büyük yoksulluk çekmiş, uşaklık bile yapmış.” Her Şeyin Sonundayım, Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları

YAŞAMIN SONU: “Yaşamın sonu hiçbir zaman bana ırak gözükmedi. Her yüzde, her solukta, her büyüyende, her yaşlananda, her sarılmada, her sabahta gördüm yaşamın sonunu. Çocukken bile buğday tarlalarında, yaz gecesi mehtabında ve çocukluk gecelerinin derin karanlığında gördüm yaşamın sonunu, ama ben giderken, ben ya da tren görünümlerinin içinden, kentlerden, köylerden, tarlalardan, dağ sıraları önünden, ardından, bir göl kıyısından, bir nehir yatağı ya da gri bir deniz yüzeyi boyunca ilerlerken, yol alırken, tanımadığım insanlar hızla gidiş yolunun aksi yönde yitip giderken, her görüntüyle birlikte ardımda benden uzaklaşırken, yitip giderken, işte ancak o zaman uzaklaştım yaşamın sonundan.” Yaşamın Sonuna Yolculuk

YAZMAK: “Bazan bir şeyi yaşarken olaya dışarıdan bakıp, o olayı yazmak için yaşadığım duygusuna kapılıyorum. O zaman içimden bir ses, karşındakine haksızlık ediyorsun, diyor. Olmaz böyle bir şey, diyor. Olayın içine girmeye çalışıyorum. O zaman da kendime haksızlık ediyormuşum gibi oluyor. Böylece kendi özüm ve gözetimim (yazmak için) arasında gidip geliyorum.” Anlatı ve Günlük Parçaları - Kalanlar

ZORAN: “Erkek: Benim adım Zoran. Güneşin doğuşu demek. Kadın batmaktaolan güneşe bakar.

sabitfikir.com


Michelangelo

Şekil veriyorsa sert taşlara acemi çekicim
insan suretine büründürüyorsa onları
her hareketine rehberlik ettiğindendir ustanın
seyredip hükmederek vuruşlarıma
            Lakin o ilahi varlık, göklerde yaşayan
güzelleştirir kendini ve başkalarını her yaptığıyla
bir çekiç bile var olamazsa, olmadan bir çekiç
yaratılır her can onun varlığıyla
            Ve şiddetlendikçe her darbe
o, kaidede yükseldikçe yükselir
eserimi de aşıp göğe erişir
            Oysa tamamlanamazdı
yardım etmese ilahi usta
dünyanın o eşsiz elini uzatmasa
Çev: Oya İşeri Gever

 ***

    İyi sanatçı, sadece mermerin içindekini düşünür; taşın içinde uyuklayan figürleri serbest bırakmak içinse büyüyü yalnızca heykeltıraşın eli bozabilir.

 Mermere sıkışmış bir melek gördüm ve onu özgürlüğüne kavuşturuncaya dek mermeri oydum.

 Güzellik, fazlalıklardan arınmalıdır.

 Hâlâ öğreniyorum.

 İnsanlar, benim ustalığımı elde etmek için ne kadar sıkı çalıştığımı bilseler, onun o kadar hayret edilecek bir şey olmadığını anlarlar.

 Ben heykeltraşım ressam değilim.

***

Kıyamet Günü tablosuna başından beri muhalefet eden yeni Papa IV. Paulus ise, tablodaki imgelerin fazlaca müstehcen göründüğünü belirterek Michelangelo’dan tabloyu biraz daha ‘düzgün’ hale getirmesini isteyince, ustanın cevabı şu olur: “Papa’ya söyleyin, bu küçük bir mesele ve kolaylıkla uygun hale getirilebilir. Önce kendisi yaşadığımız bu dünyayı uygun ve yaşanılır bir hale getirsin, sonra da bu tablo da aynı uygunluğa girecektir.” Michelangelo’nun yaşadığı çağ, kendisiyle boy ölçüşebilecek derecede yetkin ressam ve heykeltıraşçılara da tanıktır aynı zamanda.


Martin Luther’in, 95 Maddelik Tezi

Endüljansların Kudret ve Yararı Açıklamaları Üzerine Tartışma (Latince: Disputatio pro declaratione virtutis indulgentiarum) veya kısaca Doksanbeş Tez, kilise vaizleri tarafından Endüljans (günahların af edildiğini gösterir belge) satışına karşı, 1517'de Martin Luther tarafından yazılmış ve Protestan Reform'un başlamasına sebep olduğu iddia edilen akademik şerh, doksan beş maddelik eleştiri.
Günah Affı Belgesi (Endüljans) satışını ve satışa izin veren Katolik Kilisesi ile Papa'nın tutumunu eleştiren doksanbeş tez; Katolik Kilisesi'nin Avrupa'daki siyasi gücünün zayıflamasında önemli bir etken olarak kabul edilir.
Wittenberg Üniversitesi'nde, 'din ahlakı' bölümünde öğretim görevlisi olan Rahip Martin Luther, Endüljans hakkındaki eleştirisini 31 Mart 1517 tarihinde Mainz Şehri Başpiskoposu Brandenbuglu Albert'e gönderir. Tezin yazım tarihi olarak kabul edilen bu tarih, aynı zamanda Protestan Reformu'nun da başlangıcı kabul edilmekte ve her yıl 31 Mart, Reform Günü olarak anılmaktadır.
Doksan Beş Tezin Brandenburglu Albert'e mektup olarak gönderilmesinden sonra, Wittenberg kiliseleri ile Üniversite'ye de gönderildiği ve ayrıca Wittenberg'deki All Saint's (Tüm Azizler) Kilisesi (Schlosskirce-Kale Kilise) kapısına asılarak halka yayınlandığı iddia edilmektedir.
Hristiyanların öldükten sonra Araf'ta, işledikleri günahların cezasından kurtulmaları için satılan Endüljans Belgesi aleyhine, Luther;
  • ilk tezinde Matta İncili 4:17'deki İsa'nın "Tövbe edin" sözüne gönderme yaparak, tövbenin Hristiyan'ın kendi içinde yaşadığı bir mücadele olduğunu söyler;
  • 20, 21 ve 22. tezlerinde, böylesi genel bir tövbe kabulünün bizzat Tanrı tarafından yapılabileceğini iddia ederek, Katolik Kilisesi ve Papa'yı yetkisi dışına çıkmakla eleştirir;
  • 35. ve 36. tezlerinde, Endüljans Belgesinin, Hristiyanların gerçek bir pişmanlıkla tövbe etmelerinin önünü kapattığını ve günah işlemekten çekinmemelerine sebep olduğunu savunur;
  • 41-47. tezleri arasında, Hristiyanlar için bağışlanmayı dilemenin, Endüljans Belgesi'nden daha az bir değerde görülmeye başlandığından bahsetmiştir.
  • 94. ve 95. tezi ile eleştirisini sonlandırır:
94.) Hristiyanlara; cezalar, ölümler ve cehennemden geçerek başları olan Mesih’i takip etme hususunda gayretkeş olmaları öğütlenmeli
95.) ve yalancı bir ruhani teminatla kendilerini teselli edecekleri yerde, pek çok ıstırap yaşayarak Göklerin Melekutu’na varmaları hususundan emin olmaları gerektiği söylenmelidir.

Özellikle Endüljans vaizi Johan Tetzel ile girişilen yazılı tartışma (pamphlet war) ile birlikte, 'Doksanbeş Tez'in etkisi ve Luther'in ünü daha büyük hızla yayıldı. Kilise Yöneticileri Luther'i aforoz edilebileceği bildiriminde bulundular. Luther, 1521'de görevinden istifa etti.
Kilise iktidarına karşı olan bölgesel güç sahibi otoriteler ile Luther'in Kilise eleştirisinin hareketlendirdiği halkın, 'Endüljans karşıtlığı' adı altında birleşerek Protestan Reformu'nu başlattığı kabul edilmektedir. Avrupa'daki güç, mülk ve iktidar sahiplerini değiştiren bir hareketin başlangıç belgesi olarak kabul edilir.
Coğrafi keşifler ile artan ticaretin oluşturduğu yeni ekonomik durum sonucu maddi olarak sarsılan kimi soylular ile Kilise arasında mülk ve iktidar çekişmeleri yaşanmaya başlandığı bir dönemde yayınlanmış olan 95 Tez; soyluların mülk ve iktidar taleplerinin halk düzeyinde karşılık bulmasına yardımcı olmuştur. Belgenin halk içerisinde bu etkinliği kazanabilmesiyle, toplum içi bölünmenin derinleştiği ve uzun yıllar -dini savaş görünümünde- iktidar savaşları yaşanmasında, önemli bir etken olduğu kabul edilmektedir...   tr.wikipedia.org

Martin Luther’in, 95 Maddelik Tezi
Turkish Translation of Martin Luther’s “95 Theses”,
 Prof. Dr. Kaan H. Ökten,
Maltepe University, Istanbul
(kaanokten@maltepe.edu.tr)
Martin Luther:
 “Disputatio pro Declaratione Virtutis Indulgentiarum”
(Endüljansların Kudretine ve Yararına Dair İfşaatlarla İlgili Münazara)
31 Ekim 1517
Hakikat aşkıyla ve hakikatin temellerini açığa çıkarma arzusuyla saygıdeğer Papaz
Martin Luther (serbest sanatlar ve kutsal teoloji Magister’i ve de aynı yerde üniversite
profesörü) önderliğinde Wittenberg’de aşağıdaki önermeler hakkında bir münazara
yapılacaktır. Bu yüzden şahsen Wittenberg’e gelip de sözlü olarak tartışamayacak
olanların fikirlerini yazılı olarak sunmalarını rica etmektedir. Rabbimiz İsa Mesih adına.
Amin.

1. Rabbimiz ve Efendimiz İsa Mesih “Tövbe Edin”
(Matta 4:17: “İsa vazedip: Tövbe edin, çünkü göklerin melekutu yakındır, demeğe o vakitten başladı.”hakkı kullanabilir.
 Buna rağmen suçları affetme hakkı olmadığı düşünülürse, suç tamamıyla affedilmiş sayılmayacaktır.) diye buyurduğunda, inananların tüm hayatının tövbe olması gerektiğini istemiştir.
2. Bu söz, rahiplerce icra edilen sakramental tövbe, yani günah çıkarma ve kefaret
ödeme olarak anlaşılamaz.
3. Bununla beraber sadece içsel tövbe demek de değildir. Hayır, bedene dışsal olarak
çeşitli ıstıraplar vermeyen, nefsi köreltmeye yaramayan içsel tövbeler yoktur.
4. O halde [günahın] cezası, insanın kendi kendini yargılaması devam ettiği sürece
bitmeyecektir. Zira bu, hakiki içsel tövbedir ve göklerin melekutuna kavuşmamıza
dek sürecektir.
5. Papa ya şahsen ya da Kilise Kanunu’nun otoritesiyle verdiği cezaların dışındakileri
bağışlayamaz ya da bunları bağışlamak istemez.
6. Papa suçları bağışlarken bunların Tanrı tarafından bağışlandığını ilan edip buna
şahadet etmesi gerekir ve sadece kendi affetme yetkisi dahilindeki hallerde bu
Matta 4:17: “İsa vazedip: Tövbe edin, çünkü göklerin melekutu yakındır, demeğe o vakitten başladı.”
hakkı kullanabilir. Buna rağmen suçları affetme hakkı olmadığı düşünülürse, suç
tamamıyla affedilmiş sayılmayacaktır.
7. Tanrı suçu bağışlarken, kişiyi hem her şeyde mütevazı kılar ve hem de onu kendi
vekili olan rahibin hükmü altına alır.
8. Tövbe usullerine dair Kilise Kanunları sadece yaşayan insanlar için bağlayıcıdır, söz
konusu Kanunlar’a göre hiçbir şey ölmüşlere tatbik edilemez.
9. O halde Papa’nın şahsında teveccüh eden Kutsal Ruh bize karşı müşfiktir, çünkü
saldığı fermanlarda Papa, ölümden ve zorunlu hallerden her seferinde imtina eder.
10. Ölmekte olanların durumunda Araf için de Kanuni kefaret (“Kilise Kanunu” anlamında.) buyuran rahiplerin
yaptıkları bu yüzden cahilce ve fenadır.
11. Kanuni cezanın Araf cezasına dönüştürülmesi fikri, apaçık biçimde görülebileceği
üzere, piskopozlar uyurken ekilip yeşeren yaban dikeni gibidir.
12. Eskiden Kanuni cezalar, hakiki pişmanlığın göstergesi olarak Absolüsyon’dan (“Absolüsyon”: Günahtan bağışlanma sakramenti.)
Esasen, ruhun cismani sınırlarından “mezun” olma işlemi
anlamındadır.
sonra değil önce verilirdi.
13. Ölmekte olanlar bütün cezalardan ölüm dolayısıyla kurtulmuşlardır. Kanuni
kurallara göre onlar, artık ölmüş kabul edilir ve bu nedenle bütün cezalardan
hukuken serbest kalırlar.
14. Ölmekte olanların kusurlu ruh hali ile kusurlu Tanrı aşkı, zorunlu olarak beraberinde
büyük bir korku getirir. Tanrı aşkı ne kadar az ve ruh hali ne kadar kusurlu ise,
korku da o kadar büyük olur.
15. Bu korku ve dehşet, Araf cezasını oluşturmak açısından (başka şeyler hakkında
hiçbir şey söylemiyoruz) tek başına yeterlidir, çünkü bu, ümitsizliğin dehşetine çok
yakındır.
16. Cehennem, Araf ve Cennet arasındaki fark ümitsizlik, yarı ümitsizlik ile güven ve
selamet arasındaki fark kadar birbirinden ayrı gibi.
17. Araf’taki ruhların dehşetin azalmasına ve Tanrı aşkının artmasına ihtiyaç duydukları
açıktır.
18. Ayrıca ne akıl, ne de Kutsal Kitap delilleri onların mükafat kazanabilme ya da Tanrı
aşklarının artabilmesi halinin dışında olduğunu ispat edemeyeceği de aşikardır.
19. Onların ya da en azından bazılarının, kendi selametlerinden emin oldukları ya da
bunun teminat altında olduğunu düşündükleri halde, biz bu hallerden çok emin
olsak da bu hallerin ispat edilemeyeceği aşikardır.
20. Buna göre, bütün cezaların tam bağışlanmasından söz eden Papa, gerçekte bütün
cezaları değil kendisinin hükmettiği cezaları bağışladığını demek istemektedir.
21. Buna göre, Papa’nın bağışlamasıyla bir insanın bütün cezalardan kurtulduğunu ve
selamete erdiğini söyleyen Endüljans vaizleri yanılgı içindedir.
22. Zira Papa, Kanun’a göre bu hayatta ödenmesi gereken hiçbir cezayı Araf’taki ruhlar
için bağışlayamaz.
23. Eğer birinin bütün cezalarını bağışlamak mümkün olsaydı, bunu ancak en
mükemmel insanlar için yapmak mümkün oldurdu, yani en azlar için.
24. Ayrım yapmaksızın ve büyük bir şatafatla yürütülen cezadan kurtulma vaatleri,
insanların büyük bir kısmının mecburen aldatılması anlamına gelir.
25. Papa’nın Araf üzerinde sahip olduğu kudret, herhangi bir piskopozun ya da papazın
özel olarak kendi piskopozluk bölgesindeki ya da cemaati dahilindeki kudretinden
hiçbir farkı yoktur.
26. Papa, anahtarların gücüyle değil de (ki bu konuda o bu güce sahip değildir),
başkası adına yalvararak [Araf’taki] ruhların bağışlanmasını dilediğinde doğru
yapmış olur.
27. Paranın para kutusuna atılmasıyla birlikte ruhun daha o an [Araf’tan] uçup
kurtulduğu sadece bir insan öğretisidir.
28. Paranın para kutusuna atılmasıyla, ancak kârın ve hırsın artacağı kesindir, ama
Kilise’nin başkası adına yalvarmasının bir netice vermesi sadece Tanrı lütfuna
kalmıştır.
29. Araf’taki bütün ruhların oradan parayla kurtulmak istediğini kim bilebilir ki? Örneğin
Aziz Severinus ile Paskalis’in bunu istemedikleri rivayet edilir.
30. Hiç kimse kendi pişmanlığında samimi olup olmadığını bilemez, tam bağışlanmaya
kavuşup kavuşmadığını ise hiç bilemez.
31. Gerçekten tövbekar olan insan çok nadirdir, aynı şekilde gerçekten ve samimiyetle
Endüljans satın alan insan da çok nadirdir.
32. Bağışlanma belgelerine sahip oldukları için kendi selametlerinden emin olanlar,
bunu onlara öğreten üstatlarla birlikte ebediyete kadar mahkum olacaklardır.
33. Papa’nın bağışlanma belgelerinin Tanrı ile insanı uzlaştıran, Tanrı’nın paha biçilemez
bir armağanı olduğunu söyleyenlere karşı ne kadar tetikte olunsa azdır.
34. Zira bu Endüljans lütufları, sakramental kefaretin cezalarıyla ilgilidir, bunlar ise
insanlar tarafından tayin edilmiştir.
35. Araf’tan ruh satın alıp kurtarmak ya da günah çıkarma belgeleri satın almak
isteyenler için pişmanlık beyanının gerekli olmadığını vaazedenler, Hıristiyanca
öğretiyor değildirler.
36. Her hakiki tövbekar Hıristiyan, bağışlanma belgeleri olmadan da cezadan ve suçtan
tamamıyla bağışlanma hakkına sahiptir.
37. Ölü ya da canlı her hakiki Hıristiyan, Mesih’in ve Kilise’nin bütün hayırlarından
payını alır. Bu ona Tanrı tarafından verilmiştir, bağışlanma belgesi olmasa bile.
38. Yine de Papa aracılığıyla bahşedilen bağışlanmalar ve [Kilise’nin rahmet hazinesine]
katılmalar, daha önce de söylediğim gibi, Tanrısal bağışlanmanın ifşaası oldukları
için hiçbir şekilde küçümsenmemelidir.
39. En alim teologlar için bile, halkın karşısında bir yandan Endüljansların bolluğunu,
diğer yandan da pişmanlığın samimiyetini salık vermeleri çok zor olacaktır.
40. Hakiki pişmanlık, cezayı arar ve sever. Fakat Endüljansların bolluğu, sadece
cezaların gevşekliğine ve cezalardan nefret edilmesine, en azından nefret etmek için
[bir vesile oluşturmasına] sebep olur.
41. Papa’nın bağışlamaları dikkatli biçimde vaazedilmelidir, zira aksi halde halk, yanlış
yola saparak, sevginin diğer hayır eserlerine nispetle Endüljansı tercih etmeyi
düşünebilir.
42. Hıristiyanlara; Endüljans satın almanın, diğer merhamet işleri ile hiçbir şekilde
karıştırılmaması gerektiğinin Papa’nın da görüşü olduğu öğretilmelidir.
43. Hıristiyanlara; fakirlere hibe ya da muhtaçlara yardım etmekle, bağışlanma belgesi
satın almaktan daha hayırlı bir şey yaptığı öğretilmelidir.
44. Sevgi, sevginin eserleriyle büyür ve insan böylece hayra erişir. Fakat bağışlanma
belgeleriyle insanlar hayra erişmez, sadece cezadan kısmen serbest kalır.
45. Hıristiyanlara; muhtaç birisini görmezlikten gelerek parasını bağışlanma belgesi
satın almak için harcayanların, Papa’nın Endüljansını değil, Tanrı’nın gazabını satın
almış oldukları öğretilmelidir.
46. Hıristiyanlara; ihtiyaçlarından fazlasına sahip olanlar hariç, aileleri için hayati
öneme sahip olan para ve eşyayı kendilerine ayırmaları ve bunları kesinlikle
bağışlanma belgeleri için harcamamaları öğretilmelidir.
47. Hıristiyanlara; bağışlanma belgelerini satın almanın, bir Tanrı emri değil, serbest
iradenin bir kararı olduğu öğretilmelidir.
48. Hıristiyanlara; bağışlanma belgeleri bahşeden Papa’nın aslında, bu Endüljansların
getirdiği paradan ziyade dualara ihtiyaç duyduğu, bu yüzden de esasen bu duaları
arzuladığı [ve beklediği] öğretilmelidir.
49. Hıristiyanlara; bütün güvenlerini emanet etmedikçe Papa’nın bahşettiği bağışlanma
belgelerinin yararlı, fakat bu belgeler dolayısıyla Tanrı korukularını kaybetmelerinin
ise tamamıyla zararlı olduğu öğretilmelidir.
50. Hıristiyanlara; Papa’nın, Endüljans vaizlerinin kullandığı cebir ve zordan haberi
olsaydı Aziz Petros Kilisesi’ni Mesih’in kuzularının deri, et ve kemikleri üzerine inşa
etmektense onun yanıp kül olmasını yeğleyeceği öğretilmelidir.
51. Hıristiyanlara; Papa’nın asıl arzu ve görevinin, bazı Endüljans avcılarının zorla para
topladıkları pek çok insana zati parasından vermek olduğu, Aziz Petros Kilisesi’ni
bile bu amaç için satıp elde edeceği parayı o muhtaçlara vermek isteyeceği
öğretilmelidir.
52. Bağışlanma belgelerinin selameti güvenceye aldığı beyhude bir düşüncedir, aracılar
ve hatta bizzat Papa ruhunu bu Endüljans için kefil etse bile.
53. Çevre kiliselerde bağışlanma belgelerinin vaaz edilebilmesi için Kilise’de Tanrı
Kelamı’nın susması için uğraşanlar Mesih ve Papa düşmanlarıdır.
54. Aynı vaaz süresi içinde Kelam’a ayrıldığı kadar veya ondan daha fazla bir süreyi
bağışlanma belgelerine ayırmak Tanrı Kelamı’na haksızlık etmektir.
55. Bağışlanma belgesi, ki bu çok küçük bir şeydir, tek bir çanla, tek bir alay ve
seremoni ile kutlanıyorsa; İncil’in, ki bu en büyük olandır, yüz çanla, yüz alayla ve
yüz seremoniyle vaaz edilmesi gerektiği Papa’nın tartışmasız görüşüdür.
56. Papa’nın Endüljansı ihsan ettiği Kilise’nin Rahmet Hazineleri, Mesih halkı tarafından
yeterince bilinmediği gibi, bu Hazinelerin içeriği dahi isimlendirilmemiştir.
57. Hazinelerin fani şeylerden meydana gelmediği aşikardır, zira aksi takdirde vaizlerin
çoğu bu hazineleri bu kadar bol elle dağıtmaz, onları ellerinde biriktirip artırmaya
çalışırlardı.
58. Ayrıca bu Hazineler, Mesih ya da Azizlerin fazilet ve kazanımlarından da meydana
gelmemiştir, zira Papa olmadan bile bu Hazineler kendiliğinden içsel insana inayet,
dışsal insana ise dert, ölüm ve cehennem sağlamaktadır.
59. Aziz Laurentius Kilise Hazinesinin fakirlere ait olduğunu söylerken, bu ifadeyi
çağının anlayışı içinde kullanmıştır.
60. Bu Hazinenin Mesih’in fazileti aracılığıyla armağan edilmiş olan Kilise Anahtarları
olduğunu söylersek cüret etmiş olmayız.
61. Çünkü kendisine tahsis edilmiş olan cezaların ve belirli hallerin affedilmesi için
Papa’nın bizzatihi yeterli ve yetkin olduğu açıktır.
62. Kilise’nin hakiki Hazinesi Tanrı’nın ihtişam ve inayetine dair En Kutsal İncil’dir.
63. Fakat bu Hazine, birinciyi sonuncu yaptığı için doğal olarak çoğunluğun nefretini
kazanmıştır.
64. Öte yandan sonuncuyu birinci yapan Endüljans hazinesi doğal olarak en çok kabul
görendir.
65. Bu yüzden İncil’in Hazineleri geçmişte zenginliğin sahiplerini (“Tanrı sevgisi ve iman sahibi” anlamında.)
avlamak için
kullanılmış ağlardır.
66. Endüljans hazineleri ise, zenginlik sahiplerini (“Mal ve mülk sahibi” anlamında.)
avlamak için kullanılan ağlardır.
67. Vaizlerin büyük bir çığırkanlıkla Endüljansın en büyük lütuf olduğunu dile
getirmeleri gerçekten de bir lütuf, zira bu iyi bir kazanç kapısı.
68. Fakat gerçekte bunlar, Tanrı’nın inayeti ve Haç’ın takvası ile karşılaştırıldığında en
küçük olanlardır.
69. Piskopoz ve papazların Papa’nın Endüljans Komiserleri’ne büyük bir saygıyla izin
verme zorunluluğu vardır.
70. Fakat bundan da fazla olarak, gözlerini daha da çok keskinleştirmek ve kullaklarını
daha da çok açmak zorundadırlar, ki bu Komiserler, Papa’nın vekilliğini vaaz
edecekleri yere kendi saçmalıklarını vaaz etmesinler.
71. Papalığın bağışlanma belgelerinin hakikatine karşı gelenler aforoz edilsin ve
lanetlensinler.
72. Fakat Endüljans vaizlerinin haddini bilmezliğine ve küstahlığına karşı muhafızlık
edenlere kutlu olsun.
73. Papa, bağışlanma belgelerinin ticaretinde çeşitli hileler yapanlara karşı haklı
biçimde hiddetlenip onları aforoz etmektedir.
74. Fakat Papa, bağışlanma belgelerini bahane ederek kutsal sevgi ve hakikatte hile
yapmaya kalkışanlara karşı daha da çok hiddetlenme isteğindedir.
75. Papa’nın Endüljanslarının, Tanrı Doğuran’a (“Tanrı Doğuran” Meryem (theotokhos) anlamındadır.)
karşı bir tecavüzü bile (ki bu
imkansızdır) affedecek kadar güçlü olduğunu sanmak delilikten başka bir şey
değildir.
76. Biz ise buna karşılık, Papa’nın Endüljansının, en küçük bir affedilebilir günahı bile
bizzatihi suçu açısından kaldıramadığını söylüyoruz.
77. Denmektedir ki, Aziz Petros şimdi Papa olsaydı daha fazla inayet ihsan etmesi
mümkün olamazdı. Bu, Aziz Petros’a ve Papa’ya karşı bir küfürdür.
78. Biz ise buna karşılık, mevcut Papa’nın ve genel olarak bütün Papaların daha da
büyük inayetleri tasarruflarında bulundurduklarını söylüyoruz. Bu inayet İncil’dir:
Korintoslular’a Birinci Mektup 12’de yazılmış olduğu üzere: “Şifa veren ruhsal
bağışlar ve yetenekler”
(Korintoslulara Birinci Mektup: “Ruhsal bağışlar çeşit çeşittir, ama onları sağlayan Ruh aynıdır.” (12:4). “Yine
aynı Ruh aracılığıyla birine iman, o tek Ruh’la başkasına hastaları iyi etmek için ruhsal bağışlar verilir. Birine
mucizeler oluşturan güçlü işler, başkasına peygamberlik, başkasına ruhları ayırt edebilme yeteneği, başkasına
çeşitli diller, başkasına da yabancı dilleri çevirme yeteneği verilir. Bunların tümünü tek ve aynı Ruh etkiler;
istemi uyarınca herkese ayrı ayrı dağıtır.” (12:9-11).)
vs.
79. [Endüljans vaizlerince tertip edilip Kilise’lere yerleştirilen] Papalık armasıyla tezyin
edilerek öncelikli bir yere asılmış olan bir Endüljans Haçının Mesih Haç’ı ile eşit
değerde olduğunu söylemek küfürdür.
80. Böyle şeylerin halk arasında yayılmasına neden olan vaazlara izin veren piskopoz,
papaz ve teologlar mutlaka hesap vereceklerdir.
81. Bu küstah Endüljans vaazları yüzünden okumuş adamların bile, Papa’nın saygısına
karşı iftirada bulunanları engellemeleri ve hatta Laik’lerin kurnaz şüphelerinden
kurtarmaları zorlaştırmaktadır.
82. Örneğin:
(Burada söz konusu iftiralara ve “kurnaz şüpheler”e örnekler vermektedir.)
Kilise’yi inşa etmek için kullandığı hayırsız para uğruna, yani çok da
geçerli olmayan bir nedenle, sonsuz sayıda ruhu selamete kavuşturduğuna göre,
kutsal sevgi aşkına ve Araf’taki ruhların acil ihtiyaçları dikkate alındığında, yani
gerçekten geçerli bir nedenle, Papa niçin Araf’ı bütün ruhlardan boşaltmıyor?
83. Yahut: Endüljans’la selamete kavuşmuş olanlar için dua etmek yanlışsa eğer,
ölmüşlerin cenaze törenlerine ve seneyi devriye törenlerine niçin devam ediliyor?
Ayrıca ölmüşler adına kurulan vakıfların iade edilmesine ya da kapatılmasına izin
verilmiyor?
84. Yahut: Tanrı ve Papa karşısındaki bu yeni dindarlık nasıl bir şeydir ki, kafir ve
düşman bir adama Tanrı dostu bir inananın ruhunu Araf’tan satın alarak onu
kurtarma izni veriliyor da, bu inanan ve mahbubun ruhu kendi ihtiyacı dolayısıyla
saf sevgi aşkına serbest bırakılmıyor?
85. Yahut: Fiilen ve kullanılmaya kullanılmaya bizzatihi iptal edilmiş sayılan Kilise’nin
Tövbe Kanunları niçin kaldırılmıyor da, hala Endüljansların ihsan edilmesi
neticesinde para karşılığında bunlardan doğan cezalardan (sanki bu Kanun daha
geçerliymişçesine) bağışlanma sağlanıyor?
86. Yahut: Şimdiki zenginliği en zengin para babalarından daha çok olan Papa, sadece
Aziz Petros Kilisesi’ni fakir inananların parası yerine kendi parasıyla inşa ettirmiyor?
87. Yahut: Papa zaten tam tövbe ederek tüm günahlarının cezalarından bağışlanmaya
ve kutsal Hazineden tam paydaşlığa hak kazanmış olanların nesini bağışlamakta
veya neyin paydaşlığını ihsan etmektedir?
88. Yahut: Papa şimdi tek bir defa yaptığını günde yüz defa yapsa ve her inanana bu
bağışlanmaları ve paydaşlıkları ihsan etse, Kilise’ye bundan daha büyük bir kutsiyet
gelebilir miydi?
89. Papa bağışlanma belgelerini para kazanmak için değil de ruhları selamete
kavuşturmak için ihsan ettiğinden, aynı etkiye sahip oldukları halde bundan önce
ihsan edilmiş olan Endüljansları ve bağışlanma belgelerini niçin iptal etmektedir?
90. Laik’lerin bu hoş olmayan argümanlarını ve şüphelerini sadece cebren bastırmak ve
makul argümanlar göstermeden bunlardan kaçınmak, Kilise’yi ve Papa’yı
düşmanlarının alay konusu haline getirmekte, Hıristiyanların ise mutsuz olmasına
neden olmaktadır.
91. Bu halde bağışlanmalar Papa’nın ruhuna ve düşüncesine uygun biçimde vaaz
edilseydi eğer, bütün bu şüpheler kolayca çözümlenecek, hatta ortaya bile
çıkmayacaktı.
92. O zaman şu [yalancı] peygamberlere lanet olsun ki, Hıristiyanlara “Barış, Barış”
derler de aslında barış değildir.
93. Öte yandan şu [gerçek] peygamberlere kutlu olsun ki, Hıristiyanlara “Haç, Haç”
derler de aslında [dert olup taşınması gereken] bir haç değildir.
94. Hıristiyanların cezalar, ölümler ve cehennemden geçerek başları olan Mesih’i takip
etme hususunda gayretkeş olmaları öğütlenmeli;
95. ve yalancı bir ruhani teminatla kendilerini teselli edecekleri yerde pek çok ıstırap
yaşayarak Göklerin Melekutu’na varmaları hususundan emin olmaları gerektiği
söylenmelidir.