02 Nisan 2021

"Gençliğimiz" Peyami Safa

2 Nisan 1899'da istanbul Gedikpaşa'da doğdu ve ismi Tevfik Fikret tarafından konuldu. Babası Trabzonlu köklü bir aileye mensup olan şair İsmail Safa, annesi Server Bedia Hanım'dır. Bir buçuk yaşınday­ken babası sürgünde bulunduğu Sivas'ta öldü ve ağabeyi İlhami ile birlikte annesi tarafından zor şartlarda yetiştirildi. İlk öğ­renimine devam ederken sağ kolunda ortaya çıkan kemik veremi yüzünden kendini çok küçük yaşta doktorların, hasta bakıcıların ve ilaç kokularının arasında buldu (1908) 1910'da başladığı Vefa İdadi­si 'ni bu hastalık ve ailesinin geçim zorlukları sebebiyle bırakmak zorunda kaldı. Babasının yakın arkadaşlarından Abdullah Cevdet'in hediye ettiği Petit Larousse'u ezberleyerek başladığı Fransızca'sını ilerletirken edebi eserlerin yanı sıra tıp, psikoloji ve felsefe kitaplarına ilgi duydu. Tiyatro eğitimi almak için Darülbedayi imtihanlarına girdi, fakat başarılı olması­na rağmen devam edemedi (ı9ı4). Savaş şartlarında geçim sıkıntısı artan annesinin yükünü hafifletmek için Posta-Telgraf Nezareti'nde göreve başlatıldı. Ardından Boğaziçi'ndeki Rehber-i ittihad Mektebi'ne muallim olarak girdi ( 1917) ve bir süre Düyün-ı Umümiyye İdaresi'nde çalıştı (1918) Mütareke döneminde öğretmenlikten ayrılıp ağabeyi ile birlikte Yirminci Asır gazetesini çıkardı. Bu gazetede "Asrın Hikayeleri" başlığı altında yayımlanan küçük hikayeleriyle dikkatleri çekti ve ilk kalem kavgasını Küçük Beyler adlı adapte piye-sini eleştirdiği Cenab Şahabeddin'le yaptı (1919).Alemdar gazetesinin açtığı hikaye yarışmasında derece alınca devrin yazarları tarafından teşvik edildi.
 

Peyami Safa, Cumhuriyet'in edebiyat sayfasını yönetmeye başladığı günlerde çı­karılan af kanunundan faydalanmak amacıyla Türkiye'ye dönen ve tutuklanan Nazım Hikmet'in (Ran) affedilmesini sağla­mak için onun "Yanardağ" şiirini yayımlamıştı. Ancak gazete ertesi gün bu şiirin ve altındaki imzanın kendi görüşleriyle hiçbir alakasının bulunmadığına dair bir açıklama yaptı. Bu olay üzerine gazeteyle arası açılan Peyami Safa bir süre sonra işinden ayrılıp Nazım Hikmet'in de yazdığı, Zekeriya Sertel tarafından çıkarılan Resimli Ay mecmuasında çalışmak zorunda kaldı. Hareket dergisinde de Nazım Hikmet'le birlikte yazı yazan Peyami Safa'nın bu derginin ilk sayısında çıkan "Varız Diyen Nesil" başlıklı yazısı genç edebiyatçı neslin görüşlerini yansıtan bir beyanname niteliği taşıyordu ( 1929) Bu nesil Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) tarafından Milliyet gazetesinde eleştirilince basın tarihine "Saman Ekmeği Kavgası" diye geçen ünlü kalem tartışması başladı. Aynı yıl Resimli Ay'da başlatılan "Putları Yıkıyoruz" kavgasında da Nazım Hikmet'le beraber hareket eden Peyami Safa bu yüzden sık sık Bolşeviklik'le suçlandı, fakat kendisi her seferinde bu iddiayı reddetti. Nazım Hikmet ve çevresiyle ilişkilerini Resimli Ay kapandıktan sonra da sürdürdü. 1930'ların başında Ağa­oğlu Ahmet'in çevresinde oluşan fikir hareketine katılarak liberalizme kaydı ( 1932). Bu arada keşfettiği Cahit Sıtkı'yı (Tarancı) Cumhuriyet gazetesinde üç yazıyla kamu oyuna tanıttı. Aynı yıl annesini kaybetti. Daha sonra ağabeyi İlhami ile birlikte Hafta adlı magazin dergisini çıkardı ( 1934-1936) . Bu arada Nazım Hikmet'in de yazdığı Tan gazetesinde köşe yazılarına başladı (2 Ağustos 1935). İki yazarın aynı sayfada önce ima yoluyla birbirini eleştirme­si daha sonra büyük bir kavgaya dönüştü. Bu çatışma, Peyami Safa'nın ömrünün sonuna kadar sürecek antikomünist mücadelesinin başlangıcı oldu. Hafta dergisinin ardından yirmi bir sayı çıkarabildiği Kültür Haftası ( 1936) kapanınca Avrupa seyahatine çıkan Peyami Safa, yaklaşık bir ay süren seyahat izienimlerini Cumhuriyet gazetesinde tefrika ettikten sonra Büyük Avrupa Anketi adıyla kitap halinde yayımladı ( 1938). Kemalist inkılabın felsefi temellerini kurmaya çalıştığı Türk İnkılabına Bakışlar da aynı yıl neşredildi.
 
 Gençliğimiz, Peyami Safa tarafından kaleme alınan ve 1922 yılında basılan öyküsü.
 
 

Natüralizm akımının ilkelerine bağlı kalarak romanlarını yazan Émile Zola


Zola’nın Gerçek Romanında 

Bağnazlığa Karşı 

Hoşgörü, Özgür Düşünce, Demokrasi ve Adalet Yanlısı 

Uygar Toplum Yaratma Çabası   

 Rıfad Günday


Hoşgörü, en iyi dindir.Victor Hugo
Hoşgörü, uygarlığın biricik sınavıdır. Arthur Helps
Adaletin olmadığı yerde ahlaktan bahsedilemez. Montaigne

Özet
Emile Zola, Gerçek adlı romanında Fransız toplumunda Dreyfus Davası sürecinde yaşanan haksızlıkları ve kendisinin de içinde olduğu bir grup insanın verdiği mücadeleyi kurgulayarak efsaneleştirmeye çalışmıştır. Romanın kahramanlarından Marc öğretmen, Yahudi kökenli olduğu için haksız yere suçlanarak ömür boyu hapse mahkûm edilen öğretmen Simon’un suçsuzluğunu ortaya çıkarmak için mücadele eder. İşbirliği içerisinde hareket eden çeşitli güç odakları toplumda baskı oluşturarak toplumu istedikleri gibi yönetmeye çalışmaktadırlar. Özellikle tarikatçı papazlar gerçek din ile bağdaşmayan davranışlar sergileyip çıkarları doğrultusunda birçok haksızlık yapabilmekte, masumları suçlayıp suçlulardan yana taraf tutabilmekteler. Adeta karanlık güç odağı haline gelen tarikatçı kilise papazları ve bu okullardan mezun memurlar, Fransız devletinin birçok kurumuna sızmış ve gizliden gizliye örgütlü bir şekilde çalışmaktadırlar. Romanda cinayet ve ırza geçme suçlarını işleyen tarikat okulu öğretmeni Gorgias olmasına karşın, korunmaktadır.  
Romanda insancıl değerlerin, özellikle de din adına hareket edenler tarafından yok edilişinden hareketle, toplumun değerler bağlamında yozlaşmasından söz edilmektedir. Yazar, vermeye çalıştığı ideolojiye felsefi bir boyut kazandırmakta ve soruna hümanist bir perspektiften bakmaktadır.
İnsanlığın gelecekte mutlu yaşam sürdürebilmesi için romanda ele alınan dini taassup, ırkçılık ve ötekileştirme gibi sorunların çözümü çok önem arzetmektedir. Zola, toplumda askeri, dini, siyasi ve ekonomik açıdan güçlü otoritelerin dayatma ve isteklerinin değil, gerçek ve evrensel adaletin  hüküm sürmesinin, insanlığın geleceğinin güvence altına alınabilmesi ve insan onurunun korunması noktasında önemine dikkat çekmek istemiştir.

Giriş
Değişik edebi türlerde eserler veren Emile Zola, yalnız Fransız edebiyatının değil, dünya edebiyatının da en ünlü yazarları arasında yer almaktadır. Natüralizm akımının şefi olarak kabul edilir. Özellikle romantüründe verdiği eserlerinde döneminin toplumsal sorunlarını neden-sonuç ilişkisi bağlamında ele almaktadır. İrdelediği evrensel sorunlarla ölümsüzlüğünü garantileyen Zola’nın eserleri, güncelliklerini korumayı sürdürmektedir. Romanlarından yaklaşık yüz elli film ve televizyon dizisi uyarlanmıştır. Basını yakından takip eden Zola, döneminin, özellikle de 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransız toplumunda yaşanan olaylara kayıtsız kalmaz, gerek romanlarında ve gerekse Le Figaro, L’Aurore gibi gazetelerde yazdığı makalelerinde toplumsal sorunları irdeler. Yaşadığı dönemin olaylarının iyi bir gözlemcisidir. Cumhuriyet yanlısı olan Zola, imparatorluğa karşı mücadele eder. Ona göre insanların özgür bir birey olarak yaşamlarını sürdürebilmeleri açısından en uygun yönetim şekli demokratik cumhuriyettir.
 
Eserlerinin genel içeriklerine bakıldığında üç grupta toplanmaktadır: Les Rougon-Macquart serisinde yer alan 20 romanında Zola 1851 Devlet Darbesiyle başlayıp 1870 Sedan bozgununa kadar süren İkinci İmparatorluk Dönemi Fransız toplumunun bir tablosunu yansıtmaya çalışır. Aynı zamanda bu seride yer alan romanlarda Rougon ve Macquart ailelerinin beş kuşağı içine alan yaşamlarından söz edilir. Söz konusu dönemi anlatırken hiç kuşkusuz romanlarını yazdığı dönemlerin toplumsal sorunlarına da duyarsız kalmaz.
 Rougon-Macquart serisinde yer alan romanlarda belli belirsiz iyimserlik söz konusu iken, Üç Kent serisi romanlarının kahramanları, insanlığın sorunlarıyla ilgilenip dünyayı değiştirmeye çalışırlar. Dört İncil adını verdiği son seride yer alan romanlarında ise Zola,
20. yüzyıl insanının, akılcılığı ön planda tutarak toplumları geriye götüren tutum ve davranışlardan kurtulacağına inanır. Böylece Zola’nın, uygar toplum yaratma konusunda umudunu kaybetmediği görülmektedir. Son serinin 1899’da yayınlanan Verimlilik adlı romanında toplumsal yaşamdaki çöküntüyü ve yaşamın mutsuzluklarını dile getirmektedir. 1901’de yayınlanan Emek adlı romanı adeta sosyalizmin incili gibidir. Yazar bu romanını toplumsal ilerleme ve endüstriyel gelişimler konusuna adar. 
 
Eserlerinin genel içeriklerine bakıldığında üç grupta
toplanmaktadır: Les Rougon-Macquart serisinde yer alan 20 romanında Zola
1851 Devlet Darbesiyle başlayıp 1870 Sedan bozgununa kadar süren İkinci
İmparatorluk Dönemi Fransız toplumunun bir tablosunu yansıtmaya çalışır.
Aynı zamanda bu seride yer alan romanlarda Rougon ve Macquart
ailelerinin beş kuşağı içine alan yaşamlarından söz edilir. Söz konusu
dönemi anlatırken hiç kuşkusuz romanlarını yazdığı dönemlerin toplumsal
sorunlarına da duyarsız kalmaz. 
 Zola’nın ikinci seride yer alan romanları Üç Kent (Les Trois Villes)
adını taşımaktadır. Bu serinin kahramanı papaz Froment'ın üç oğlu,
Mathieu, Luc ve Marc Froment, insanlığa hizmet edebilme adına Mesih gibi
dünyayı değiştirmeyi görev edinirler.
Zola’nın Dört İncil (Quatre Evangiles) başlığını taşıyan Verimlilik,
Emek, Gerçek, Adalet (Fécondité, Travail, Vérité et Justice) romanlarından oluşan
seride olaylar, Pierre ve Marie Froment'ın oğullarının etrafında
gelişmektedir. Bu romanlar, Zola’nın toplumsal felsefesini özetlemektedir.
Söz konusu üç seri ‚insanlık tarihinin üç ayrı dönemini (geçmiş,
bugün ve gelecek) temsil eder‛Rougon-Macquart serisinde yer alan romanlarda belli
belirsiz iyimserlik z konusu iken, Üç Kent serisi romanlarının
kahramanları, insanlığın sorunlarıyla ilgilenip dünyayı değiştirmeye
çalışırlar. Dört İncil adını verdiği son seride yer alan romanlarında ise Zola,
20. yüzyıl insanının, akılcılığı ön planda tutarak toplumları geriye götüren
tutum ve davranışlardan kurtulacağına inanır. Böylece Zola’nın, uygar
toplum yaratma konusunda umudunu kaybetmediği görülmektedir. Son
serinin 1899’da yayınlanan Verimlilik adlı romanında toplumsal yaşamdaki
çöküntüyü ve yaşamın mutsuzluklarını dile getirmektedir. 1901’de
yayınlanan Emek adlı romanı adeta sosyalizmin incili gibidir. Yazar bu
romanını toplumsal ilerleme ve endüstriyel gelişimler konusuna adar. 
 
Dreyfus Olayı’nın kurgulanarak edebiyata aktarılması olan ve laik devlet
okulları ile kilise okulları arasındaki mücadeleyi anlatan Gerçek romanı
yazarın ölümünden sonra 1903’te yayınlanırken, serinin son romanı Adalet,
taslağı bittikten hemen sonra yazarın ölümüyle yarım kalır.
Geleceğin hedeflendiği son seride yer alan
romanlarında Zola, hoşgörünün, özgür düşüncenin ve mutlak adaletin
hüküm sürdüğü toplumlarda ancak bireylerin mutlu, huzurlu ve üretken
olabileceği düşüncesini vurgulamaktadır. 
 
Gerçek romanında Zola, Fransa’da Dreyfus Olayı sonucu yaşananları
romanlaştırır. Yazar gerçekle kurmacayı ustaca karıp, romanında tarihsel ve
toplumsal bir gerçeğe ayna tutarak bir yandan sorunu evrenselleştirirken,
diğer yandan da eserini ölümsüzleştirmeyi başarmıştır. Çünkü o, Fransız
toplumunda yaşanan bir tarihi olaydan yola çıkarak tüm insanlığı
ilgilendiren önemli bir sorun olan bağnazlığı bütün yönleriyle ve toplumun
tüm katmanları bağlamında ele almaktadır. Ona göre sorunun tek çözüm
yolu da laik eğitim yoluyla insanları küçükken iyi eğitmekten ve onlara
hoşgörü kültürü kazandırmaktan geçmektedir. 
 
Gerçek romanı, "doğrudan doğruya Dreyfus olayına bağlıdır, Simon-
Dreyfus kahramanlarından Gorgias-Esterhazy kahramanlarına kadar bu
olayın serbest uyarlamasıdır. Eserdeki temel karşıtlık hiç kuşkusuz
geleceğin güçleriyle karanlıkçılığın çatışmasıdır. Sürekli mücadeleye
mahkûm cesur eğitimciler ya da kurbanlar, aynı zamanda kurnaz, entrikacı,
güç ve paraya susamış açgözlü, sapık insanlar dikkat çeker... Dolayısıyla
Zola bir mesaj vermiştir: Halka gerçeği göstermek gerekir Gerçek, gerçek
üstüne namuslu ve akıllıca bir araştırmanın insani ve edebi bir
kanıtlamasıdır.Gerçek romanında yaşananlar pkı
Dreyfus Olayı gibi toplumsal bir cinayettir. Zola, diğer
romanlarında olduğu gibi bu romanında da, genelde Fransız İhtilali sonrası
özelde ise 19. yüzyılın ikinci yarısı Fransa’sının toplumsal olaylarını, söz
konusu dönemde tutucu ve dogma halini alan davranışların toplum
üzerindeki etkisini ele almaktadır . Gerçek adlı
romanında, başta tarikatçı kilise çevreleri olmak üzere çağdaş düşünce ve
demokrasi karşıtı tüm güçlerin toplumda sergiledikleri anti demokratik ve
insanlık dışı tutumları bütün çarpıklıkları ile ortaya koymaya çalışır.
Fransa’da gelecekte laiklik, demokrasi ve adalet yanlısı bir toplum yaratma
amacıyla Dreyfus Davası’nda politik bir mücadele veren Zola, Gerçek
romanında aynı mücadeleyi öğretmen kimliğine büründürdüğü roman
kahramanı Marc aracılığı ile eğitim mücadelesine dönüştürür. Kiliseler
özellikle de tarikatlar, eğitim, toplum ve kamu üzerindeki etkilerini
sürdürmek isterler. Romanda ele alınan laik eğitim dine dayalı eğitim
ikilemi, 1904 yılında gerçekleşen Kilise ve Devlet işlerinin ayrılmasıyla son
bulur.
Zola’ya göre bağnaz tarikatçı kilise çevreleri ve okulları, insanlığın aydınlık
geleceğini karartmaktadırlar. Huzurlu bir toplum oluşturmak için adaletin
tek kurtuluş yolu olduğunu kanıtlamaya çalışan bu eser, gelecekte arzu
edilen özgür düşünceli ve hoşgörülü bireylerden oluşan demokratik bir
toplum yaratmaya yönelik bir laik eğitim romanıdır.
 
1. Natüralizm Anlayışının Romana Yansıması
Bir yazar olarak Zola, döneminde gelişme gösteren bilimsel
gerçeklik ve felsefi yaklaşımlar sonucu 19. yüzyılın ikinci yarısında
yaygınlaşan bilimsel belirlenimciliği benimser. Natüralizm akımının
ilkelerine bağlı kalarak romanlarını yazan Zola, toplumun bilimsel bir
incelemesini yapar. Çağdaşı Fransız düşünür Hippolyte Taine'in çevre ve
kalıtımla ilgili görüşlerini, özellikle de aynı nedenler, aynı koşullar altında,
aynı sonuçları doğurur düşüncesini özümser. Fransız fizyoloji bilgini
Claude Bernard’ın 1865’te yayımlanan Deneysel Hekimlik İncelemesine Giriş
adlı yapıtı da Zola’nın yöntemini derinden etkiler. Zola’nın görüşlerini
etkileyen bir diğer önemli kaynak ise G. St Hilaire’in insan ve hayvan,
ortamın şekillendirdiği tek tür canlıdır yaklaşımıdır. Söz konusu akımın
edebiyat eserlerindeki ilkelerini Zola, Deneysel Roman adlı kitabında açıklar.
Doğa bilimlerinin edebiyata uygulanması şeklinde ortaya çıkan natüralist
ilkeye göre roman, gerçeği yansıtmalı, yaşam koşulları, toplumsal ve siyasal
çevreler üzerine her türbelge ve deneye dayanmalıdır.
Zola, çevrenin ve koşulların birey üzerindeki ezici etkisi
üzerinde durur. İnsanı belli koşullar içinde ele almakta, onun duygu ve
düşünce dünyasını, yetiştiği doğal ve toplumsal çevrenin etkisi
doğrultusunda çizmektedir. 
 
Zola, bu çalışmada irdelediğimiz Gerçek adlı romanında gerçeğin
araştırılmasına ve bilimsel/deneysel yöntemlerle ortaya konmasına büyük
çaba sarf eder. Bunun yanında Zola özellikle, 16 yüzyıl rönesans ve reform
hareketleri ile 18. yüzyıl aydınlanma çağı yazar ve düşünürlerinden
esinlenir. Zola , sanatı uygarlık durumunun bir ifadesi olarak
değerlendirmektedir. ‚Tüm boyutlarıyla insanlığı incelemekteyim
Bireyler söz konusu devri özetleyen aktördürler. İnsanlarla ilgili önemli 
analiz yapmakta ve tarih yazmaktayım‛ demektedir.
 Balzac gibi Zola da döneminin tarihçisi gibidir.
 
Gerçek romanında doğal bilimlerin ortaya koyduğu soya çekim
ilkesinin varlığından da söz edilebilir. Zira Marc öğretmenin kızının özgür
düşünceli bir birey olarak kişiliğinin şekillenmesinde aldığı laik eğitimin
yanı sıra, babasının genlerini taşıması nedeni ile babasına benzemesi de
önemli bir etken olarak romanda vurgulanmaya çalışılmaktadır.
Zola, natüralizm sanat anlayışının temel ilkelerinden birisi olan,
çevrenin kişiler üzerindeki etkisi ilkesini, mahalle baskısı ya da çevre baskısı
şeklinde Gerçek romanında ele alınan sorunlar bağlamında açık bir şekilde
vurgulamaktadır. ‚Zola’nın baş yapıtlarında adeta olayın mekanı, belgesi ve
etkeni birlikte koşullanmaktadır. Natüralist anlayışa göre
birey, içinde yetiştiği toplumsal ve doğal çevrede biçimlenir. Bu nedenle,
betimleme, doğalcı eserlerin en önemli anlatım biçimi olarak dikkat
çekmektedir.
Yazı kadar görsel estetik yanı da ağır basan Zola, romanlarında olayları
anlatmakla yetinmeyip betimleme sahnelerinde adeta olayların fotoğrafını
çekmekte ve yaşananları görselleştirmektedir.
Dönemin Fransa’sının birçok köy, kent ve kasabasında olduğu gibi
Maillebois kasasında da tarikatçı papazların ve yandaşlarının halk üzerinde
etkileri söz konusudur. Bir tarikat yuvası haline gelen Maillebois’da özünde
pek kilise ve tarikat yanlısı olmayan halk da çevre baskısından kaynaklanan
çeşitli nedenlerden dolayı tarikat güçlerine boyun eğmektedir. Gerçek
romanı, toplumsal olaylar üzerine çevrenin, özellikle etkin güçlerinin,
bireyler ve yargı üzerindeki baskılarına yer verir. Dreyfus Davası'ndaki bazı
aydınlar gibi Gerçek romanında da bazı insanlar çevre ve gerici güçlerin
baskısından korktukları ve çıkarlarına zarar geleceği için, Simon öğretmenin
suçsuzluğunu bilmelerine karşın onu maruz kaldığı adaletsizlikten
kurtarmaya çalışan öğretmen Marc ile birlikte hareket etmekten çekinirler.
Eğitimsiz cahil halk koyun sürüsü gibi, çeşitli güçler tarafından
kolayca güdülmektedir. Simon’un tutuklanması sırasında ve mahkemede,
karanlık güçlerin yönlendirdiği halk vahşi hayvan sürüleri gibi bağırır ve
Simon’a saldırırlar. Söz konusu olayların anlatıldığı sayfalarda Zola, cahil
insanın hayvandan farksız olduğunu göstererek, adeta o dönem bazı doğa
bilimcilerinin savunduğu insan ve hayvan çevrenin ya da eğitimin
şekilldendirdiği tek tür canlıdır görüşünü benimser. 
 
2. Dreyfus Davası/Olayı
1894 yılında Fransız ordusunda ortaya çıkan gizli askeri belgelerin
Alman Ataşeliğine sızdırılması olayında Yüzbaşı Dreyfus, Yahudi olması
nedeniyle casusluk ve vatana ihanetle suçlanarak askeri yargının 
duyarsızlığına kurban gider. Önyargıhazırlanan iddaanameye, Dreyfus’u
kesin suçlu gösterebilmek için bir de Binbaşı Henry’nin sanığın el yazısını
taklit ederek yazdığı sahte mektupla destek olunur. Kurallar çiğnenerek
zanlının avukatlarına gösterilmeden, yargıçlara gizlice verilen dosyadaki bir
el yazısına dayanarak Paris Savaş Konseyi, Dreyfus'u suçlu bulup ömür
boyu hapis ve rütbesinin geri alınması cezasına çaptırır. 1899’da Rennes’de
yeniden yargılama yapılır ve yeniden yargılama sürecinde de karanlık
güçlerin mahkeme üzerindeki baskı ve yönlendirmeleri neticesinde Dreyfus
yine suçlu bulunur. Dreyfus hüküm giyip Guyana’daki Şeytan adasına
sürülmesine karşın, genelkurmaydan Alman Ataşeliğine bilgi akışının
devam etmesi üzerine Genel Kurmay İstihbarat Birimi'nin başına getirilen
Yarbay Picquart’ın sıkı takibi neticesinde, Alman Askeri Ataşesi'nin çöp
kutusunda Fransız ordusuna ait bilgi içeren yeni bir belge bulunur.
İstihbarat Servisi’nin araştırması sonucu, zevk düşkünü ve çok borcu olan
komutan Binbaşı Esterhazy’den kuşkulanılır. Bu belgedeki el yazısı ile
Dreyfus'un mahkûm olmasında rol oynayan gizli belgedeki yazı
karşılaştırır. Yarbay Picquart, mahkemeye sunulan gizli dosyadaki evrakın
sahte olduğunu tespit eder ve durumu üstlerine bildirir. Ancak General
Gonse olmak üzere üst rütbeli subaylar, ordunun zarar görmesini önlemek
amacıyla bu gerçekleri dikkate almak istemezler, ayrıca yarbaya bildiklerini
kimseye anlatmamasını, bir Yahudinin mahkûm olmasının önemli
olmadığını söyleyerek suçun Dreyfus’un üstünde kalmasını benimserler. 
 
Dreyfus olayında gerçekleri ortaya çıkaran komutan Yarbay
Picquart, bu gerçeği saklayamayacağını bildirmesi üzerine kınanarak
Tunus'un güneyine nderilir. Bu durum üzerine Dreyfus’un ailesi hukuk
mücadelesi başlatır. Bu süreçte yargılanmayı talep eden Esterhazy,
üstlerinin desteğiyle bir Savaş Konseyi'nde yargılanır ve 1898'de beraat eder.
Zola, suçsuz yere, Hristiyan dininden ve Fransız ırkından değil diye
askeriye ve bağnaz çevrelerin tutumu neticesinde bir insanın mahkum
olmasına isyan eder ve 1897’den itibaren onu desteklemeye başlar.
Hükümet, ordu ve kilise çevrelerinin bütün baskılarına karşın, masum bir
insanı savunma mücadelesini sürdürür. Dreyfus Davası konusunda Le
Figaro ve L'Aurore gazetelerinde gerçeğin ortaya çıkması ve adaletin
gerçekleşmesi uğruna büyük mücadele verir. En ses getirici çalışması, dava
ile ilgili bir isyan çığlığı olarak Fransa Cumhurbaşkanına hitaben L’Aurore
gazetesinde yazdığı ‚İtham Ediyorum‛ adlı açık mektuptur. Bu mektupta
Zola nasıl bir adli hata yapıldığını anlatır. Kampanyaları susturulamayan
Zola hakkında orduyu küçük düşürdüğü gerekçesiyle dava açılır. Yahudi
düşmanı subaylar ve gerici kilise yanlılarının baskı ve yargıyı
yönlendirmeleri sonucu 1898’de bir yıl hapis ve 3000 frank para cezasına
çaptırılır. Mahkeme kararı kendisine tebligat yapılmadan arkadaşları Zola’yı
Londra’ya gitmesi konusunda ikna ederler. Bir süre Londra'da yaşamak
zorunda kalır. Davanın yeniden ele alınacağı kararı üzerine Fransa’ya geri
döner. ‚Gerçek yürüyor ve hiçbir güç onu durduramayacak. sözleri,
Dreyfus Davası ile ilgili Zola’nın sloganı olur ve bu başlık altında basında
yazılar yazar. Bir kişi suçsuz yere ömür boyu hapse mahkûm edilerek ceza
evinde yatırılırken, asıl suçlunun görevine devam edip toplum içerisinde
özgürce dolaşması ve saygı görmesi Zola’ya re kabul edilemez bir
durumdur. Aydın olma sorumluluğuna sahip bir yazar, daha doğrusu her
şeyden önce bir insan olma onuruna yakışan bir tavır takınarak hiç
tanımadığı ancak masum olduğuna inandığı kendi ırkından ve dininden
olmayan bir insanı uğradığı haksızlıktan kurtarma mücadelesinde saf tutar.
‚Zola, olayın kendisi için ırk değil, adalet sorunu olduğunu açıklar.
Söz konusu dava sürecinde Fransa iki kampa bölünür: Bir yanda
Dreyfus’un masum olduğuna inanıp onu destekleyen aydınlar ve demokrat
kesimler. Diğer yanda Dreyfus’u din ve vatan şmanı göstermeye çalışan
gerici güçler, ırkçılar ve üst düzey subaylar. Zira bu kesimlerin asıl amacı,
toplumda hâkimiyetlerini rahatça sürdürebildikleri imparatorluk yönetimini
Fransa’da yeniden hayata geçirmektir.
Bazılarına göre Dreyfus Davası sürecinde takındığı adalet yanlısı
tavır, Zola’nın yaşamına mal olmuştur. Bu mücadelenin bedelini, 28 Eylül
1902'de Paris'teki evinde bacadaki tıkanıklık yüzünden uykuda karbon
monoksit gazı zehirlenmesinden ölen Zola canıyla öder.
Dreyfus’un suçsuzluğuna inananların çabası, parlemanto
başkan yardımcısı ve yeni cumhurbaşkanının da desteği ile nihayetinde
karşılık bulur. Yargıtay, Dreyfus’un Yargıtayda yargılanmasına karar verir.
‚Jaures'in Meclis'e verdiği bir önerge sonucu Dreyfus yeniden yargılanır;
1906'da aklanarak orduya geri döner. Bu arada Clemenceau Başbakan,
Picquart Savaş Bakanı olmuştur. Birkaç yıl önce Zola'yı vatan hainliğiyle
suçlayan Meclis, kemiklerinin ulusal kahramanların yattığı Pantheon'a
taşınmasına karar verir. Ancak gericiler, 1908'de düzenlenen bu törene gölge
düşürmek isterler. 5000 eylemci yolları keser; tören sırasında Binbaşı
Dreyfus'a ateş eden bir militan onu hafif yaralar.
Aydın olmanın gerektirdiği duyarlı davranış, Zola’nın ne kadar
hümanist olduğunu göstermektedir. Onun tanımadığı bir insan için ortaya
koyduğu özverili mücadele, dünyanın dört bir yanında yaşanan veya
yaşanacak olan her türlü bağnazlığa ve haksızlığa karşı bir esin kaynağı 
olmayı sürdürecektir. Zira aradan bir asırdan fazla bir süre geçmesine
karşın, bugün de benzer sorunların birçok ülkede zaman zaman yaşandığına
tanık olmak düşündürücü olduğu kadar, insanlığın geleceğini tehlikeye
sokma eğilimi olan güç odaklarının hâlâ var olduklarının da kanıtıdır. 
 
3. Romanın Konusu
Dreyfus Davası’nda casusluk yaptığı gerekçesiyle suçsuz yere
Yahudi kökenli olduğu için birtakım baskı ve tezgah sonucu adaletsizliğe
kurban edilen zbaşı Dreyfus’un suçsuzluğunu ortaya çıkarmaya çalışan
Zola gibi; Gerçek romanında da ırzına geçilip öldürülen bir Hristiyan
Kardeşler Din Okulu öğrencisinin cinayeti ile ilgili sırf Yahudi olduğu için
suçlanan laik devlet okulu öğretmeni Simon’un masum olduğu ve bir
adaletsizliğe kurban edildiği Marc öğretmen tarafından ortaya çıkarılmaya
çalışılmaktadır.
Roman, Jonville köyü ilkokul öğretmeni Marc’ın yaşantısı ile başlar.
Karısı Geneviève ve kızı Louise ile birlikte orada yaşarlar. Yazları kaynanası
Bayan Berthereau ve kayın validesinin annesi Bayan Duparque’un
Maillebois kasabasında onlarla birlikte geçirirler. Eşi Geneviève’in büyük
annesi Bayan Duparque aşırı yobazdır ve pazar ayinlerini kaçırmaz. Marc
dindar olmamakla birlikte eşini hoşnut etmek istediği ve herkesin düşünce
ve inanç özgürlüğüne saygı duyduğu için eşine eşlik etmek amacıyla zaman
zaman kiliseye pazar törenlerine gider.
Roman, Maillebois kasabası ilkokulu öğretmeni Simon’un eşinin
yeğeni ve Kardeşler Din Okulu öğrencisi Zéphirin adlı çocuğun tecavüz ve
cinayete kurban gitmesi olayında laik devlet okulu öğretmeni Yahudi
kökenli Simon’un suçlanarak ömür boyu hapse mahkûm edilmesini konu
edinir. Simon, yahudi kökenli terzilik yapan bir aile olan Lehmann’ların iki
oğlundan birisidir. Babalarının ölümünden sonra Simon öğretmen okuluna
giderek öğretmen olmuştur.
Cinayet olayı ile ilgili özelde Maillebois kasabası, genelde tüm
Fransa ikiye ayrılır: Bir yanda bağnaz tarikatçı kilise çevrelerinin, basının,
bazı siyasetçilerin, zengin dünyasından baronların ve bürokratların
giriştikleri karalama kampanyaları, diğer yanda Marc öğretmenin
önderliğinde Simon’un suçsuzluğuna inanan demokrasi, hoşgörü ve özgür
düşünce yanlısı birkaç insanın gerçekleri ortaya çıkarıp adaletin
gerçekleşmesi için verdikleri mücadele yer almaktadır. Marc öğretmen
olayın yaşandığı kasabaya yerleşerek Simon öğretmenin suçsuz olduğunu
ortaya çıkarmaya çalışır.
Tarikatçı çevreler, amaçlarına ulaşabilmek için sürekli karanlık güç
odakları olarak çalışmakta, çeşitli para kaynakları yaratmakta, özellikle de 
basın ve siyasetçilerin de desteğiyle günden güne daha da
güçlenmektedirler. Önemli bir güç haline gelen bu tarikatlar, istedikleri
yönde bir toplum yaratmak için birincil hedef olarak eğitim alanına büyük
önem vermekte; bu çerçevede bir yandan çok sayıda tarikat okulları açarken,
diğer yandan devlet okullarında da yandaşları öğretmenler sayesinde hâkim
olmaya çalışmaktadırlar. İkinci planlarının ise devletin tüm kurumlarına
kendi adamlarını yerleştirmek suretiyle kadrolaşmak olduğu
gözükmektedir. Bu bağlamda, Gerçek romanında yerel mahkemeden
yargıtaya kadar tüm yargıya sızan tarikatçı okulların yetiştirdiği
öğrencilerin, adaletin gerçekleşmesinde evrensel hukuk ilkelerini hiçe
sayarak ve bağımsız davranmayarak tarikatçı çevrelerin istedikleri ve
çıkarları doğrultusunda karar verdikleri anlatılmaktadır. Zola, siyasi
hesaplar uğruna, gerçek ve doğrulardan yana tavır almayarak
sorumluluklarını yerine getirmeyen siyasetçileri de eleştirir romanında.
Simon’u hiçbir kanıt olmamasına karşın çevre baskısı nedeni ile
Maillebois kasabası hâkimi tutuklamak zorunda kalır. Daha sonra duruşma
sırasında tarikat yanlısı mahkeme başkanı hukuk suçu işleyerek jürinin
karar odasına girer, Simon’u suçlu gösterecek düzmece bir mektubu jüriye
sunar ve bunun üzerine Simon ömür boyu hapse mahkûm edilir. Karara
yapılan itiraz üzerine ikinci kez yargılanan Simon, gerici güçlerin devreye
girmesi üzerine ikinci yargılamada da suçlu bulunur ve on yıl hapse
mahkûm edilir. Yattığı hapis süresi göz önünde bulundurularak tahliye
edilir. Başka bir ile yerleşerek orada ticaretle uğraşmaya başlar. Avukatın
ikinci mahkeme kararına da itiraz etmesi üzerine Yargıtay hızlı bir şekilde
dava dosyasını ele alır, eski sanığın yeniden mahkeme edilmesine dahi
gerek görmeden, Rozan’daki ikinci yargı kararını bozar ve Simon’un suçsuz
olduğuna ve bereatine karar verir.
Oysa Marc’ın başından beri tahmin ettiği gibi gerçek suçlu Kardeşler
Din Okulu rahip öğretmenlerinden Georgias’dır. Aslında suçluyu başından
beri okul müdürü rahip ve tarikatın önde gelen papazları bilmektedir.
Hakkı ve adaleti en çok onların gözetmesi gerekirken kendi günahlarını ve
suçlarını örtmek için bir masumu kendi dinlerinden değil diye suçlamaları,
söz konusu bağnaz çevrelerin gerçek yüzlerini göstermektedir.
İmparatorluk yanlısı tarikatçı kilise çevrelerinin öncülüğündeki
güçler, 19. yüzyılda Fransa’yı Ortaçağ’ın karanlıklarına sürüklemek
istemektedirler. Voltaire, Didrot, Montesquieu’nün aydınlanma çağından
geriye giden bir Fransa söz konusudur romanda. Fransa geleceğe ve
aydınlığa yürümesi gerekirken, gericiliğe prim veren bir ülke
konumundadır. 21. yüzyılın başında sözde Ermeni soykırımını inkârı suç 
sayan yasa çıkarmaya çalışması bir kez daha Fransa’nın eski karanlık
günlere dönme isteğinin her zaman mümkün olabileceğini göstermektedir. 
 
4. Adaletin Gücü Yerine Güçlerin Adaleti
1789 Fransız İhtilalinden sonra Cumhuriyet kurulmuş, ancak siyasal
açıdan zaman zaman netimde tekrar imparatorluğa nüldüğü gibi,
cumhuriyet rejiminin şekilsel olarak kurulmasına karşın demokratik
anlamda gerçek bir cumhuriyet rejimi uzun süre yaşama geçememiştir.
Fransız toplumu, krallığın yerine bu kez de tarikatçı kilise papazları ve
burjuva sınıfı gibi güçlerin etki ve egemenlikleri altına girmiştir. Bu güç
odakları, kamu kurumları, bürokrasi ve siyaset yönetiminde hâkim konuma
gelirler. Bunun neticesinde toplumda bir yandan sosyal adaletsizlik hüküm
sürerken, diğer yandan da söz konusu güçlerin yargıyı da etkileri altına
almaları nedeni ile adaletin gücü değil de güçlerin adaleti tecelli etmeye
başlar. Dolayısıyla İhtilal sonrası geçen yaklaşık yüz yıllık süreçte ne
beklenen özgürlük ve demokrasi, ne eşitlik, ne kardeşlik ne de adalet gerçek
anlamda Fransız toplumunda gerçekleşebilmiştir. Gerçek romanında
yaşananlar, Fransız toplumunda Fransız Devriminin sloganı olan ‚eşitlik,
kardeşlik ve özgürlük‛ ilkelerinin hiç de yaşam bulmadığını delillerle ortaya
koymaktadır. Eşitlik yerine egemen güçlerin hâkimiyeti ve baskısı söz
konusudur toplumda, buna en çarpıcı örnek Simon davasında egemen
güçlerin milli eğitim bakanlığı ve hatta yargıyı etkileri altına alıp istedikleri
yönde kararlar çıkartmalarıdır. Oysa eğitim ve adalet en çok eşitliğe
gereksinim duyulan alanların başında gelmektedir. Kardeşlik ise ırkçı ve
bağnaz Fransız toplumunda bir türlü gerçek anlamda var olmaz. Özgürlüğe
gelince, bu da toplumda bazı sınıflar ve Hristiyan Fransızlar için geçerlidir.
Yazar cumhuriyet yönetiminin gerçek anlamda işlevsel
olabilmesinin, toplumda demokrasinin, eşitliğin ve adaletin var olmasıyla
mümkün olabileceğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu hedefe
ulaşabilmek için her vatandaşın üzerine düşen sorumluluğu yerine
getirmesini, kendisine zarar gelmiyor diye haksızlıklara sessiz kalmamasını
istemektedir. 1789 Fransız Devrimi gerçek anlamda ancak eğitim yoluyla
halkın bilinçlendirilip verilecek mücadele sonucunda yaratılacak özgür
düşünceli, hoşgörülü, demokrasi ve adalet yanlısı nesiller sayesinde yaşama
geçirilebilecektir. Bu nedenle ‚1880-1886 yılları arasında Jules Ferry'nin
önderliğinde yapılan eğitim devrimi laik cumhuriyeti güçlendirmeyi
hedeflemiştir.
Bir yandan gelir adaletsizliği sonucu günden güne daha da
zenginleşen baronlar, diğer yandan açtıkları okullar, kurdukları çeşitli
işletmeler ve topladıkları yardımlarla önemli bir ekonomik güç haline gelen 
tarikatlar her alanda etkili olmaya ve toplumu yönlendirmeye ve yönetmeye
başlamışlardır. Gerçek romanında baronların nasıl zenginleştiğinden z
edilmekle birlikte özellikle tarikat çevrelerinin nasıl ekonomik, siyasal ve
toplumsal güç oluşturdukları ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır: 
“Yobazların tuttuğu yol belliydi, sinsi sinsi çalışarak, önce eğitimi yani
çocuğu eline geçirecek, sonra da beyinleri uyutarak yetiştirip devlet
dairelerine yerleştirdiği bu gelecek kuşak sayesinde cumhuriyeti yiyip
bitirecekti. Dünün Fransa’sı, Voltaire’in, Diderot’nun Fransa’sı, devrim
Fransa’sı, üç cumhuriyeti yaşamış olan Fransa geleceğe doğru güvenle
ilerleyecek yerde, bugünkü şaşkın, yitik, gerici duruma gelmişse bunun
nedenini eğitim alanlarına el koyan Cizvitler ve diğer tarikatların çocuğu
ele geçirmesinde aramak gerekirdi. Otuz yılda öğrencileri üç kat artmış,
güçleri alabildiğine çoğalmıştı. Gericiler artık güçlenmişti, dişlerini
gösteriyor, kafa tutuyor, ülkenin efendiliğini istiyordu< toplumun bütün
kaymak tabakasını, orduyu, mahkemeleri, yönetimi, politikayı eline
geçirmiş, gericilik bütün adamlarını buralara yerleştirmişlerdi... laik
okulların karşısına din okulları açıyor, hatta kendi yarattığı, çıkar uğruna
ya da alçaklığından bağnazlığa koşuşan kadın ve erkek öğretmenler
aracılığıyla bu laik okulları boyunduruğu altına alıyordu. Gericilik şimdi
halkın karşısına dikilmiş, açıkça savaşa başlamıştı. Bu savaşı sürdürebilmek
için elbette para gerekliydi ve bütün papazlar ticarete başlamıştı. Söz gelimi
yalnızca Bon Pasteur adlı tarikatın yıllık geliri on iki milyonun
üstündeydi Milyarlarca serveti, sonsuz toprakları vardı irticanın"
Tarikat çevreleri özellikle halkın dini duygularını ve cahilliğini
kullanarak güçlendikleri gibi dini taassubun toplumda hüküm sürmesi için
de çaba sarf ederler. St. Antoine de Padeue mezhebi, Sacre-Coeur tarikatı,
Cizvitler, Kapüsenler ve Kardeşler tarikatları işbirliği içerisinde özellikle
kurdukları okullar aracılığı ile toplumda sürü misali kendi buyruklarından
çıkamayacak nesiller yetiştirme çabası içerisindedirler.
Tarikatçı rahipler adeta bir örgüt gibi çalışmakta, milletvekilleri,
askerler, öğretmenler, müfettiş, yargıç ve savcı gibi kamu görevlileri ile
birliği içerisinde bulunmaktadırlar. Papazlar işledikleri suç ve yolsuzluk
eylemlerinden çeşitli çıkar elde etmekte, ekonomik güç oluşturmakta ve
toplumdaki baskıcı güçlerini her geçen gün artırarak sürdürmektedirler.
Gerçek romanında yaşananlar, yobazlığın, yolsuzluğun, ahlaksızlığın ve
yozlaşmanın boyutunu ve tehlikesini gözler önüne sermektedir. Söz konusu
güçler, işbirliği içerisinde hareket ederek toplumu karanlığa doğru
sürüklemekte, gerçeğin ortaya çıkması ve adaletin yerini bulmasına engel
olmaktadırlar. Simon davasında yaşananlar, suçlunun tarikatçı kilise 
okulunda çalışan öğretmen rahip olmasına rağmen bu boyutun
araştırılmayıp iddianamede sadece Simon’un suçlanması karanlık güçlerin
yargıyı da etki altına aldıklarını göstermektedir. Zola, ‚kilise’nin yargı ve
halk üzerindeki baskısını korkusuzca eleştirmiştir.
Zéphirin’in öldürüldüğü gece halasının beyi olan Maillebois laik
devlet okulu öğretmeni Simon, Beaumont’da bir davete katılır. Saat on
buçuk trenini kaçırdığı için altı kilometrelik yolu yaya ner. O gece
Kardeşler Din Okulu öğretmeni rahip Gorgias, Marc’ın eşinin büyük
annesinin hizmetçisi Pélagie’nin oğlunu saat on sularında evine bırakmıştır.
Cinayette yaklaşık bu saatlerde işlenir. Ertesi sabah olayı ilk fark edenler
devlet okulu öğretmenlerinden Rouzaire ve Mignot’dur. Rahip Philibin de
oradadır, pencereden çocuğun odasına girer ve yerde bulduğu Birbirinizi
seviniz‛ yazısının baş tarafında rahip Gorgias'ın parafının yer aldığı kısmı
hızlı bir hamle ile gizlice kopartır. Olay sabahı Kapüsen Meydanı gittikçe
kalabalıklaşır. Savcı, Simon’a öğrencilerine ‘Birbirinizi Seviniz’ yazdırıp
yazdırmadığını sorar. Zira savcıya göre, ‘Birbirinizi Seviniz’ cümlesinin bir
şeyler hatırlatması gerekmektedir. Ancak Simon, hiçbir zaman böyle bir yazı
örneği kullanmadığını bildirir. z konusu yazının yer aldığı kâğıdın üst
kısmının kopartılmış olması yargıç ve savcıyı kuşkulandırır. Sorguda Simon,
laik cumhuriyet okullarında öğretmenlerin bu yazı örneklerinin üstüne imza
atmadıklarını belirterek okulundan bir yazı örneği gösterip kendisinin
yazının alt kısmına mühür vurduğunu söyler. Papaz Philibin, yazının üst
köşesindeki harflerin imza olmayıp mürekkep izleri olduğunu iddia eder.
Sırayla öğretmen Rouzaire, öğretmen yardımcıMignot, papaz Philibin ve
rahip Fulgence’ın ifadeleri alınır. Fulgence okulda kendisi dışında Isidore,
Lazarus ve Gorgias olmak üzere üç rahip öğretmenin daha olduğunu
belirtip, bu konuda bir şey söyleyemeyeceğini ifade eder. Simon on ikiye
yirmi kala eve döndüğünü belirtir. Simon’un eşine de kocasının saat kaçta
geldiği ve bir şeyler duyup duymadıkları sorulur. Kadın kocasının
geldiğinde duvar saatinin on ikiye yirmi kalayı gösterdiğini ve ardından da
yattıklarını söyler. Savcı ve yargıç, çevredeki herkesi tanık olarak dinlemek
ister. Hristiyan Kardeşler Din Okulu müdürü rahip Fulgence’a okullarında
üst tarafı mühürlü bu tür yazı örneğinin kullanılıp kullanılmadığısorar.
Maillebois cumhuriyetçi belediye başkanı Darras, ifadesinde öğretmen
Simon’un çalışkan ve dürüst bir insan olduğunu ifade eder. Bürokrasiyi
temsilen vali Hennebise ise, halkı kızdırıp tepki almamak için üzerine düşen
görevi yapmayıp seyirci kalmayı yeğler. Siyaseti temsil eden milletvekilleri
yeniden seçilemeyecekleri kaygısıyla susmayı yeğlerler.
 
Eğitim camiasının en üst kesimi olan ve evrensel değerlerin,
düşünce ve inanç özgürlüğünün savunucusu olması gereken üniversite
hocaları da Simon Davası'nda üzerlerine düşen sorumluluğu yerine
getiremezler. Başta rektör Forbes olmak üzere, öğretim elemanları olaya
adlarının karışmasından korktukları için davaya seyirci kalırlar.
Güvenlikten sorumlu kurum olan ordunun tutumuna gelince,
temsilcisi General Jarousse ülkede tam bir temizlik yapılarak vatansız ve
dinsizlerin kökünü kazıyıp ülkede tekrar krallık yönetimine geçilmesini
savunur. Çünkü ‚ordu henüz kiliseye bağlıdır. Dreyfus olayı sırasındaki
Savaş Bakanı ve Genel Kurmay Başkanı koyu katolik ve kralcı subaylardır<
Olaya karışanların hemen hemen hepsi "cizvit yetiştirmesi" ve "cumhuriyet
düşmanı" subaylardır. 
Gerçek romanında subayların tutumundan hareketle ‚yazar böylece Fransız
ordusunun cumhuriyet düşmanlarının yönetiminde olduğunu da
belirtmektedir.
Eskiden halkın sorunlarını gündeme taşıyan medya da artık belli
güç odaklarının eline geçmiş ve tarafsızlığını yitirmiştir. Güç odakları basını,
basın da halkı etkilemekte ve yönlendirmektedir. Bir gün önce Simon’u öven
ve savunan Petit Beaumontais gazetesi de, yalan yorum ve varsayımlara
dayanarak Simon’u açıkça suçlamaya başlar:
“Neler olup bitmişti, hangi güçlü etki ağır basmıştı, bu zehirli makale
neyin nesiydi, halkın yalana susamış cehaletinden yararlanarak Yahudi’yi
katil gösteren bu makaleyi kimler yazdırıyordu?... Dünden beri karanlıkta
bilinmeyen eller masum bir insanı suçlamak, bilinmeyen suçluyu ise
kurtarmak için işliyordu< Şu gazeteye bak< artık o da dürüstlüğünü
yitirdi, o da halkı aldatmaya başladı< Gericiler ve sermaye onu da ele
geçirdi, o da sermayenin, ağababalarının çıkarlarına çalışmaya başladı.”
Adaleti savunup insanların haklarını koruması gereken yargı da
aynı güçlerin etkisindedir. Maillebois’daki çocuk cinayetini sorgulayan
yargıç Daix, Simon aleyhine hiçbir delil bulamaz ve ilk önce onu
tutuklamaz. Ancak, karanlık güçlerin, yönlendirdikleri basının ve
etkiledikleri cahil halkın baskısı neticesinde Simon’un tutuklanması emri
çıkartır ve polisler Simon’u evinde hiçbir kanıt bulamamalarına rağmen
götürürler: Şüphesiz Yargıç Daix de soruşturmayı yuvarlayıp geçiştirmek üzere
buyruklarını almıştı.”
Simon tutuklandıktan sonra yargılama sürecinde de rahipler türlü
dümenler çevirip cinayetin gerçek suçlularını örtbas etmek ve olayı çıkarları
için kullanmak konusunda bir tiyatro oyuncusu kadar ustadırlar:
“Simon hakkında kovuşturmazlık kararı verilmesi imkanı arttıkça kötü
haberler almaktan da geri durmuyorlardı. Öte yandan, papazlar topluluğu
da ellerinden geleni artlarına koymuyorlardı. Rahip Crabot, Beaumont’a
daha sık gitmeye, yöneticiler ve yargıçlarla yemekli toplantılara katılmaya
da başlamışlardı. Bu arada üniversiteye uğramayı unutmuyorlardı.”
Gizli güçler, tanıkların da çevrelerini kuşatıp yargıç önünde
verecekleri ifadeleri belirlerler. Böylece adaletin gerçekleşmesine engel
olurlar. Papaz softaları ve etkisindeki insanlar işi o kadar yobazca bir
tutumla ileriye götürerek cinayetin dini inanç farklılığı yüzünden işlendiğini
iddia ederler.
Marc gibi David de kardeşinin suçsuzluğuna, cinayeti işleyenin
papazlardan biri olduğuna inanır. Ne var ki bunu çevreye kabul ettirip
gerçeği ortaya çıkarmak pek de kolay olmaz. Çünkü papazlar hem çevrede
çok güçlü hem de kendilerini toplumda hiç kötülük yapmayan adeta
Tanrının dokunulmaz kulları olarak kabul ettirmektedirler.
Mahkeme başkanı Gragnon ve Cumhuriyet savcısı Raouel de la
Bissoniére de söz konusu güçlerle işbirliği içerisinde Simon’a karşı yanlı
davranarak ve davanın jüri üyelerine baskı yaparak Simon’un ömür boyu
cezaya çaptırılmasını sağlarlar. Jüri üyeleri belli olduğunda yukarıda sözü
edilen güçler, özellikle basın aracılığı ile ve çeşitli insanlarla görüşerek jüri
üzerinde baskı kurmaya çalışırlar:
“Jüri üyeleri üstünde korkunç bir baskı başladı. Petit Beaumontais gazetesi
adlarını, adreslerini açıklıyor, pis Yahudi’nin defterini dürmezlerse, halkın
öcünü alacağını yazıyordu. Üyeler toplu imzalı mektuplar almaya
başladılar, evlerine beklenmedik konuklar geldi, “karınızın, çoluk
çocuğunuzun hayatını düşünün, aman dikkatli olun” diyorlardı."
Simon davasında tanıkların ifadeleri özetle şu şekildedir: Maillebois
İlkokulu’nun öğretmen yardımcısı Mignot, durumun önemini kavradığı için
daha dikkatli olup işittiği seslerin saatini kesinlikle bilemeyeceğini söyler.
Aynı okulun bayan öğretmeni Rouzaire ise daha da insafsızlaşmış, duyduğu
seslerle ilgili kesin saat vermekte ve hatta duyduğu seslerin Simon’un sesleri
olduğunu ileri sürmektedir. Karanlık odakların oluşturduğu kamuoyu
sayesinde insanlar daha önce söyledikleri ifadelerinden dönüp farklı şeyler
söylemeye, Simon’un aleyhine oluşturulan kampanyayı destekler konuma
gelirler. Rahip Philibin odaya girdiklerinde çocuğu yatağın önünde
döşemenin üzerinde bulduklarını söyler. Rahip Fulgence’a gelince bu
sözlere Simon’u suçlu gösterecek bir şeyler eklemeye çalışır. Hrıstiyan
Kardeşler Din Okulu’nun diğer üç papaz öğretmeni de tanık olarak dinlenir.
Papaz olunca Gorgias ismini alan Valmirie bahçıvanının oğlu Georges
Plumut, cinayetin işlendiği saatte, saat on buçuktan itibaren hücresinde,
yatağında olduğunu belirtir. Hristiyan Kardeşler Din Okulu’nun kapıcısı ve
o saatte sokakta bulunan iki kasabalı da yalancı tanıklık ederek saat on
buçukta Gorgias’ın okulda olduğunu söylerler. Yazı örneğinin üzerinde
yazılı imzaya benzeyen harfler nedeniyle gönderildiği bilirkişiler Badoche
ve Trabut de yobazlarla işbirliği içerisinde oldukları için yazı örneğinin
üstündeki lekenin Simon’un adının ve soyadının baş harfleri olan S ve E
olduğunu açıklarlar. Bu kanıyı güçlendirmek için Rahip Philibin söz alarak
Simon’un bir dostuna yazdığı mektupta aynı parafı gördüğünü iddia eder.
Son gün ise savunma tanıkları dinlenir, Marc’ın da aralarında bulunduğu
tanıkların hepsi ilkokul öğretmeni Simon’un çok iyi, çok uysal, mesleğine,
öğrencilerine, evine ve çocuklarına düşkün birisi olduğunu söylerler. Ancak
bunlar içerisinde savunma avukatının özellikle tanık olarak dinlenilmesini
istediği müfettiş Mauraisin, üstü kapalı ve kaçamak kelimelerle Simon’un
yapısında ikiyüzlülük ve dinsel bölücülük bulunduğunu ima etmeye çalışır.
Savunma avukatı Delbos’ya gelince, önce savcının iddialarını çürütür,
ardından mahkemenin tutumunu, Hristiyan Kardeşleri, Cizvitleri çok ağır
bir şekilde eleştirir. Avukat, cinayeti Hristiyan Kardeşler Din Okulu
öğretmenlerinden birisinin işlemiş olabileceğini ifade eder. Gericilere ve
işbirlikçilerine yüklenir. Ancak son söz iddia makamı olan savcıya
verildiğinde, savcı dava jürisinden Yahudi ve sübyancı katil olarak
tanımladığı Simon’un kellesini ister. ri başkanı olarak kurada adı çıkan
dindar ve dürüst bir insan olan mimar Jacquin’in kanıt eksikliğinden söz
ettiği söylenir, mahkeme başkanının jürinin kararını yönlendirme hakkı
bulunmamasına rağmen, başkan Gragnon jürinin karar odasına girerek,
onlara Simon’u suçlu gösteren sahte bir mektup sunar. Mahkeme heyetinin
sorularını inceleyen ve tanık ifadelerini dinleyen jüri, kanıtların yetersizliği
nedeni ile Simon’a ölüm cezası yerine ömür boyu hapis cezası verir.
Bozuk, kokuşmuş ve baskıcı toplumsal yapıyı devam ettirebilmek
için gerici güçler, basın, siyaset ve yargı çevresinden güçlerle işbirliği
içerisinde masum insanların cezalandırılmasına ortam
hazırlayabilmektedirler: “Bütün egemen çevreler, zavallı, suçsuz bir insanı ezmek
için birleşmişlerdi. Simon’un suçsuzluğunun ortaya çıkması işlerine gelmezdi,
çünkü din adamları, askerler, yargıçlar ve yöneticiler arasındaki sömürücü işbirliği
tehlikeye girerdi.” 
Öğretmen Marc, en güçlünün en haklı olduğu anlayışına karşıdır.
Adaletin olmadığı bir toplumda ne ahlaktan ne de özgürlük ve 
demokrasiden söz edilebilir. Yazara göre, ancak iyi eğitilmiş bireylerden
oluşmuş bilinçli nesiller bu egemen güçlerin düzenini ortadan kaldırabilir.
Kırtasiye dükkânı işleten Milhomme eltilerden Alexandre, oğlu
Sébastian’ın çok hasta olması üzerine Simon davasında mahkemede delil
olabilecek, yeğeni Victor’un Hristiyan Kardeşler Din Okulu’ndan çaldığı
‚Birbirinizi seviniz‛ yazılı kâğıdın oğlunun defterinin arasında olmasına
rağmen gerçeği söylemeyerek haksızlık yaptıkları için Tanrı’nın kendilerini
cezalandırdığını düşünür. Sekiz yıl aradan sonra söz konusu yazı örneğini
Bayan Alexandre öğretmen Marc’a verir. Simon’un suçsuzluğunu göstermek
için iyi bir kanıttır bu. Öte yandan Simon’un ağabeyi David yaptığı
araştırma sonucu, kardeşinin yazdığı iddia edilen düzmece bir mektup
sonucu suçlu bulunup cezalandırıldığını öğrenir. Bu iki belgeden yola
çıkarak kardeşinin yeniden yargılanmasına uğraşır. Avukat Delbos,
Zéphirin olayı davası ile ilgili Adalet Bakanlığına yaptığı itirazda suçlunun
Hristiyan Kardeşler Din Okulu öğretmenlerinden rahip Gorgias olduğunu
belirtir:
“Hıristiyan Kardeşler Din Okulu’ndan Victor’un çaldığı yazı örneğini
sonunda dolaptan çıkarıp verdiğini anlattı ve Rahip Gorgias’ın parafı.
Hıristiyan Kardeşler Okulu’nun mührünü taşıyan yazı örneğini çıkartıp
uzattı. İşte kağıt< İşte küçük Zéphirin’in odasında bulunan kağıttaki
yırtık köşe de burası olmalı. Biz Zéphirin’in, tomur ağzına sokulduğunda,
burayı dişleyerek kopardığını sanmıştık. Yardımcım Mignot, kağıtta bu
köşenin varlığını şimdi çok daha iyi hatırlıyor, odaya girdiğinde Rahip
Philibin kopardı demek< Şimdi iyice bakınız şu parafa. Bu örneğin
üstünde çok daha belirgin, çok daha okunaklı, işte şu F, şu da G, Frère
Gorgias’ın baş harfleri. Pek usta bilirkişiler, Badoche ve Trabut olacak
adamlar işte bu harflerin L ve S olduğunu söyleyip, kardeşinizin üstüne
yıktılar cinayeti... Evet, Rahip Philibin, katili öğrenince bütün papazlarla
birlik olup onu kurtarmaya çalışmış ve suçsuz bir insanı zindana
yollamışlardı.”
Yazı örneğinin benzerinin Hristiyan Kardeşler Din Okulu’nda
bulunup bulunmadığını arama emri verilir. Okul müdürü rahip Philibin’in
odasında arama yapılırken Zéphirin’in odasında bulunan kâğıdın yırtık
parçası orada ele geçirilir. Olayın halk tarafından duyulması üzerine
Beaumont Kapüsenler bölge başkanı, Hristiyan Kardeşler Okulu Müdürü
Philibin’i İtalya’daki bir manastıra gönderir. Cizvit papazı din adamı
olmasına rağmen böyle bir haksızlığı yapmaktan çekinmez. Kısa bir süre
papazlar şaşkınlık yaşarlar, ardından toparlanarak olayı örtbas etmek için
tekrar planlar kurmaya ve girişimlerde bulunmaya başlarlar. Cahil halk hâla
gerçekleri görmeyerek sahtekâr okul müdürü rahip Philibin ve ırz düşmanı
katil öğretmen rahip Gorgias’ın haksızlığa uğradığını sanır.
Hristiyan Dininin sözcüsü Hazreti İsa gerçek ve adaleti yaymak için
gelmiştir. Bu nedenle gerçek bir dindar olan jüri başkanı mimar Jacquin,
yargılama sırasında mahkeme başkanı Gragnon’un karar salonuna girip
Simon’un cezalandırılmasında etkili olan kendilerine sunduğu mektubun
sahte olduğunu öğrenince vicdan azabı çeker.
Yargıtay Simon davasında kararı bozar. Tarikatçı rahipler, devletin
her kademesine sızdıkları için yargıtaydaki adamları aracılığı ile karar
resmen duyurulmadan önce papaz Crabot bu haberi öğrenir, o nedenle
Marc ile görüşüp mahkeme başkanı Gragnon’u kurtarmaya çalışır.
Tarikatçı rahipler, Simon davasının yeniden görüleceği Rozan
mahkemesine de etkili olmak için girişime geçerler. Rozan’da da tarikatların
karanlık gücü hâkimdir. Bu nedenle Simon davasında kimse jüri olmak
istemez. Rozan, her an haçlı seferine hazır bir kasaba durumuna gelmiştir:
“Davadan sekiz gün önce Rozan, tam bir savaş alanı olmuştu, dini savaşa
hazırlanmayan, dinsiz öğretmenin konuşulmadığı tek bir ev bile yoktu.
Zavallı jüri üyeleri sokağa çıkmaya korkuyorlardı, evlerine kapanıp
kalmışlardı. Hele bir sokağa çıksınlar, neler olmuyordu neler; kaldırımda
tanımadıkları adamlar omuz vuruyor, iğrenç ilkokul öğretmenini zindana
göndermedikleri takdirde başlarına gelecekleri hatırlatıyorlardı. Öğretmen
zindanı boylamazsa ya canlarından, ya mallarından, ya da görevlerinden
olacaklardı.”
Burada da natüralizmin çevrenin insan üzerinde etkisini savunan
görüşünü görmek münkündür. Bu baskıların yanında mahkemeye
başkanlık edecek Yargıtay üyesi ve savcı da söz konusu tarikatlarla bağlantı
içerisindedir:
“Mahkemeye başkanlık edecek Yargıtay üyesi Guybaraud ve Cumhuriyet
savcısı Pacard’la ilgili can sıkıcı şeyler duyuyordu. Guybaraud, Valmarie
Cizvitlerinin eski öğrencilerindendi. Mesleğinde yükselişini Cizvitlere
borçluydu, çok zengin, sofu, kambur bir kadınla evliydi. Cumhuriyet
savcısı Pacard’a gelince eski demagoglardandı, şüpheli olaylara adı
karışmış, dinci biriydi. Paris’te iyi bir göreve atanmasını bekliyordu.”
Zola’ya göre, görevde yükselmek ya da iyi bir yere tayin olabilmek
için tarikatçıların desteğini almak gerekmektedir, bunun gerçekleşebilmesi
de onlarla işbirliği içerisinde çalışmayla mümkün olabilmektedir. Her tarafa
sızan tarikatçılar, adeta karanlık yer altı örgütü gibi çalışmaktadırlar.
Rozan mahkemesinde savunma avukatı Delbos, Simon’u ilk
tutuklayan sorgu yargıcı Daix’e kanaatini sorduğunda, Simon’un suçsuz
olduğuna inanır, Simon’a ceza veren jüri başkanı da aynı inançtadır. Bu
ifadelere rağmen yeniden yargılama sonucunda jüri heyeti, oy çokluğu ile
Simon’u yine suçlu bulur. Ancak oy birliği ile hafifletici sebeplerin varlığına
karar verir. Sonuçta Simon’a on yıl hapis cezası verilir. Tutucular ikinci
yargılama sonunda kutlamalar yapar: “Kasabanın yobaz tayfası çok geçmeden
zaferi kutlamaya başladı, cübbeler sevinçten uçuyordu.”
Simon’un suçsuzluğunu ve gerçeği ortaya çıkarmaya çalışan özgür
düşünceli ve hoşgörülü öğretmen ve yöneticileri zor gün bekler.
Avukat Delbos, Simon hakkında Rozan’da verilen ikinci yargılama
kararına karşı da Adalet Bakanlığı’na itiraz eder. Nihayet gecikmeyle de olsa
adalet yerini bulur:
“Yargıtay, kangrenleşen bu yaranın bir an önce kesilip atılması için davaya
olağanüstü bir hızla bakıp, eski sanığın yeniden mahkeme edilmesine gerek
bile görmeden Rozan kararını bozdu. Simon’un suçsuzluğuna karar verdi.”
Tüm romanlarında ezilenden yana tavır koyan Zola, Gerçek
romanında da ekonomik güç sahibi tarikatlar, ordu, burjuva ve aristokrat
çevrelerin fakir köylü, işçi, memur ve esnaf üzerinde uyguladığı baskı ve
yönlendirmelere dikkat çekmektedir. Zola’nın romanında halkın hâkim ve
karanlık güçlere boyun eymesinin nedeni, kapitalist toplumda maddi güç
ölçüsünde insanların söz sahibi olması anlayışından da kaynaklanmaktadır. 
 
5. Bağnazlık
19. yüzyıl Fransız toplumu, 16. yüzyılda benimsediği reformlar ve
18. yüzyılda yaşadığı aydınlanma hareketlerinden geriye doğru gitmeye
başlamıştır. Tarikatçı papazlar ordu, eğitim kurumları, siyaset ve özellikle
de yargıya adamlarını yerleştirmiş ve toplumu istediği şekle sokma ve
yönlendirme noktasında bu kurumların da desteğini almıştır. Hem sermaye
güçleriyle işbirliği yapan hem de belli düzeyde ekonomik güç konumuna
gelen tarikat kiliseleri sivil toplumu baskı altına almaya başlar. Ayrıca,
kendilerine destek veren insanlardan alış veriş yaparlar, böylece toplumda
mahalle baskısı da oluşturmuş olurlar.
Zola çağının Fransız toplumunda önemli bir sorun olan dini taasup
ve hoşgörüsüzlük sorunlarını ele alır. ‚Devrimci Fransız halkı, yalanlarla
kışkırtılıp çılgın, yobaz bir kitle halini almıştır.
Zola’nın bu romanı tarihsel-siyasal motifler içermenin yanında, toplumsal psikoloji
boyutunda, yobaz papazların ve cahil insanların bağnazlığını, acımasızlığı
ve ahlaksızlığını da ortaya koymaktadır. Eserinin özünü, tarikatçı
papazların yönlendirmesiyle dinsel ve ırksal farklılıkları olan vatandaşların
Fransa’da yaşam sürdürmede karşılaştıkları güçlükler oluşturmaktadır.
Zola, ‚insalcıl bir perspektifte insanın yok ediliş sorununu gündeme taşır.‛
Küçük Zephirin doğduğunda kutsanmaz, hiçbir dinden değildir.
Ancak altı yıl sonra Zephirin babası Daniel, çalıştığı fabrikada makinanın
dişlileri arasında parçalanır. Bu olaydan sonra büyük korkuya kapılan eşi
Marie, bir Yahudi ile evlendiği için Tanrı’nın kendisini cezalandırdığı
düşüncesine kapılır ve oğlunu kutsatarak Hristiyan Kardeşler Din Okulu’na
verir. Çocuk büyüdükçe kamburlaşır, Marie bunu da kocasının acısını
yüreğinden atamadığı için Tanrı’nın cezasının devamı olarak görür.
Zéphirin, on bir yaşında Kudas törenine katılacağı yıl annesi ölür.
Hanımının kardeşinin oğlu bu yetim çocuğa zor durumda kalmasın diye
Simon yardım eder.
Gerçek romanında masum olmasına rağmen eşinin yeğeninin ırzına
geçerek öldürmekten suçlanan Yahudi öğretmen Simon’a karşı tarikatçı
manastır papazlarının yönlendirmesi ile kamuoyu oluşturulur. Cahil kasaba
halkı dini taassup içerisinde Simon’a karşı saldırgan davranışlar sergilerler.
Bayan öğretmen Rouzaire, öğrencilerini kiliseye ve dini törenlere
götürdüğü için kendisini herkese kabul ettirmiştir. Kapüsenler, Kardeşler
tarikatlarının hepsi onu iyi karşılar. Tarikatçı rahipler, bütün dindarları
kendi manastırlarına çekmeye çalışırlar. Devletin resmi kiliseleri böylece güç
kaybetmeye başlar. Cizvit papazı Crabot, devletin resmi Saint-Martin
Kilisesinin ve Beaumont psikoposunun egemenliğini elinden almaya çalışır.
Marc’ın eşi Geneviève’in anneannesi Duparque, Marc’a yeni tayin edildiği
Maillebois İlkokulu’nda öğretmenlik yapamayacağını, çünkü bu kasabanın
sofuların hâkim olduğu bir yer olduğunu, burada özgür düşünceli insanlara
yer olmadığını söyler.
Öte yandan Marc’ın daha önce görev yaptığı ve halkı aydınlatmaya
çalıştığı Jonville köyünde de artık yeni öğretmeni ve belediye başkanını
etkisi altına alan Rahip Cognasse’ın dediği olur. Öyle ki papazın bu zaferi,
pazardan pazara tören için gittiği Moreux’de de etkisini gösterir.
Dini taassuptan kaynaklanan çevre baskı Marc’ın hanımı
Geneviève üzerinde de etkisini gösterir. Geneviève, büyük annesi ve onun
evine gelip giden rahiplerin etkisi ile geçmişteki taasup düşüncelerine döner
ve kocasından uzaklaşmaya başlar. Artık iftira sonucu suçsuz yere
tutuklanan Simon’u savunan kocasına karşı, Simon düşmanlarının safında
yer almaya başlar. Marc’ın on dört yıllık eşi Genéviève, nihayet karnındaki
çocuğu ile birlikte eşini ve kızı Louise’i bırakarak evi terk eder. Gerçekte eşi
ve kızı onu çok sevmesine rağmen, psikolojisi bozulan kadın, rahiplerin
etkisiyle kendisine sürekli günahkâr olarak gösterilen kocasının ve etkisinde
büyüyen kızının yanından ayrılır. Böylece karnındaki doğacak çocuğu en 
azından rahiplerin öğretisi doğrultusunda yetiştirecektir. Marc’ın eşi
Geneviève büyük annesinin evinde ikinci çocuğunu doğurur. Marc, büyük
annenin evine karısı ve oğlunu görmeye gittiğinde ne çocuğunu görebilir ne
de eşini onunla görüştürür büyük anne. Çocuk babası Marc’dan habersiz
kutsanıp papaz olarak yetiştirilmek üzere evden uzaklaştırılır:
“Çocuk bir iblisin çocuğu değil miydi, Geneviève sanki bir şeytan
doğurmuştu, bu yüzden de hemen kutsanıp, büyük yıkımlardan kurtarmak
için evden uzaklaştırılmıştı.”
Bir devlet okulu olan Maillebois İlkokulu’nda bayan öğretmen
Rouzaire ve Marc’tan önce görev yapan öğretmen sınıflara haç sembolü
asmışlardır. Marc öğretmen, laik okullarda dini sembollerin bulunmasına
insanlar arasında ayırımcılığa neden olabileceği ve tarafsızlığı ortadan
kaldırabileceği endişesiyle karşıdır. Sınıfından haç sembolünü kaldırır.
Ancak yine Cizvitlerin, Hristiyan Kardeşlerin ve etkiledikleri halkın
tepkisiyle karşı karşıya kalır. Laik devlet okulları şeytan yuvası olarak
gösterilmeye çalışılır.
Bayan Rouzaire, Maillebois kasabasından Beaumont kentine tayin
edilir. Ondan boşalan kadroya Marc’ın eski mesai arkadaşı Jonville köyü
öğretmeni Bayan Mazeline atanır. Ancak tutucu kasabalı Rouzaire’in yerine
özgür düşünceli Bayan Mazeline’in atanmasından rahatsızlık duyarlar.
Çünkü önceki onların istediği gibi bir öğretmendir; çocuklarını sürekli
kiliseye götürür, nıfa haç takar, öğrencilerine sınıfta dua ettirir. Özgür
düşünceli nesiller yetiştirmek isteyen Mazeline bu tür uygulamalar yapmaz.
Tutucu belediye başkanı, Mazeline’i kasabalarında istemediklerini bildirmek
üzere akademi müfettişi Le Brazer’e şikayete gider.
Férou’nun tanımıyla Maillebois tutucu bir kasabadır. Söz konusu
kasabada Simon öğretmen olayı devlet okulu öğretmenlerinin durumunu
zora sokacaktır. Ona göre, tutucular bu olaydan din ve ırkçılık adına çıkar
sağlama planı yaparlar. Férou’nun ağzından tutucuların ve cahil Fransız
halkının Yahudilere bakışı şu şekilde özetlenmektedir. “Pis bir Yahudi’yi
kurtarmak için gerçeği aramaya değer mi?” Öğretmen
Férou’ya göre söz konusu tutucular sadece yabancılara karşı ırkçılık
yapmazlar, aynı zamanda onlar gibi düşünmeyen ya da düşünce ve inanç
özgürlüğünü savunan, toplumsal ve bilimsel gelişmeye inanan insanlara,
özellikle de laik devlet okullarının eğitim ve öğretimine karşıdırlar.
Tutucular, insanlara insan oldukları için değer vermeyip, onları düşünce,
inanç ve kökenlerine göre ayırıp farklı davranmaktadırlar. Tarikat mensubu
Crabot’nun buyruğu altına giren rahipler topluluğu durmadan vaaz verip
Fransa’nın Katolik Hristiyan şında inanca sahip insanlardan 
arındırılmasını isterler: “Yahudi ve Protestanların diri diri yakılıp, kökünün
kazınmasını istiyordu.”
Simon’un kayın pederi Lehmann’ların terzi dükkânına söz konusu
olay nedeniyle artık müşterileri uğramaz. Simon tutuklandıktan sonra ailesi
de evlerinde toplumsal baskı ve ayırıma maruz kalır:
“El yazması bildiri asılmıştı kasabanın duvarlarına; yurtseverleri,
Yahudilerin evlerini yakıp yıkmaya çağırıyordu. *Birkaç gün, hele de bir
pazar günü Kapüsen Manastırı’ndaki dinsel törende halk öylesine
coşmuştu ki, Belediye Başkanı Darras, Trou Sokağı’na nöbetçi dikmek için
Beaumont polisine başvurmak zorunda kalmıştı.”
Zola’ya göre Fransız toplumunda Yahudiler horlanmakta, bunun
sonucu olarak da Yahudi kökenli Fransız vatandaşları utanç duymaktadır.
Buna çarpıcı örnek zengin biri konumunda olan Yahudi Baron Nathan
ezilmişlik ve ikinci sınıf vatandaş olma utancından kurtulmak için kızını
soylu bir Katolik Fransız ile evlendirmesi verilebilir. Damadı Hector de
Sangleboeuf milletvekili olur. Kızını sadece bir Hristiyan ile evlendirmekle
kalmaz, rahip Crabot’nun da etkisi ile kızı dinini değiştirerek hem Hristiyan
olur hem de Lia olan adını Marie olarak değiştirir.
Dini bağnazlık ve çıkarlar Fransa’yı diğer işgalci ülkelerle birlikte
Osmanlı imparatorluğu topraklarında işgale sevk edip, birçok ülkeyi de
kolini durumuna getirmişlerdir. Din, ordu, kapitalist güçler ve siyaset el ele
ortaklaşa çalışıp nihayetinde Birinci Dünya Savaşı’na neden olmuşlardır. Bu
romanda insanlığın ya da insanca duyguların yok oluşu söz konusudur.
Bugünün Avrupasında başta Almanya olmak üzere benzer düşünceler
hâkimdir ve Müslümanlar farklı dinden ve ırktan diye diri diri
yakılmaktadırlar. Roman yayınlanalı 110 yıl gibi bir asırdan fazla bir zaman
geçmesine karşın Avrupa toplumlarında dini taassup ve yabancı düşmanlığı
gibi sorunlar hâlâ önemini sürdürmektedir. 
 
6. Hoşgörü/Hümanizm
Fransa özgürlük ve hoşgörü konularında sancılı nemler
yaşamıştır. Zola’nın söz konusu romanında bilimsellikten çok toplumsal
boyut ve tarihi gerçeklerin kurgusu ön planda bulunmaktadır.  
Yazar, Fransız toplumunda gerçekte yaşanan bir olayı sanat yoluyla tüm dünyaya
duyurmayı ve sorunu evrensel kılmayı başarmıştır.
Toplumsal olanın nesnel fotoğrafını çekmeye çalışan Zola‛ 
Bağnazlık, hoşgörüsüzlük, ırkçılık ve ötekileştirme gibi konular
romanda eleştirilen olumsuz davranışlardır. Kardeşlik, hümanizm, hoşgörü
ve adalet gibi müspet değerler ise topluma kazandırılmaya çalışılan romanın
başlıca konularıdır. 1789 devrimi sonrası dönemde insani değerler ve
hümanizm konusu ihmal edilmiş toplumsal bir sorun olarak varlığını
sürdürmektedir. Zola cumhuriyetin, demokrasi ve eşitlik olmadığı sürece
özgürlük demek de olmadığını göstermeye çalışarak, insanı ve çağdaş
değerleri merkeze alan anlayışın ancak hoşgörü anlayışının ve demokrasi
kültürünün benimsenmesiyle yaşam bulacağına inanır. Roman kahramanı
Marc öğretmene göre, insanlar aynı düşüncede olmasalar da birbirlerini
sevip sayabilirler.
Yahudi kökenli Simon’u destekliyor ve sofu papazları suçluyor diye
eşinin büyük annesi Marc’ı ve ailesini artık evinden kovar. Bu duruma
Marc’ın hanımı üzülür, ancak eşini istemiyor diye artık o da dul annesinin
de kaldığı büyük annesinin evine gitmek istemez. Kocası Marc öğretmen,
hoşgörülü ve sevgi dolu bir insan olduğu için eşine ailesinden uzak
durmamasını, onları ziyarete gitmesini, bu duruma kendisinin
kırılmayacağını söyler. Ayrıca eşini sevdiği için pazar ayinlerine giderken
ona eşlik eder. Marc pozitif bilimden yana olan ve dini inancı olmayan bir
insan olmasına karşın, her türlü inanca saygılı ve hoşgörülüdür.
Zola, toplumsal sorunlara yaklaşımındaki sanatçı hassasiyeti ve
kimliği ile sadece Fransa’da değil tüm dünyada birçok yazara, siyasetçiye ve
sağduyu sahibi insanlara esin kaynağı olur. Yazarın toplumsal sorunları ele
alışında manist bir yaklaşım söz konusudur. İnsanların, toplumsal
statüsü, dini inancı ya da kökeni nedeni ile ayırıma tabi tutulup haksızlığa
uğratılmasına, bir başka deyişle ötekileştirilmesine karşı yoğun mücadele
verir. Aydınların, bu tür mücadeleleri Fransız toplumunun bugünkü daha
demokratik koşullarını hazırlamıştır. 
 
7. Özgür Düşünceli, Demokrasi ve Adalet Yanlısı Nesiller
Tarikatçı kilise rahipleri bir yandan kendi işledikleri suç ve
günahları kapatmaya çalışırken, diğer yandan da toplumda insanlar
arasında kin ve nefret tohumları aşılarlar. Basını da çıkarları uğruna
kullanırlar, zaten basının bir kısmı kendi yandaşlarının elindedir. Böylece
istedikleri doğrultuda bir toplum oluşturma gayreti içerisindedirler. Birey
olduğunun ve özgürlüğünün bilincinde olmayan halk kendi aklı ve
düşüncesini kullanmayıp bir sürü gibi güç odaklarının belirlediği yönde 
hareket ederler. Oysa güçlü olanlarla işbirliği yapmak cahilliğin, acizliğin ve
zayıflığın göstergesidir, haklı olanlardan yana olmak ise cesur ve adil
olmanın gereğidir. Zola'ya göre bu da toplumda insanlara ancak eğitim
yoluyla kazandırılabilecek bir değerdir.
Yazara göre demokrasinin yerleşip yaşayabilmesi her şeyden önce
bireylerin özgür düşünceli yetişmelerine, adaletin var olabilmesi de
demokrasi kültürünü benimsemiş ve insan haklarına saygılı nesillerin
yetişmesine bağlıdır. Zola bu hedefe ulaşmada en büyük engel olarak
tarikatçı kilise okullarını ve oralarda verilen eğitimi görmektedir. Çözüm
yolu olarak da cumhuriyetin laik okullarının yaygınlaştırılarak halkın
eğitilip aydınlatılması, kilisenin ve tarikat çevrelerinin eğitimden elini
çekmesini göstermektedir. Başarmak için insanların bilincini uyarmanın
önemine dikkat çekmekte ve bunda da öğretmenlere rehberlik rolü
yüklemektedir. Yazar hem ordu hem de kapitalist ve tarikatçı güçler
karşısında bireylerin ezilip yok olmaması ve özgür bireyler olarak
yaşayabilmesi için yapılması gerekenlerin bir yol haritasını vermektedir.
İnsanı köle durumuna sokmaya çalışan her türlü güce karşıdır. Bunun için
de genç nesilleri eğitimli olmaya ve bilinçli mücadeleye çağırmaktadır.
Tarikatçı manastır papazlarının yobazlığı, ordunun ırkçılığı ve
halkın cahilliği Fransız toplumunu oluşturan vatandaşlar arasında
ayrımcılık ve adaletsizliklerin oluşmasına neden olmaktadır. Bütün bu
tutumların sonucu toplumda istenmeyen gerilimler ve huzursuzluklar boy
göstermektedir. Yaşananlar, bireylerin mutlu ve huzurlu yaşam
sürdürebilmelerinin tek teminatı olan adaletin Fransa’da uygulanmadığının
bir göstergesidir. Yazar, Fransız devletinin, adaletin ve demokrasinin kök
saldığı, gerçek bir hukuk devleti olmasını arzular. Marc öğretmen, suçlanan
kim olursa olsun gerçeğin ve adaletin savunucusudur. Marc’a göre, her
suçlu cezasını çekmeli, bu papaz, subay ya da hâkim de olsa fark etmez.
Ayrıca papazların inançlı olması yetmez, asıl olan adil ve ahlak
olabilmeleridir.
Bağnazlık ve adaletsizlik toplumsal barışı ve aydınlık gelecek
umutlarını uzun süre törpülemiştir, ancak tüm engellemelere rağmen
roman, yazarın arzuladığı hoşgörülü, özgür düşünceli ve adalet yanlısı genç
nesillerin filizlenmesiyle ve öğretmen Marc ve diğer eğitim ordusu
mensuplarının mutluluğuyla son bulur. Yazarın özgür bireylerden oluşan
demokratik toplum yaratma umutları gerçekleşmeye başlar. Zira romanın
sonu umutların yeşerdiğini simgeleyen güneşli ilkbahar mevsimiyle biter.
Simon’u savunanlar bedel öderler, ancak toplumsal değişimin de
başlamasına ön ayak olurlar. Bunun somut örneklerinden birisi, Maillebois
kasabasının yeni belediye başkanı memur Salvin’in üçüncü oğlu sosyalist 
Léon Savin’dir. Kasabayı kalkındırır, kasabada kin ve nefretin yerini
hoşgörü ve sevginin almasını ister. O babası gibi korkak ve nemelazımcı
değil, sorumluluk duygusuyla davranan bilinçli biridir. Simon’a çektiği
acıları unutturmak için bir eser adamak ister. Duvarcının oğlu Auguste ve
köylü Bognard’ın kızı Angèle’in çocukları Adrien Doloir iyi bir eğitim
görerek mimar olur. O da Simon’a belediye başkanının armağan olarak
yaptıracağı evin planını çizer. Eğitim her alanda meyvesini vermeye başlar.
Yazarın aynı aileden farklı kuşaklara yer vererek eğitim sayesinde toplumda
gözlemlenen değişimi ortaya koymaya çalıştığı görülür. Burada mimar
olduğu kadar, Yahudi kökenli Simon için bir şey yapmaya çalışması,
Adrien’nin önceki kuşak iki dedesinden ne denli farklı düşündüğünü,
kendini ne denli geliştirdiğini göstermektedir. Cahil dedelerin, aydın
torunları artık toplumda söz sahibi olmaya başlamışlardır. Kuşaktan kuşağa
değişim söz konusu, özgür düşünceyle eğitilmiş yeni nesiller daha
hoşgörülü, demokrasi ve adalet yanlısıdırlar. Gençlik, Yargıtay’ın son
kararıyla Simon davasında adaletin yerini bulmasıyla yetinmek istemez.
Atalarının yaptığı hatadan dolayı, Simon’a bir armağan vererek ondan özür
dilemek, atalarının hatasını onarmak isterler. Adrien, öğretmeni Marc’a
kasabada Simon’lara bir ev yapıp, bağışlamak istediklerini söyler. Bu evi
Simon’un kayın pederinin yıkılan evinin yerine belediye meclisi kararıyla
yapmak istediklerini belirtir. Eve belediye meclisinden çıkartacakları kararla
şöyle bir yazı da yazarlar:
“Maillebois kasabasında, gerçek ve adaletin bir sembolü olan öğretmen
Simon’a, çektiği acıları unutması için armağandır.”
Simon davasında, birinci kuşak görevini hiç yapmazken, ikinci
kuşak hiç olmazsa hatalarını anlar ve kabul eder. Üçüncü kuşak ise hataların
telafisine çalışır. Buradan çıkan sonuç, eğitim meyvelerini uzun uğraşlar
sonucu vermekte, ancak bu meyveler çok değerli olmaktadır. Eğitilmiş
üçüncü kuşak cesur ve paylaşımcıdır. Yeni nesil, din, ırk, düşünce ya da
inanç ayırımı yapmaksızın kardeşçe barış içerisinde yaşamayı başarır. İyi
eğitim görmüş üçüncü kuşak, ikinci kuşağı da değiştirir. Simon, törenle
kasabaya beklenir. Simon’u savunan sosyalist avukat Delbos içişleri bakanı
olmuştur ve o da karşılama töreninde yer alır.
 
Simon davası, Simon, Marc, David ve Delbos’un onur mücadelesi olur. Bu mücadelenin kazanılmasında en büyük pay eğitimindir. Eğitim yoluyla öğretmenler ordusu, yetiştirdikleri özgür düşünceli, hoşgörülü, demokrasi ve adalet yanlısı nesiller sayesinde geleceğin uygar milletini yaratmaya başlarlar. 

Dolayısıyla Gerçek, bağnazlığa karşı hoşgörüyü, cahilliğe karşı bilimi, etkin güçlerin güdümünde ve tutsağı olarak yaşamak yerine özgür düşünceyi, demokrasiyi ve adaleti önemli değerler olarak bireylere ve topluma benimsetmeye çalışan bir eserdir.

 Sonuç

Gerçek romanında Zola, özelde Fransız genelde Batı toplumlarında boy  gösteren  dini  bağnazlık  ve  yabancı  düşmanlığı  nedeni  ile  yaşanan olaylara  ve  haksızlılara  karşı  başkaldırı  kampanyası  başlatır.  Her  çağda olduğu gibi Zola’nın yaşadığı dönemde de tarikatçı kiliseler, siyasetçiler ve ordu mensupları çıkarcı egemen güçler, iktidarlarını ve çıkarlarını korumak uğruna  her  türlü  olayları  tezgahlayabilmektedirler. Tarikat,   siyaset   ve sermaye,  gerçek  ve  adaletin  karşısına  önemli  bir  engelleyici  güç  olarak çıkmaktadır. Zola’nın  bu  romanda  öne  çıkardığı  ahlak  anlayışı,  tüm insanları insan oldukları için din, ırk ayırımı yapmadan sevme anlayışı olan hümanist anlayış ve evrensel nitelikte adalet anlayışıdır.

Dreyfus Olayı gibi Gerçekromanında ortaya koyduğu tavır, Zola’yı aydın yazar sınıfına koyar. Zola’ya göre toplumda gerçekler ve adalet hâkim kılınmalıdır,  ulusların  büyüklüğünüancakbunlar sağlayabilir.  Adaletin olmadığı  bir  toplumda  gerçek  anlamda  bir  ilerleme  de  olamaz. Gerçekromanında Yahudi kökenli öğretmen Simon’un uğradığı haksızlığa karşı Marc  öğretmenin gösterdiği çaba,  düşünce  adamı  ve  eğitimci  olmanın ötesinde  insan  olmanın  gerekliliğini  ortaya  koyan  bir  davranıştır.  Marc öğretmen, yaşanılan haksızlıklara karşı susmayı alçaklık olarak görür.

Hümanist anlayış, insanlar arasında  ayrışmayı ve  ötekileştirmeyi değil, birleşmeyi ve evrensel kardeşliği öngören değerleri benimser. Epikür, Zenon ve Perikles gibi düşünürlerin hümanist felsefesi, ‚her şeyin ölçüsü insandır‛ anlayışına dayanmaktadır. İnsanlara hoşgörü ve yeni düşünce ufukları açma yolunda büyük çabalar sarf eden hümanist yazarlar gibi Zola da  Fransız  toplumunu  saplandığı  gericilik  veyabancı  düşmanlığı batağından,hoşgörülü,  demokrasi  ve  adalet  yanlısı  bir  toplum  kurma anlayışıyla  yetişmiş  özgür  düşünceli  nesillerin  kurtaracağınainanır. O, gelecekte mutlu, huzurlu ve barış içerisinde bir dünyada yaşamanın uygar toplumlar  yaratmakla  mümkün  olacağı  düşüncesindedir. Sonuç  olarak Gerçekromanı,  demokrasi  kültürü  ve  özgür  düşüncenin  yerleşmediği toplumlarda her insanın başına gelebilecek bir sorunu ele almaktadır. Gerçek, bireylerden  toplumuna,  kurumlardan  devlet  yönetimine  toplumun  tüm kesimine verilen bir mesajdır.

 

kaynak   

Zola'nın Gerçek Romanında Bağnazlığa Karşı Hoşgörü