Aslında başlangıcından beri felsefe, ne vakit "zaman" hakkında
düşündüyse zamanın ait olduğu yeri de sordu. Felsefenin ilkin sahip
olduğu görüş birbirini izleyen şimdilerin art ardalığının bir dizisi
olarak hesaplanan zamandı. Bizim, psychesiz, animussuz, ruh'suz,
bilinçsiz, tinsiz hesapladığımız, sayısal olarak ölçülmüş hiçbir zamanın
olamayacağı açıklanmıştı. İnsansız zaman yoktur. Fakat bu "onsuz
olmama" ne anlama gelir? Zamanın vericisi ya da alıcısı insan mıdır?
İnsan, her şeyden önce insandır da ondan sonra mı ara sıra - yani şu ya
da bu zamanda- zamanı alır ve kendisini ona bağlar? Hakiki zaman, şimdi,
geçmiş ve geleceğin ortaya çıkmasının yakınlığı, zamanın üç katlı açık
yayılımını birleştiren yakınlıktır. O, zaten insana, sadece üç katlı
yayılma içinde kalma, yadsımayı sürdürme ve bu yayılmayı belirleyen
yakınlığı elde bulundurma yoluyla insan olabilsin diye ulaşmıştır. Zaman insanın ürünü olmadığı gibi
insan da zamanın ürünü değildir. Ortada hiçbir ürün yoktur. Yalnızca,
zaman uzam'ı açan yayılma anlamında verme vardır.
"Zaman ve Varlık Üzerine"
Düşünme türü bugün, kendisinden, herhangi faydalı, pratik
bilgelikten uzağa kaldırılmış düşünümler talep eden bir konuma
yerleştiriliyor.
Varlık, zaman aracılığıyla mevcudiyet olarak belirlenir.
Tamamlanma olarak bir son, en aşın olanaklılıklar içinde toplanmadır.
Gelecek,
geçmiş ve şimdiki durumun birbirlerini karşılıklı olarak vermelerine
yani onların kendi birliklerine bir zaman karakteri yükleriz.
"Her
şeyin kendi zamanı vardır." dediğimizde, zaman adım kullanırız. Bu şu
anlama gelir: Gerçekten varolan her şey, her varolan doğru zamanda gelir
ve gider ve zaman onu tayin ettiği sürece bir süre kalır. Her şeyin
kendi zamanı vardır.
Fakat Varlık bir şey midir? Varlık, gerçek bir varolan gibi zamanda
mıdır?Varlık hiç var mıdır? Eğer olmuş olsaydı o zaman onu hiç
tartışmasız varolan bir şey olarak tanımamız ve sonuçta onu diğer
varolanlar arasında bir varolan olarak bulmamız gerekecekti. Bu
konferans salonu var (is). Bu konferans salonu aydınlatılmış(dır). Bu
aydınlatılmış konferans salonunu biz bir defada tanırız, varolan birşey
olarak ayrılmış yerlerle değil. Fakat bütün konferans salonunda bu
"var"ı nerede buluyoruz ? Şeyler arasında hiç bir yerde Varlığı
bulmuyoruz. Her şeyin kendi zamanı vardır. Fakat Varlık bir şey
değildir, zamanda değildir. Yine de mevcut-olma (presencing) olarak
Varlık zaman aracılığıyla, zamansal olan aracılığıyla mevcudiyet
(presence) olarak belirlenmiş kalır.
Bütün felsefe tarihi
boyunca Platon' un düşünmesi, değişik biçimlerde kesin kalır. Metafizik,
Platonizm'dir. Nietzsche kendi felsefesini tersine çevrilmiş Platonizm
olarak nitelendirir. Karl Marks’ın metafiziği tersine çevirmesi ile
birlikte felsefenin en uç olanaklılığına ulaşılır. Felsefe, son
devresine girmiştir. Buna karşın, felsefi düşünmeye hala girişildiği
ölçüde, o, sadece epigonal bir rönesansa ve bu rönesansın
çeşitlemelerine ulaşmayı sağlar. O halde felsefenin sonu, her şeyden
önce kendi düşünme tarzının kesintiye uğraması değil midir?
Varlık
ve zaman, birbirlerini karşılıklı olarak belirler, ancak böyle bir
tarzda ne birincisine - Varlık- zamansal bir şey denir ne de İkincisine
-zaman - bir varolan. Düşünceyi bütün bunlara verirken kendimizi
çelişkili ifadeler içinde başıboş buluruz.
Karşılaştırmanın olanaksızlığı, bağlantısızlık demek değildir.
Sorun",
"bir sorun" sözcüğü artık bizim için, içinde kaçınılmaz birşeyin
gizlenilmesi nedeniyle kesinlikle riskli olan anlamına gelmelidir.
Varlık - bir sorun, belki de düşünmenin sorunu.
Bu düşünmenin
karakterine genellikle "geriye adım" denildi, ilkin bu geri adım bir
"...den" ve bir "...e doğru" olarak anlaşılır. Böylece Heidegger'in
düşünmesi, varolanların açıklığından, kendini gösteren varolanlarda
gizli kalan açıklığa doğru hareket olacaktır.
Ancak "geri adım" deyişinde bir başka şey düşünülür.
Bu adım önce geri adım atar, ulaşmak üzere olduğu şeyden mesafe alır. Bu
mesafe alış, mesafenin kaldırılması, düşünülmesi gerekenin
yaklaşmasının serbest bırakılmasıdır.
Sorular bir yanıta giden
yollardır. Eğer yanıt verilebilirse, bu yanıt, tehlikeli bir- soruna
ilişkin önerme niteliğindeki bir ifadeden değil, düşünmenin bir
dönüşümünden ibaret olacaktır.
Varlık ve zaman, birbirlerini
karşılıklı olarak belirler, ancak böyle bir tarzda ne birincisine
zamansal bir şey denir ne de İkincisine bir varolan. Düşünceyi bütün
bunlara verirken kendimizi çelişkili ifadeler içinde başıboş buluruz.
Kendilerini
şimdi kurmakta olan bilimlerin, yakında sibernetik denen yeni bir temel
bilim tarafından belirlenecekleri ve yönlendirileceklerini anlamak için
kahinliğe gerek yoktur.
Bu bilim, insanın, eyleyen sosyal varlık olarak belirlenmesine karşılık
gelir. Çünkü o, insan emeğinin olası planlanması ve düzenlenmesinin
yönetimi teorisidir. Sibernetik, dili, haberlerin bir değiş tokuş'una
dönüştürür. Sanatlar, bilginin düzenlenmiş- düzenleme araçları haline
gelir.
Felsefenin, her zamankinden daha önemli ölçüde birbirlerine dayanarak
aralarında iletişim kuran bağımsız bilimler içindeki gelişimi, onun
yasal tamamlanışıdır. Felsefe şimdiki çağda sona eriyor. O, kendi
yerini, sosyal olarak etkin olan insanlığın bilimsel tavrında buluyor.
Ancak, bu bilimsel tavrın temel niteliği, onun sibernetiği yani
teknolojik niteliğidir. Modern teknolojiyi sorgulama gerekliliği,
teknolojinin, dünyanın bütünselliğinin görünümünü ve insanın onun
içindeki konumunu daha kesin bir biçimde tanımlaması ve düzenlemesiyle
aynı ölçüde yok oluyor.
Bilimler her şeyi, bilimin kurallarına uygun yani teknolojik olarak,
yine de felsefenin kökenini hatırlatan kendi yapıları içinde
yorumlayacaklardır. Her bilim, kendi araştırma alanının eklemlenmesi ve
betimlenmesi için bağlı kaldığı kategorileri çalışma hipotezleri olarak
anlar. Onların doğrulukları, sadece, uygulanmalarının araştırma süreci
içinde ortaya çıkardığı etkiyle ölçülmez.
Bilimsel doğruluk, bu etkilerin verimliliğine eşit sayılır.
Bilimler, felsefenin kendi tarihinin gidişinde kısmen göstermeye
çalıştığını, yani çeşitli varlık alanlarının (doğa, tarih, hukuk, sanat)
ontolojilerini artık kendi görevleri olarak üstleniyorlar. Bilimlerin
ilgisi, koordine araştırma alanlarının zorunlu yapısal kavramları
teorisine yöneltiliyor. "Teori" artık şu anlama geliyor: Sadece
sibernetik işlevine izin verilen, ancak, herhangi bir ontolojik
anlamının yadsındığı kategorilerin kabulü. Tasarımsal-hesaplayıcı
düşünmenin bu işlemsel ve model oluşturucu niteliği baskın hale geliyor.
Ancak yine de bilimler, kendi bölgesel kategorilerinin kaçılamayan
varsayımına dayalı olarak varolanların Varlığı hakkında konuşuyorlar.
Onlar tam da böyle söylemezler. Felsefeden gelen kökenlerini
yadsıyabilirler ancak hiç bir zaman ondan vazgeçmezler. Çünkü bilimlerin
bilimsel tavrında yine de onların felsefeden doğuşlarının belgesi
konuşur.
Varlığı sorun olarak, zamanı sorun olarak ele alabilir
miyiz? Eğer, “sorun” şu anlama geliyorsa onlar sorun değildirler:
Varolan birşey. “Sorun”, “bir sorun” sözcüğü artık bizim için, içinde
kaçınılmaz birşeyin gizlenilmesi nedeniyle kesinlikle riskli olan
anlamına gelmelidir. Varlık bir sorun, belki de düşünmenin sorunu.
"Her
şeyin kendi zamanı vardır." dediğimizde, zaman adım kullanırız. Bu şu
anlama gelir: Gerçekten varolan her şey, her varolan doğru zamanda gelir
ve gider ve zaman onu tayin ettiği sürece bir süre kalır.
Her şeyin kendi zamanı vardır.