13 Nisan 2022

Gün Doğuyor - Orhan Veli Kanık

 

Dili çözülüyor gecelerin..
Gölgeler kaçışıyor derine
Alıp sihrini bilmecelerin:
Gün doğuyor şehrin üzerine.

Korkarak saklanıyor bacalar,
Gün doğuyor şehrin üzerine;
Dalıyorlar günün gözlerine
Gözleri uykulu atmacalar.

Sallıyarak dallarını kavak
Yükseliyor her günkü yerine,
Gün doğuyor şehrin üzerine
Mavi bir ışıkla ağararak.

Gün doğuyor şehrin üzerine,
Renk renk hacimle doluyor her yer.
Bakıyor dağınık yüzlü evler
Hala yanan sokak fenerine.

Toprak kımıldıyor yavaş yavaş,
Gün doğuyor şehrin üzerine,
Bembeyaz gece çiçeklerine
Sabahla düşüyor bir damla yaş.

Ve bir deniz hücumu halinde
Gün doğuyor şehrin üzerine.


Tepetaklak Tersine Dünya Okulu - Eduardo Galeano

Eduardo Galeano insan onurunun, erdemliliğin, adalet duygusunun ve toplumsal belleğin yağma, talan, çıkar ilişkileri ve emperyal politikalarla alaşağı edildiği günümüzün “tepetaklak” dünyasında ayakta durmamız için kılavuzluk etmeyi sürdürüyor.
 
Yeni dünyayı saran belleksizleşme sendromuna keskin kalemiyle savaş açan Galeano, Meksikalı gravür ustası José Guadalupe Posada’nın kışkırtıcı tasvirleriyle zenginleşen Tepetaklak – Tersine Dünya Okulu’nda adaletsizliğin, ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin temel ilkelerini; dünyamızı tahrip edenlerin dokunulmazlık kalkanını; iletişimsizliğin ve tüketimin yayılma stratejilerini; suçlu yaratma ve kitleleri köleleştirme sanatını yine benzersiz üslubuyla ele alıyor.
Okurunu ise çığırından çıkmış dünyayı eski haline döndürebilme umuduyla keyifli bir suça, unutturulmaya çalışılan tarihsel olayları ifşaya ortak ediyor.

 

Oyun Sonu - Samuel Beckett


Sonun gelmeyişi üzerine bir oyun olan Oyun Sonu, insanın varoluşunun anlamsızlığı karşısındaki durumunu absürd tiyatro bağlamında ele alır. Ölüm kaygısı karşısında insan kör-kötürüm yaşamaya mahkûmdur; bunun sonu gelmemektedir. Absürd tiyatronun en iyi örneklerinden biri olan bu oyunda dışarıdaki doğanın ölmüş olduğu varsayılırken, yalnızca orada bulunan insanların değil, tüm bir uygarlığın, tüm insanlığın çöküşü anlatılmak istenmiştir. 

 (Ç.: Genco Erkal) 

 

 

 

"Kapıyı Açmak" Orhon M. Arıburnu


Yaşam boyu, doğru bildiğimizi sürdürmeye, yanlışımızı, eksiğimizi düzeltmeye, azaltmaya çalışırız. Döner dolap durana değin sürüp gider çabalarımız. Gene de tam olamayız.. Ama kimin içindir, ne içindir bu uğraşılar. Bir elden alıp öbürü ile vermeler ne içindir biliriz.

Bazı söyleşilerimde, şöyle bir benzetmeye yer veririm, hoş görüle:

Bir ağacın, kökü, gövdesi, dalları Halksa, Onun meyvaları da, Ozanları, Yazarları, Çizerleridir.. Sanatçılarıdır.. Düşünürleridir..

Elma ağacında elma yetişir.. Meyvaların özü, özelliği, lezzeti, önce köklerinde oluşur.. Mayalaşır.. Gövdeler, dallar, yapraklar, katar katabildiklerini meyvalar için..

Son işlem, son çaba, son kaynaşma, meyvada yürütülür.. Tüm emekler onda şekillenir, onda güzelleşir onda görünür, onda renklenir. Acıdır, tatlıdır, buruktur..

Kökler öğünür, meyvalarım diye; meyvalar öğünür, dallarım, gövdem, köklerim diye...

Sürüp gider bu doğal gelişim, bu doğal dayanışma, bu ortak çaba, ortak sevgi, sessizce, kardeşçe...

Evet, Elma ağacında Elma yetişir.. Yetiştiren kökler görünmez, Elmalar görünür. Elmalar da sırtını dönmez, ağaca arka çıkar, koskoca ağacını çekirdeğinde gizler, yüreğinde korur, kollar, çoğaltır..

Meğer ki bir ağaca ters aşılar yapılmasın, ürünler yozlaştırılmasın, doğal gelişim saptırılmasın, kökler başka, meyvalar başka konuşturulmasın

İnsanlar Sevgisiz, İnsanlar Onursuz, İnsanlar Ezilmiş, buruk, çaresiz bırakılmasın. Çağ dışına kayılmasın. Güzel emek, kutsal emek sevilsin, sevdirilsin.. Eğriler eğitilsin.. Doğruya, gerçeğe saygı duyulsun.. Özgürlük horlanmasın. Toplum durdurulmasın. Kokuşmasın. Aksın.

Yamuk eller, çirkin eller, Hayın eller kırılsın!..

Berlin, 15 Haziran 1982

Orhon Murat Arıburnu
Buruk Dünya

“Hakiki zaman, şimdi, geçmiş ve geleceğin ortaya çıkmasının yakınlığı, zamanın üç katlı açık yayılımını birleştiren yakınlıktır.” Martin Heidegger

Aslında başlangıcından beri felsefe, ne vakit "zaman" hakkında düşündüyse zamanın ait olduğu yeri de sordu. Felsefenin ilkin sahip olduğu görüş birbirini izleyen şimdilerin art ardalığının bir dizisi olarak hesaplanan zamandı. Bizim, psychesiz, animussuz, ruh'suz, bilinçsiz, tinsiz hesapladığımız, sayısal olarak ölçülmüş hiçbir zamanın olamayacağı açıklanmıştı. İnsansız zaman yoktur. Fakat bu "onsuz olmama" ne anlama gelir? Zamanın vericisi ya da alıcısı insan mıdır? İnsan, her şeyden önce insandır da ondan sonra mı ara sıra - yani şu ya da bu zamanda- zamanı alır ve kendisini ona bağlar? Hakiki zaman, şimdi, geçmiş ve geleceğin ortaya çıkmasının yakınlığı, zamanın üç katlı açık yayılımını birleştiren yakınlıktır. O, zaten insana, sadece üç katlı yayılma içinde kalma, yadsımayı sürdürme ve bu yayılmayı belirleyen yakınlığı elde bulundurma yoluyla insan olabilsin diye ulaşmıştır. Zaman insanın ürünü olmadığı gibi insan da zamanın ürünü değildir. Ortada hiçbir ürün yoktur. Yalnızca, zaman uzam'ı açan yayılma anlamında verme vardır.

  "Zaman ve Varlık Üzerine" 

  

Düşünme türü bugün, kendisinden, herhangi faydalı, pratik bilgelikten uzağa kaldırılmış düşünümler talep eden bir konuma yerleştiriliyor.

Varlık, zaman aracılığıyla mevcudiyet olarak belirlenir.

Tamamlanma olarak bir son, en aşın olanaklılıklar içinde toplanmadır.

Gelecek, geçmiş ve şimdiki durumun birbirlerini karşılıklı olarak vermelerine yani onların kendi birliklerine bir zaman karakteri yükleriz.

"Her şeyin kendi zamanı vardır." dediğimizde, zaman adım kullanırız. Bu şu anlama gelir: Gerçekten varolan her şey, her varolan doğru zamanda gelir ve gider ve zaman onu tayin ettiği sürece bir süre kalır. Her şeyin kendi zamanı vardır. Fakat Varlık bir şey midir? Varlık, gerçek bir varolan gibi zamanda mıdır?Varlık hiç var mıdır? Eğer olmuş olsaydı o zaman onu hiç tartışmasız varolan bir şey olarak tanımamız ve sonuçta onu diğer varolanlar arasında bir varolan olarak bulmamız gerekecekti. Bu konferans salonu var (is). Bu konferans salonu aydınlatılmış(dır). Bu aydınlatılmış konferans salonunu biz bir defada tanırız, varolan birşey olarak ayrılmış yerlerle değil. Fakat bütün konferans salonunda bu "var"ı nerede buluyoruz ? Şeyler arasında hiç bir yerde Varlığı bulmuyoruz. Her şeyin kendi zamanı vardır. Fakat Varlık bir şey değildir, zamanda değildir. Yine de mevcut-olma (presencing) olarak Varlık zaman aracılığıyla, zamansal olan aracılığıyla mevcudiyet (presence) olarak belirlenmiş kalır.

Bütün felsefe tarihi boyunca Platon' un düşünmesi, değişik biçimlerde kesin kalır. Metafizik, Platonizm'dir. Nietzsche kendi felsefesini tersine çevrilmiş Platonizm olarak nitelendirir. Karl Marks’ın metafiziği tersine çevirmesi ile birlikte felsefenin en uç olanaklılığına ulaşılır. Felsefe, son devresine girmiştir. Buna karşın, felsefi düşünmeye hala girişildiği ölçüde, o, sadece epigonal bir rönesansa ve bu rönesansın çeşitlemelerine ulaşmayı sağlar. O halde felsefenin sonu, her şeyden önce kendi düşünme tarzının kesintiye uğraması değil midir?

Varlık ve zaman, birbirlerini karşılıklı olarak belirler, ancak böyle bir tarzda ne birincisine - Varlık- zamansal bir şey denir ne de İkincisine -zaman - bir varolan. Düşünceyi bütün bunlara verirken kendimizi çelişkili ifadeler içinde başıboş buluruz.

Karşılaştırmanın olanaksızlığı, bağlantısızlık demek değildir.

Sorun", "bir sorun" sözcüğü artık bizim için, içinde kaçınılmaz birşeyin gizlenilmesi nedeniyle kesinlikle riskli olan anlamına gelmelidir. Varlık - bir sorun, belki de düşünmenin sorunu.

Bu düşünmenin karakterine genellikle "geriye adım" denildi, ilkin bu geri adım bir "...den" ve bir "...e doğru" olarak anlaşılır. Böylece Heidegger'in düşünmesi, varolanların açıklığından, kendini gösteren varolanlarda gizli kalan açıklığa doğru hareket olacaktır. Ancak "geri adım" deyişinde bir başka şey düşünülür. Bu adım önce geri adım atar, ulaşmak üzere olduğu şeyden mesafe alır. Bu mesafe alış, mesafenin kaldırılması, düşünülmesi gerekenin yaklaşmasının serbest bırakılmasıdır.

Sorular bir yanıta giden yollardır. Eğer yanıt verilebilirse, bu yanıt, tehlikeli bir- soruna ilişkin önerme niteliğindeki bir ifadeden değil, düşünmenin bir dönüşümünden ibaret olacaktır.

Varlık ve zaman, birbirlerini karşılıklı olarak belirler, ancak böyle bir tarzda ne birincisine zamansal bir şey denir ne de İkincisine bir varolan. Düşünceyi bütün bunlara verirken kendimizi çelişkili ifadeler içinde başıboş buluruz.

Kendilerini şimdi kurmakta olan bilimlerin, yakında sibernetik denen yeni bir temel bilim tarafından belirlenecekleri ve yönlendirileceklerini anlamak için kahinliğe gerek yoktur. Bu bilim, insanın, eyleyen sosyal varlık olarak belirlenmesine karşılık gelir. Çünkü o, insan emeğinin olası planlanması ve düzenlenmesinin yönetimi teorisidir. Sibernetik, dili, haberlerin bir değiş tokuş'una dönüştürür. Sanatlar, bilginin düzenlenmiş- düzenleme araçları haline gelir. Felsefenin, her zamankinden daha önemli ölçüde birbirlerine dayanarak aralarında iletişim kuran bağımsız bilimler içindeki gelişimi, onun yasal tamamlanışıdır. Felsefe şimdiki çağda sona eriyor. O, kendi yerini, sosyal olarak etkin olan insanlığın bilimsel tavrında buluyor. Ancak, bu bilimsel tavrın temel niteliği, onun sibernetiği yani teknolojik niteliğidir. Modern teknolojiyi sorgulama gerekliliği, teknolojinin, dünyanın bütünselliğinin görünümünü ve insanın onun içindeki konumunu daha kesin bir biçimde tanımlaması ve düzenlemesiyle aynı ölçüde yok oluyor. Bilimler her şeyi, bilimin kurallarına uygun yani teknolojik olarak, yine de felsefenin kökenini hatırlatan kendi yapıları içinde yorumlayacaklardır. Her bilim, kendi araştırma alanının eklemlenmesi ve betimlenmesi için bağlı kaldığı kategorileri çalışma hipotezleri olarak anlar. Onların doğrulukları, sadece, uygulanmalarının araştırma süreci içinde ortaya çıkardığı etkiyle ölçülmez. Bilimsel doğruluk, bu etkilerin verimliliğine eşit sayılır. Bilimler, felsefenin kendi tarihinin gidişinde kısmen göstermeye çalıştığını, yani çeşitli varlık alanlarının (doğa, tarih, hukuk, sanat) ontolojilerini artık kendi görevleri olarak üstleniyorlar. Bilimlerin ilgisi, koordine araştırma alanlarının zorunlu yapısal kavramları teorisine yöneltiliyor. "Teori" artık şu anlama geliyor: Sadece sibernetik işlevine izin verilen, ancak, herhangi bir ontolojik anlamının yadsındığı kategorilerin kabulü. Tasarımsal-hesaplayıcı düşünmenin bu işlemsel ve model oluşturucu niteliği baskın hale geliyor. Ancak yine de bilimler, kendi bölgesel kategorilerinin kaçılamayan varsayımına dayalı olarak varolanların Varlığı hakkında konuşuyorlar. Onlar tam da böyle söylemezler. Felsefeden gelen kökenlerini yadsıyabilirler ancak hiç bir zaman ondan vazgeçmezler. Çünkü bilimlerin bilimsel tavrında yine de onların felsefeden doğuşlarının belgesi konuşur.

Varlığı sorun olarak, zamanı sorun olarak ele alabilir miyiz? Eğer, “sorun” şu anlama geliyorsa onlar sorun değildirler: Varolan birşey. “Sorun”, “bir sorun” sözcüğü artık bizim için, içinde kaçınılmaz birşeyin gizlenilmesi nedeniyle kesinlikle riskli olan anlamına gelmelidir. Varlık bir sorun, belki de düşünmenin sorunu.

"Her şeyin kendi zamanı vardır." dediğimizde, zaman adım kullanırız. Bu şu anlama gelir: Gerçekten varolan her şey, her varolan doğru zamanda gelir ve gider ve zaman onu tayin ettiği sürece bir süre kalır. Her şeyin kendi zamanı vardır.    

Sokrates


Sokrates'e, "Bu dünyayı ayakta tutan şey nedir?" diye sorarlar. 
Sokrates, "Bu dünya adaletle ayakta durur. Zulüm geldiği zaman o devletin varlığı düşünülemez" diye cevap vermiştir. 
 
 

Barbara - Jacques Prevert


Anımsa Barbara
Yağmur yağıyordu o gün Brest’te durmadan
Yürüyordun gülümseyerek yağmur altında
Şaşkın hayran sırılsıklam
Anımsa Barbara
Siam sokağında rastladım sana
Yağmur yağıyordu Brest’te durmadan
Gülümsüyordun
Gülümsüyordum
Tanımıyordum seni
Sen de beni tanımıyordun
Anımsa gene de anımsa o günü
Unutma
Saçağın altında sığınmış bir adam
Adını ünledi
Barbara
Seğirttin ona yağmur altında
Şaşkın hayran sırılsıklam
Atıldın kollarına
Anımsa bunu Barbara
Sen diyorum diye de bana kızma
Sen diyorum bütün sevdiklerime
Ancak bir kez görmüşsem bile
Sen diyorum bütün sevişenlere
Tanımasam bile

Anımsa Barbara
Unutma
O yumuşak mutlu yağmuru
Mutlu yüzüne yağan
O mutlu kente yağan
Denize yağan
tersaneye yağan
Quesant gemisine yağan yağmuru

Ah Barbara
Ne hırboluktur savaş
N’oldun şimdi sen
O demir o çelik o kan yağmuru altında
Ya o adam n’oldu seni yürekten
Kucaklayan
Öldü mü kaldı mı n’oldu

Ah Barbara
Yağmur yağıyor Brest’te durmadan
Eskiden nasıl yağıyorsa öyle
Ama artık bildiğin gibi değil bura yok oldu herşey
Yıkık bitik bir yas yağmuru şimdi yağan
Demir çelik kan fırtınası bile değil
İtler gibi kuyruğunu titreten
Bulutlar yalnız bulutlar
Brest’te sular boyunca yitip giden itler
Çürümek için gidiyor uzaklara
Hiçbir şey kalmayan Brest’ten
Çook uzaklara.
            Çeviren:Teoman Aktürel