07 Mayıs 2021

Çocuklar İçin Mitoloji - Haldun Taner

Haldun Taner’in 1977 yılında Milliyet Çocuk dergisi için yazdığı mitoloji masalları ilk kez “Çocuklar İçin Mitoloji” adıyla bir arada. Cem Kızıltuğ’un usta işi resimleriyle Yunan mitolojisinin kahramanları ve olayları artık keyifli birer okuma parçası. Çocukların, gençlerin, hatta yetişkinlerin tat alarak okuyacakları, okurken de çok şey öğrenecekleri bir kitap.

Mitoloji neye mi yarar, diye soranlara şöyle cevap verebiliriz: Mitoloji bizi geçmişin zengin bir hayal dünyası ile bağlar, çoğu sanat ve edebiyat eserlerine esin kaynağı olan bir alanı yakınımıza getirir. Mitoloji bilsek, örneğin her günkü dilimizde de bu renkli ve canlı 4 deyimlerden, simgelerden yararlanabiliriz.



 Yazarın Önsözü: 

Mitoloji Neyimize

 Milliyet Yayınları yeni bir çocuk dergisi yayımlamaya başladı. Ülkü Tamer’in yönettiği bu derginin içinde benim de bir tuzum bulunsun istendi. Çocuklara mitoloji masalları anlatayım, dedim. Önerim çok iyi karşılandı. Önce ben de hevesli idim. Ama sonra bir duraladım. Bu, Müslüman mahallesinde salyangoz satmak olmayacak mı, diye. Mitolojiye karşı bizde oldum bittim bir alerji vardır. Batı özentisi Tanzimat, Serveti Fünun ve Fecri Ati edebiyatımızda bile mitolojik benzetmelere, deyimlere, simgelere pek rastlanmaz. Öyle ki, ozan Salih Zeki Aktay ve romancı Yakub Kadri Karaosmanoğlu herkesi yadırgatan birer istisna sayılırlar. Mitoloji tutkusunu Persefon [Persep-hone] adlı eseri ile vurgulayan Salih Zeki’nin hemen bütün şiirleri bu zengin kaynaktan yararlanmasına karşın, okuyan çoğunluğa yabancı dilden çevrilmişçesine bir etki yaratır. Yaptığı Horaz [Horatius] çevirisinden sonra mitoloji dünyasını sevip oradan deyimler, simgeler, hatta bir romanına Sodom ve Gomoreadını bile alan üstat Karaosmanoğlu ise, bir yandan bir sahife boyu Sodom ve Gomore’nin ne olduğunu, neyi simgelediğini açıklamak zorunluluğunu duyar. Atatürk’e yağcılık edebiyatının alıp yürüdüğü dönemde, bir milletvekilinin, bir yazıda onu Jüpiter’e benzettiğini anımsıyorum. Tabiî okuyanların çoğu Jüpiter nâm-ı diğer Zeus’un kim, ne mene bir tanrı olduğunu bilmediklerinden bu benzetişi çok kültürlü, seviyeli bir benzetiş sanmış olmaları mümkündür. Bu, yalnız yazanla onu okuması istenen büyük zat arasında anlaşılabilecek, aradakilerin ise ne olduğunu çözemeyecekleri şifreli bir iltifat olmalı idi. Aksi gibi, bu iltifatı yapmak isteyen milletvekili de Jüpiter nâm-ı diğer Zeus’un, “Tanrıların Tanrısı” sayılmasına karşın, bugünkü demokratik anlayış içinde pek de matlup tanrılardan sayılmadığını, o iltifatçılığın hızı içinde unutmuş olsa gerekti. Çünkü Zeus insanlara ışığı, kültürü, uygarlığı getirmek isteyen yürekli Prometheus’u dağ başında kayalara zincirlemiş ve anti gerilla işkencecileri gibi zavallıya etmediğini bırakmamıştı. Yani, dediğim dedikçinin, statükocunun, zorbanın teki idi. Üstelik Olympos dağında tanrıçalar arasında yaptığı hovardalıklar yetmezmiş gibi, arada bir ölümlüler arasından beğendiği güzel kadınlar olunca kocalarının kişiliğine bürünüp yeryüzüne iner, o zavallılar cephede iken helâl karılarının koynuna girerdi. Mitolojiyi iyi bilmeden mitolojik kompliman yapmanın elbet böyle sakıncaları olacaktı. İyi ki Atatürk işin farkına varmadı. 1960’da Tepebaşı’ndaki Şehir Tiyatrosu’nda Sezuan’ın İyi İnsanı oynanırken bir gece aşırı sağcı zorbalar sahneyi basıverdiler. Halk ve oyuncular korkuya kapıldı. Eli sopalı bir zorba perdenin önüne geldi. “Bu oyun bugünden itibaren oynanamaz” diye bu-yurdu. Kendisine “Neden?” diye sual olundukta: “Biz Müslümanız, tek tanrıya inanırız. Bu Brecht denen nâbekânın* piyesinde üç tanrı varmış. Buna müsaade etmezük.”

Brecht, Almandır. Sezuan’ın İyi İnsanı adlı oyunu da Çin’de geçer. Çinlilerin çoğu Budist’tir. Shakespeare İngilizdir, Danimarka’da, İspanya’da, İngiltere’de geçen oyunlar yazmıştır. Bu ülkelerde de Protestanlık çoğunluktadır. Molière Fransızdır. Oyunlarının çoğu Fransa’da geçer. Fransızlar da Katolik ya da Kalvenisttirler. Bu zorbaların mantığına uyulsa, demek ki, onların piyeslerini de Müslümanlık eleğinden geçirip rötuşlar yapmak gerekecekti.

 Bu acayip tepki, mitolojiye alerjimizin nedenlerinden hiç olmazsa biri hakkında beni iyice aydınlatmış oldu: Dinsel taassup, Tanrı kavramının sonuna bir çoğul eki geçiren bütün eski inanışların karşısında idi. Onların yalnız ve yalnız bir masal niteliği kal-mış olsa bile. Mademki biz Müslüman bir toplumuz, nemize gerek elin gâvurunun antikitede uydurduğu Pagan ya da Panteist mavallar? Bize ne İlyada’dan, Odysseus’tan?

İmdi, bu zihniyeti göz önünde tutunca Türkiye’de mitoloji öğretmenin güçlüğü ortaya çıkar. Bir tarihte Behçet Necatigil’le üniversite sıralarında aynı sınıfta arkadaşlık etmiştik. İki hocamız bize mitolojiyi sevdirdiler. Biri Walther Kranz idi –ki Avrupa’nın sayılı antik felsefe uzmanıydı– öbürü de Heinz Anstock –ki mitoloji dersini edebiyat dersinden de renkli ve nefis bir şekilde verirdi–. Ama ben bunlardan da önce, çok daha eski bir ilkokul hocamı şükranla anmak isterim. Sinema aktörü Fikret Hakan’ın babası Gaffar Güney. Gaffar Güney, o tarihte genç bir öğretmendi. Biz ilkokul beşinci sınıfta iken bize bir dergide tefrika olarak yayımlanan Homer’in İlyada’sını okurdu. Çeviriyi Ömer Seyfettin yapmıştı. İşte o zaman, Homer anlatılarının, antik konuların ilkokul çağındaki çocuklarda şaşılacak bir ilgi uyandırdığına kendimden ve arkadaşlarımdan çok iyi tanık olmuştum.

Şimdi yine ilkokul ve orta bir seviyesindeki çocuklara seslenecek bir dergide mitoloji masalları ve kahramanları, büyüklerin gösterdiği ilgisizlikle ters orantılı bir ilgi yaratabilir düşüncesinde olabiliyorsam bunu o sessiz, alçakgönüllü ama ileri görüşlü Gaffar Hoca’ya borçluyum.

Mitoloji neye mi yarar, diye soranlara şöyle cevap verebiliriz: Mitoloji bizi geçmişin zengin bir hayal dünyası ile bağlar, çoğu sanat ve edebiyat eserlerine esin kaynağı olan bir alanı yakınımıza getirir. Mitoloji bilsek, örneğin her günkü dilimizde de bu renkli ve canlı deyimlerden, simgelerden yararlanabiliriz.

Örneğin politika alanını alalım. Mitolojide, bir sürü gözü olan, hiç kül yutmayan bir Argos vardır. Bugünkü CIAya da MİT ajanlarının atası sayılabilir. Yine mitolojide, bir Sisyphos vardır. Tanrılar onu bir kaya parçasını bir tepeye çıkarmaya mahkûm etmişlerdir. Fakir, kayayı çıkarır, ama her seferinde de kaya tepede durmaz, yine gerisin geri dağın eteğine yuvarlanır. Sisyphos usanmaz, işe yeniden başlar. Ne var ki, kayayı tepede durduramaz. Türk lirasının inip çıkan rayicini bundan güzel belirleyen bir simge bulabilir misiniz? Mitolojide, “Akhilleus’un topuğu” diye bir deyim vardır. Anası Akhilleus doğduğunda onu ölümsüz kılmak için sol topuğundan tutup sihirli bir alevin üzerinde alazlamış. İşte ondan ötürü de Akhilleus’e anasının tuttuğu sol topuğu hariç, hiçbir ok işlemezmiş. Çağımızda da çok kimsenin bir Akhilleus topuğu yok mu? Ne var ki, bu topuğun yolu cüzdan cebinden geçiyor.

 Mitolojide bir de Proteus var ki, kavgada yenilmemek için durmadan kişilik değiştirir, aslan olur, yılan olur, panter olur, ağaç olur, deniz olur. İlle parlamentoda kalabilmek için, parti değiştiren, kişilik değiştiren, fikir ve oy değiştiren nice politikacılarımız sanki hınk demiş, Proteus’un burnundan düşmüşlerdir.

 Biliyorum, içinizden bunlara ne gerek var diyorsunuz. Politikada kültürlü sayılmak için mitolojik benzetmelerle kulağımızı niye tersinden gösterelim? Mademki konu politikadır, ağız dolusu küfür nemize yetmez? Hem daha rahattır, hem de daha etkili, hem de dolaysız olarak anlaşılır. Çok haklısınız. İşte ben de bunun için mitolojiyi, yalnız bir çocuk dergisinde, yalnız çocuklara anlatmaya çalışıyorum. 

Milliyet, 6 Şubat 1977

 

Kıyıda - Rabindranath Tagore

Sonsuz dünyaların kıyısında buluşur çocuklar.
    Uçsuz gök hiç çırpınmaz başlarının üstünde, tedirgin
su gürültüyle çarpar. Sonsuz dünyaların kıyısında çığlıklarla,
oyunlarla buluşur çocuklar.

    Kumdan kurarlar evlerini, boş kabuklarla oynarlar.
Kayıklarını kurumuş yapraklardan örüp geniş mavilikte
yüzdürürler gülümseyerek. Oyunlarını, dünyaların kıyısında
oynar çocuklar.

    Yüzmeyi bilmezler, ağ atmayı da. İnci çıkarmaya dalar
inci avcıları, tüccarlar gemilerinde gider -çakılları toplayıp  
dağıtırken çocuklar. Aramazlar gizli hazineleri, ağ atmayı bilmezler.

    Kahkahalarla kabarır deniz, kıyının gülümseyişi solgunca
parıldar. Ölüme karşı koyan dalgalar, çocuklara anlamsız türküler
söyler, bebeğinin beşiğini sallayan anne nasıl söylerse. Deniz,
çocuklarla oynar, kıyının gülümseyişi solgunca parıldar.

    Sonsuz dünyaların kıyısında buluşur çocuklar. Rüzgâr,
yolu olmayan gökyüzünde gezinir, gemiler batar izi bulunmayan
sularda. Sonsuz dünyaların kıyısında, o büyük buluşmaya koşar
çocuklar.

*

    Çalışacaksan eğer, testini dolduracaksan gel, gel benim
gölüme.
    Su, ayaklarına sarılıp gizini mırıldanacak sana.
    Gelen yağmurun gölgesi var kumda; bulutlar, kaşlarının
üstüne düşen uzun saçların gibi inmiş ağaçların mavi çizgilerine.
    Biliyorum adımlarının ezgisini, kalbimde atıyorlar.
    Gel, gel benim gölüme testini dolduracaksan.
    Dinleneceksen eğer, kaygısız oturacaksın, testini bırakacaksan
sulara gel, gel benim gölüme.
    Çimenli bayır yemyeşil, sayısız kır çiçeği var.
    Düşüncelerin, yuvalarından uçan kuşlar gibi çıkacak koyu
gözlerinden.
    Peçen, ayaklarına düşecek.
    Gel, gel benim gölüme kaygısız oturacaksan.

    Oyununu bırakacaksan eğer, suda yıkanacaksan, gel, gel
benim gölüme.
    Bırak, kıyıda kalsın mavi şalın, mavi su örter seni, saklar
seni.
    Boynunu öpmek için ayakuçlarında dikilir dalgalar,
kulaklarına fısıldar.
    Gel, gel benim gölüme suda yıkanacaksan.

      Çıldırtacaksan eğer, ölümüne atılacaksan, gel, gel benim
gölüme.
    Serindir gölüm, derindir de.
    Düşsüz uykular kadar karanlıktır.
    Gecelerle gündüzler birdir derinliklerinde, şarkılar
sessizliktir.
    Gel, gel benim gölüme dalacaksan.

    Çeviren: Ülkü Tamer