05 Şubat 2024

Mutluluk Üzerine Bir Yazı

Mutluluk nedir? Mutluluk en yalın deyimiyle, yaşamdan tam hoşnut olmadır. Ya da sürekli bir kıvanç hali de diyebiliriz. Kant biraz  karamsar bu konuda. "Ahlak emredici yasalardan oluşur, ama mutluluk olsa olsa bir umut konusudur, dahası belki de hiç bir zaman gercekleşmeyecek bir idealdir" demiş. Fransızlar devrimin tam ortasında bir anayasa çıkarmışlar. Birinci maddesine de "toplumun amacı ortak mutluluktur" demişler. Bunun önemi şurada; mutluluğu bireysel bir dilek olmaktan çıkarıp anayasanın güvenceye  bağladığı bir hak durumuna getirmişler. Çünkü toplum teker teker insanların mutluluğunu sağlayamaz onun yapabileceği olsa olsa yığınla mutsuzluk engelini ortadan kaldırmak, bu arada eşitliği sağlamaktır. Böylece, bireysel mutluluk, bir sosyal tasarımdan soyutlanamaz. Kişinin mutluluğu ile sosyal ve siyasal düzen arasında direkt bir bağ vardır. Düzenin insansal ölçüler taşımadığı bir yerde, bireylerin mutluluğu havada kalmaya mahkumdur. Buradan kalkarak denecektir ki, mutluluk bireyselle toplumsalın bağımlılığı içinde gerçekleşir. Bireysel bir mutluluk, ancak toplumsal bir mutlulukla mümkündür; çünkü bireyin özgürce gelişmesi, herkesin özgürce gelişmesine bağlıdır. İşte tam bu noktada -düzeni adını koyarak- sorgulamak önem kazanıyor. Mutluluk bir yaşama biçimi midir? Bir tavır alış mıdır? Anlık mıdır, sürekli midir? Durgun mudur? Atılımlı mıdır? Kavramsal mıdır? Olgusal mıdır? Ve giderek amaç mıdır, yoksa araç mıdır? 

 İki türlü mutluluk vardır. Daha doğrusu birbirine hiç benzemeyen iki durum vardır ki her ikisine de mutluluk adı verilmektedir. O halde biri sahtedir. Sahte olan: gerek kişilerin gerekse kitlelerin önüne amaç olarak yerleştirilen bir aldatıcı ve uyuşturucu balondur. Bu balon biri olmayı, gününü gün etmeyi, sorumsuzca gevşemeyi, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ düsturunu şiar edinmeyi ve bu türden erdemsizlikleri kapsar. Bunlar içi hepten boşalmamış, kafası ve yüreği yozlaşmamış bir insan için değildir. İnsanın özüne aykırı bir hazıra konuculuk ve orada duruculuktur. 

Diğeri; bu da ana çizgileriyle, insanın içinde bulunduğu bütün çelişkileri, çatışmaları aşıp, bir uyuma varması, kendini tedirgin edip duran sorunlara birer çözüm ya da en azından çözüm yolu bulması durumudur. İnsanın çelişkileri çatışmaları nelerdir? İnsanın doğayla çatışması vardır. Kendi kendisiyle çelişir kişi, iç çatışması vardır. İnsanın yaşamı birkaç yönlü bir mücadele, bir savaştır. Hem de öyle bir savaş ki, alanların sınırları kesin çizgilerle çizilmemiş, karşılaşılan bu çelişkiler birbirinden bağımsızca birer çerçeveye alınmamıştır. Yani bir kişi, "Dur hele, önce doğayla çatışmamı bir halledeyim, sonra sınıf mücadelemi vereyim, onu da bir sonuca bağlayayım, sonra toplumsal kurumlarla ilişkilerimi düzenleyeyim, ondan sonra  da kendi iç çatışmamı çözümler, sonunda da derin bir oh çekerim" diyemez. 

Bu alanlar birbirleri içine girmiş, aralarında zorunlu bağıntılar ve etkileşmeler olan bir bütündürler ve kısacası bunların hepsi kul olarak yaşamdır. İnsanın kendi önündeki sınırlı zaman süresi, bu mücadelelerin adımlarından oluştuğu gibi, insanlık tarihi de aynı mücadelelerin aşamalarından oluşur. Nasıl toz pembe bir tarih yoksa toz pembe bir yaşam da olmayacaktır. Olmamalıdır da. Çelişkilerin, çatışmaların olmadığı bir durum, bir ileri adımın atılamayacağı bir durumdur, durağan ve yapay bir durumdur. Akla da olgulara da aykırıdır. 

Demek ki mutluluk kişinin her türlü çelişkisini aşması, çatıştığı şeylerle bir uyuma varmasıdır. Demek ki sonsuz ve sürekli bir durum değildir. Bir aşama, deyim yerindeyse, bir uğrak noktasıdır. Sonra bu nokta bir başlangıç olacak, yeni bir atılım, yeni bir mücadele doğacak ve bu böyle sürecektir. İşte insanın vazgeçilmez değeri olan yaratıcılık bu sürecin ürünüdür. İnsanlar neden mutsuz? Mutlu olacak ne var ki? Dünya kaynakları paylaşmanın türlü dalaveresiyle uğraşıyor, devletler birbirine gizli düşman, ülkeler birbirinden kopuk, insanlar diliyle, rengiyle, kültürüyle birbirinden ayrılmış, her ülke kendine özgü sorunlarla boğulmuş, mutluluk kanalları tıkanmış, kişisel ilişkiler çıkar kaygısıyla gölgelenmiş, yakın çevremizle bile iletişim kopuklukları yaşanıyor. 

Gündelik sorunlarla çevrilmiş sınırlı bir hayat yaşıyoruz. Nedir bu? Hayat bunun için mi yaşanıyor? İçimizdeki yaşama sevincini neden duymuyoruz? İnsanlar neden bunları hiç düşünmüyor?  Sevgi, sevinç, neşe, coşku nerede? Kimimiz için dönme dolap beygirinin hayatına benzeyen bir kısır döngü, kimimiz için ne yapacağını bilmeden ancak bildiklerini yapan bir çembere dönüşen hayat, yaşamın hangi rengini taşıyor? Ne gariptir ki bu sorular için ne paneller yapılıyor, ne sempozyumlar düzenleniyor, ne de sorun kabul ediliyor. Oysa belki de yaşama mutluluğunun önündeki en büyük engel bu sorunu görememektir. 

İnsanların bilemediği, göremediği, düşünemediği nedir? Üretmek ve paylaşmak.....Görülmeyen, bilinmeyen, yapılmayan bu?  Üreten ama paylaşmayan, bencil ve zalim olmak zorundadır.Üretmeyen ve paylaşmayan, ancak zorbalıkla yaşayabilir. Üreten ve paylaşan mutlu olur, mutlu eder, mutluluk yaratır.Üretimi ve paylaşımı engellenen şiddete başvurur. Üreten ama paylaşmayan bencilligin yalnızlığında kavrulur. Üretmek ve paylaşmak... İnsan olmanın, insanca yaşamanın yolu budur. Belki bütün sorunların çözümü de burada yatmaktadır.

 
 Duygularımızı üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Düşünce üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Sevinç üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Güven üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Neşe üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Bugünü üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Yarını üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Kendimizi üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Kendimizden başkasını üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Bilgi üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Yeni bir renk üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Yeni bir çizgi üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Yeni bir alan üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Yeni bir hayal üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Dostluk üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Aşk üretiyor ve paylaşıyor muyuz?
 Herşeyi yeniden yorumluyor ve paylaşıyor muyuz?
 "Üretmek" sözüyle yalnız işi ve parayı mı anlıyorsunuz?
 "Paylaşmak" denince aklınıza miras mı geliyor?
 Ne verdiğinizden çok ne aldığınız mı önemli oluyor?
 Nasıl yaşadığınız ne yaptığınızdan daha mı önemli?
 Böyleyse, size öğretilenleri yaşıyorsunuz ve mutsuzsunuz!..
 

Server Tanilli "Yaratıcı Aklın Sentezi"

Şu sorularla karşılaştığımız, dahası kendimize de sorduğumuz olmuştur: "Nereden geliyoruz? Yaşamın anlamı ne? Nereye gidiyoruz?" Şu sorular da yabancımız değildir: "Bilimden ve teknikten ne bekliyoruz? Sanatsız niçin yaşayamayız? Ahlak, neden zorunludur? Kime karşı ve ne için sorumluyuz? Özgür olmak ne demektir?" Daha da yakıcı bir soru: "Dünyamız adaletsizliklerle dolu; peki, insanların insanca yaşayacakları gerçekten adil ve barışçı bir dünya yaratamaz mıyız?"

Çoğu, dinin de sorup kendine göre yanıtladığı sorulardır bunlar. Ama onu da aşacak biçimde, doğa, toplum ve insan üstüne, akla ve bilimsel verilere dayanan bütünlüğüne bir görüş, ancak felsefeyle mümkün. İnsan zekâsının bulduğu bu en anlamlı uğraşı niteleyen ve en başta da dinden ayıran, "özgür aklın sorgulaması"na dayanması. Bu sorgulama, eski Yunan'dan beri sürüyor ve insansoyu akla saygısını yitirmedikçe de sürecek.

Bu kitap, sorgulamadan örnekler veriyor. Onları bilmek, dahası bu sorgulamayı düşüncemizin bir parçası, bir yöntemi haline getirmek, iyi yurttaş olmamızın, asıl önemlisi insan olmamızın zorunlu uğraklarından biri. Çağdaş bir eğitim ve çok sesli bir toplum yaratmanın olduğu kadar, dogmatizme, bağnazlığa, karanlıkçılığa karşı donanmanın da en etkili yolu bu olsa gerek. Tanıtım Yazısı'ndan

 "Temel kültürü edinirken, akla ve bilimsel verilere dayalı bir görüş oluşturmanın, fikren bağımsızlığa ulaşmanın yolu felsefeden geçer," diyor Server Tanilli. Bir başyapıt olan bu kitap gençlere olduğu kadar, kültüre önem veren herkese sesleniyor.
(Arka Kapak)

Kalp bozukluğunun insan hayatındaki en tehlikeli görünümü, insanın kalbiyle dilinin farklılığıdır.

Tarih boyunca bütün kudret imparatorluklarının yaptıkları da budur. Hücceti o imparatorlukların ezip horladığı insanlar üretir, firavunlarsa hem o üreten benlikleri ezer, onlara sövüp sayarlar hem de onların yarattıkları değerleri nankörce ve namussuzca sömürüp keyif yaparlar. (Saltanat Dinciliğinin Öncüsü Firavun)

    ....bir deizm anlayışına Türk Kurtuluş ve Aydınlanma Savaşı'nın önderi ve komutanı, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'te rastlıyoruz. Büyük Gazi, Allah'a Hz.Muhammed'e Kur'an'a inanmakta, onlara saygı ve tazminini sürekli ifade etmektedir ama dinci kadroların çok rezil perdelerden temsil ederek hayata sokmak istedikleri 'din' patentli dayatmaları dışlamakta, onlara karşı çıkmakta, hatta onlarla mücadele etmektedir. Ve bu mücadeleyi, insan olmanın onuru saydığını da defalarca ifadeye koymaktadır. (Tanrı'dan Başka İnsanüstü Tanımayan İnanç: Deizm)

    İslam dünyası denen coğrafyaların "İslam" adı altında yaşadıkları dinin, uzun bir zamandan beri "Rahman’ın dini" olmaktan çıkıp şeytanın dini haline geldiğini ortaya koyucu niteliktedir. (Kur'an Açısından Şeytancılık)

    Alışkanlık ve gelenek, yaratıcı gücün afyonudur. (Kur'an'ın Yarattığı Mucize Devrimler)

    Hem firavunu hem Allah'ı memnun etmek mümkün değildir. Kur'an bunu ölümsüz bir ilkeye bağlarken şöyle demektedir: Allah, bir adamın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır. (Ahzab, 4) (Kur'an Verilerine Göre Kötülük Toplumu)

    İyiliğe iyilik her kişinin, iyiliğe kötülük şer kişinin, kötülüğe iyilik ise er kişinin işidir. (Kur'an'ın Temel Buyrukları)

    İnsan, tekamül etmeye sadece memur değil, aynı zamanda mahkumdur. Yaratıcı Kudret onu bu aleme, tekamülünü tamamlasın diye göndermiştir. Tekamül bu alemde tamamlanmazsa ölüm sonrası alemde tamamlanacaktır. İslam düşünürlerinin, özellikle sufi düşünürlerin bu noktadaki tutumları nettir. Tekamül veya Allah'a doğru seyr veya sefer mutlaka tamamlanacaktır. Ama bu dünyada ama ölüm sonrasında. (Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar)

    Kalp bozukluğunun insan hayatındaki en tehlikeli görünümü, insanın kalbiyle dilinin farklılığıdır. (İslam Dünyasında Akıl ve Kur'an Nasıl Dışlandı?)

    Vahye dayalı katıksız din ile insanoğlunun ‘din’ adı altından kumelendirdiği ve bizim ‘diyanet’ veya ‘şeriat’ dediğimiz geniş ve değişken alanı birbirinden ayırmak gerekir. (İnsanlığı Kemiren İhanet Dincilik)

    Hasan Sabbah tarikatının, haşhaşla uyutup teröre sürme gibi bir uygulamasının olmadığı tespit edilmiştir. (Ebu Zer : Emevi Dinciliğine Karşı Mücadelenin Öncüsü)

    Mevcuda isyan etmeyen benlik varoluş sırrını yakalayamaz. (Kur'an'ı Tanıyor Musunuz?)

    Hz. Ömer bir gözü görmeyen Muğire Bin Şu'be' ye diyorki "Ey Muğire! Kazaya uğradığın günden beri, şu sakat gözünle hiç görebildin mi" Muğire, " Hayır hiç görmüyorum" cevabını verince Ömer şöyle konuşur: "Allaha yemin ederim ki, Ümeyye oğulları'nın İslam'a bakışları tıpkı şu senin kör gözünün baktığı gibidir. Onlar bu çarpık bakışlarıyla İslam'ı da kendilerini de çarpıttılar. Bu çarpık bakışları yüzünden nereye gideceklerini, nereden çıkacaklarını bir türlü bilemediler. Allah, yüzkırk veya yüz otuz yıl sonra Hicaz ve Irak'tan bir ekip çıkaracak ve onlar doğru bakış gücünü İslam'a yeniden kazandıracaklar." Ömer'in bu muhteşem sevgisi, İmam-ı Azam dehası in tarihteki yerini ve önemini göstermesi bakımından da son derece önemlidir (İmam-ı Azam Savunması)

    Evet, ârif görendir; fakat ma'rifet görünenden sonra gelendir! (Hallacı Mansur Ve Eserleri - Kitabüt Tavasin)

    Örtülü şirkin dini istila etmesinde en çok işleyen yol, din temsilcisi sayılan kişilerin (haham, rahip, sahabe, imam, şeyh, efendi vs.) rabler haline getirilmesidir. Müşriklerin yaptığı, Allah’ı inkâr ve ret değil, Allah’ın yanına yöresine birtakım yedek ilahlar koymaktır. Müşrikler Allah’ı asla inkâr etmediler. Yaptıkları Allah’ı tepeye oturtup O’nun altına yedek ilahlar yerleştirmekti. Şirkin zulüm ve yıkımı buradan kaynaklanmaktadır. İnsanları rab edinmek, din adamlarının sözlerini Allah’ın sözleri gibi kabul etmekle vücut bulur. Kim Rahman’ın Zikri’ni/Kur’an’ı görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de ona can yoldaşı olur. Bunlar onları yoldan tamamen saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hala hidayet üzere olduklarını sanırlar. Sonunda bize geldiğinde, şeytan, yoldaşına şöyle der: ‘‘Keşke aramızda iki doğu arası kadar uzaklık olsaydı. Ne kötü yoldaşmışsın sen!’’ (Zühruf, 36-38) (Kur'an'ı Tanıyor Musunuz?)

    Nefsine dikkat et. Eğer sen onu meşgul etmezsen, o seni meşgul eder. (Hallacı Mansur Ve Eserleri - Kitabüt Tavasin)

    10- Onların söylediklerine sabret! Ve güzelce ayrı kal onlardan. (Kur'an-ı Kerim Meali)

    Dinde baskı/zorlama/tiksindirme yoktur (Kur'an, 2/256) (Allah ile Aldatmak)

    İnsan hayatının en önemli meselesi yön bulmaktır. İman, yönü bulduran kuvvettir. (İslam Dünyasında Akıl ve Kur'an Nasıl Dışlandı?)

    Budizm'de Nirvana'ya varmak, benliğin kendi kendini yok etmesiyle gerçekleşir. Bu anlayış sûfi geleneğe de geçmiş ve şöyle ifade edilmiştir: "Sen çıkarsan aradan, kalır seni Yaratan." Bu söylem, Kur'an'a tamamen aykırıdır. Kur'an, insan benliğinin aradan çıkmasını değil, varlığını koruyarak Yaratan'a teslim olmasını istemektedir. (Din Maskeli Allah Düşmanlığı Şirk)

    Şeytan, insanları nasıl saptıracağını, hem de Allah’ın huzurunda ifadeye koyarken şöyle konuşuyor: "Yemin olsun, onları mutlaka saptıracağım, kuruntulara/hurafelere/anlamını bilmeden okumaya iteceğim..." (Nisa, 119) (Anadilde İbadet Meselesi)                                                     mardinlife.com