23 Ocak 2020

Gülten Akın - Sardunya


Yasadır anımsatalım:
Tohum ekenlerin, fide dikenlerin
Kimse durduramaz yağmurunu
Güneşini kimse kesemez

Fesleğen ekiyorum, sardunya dikiyorum
Arsızmış, öyle diyor komşum
Artık siz istemeseniz de
Açar tohumunu, yayılır toprağınızda

Ne güzel ne güzel ne güzel tanrım
Fesleğen ekiyor, sardunya dikiyorum
Bitiyorum arsızlığına çimenin çiçeğin
Arsızlık bugünden geri
Umut ve direnç demektir
Sokulmak demektir yaşamın koynuna
Özdeşlik demektir yaşamla

İnan olsun dostlar, inan olsun
Dalından kopan sardunya
Bozulmadı bikez, eğmedi başını
Açmayı sürdürdü diktiğim toprakta


Ursula K Le Guin - Her Yerden Çok Uzakta

YÜCE DAĞ BAŞINDA BİR ARKADAŞLA Önceden de oldu yüce anlarım. Bir kez geceleyin parkta yürürken yağmur altında güzün. Bir kez çöl ortasında yıldızlar altında ekseni üzerinde dönen yeryuvarına döndüğüm gün. Kimileyin düşünürken sadece düşünüp tartarken olan biteni. Ama hep yalnız. Kendi başıma. Bu kez yalnız değildim. Yüce dağ başında bir arkadaş vardı yanımda. Natalie. Birşey yok hiçbir şey yok bundan üstün. Ömrümce görmezsem de bir daha eh diyebilirim yine de Bir kez orada bulundum. Dahası da var elbet ama bu konuda anlatmak istediklerimin hepsi bu kadar sanırım Dahası” dediğim bundan sonra olup bitenler olup duranlar...Ursula K Le Guin 

Basketbol başarı belgesini alıp ün aşk ve servete ulaşmayı nasıl başardığımı konu eden bir hikaye bekliyorsanız boşuna bu yazılanları okumayın Az sonra anlatacağım şu altı ay içinde neyi başardığımı bile bilmiyorum Evet bir şeyi başardım ama bunun ne olduğunu ortaya çıkarmak galiba bütün ö mrümü alacak. Daha önce hiç böyle bir başarı belgem olmamıştı Amerikan futbolu bu oyunun stratejisi çocukken gerçekten hoşuma giderdi kurnazlık gerektiren taktiklerde bayağı becerikliydim ama hep bir parça ağır kalıyordum Daha sonra liseye başladığımızda her şey belli bir düzen içinde yapılmaya başladı üzerimize formaları geçirmiş kendi takımlarımızı oluşturmuştuk Herkes durmadan bundan sözediyordu Spor yapılırken iyi de sözü edilince epey sıkıcı bir şey Her neyse zaten anlatacaklarım pek fazla sporla ilg ili değil. 

Anlattıklarımı bir teybe kaydediyor daha sonra daktiloya çekiyorum Önce doğrudan kağıda geçirmeyi denedim ama sonunda kargacık burgacık bir sözcük yığını çıktı ortaya Neyse bakalım böylesi nasıl olacak Adım Owen Thomas Griffiths Kasımda on yed i yaşıma bastım Yaşıma göre boyum epey kısa sayılır  1.67 Herhalde kırkbeşime bastığımda da yaşıma göre boyum kısa kalacak Ama ne fark eder ki? On iki - on üç yaşındayken beni bir hayli rahatsız etmişti o zamanlar öteki çocuklara nazaran boyum bayağı kısa ydı gerçek bir yer  cücesiydim On beş yaşımda sekiz ay içinde boyumu on beş santim uzatmayı başardım Bu işi yaparken kendimi berbat hissediyordum dizlerim insanı iki yandan geren bir işkence aletinden çıkmış gibi ağrıyordu Ama bütün bu çalışmaların sonunda eski halime kıyasla daha uzun boylu olamadığım için pişmanlık duyamayacağım kadar uzun boylu biri olup çıkmıştım Vücut yapım vasat sayılır gözlerim siyaha çalar gür saçlarım var Saçlarım kıvırcık kısacık kestirsem de upuzun bıraksam da kafamın her noktasın dan fışkırıyorlar Her sabah saç fırçasıyla boğuşuyoruz ve kaybeden ben oluyorum Saçımı beğeniyorum Çelik gibi bir iradesi var Ne var ki bu hikayenin konusu saçlarım da değil. 

Sınıfımdaki en küçük öğrenci her zaman ben oldum tek çocuk olduğum için ailenin en küçüğü de bendim Yaşıma göre çok zeki bir velet olduğum için okula erken vermişler beni Her zaman yaşıma göre zeki biri oldum Kimbilir belki kırkbeşimde de durum değişmez Aslında bu kısmen anlatacağım hikayeyle ilgili Zeki küçük bir veledin hikayesi ya ni. Son sınıfa gelene dek her şey yolundadır Kimse zerre kadar ilgilenmez sizinle Kolayca yontulabilecek biri olduğunuz için öğretmenler nasıl da iyi davranırlar Hatta bazıları sırf bu yüzden sizi sever evde okumanız için cicili bicili kitaplar verirler Bazıları çok gücenir buna ama zaten o öğretmenlerin de Davranış Sorunlu tiplerle uğraşmaktan başlarını kaşıyacak vakitleri olmadığından matematik ve okuma derslerinde ötekilerden öndesiniz diye size sataşmaya fırsat bulamazlar Sizin kadar zeki ya da sizden de zeki bir avuç çocuk ki bunlar genellikle kızlardır sınıf panosunu hazırlamak öğretmene liste çıkarmak ve bunun gibi işlerle uğraşırlar Küçük çocukların ne kadar acımasız olduklarına dair söylenenlere gelince büyüklerinkinin yanında onların zalimlikleri solda sıfır kalır Küçük çocukların akıllısı da kafası çalışmayanı da aptaldır işte Aptalca şeyler yaparlar Akıllarından geçenleri pat diye söyleyiverirler Düşünmedikleri bir şeyi söylemeyi öğrenmemişlerdir henüz Bunu daha sonra yetişkinliğe geçip yalnız o lduklarım anladıkları zaman öğrenirler. 

Sanırım yalnızlığınızın gerçekten farkına vardığınızda çoğu zaman paniğe kapılırsınız Bundan kurtulmak için apar topar kaçar gruplara - klüplere derneklere takımlara kalıplara  sığınırsınız Birdenbire tıpatıp ötekiler gibi giyinmeye başlarsınız Aslında görünmez olmanın bir yoludur bu Kot pantolonunuzun delik yerlerine yama koyma biçimi bile sizin için son derece önemli bir şey haline gelir Çünkü yanlış yamadığınızda bir olamazsınız Bir olmanız gerekir Aslında tuhaf bir söz bu biliyor musunuz "Bir." Neyle bir? Onlarla bir Ötekilerle bir Hep birlikte Sayıların güvenliği Ben ben değilim Ben bir başarı belgesiyim Popüler bir çocuğum ben Ben arkadaşlarımın arkadaşıyım Honda marka bir motorun siyah derisiyim ben Bir üyeyim ben Bir yeniyetmeyim Siz beni göremezsiniz Tek gördüğünüz biz Biz güvenlikteyiz. Ve eğer Biz Seni tek başına görürsek şansın varsa görmezlikten geliriz Ama şansın yoksa kafana taş yağdırabiliriz Çünkü biz kot pantolonu yanlış yamanmış hepimizin yalnız ol duğunu güvenlikte olmadığımızı anımsatan insanlardan hoşlanmayız. 

Ben denedim Epeyce uğraştım O kadar çok uğraştım ki artık bunu düşünmek bile içimi kaldırıyor Tıpkı herşeyin en doğrusunu yapan Bill Ebold gibi yamadım pantolonumu Oturup beyzbol maçlarını n sonuçlarından konuştum Bir sömestir boyunca okul gazetesinde çalıştım çünkü içine girebileceğimi gözüme kestirdiğim tek grup oradaydı Ama hiçbiri işe yaramadı Neden işe yaramadı bilmiyorum Bazen acaba içedönük insanlar sadece dışadönüklerin farkına varab ilecekleri özel bir koku mu salgılıyorlar diye kendime soruyorum. 

Bazı çocukların içindeki o Ben duygusu pek fazla gelişmemiş Grubun gerçek anlamda birer parçası onlar Ama birçoğu benim de denediğim şekilde davranıyorlar yani rol yapıyorlar Aslında içlerinden gruplara katılmak falan geçmiyor ama gene de kaynaşıyor idare edip gidiyorlar Keşke ben de öyle olabilseydim İyice ikiyüzlü olabilmeyi gerçekten çok isterdim Kimseye zararı olmaz bunun hayatı biraz daha kolaylaştıracağı da kesin Ne var ki ben hiç kim seyi kandıramam Onların ilgilendiği şeylerle ilgilenmediğimi biliyorlardı Bu yüzden beni hor gördüler beni hor gördükleri için ben de onları hor görüyordum Öte yandan onlara ayak uydurmaya çalışmayan bir kaç çocuğu da hor görüyordum Dokuzuncu sınıfta benim le arkadaş olmak isteyen bir çocuk vardı dişlerini hiç fırçalamaz okula hep beyaz bir eşofmanla gelirdi Aslında buna sevinmem lazımdı Yani daha önce hiç kimse benimle arkadaş olmak istemiyordu Ama bu çocuk habire bana falancanın ne kadar gıcık filancanın nasıl hödük biri olduğunu anlatıp dururdu söylediklerine hak veriyordum vermesine ama her zaman bundan söz etmek de içimden gelmiyordu Bu yüzden züppenin biri diye onu hor gördüm Derken herkesi hor gördüğüm için kendimi de hor görmeye başladım Ah ne kadar hoş bir durumdu içine düşünler neyi kastettiğimi çok iyi anlarlar. 

Farklı biri olmamak için canımı dişime takmış çabalıyor beri yandan hep A alan öğrencilerden biri olmak da istemiyordum Fakat beden eğitimi dersi her zaman bu sorunu benim yerime çözüyordu Beden eğitiminde öteki birçok çocuktan daha kötü sayılmazdım ama Bay Thorpe'un "Aklını bir an olsun Keats'le Shelley'den uzaklaştırırsan bir köşeye geçip basketbolun nasıl oynandığını izleyebilirsin Griffiths" yollu sözlerine dayanamadığımdan bu dersi hep asar D’ler alırdım Hep Keats'le Shelley idi  en az iki çocuğa daha aynı lafları söylediğini duymuştum Bu isimler gerçekten büyük bir nefretle tıslar gibi çıkıyordu ağzından Keytssssleşşşşelley Asıl matematik ve fen derslerinde iyi olan birine bu sözleri söylemesi aptalcaydı tabii ama içimdeki öfkeyle birlikte merakım uyanmış gidip lise birinci sınıfların edebiyat kitabından Keats'in "Bülbüle Gazel" şiirini okumuştum Derslerde bize Shelley okutmadılar ama şehir kütüphanesinde toplu yapıtlarını bulmuş daha sonra da elden düşme bir kopyasını satın almıştım Sizin anlayacağınız "Zincirlerinden Kurtulmuş Prometheus"la tanışmam basketbol öğretmenim Bay Thorpe sayesinde oldu Kendisine minnet borçluyum Yine de bu üçüncü dönemde Bay Thorpe ile işleri kolaylaştırmadı. Genede  bakın bu çok önemli - ona hiç karşılık vermedim Ağzımı bile açmadım Ona "Bakın Bay Thorpe aklımı Keats’le Shelley'den ya da sinüslerle kosinüslerden uzak tutmak istemiyorum onun için sen git minik topunu zıplatmaya bak tamam mı!" diyebilirdim Bazı çocuklar bunu yapabilirdi Yedinci sınıftaki küçük bir zenci kızın matematik öğretmenimize "Çek ellerini ödevimden eğer yapış biçimimi beğenmediysen alır kıçına sokarsın" dediğine tanık olmuştum Düpedüz kavgaydı bu Öğretmenimiz bunu hak edecek hiçbir şey yapmamıştı kıza biraz matematik öğretmeye çalışıyordu o kadar Ama gene de düpedüz kavgaydı cesaret gösterisiydi buna hayran kalmıştım Hayranlığım hala sürüyor Ama ben böyle bir şey yapamam Bende o cesaret yok Kavgaya girmem. Olduğum yerde durur kaçabileceğim ana kadar herşeyi sineye çekerim Sonra da kaçarım Bazen de orda durup herşeyi sineye çekmekle kalmaz onlara gülümser özür dilerim. 

Yüzüme o gülümsemenin yayıldığını hissettiğimde suratımı koparttığım gibi ayağımın altına alıp çiğnemek gelir içimden . Doğum günümden bu yana beş gün geçmişti Onyedinci yaşımdan beş gün almıştım 25 Kasım Salı Yağmur Okul çıkışı yağmur iyiden iyiye bastırınca ben de otobüse atlamıştım Durakta otobüs bekleyip Ölümün Soğuk Elini üzerimde duyarken ıslanmış olan pardösümün yakasını ensemden uzakta tutmaya çalışıyordum Bir tek boş yer vardı Oraya oturdum otobüse bindiğim için kendimi suçladım. Otobüse binme suçu Suçum otobüse binmek Bakın genç olmanın gerçekten en berbat yanı incir çekirdeğini doldurmayan bu tür zırvalıklar dır. 

Otobüse bindim diye kendimi suçlamanın nedenine gelince Doğum günümden bu yana beş gün geçti demiştim öyle değil mi? Doğum günümde babam bana bir hediye almıştı Ama gerçekten muhteşem bir hediyeydi İnanılmaz bir şeydi Çok önceden bunu aklına koymuş ve kuruş kuruş para biriktirmiş olmalıydı Okuldan döndüğümde orada beni bekliyordu Evin önüne park edilmişti ama daha önce bunun farkına varmamıştım Babam durmadan bununla ilgili imalarda bulunmuş ama hiçbirine uyanamamıştım Sonunda beni dışarı çıkarıp gös terdi Anahtarları elime tutuşturduğunda yüzü gurur ve hazdan ağlayan biri gibi çarpılmıştı. 

Hediyem bir arabaydı tabii ki Markasını söylemeyeceğim zaten ortalıkta yeterince reklam var Araba sıfır kilometredeydi Saati radyosu her türlü aksesuarı vardı Bab amın bütün bunları bana göstermesi tam bir saatini aldı. Araba sürmesini çoktan öğrenmiş Ekim ayında ehliyetimi almıştım Acil durumlarda işe yarayacak bir şey gibi görünüyordu Hem böylece annemin bir takım işlerini görecek hem de kendi başıma çıkıp gezeb ilecektim Annemin arabası vardı babamın arabası vardı şimdi benim de bir arabam olmuştu Üç kişi üç araba Ama bir sorun vardı Ben araba istememiştim...

Ursula K Le Guin - Her Yerden Çok Uzakta


Tahsin Yücel - Vatandaş

 
Kimileri ilk olmayı sever. Tahsin Yücel'se, en güzel kitaplarından biri olan Vatandaş'ı,Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar'ı, Camus'un Düşüş'ü, Sait Faik'in Haritada Bir Nokta'sı gibi yapıtlarının yönünde bir anlatı olarak niteliyor. Ona göre, bu yapıtların en belirgin özelliği, aynı zamanda hem bir öykü, hem de dünya ve insan üstüne bir söylem olmalarıdır. Belki de bu yüzden, Vatandaş'ın oluşumu kırk yılı aşkın bir süreye yayılmış; 1954'te kısacık bir öykü olarak doğmuş; 1964'te, bir başka dille daha uzun ve daha derli toplu bir öykü olmuş; 1975'te, roman diye nitelenebilecek bir anlatıya dönüşmüş; şimdi, 1996'da, birtakım değişikliklerle yeniden karşımıza çıkıyor. Bu son biçimiyle daha bir akıcı ve daha bir yoğun. Öte yandan, ülkemizde ideolojilerin, 1954'ün gençlik yapıtı, 1996'da çarpıcı bir gerçeklik ve geçerlilik kazanıyor.


Açın artık gözlerinizi, hepiniz sürüdensiniz.
*
Yeterince konuşmak için, gerekeni gerektiği yerde söylemek için, biraz olsun durup düşünmek gerekir; insanlarsa konuşmadan duramıyorlar bir türlü, duramadiklari için de hep ezbere konuşuyorlar, beylik kalıpları aşamıyor, bilineni dört bir yanda söyleneni yinelemekle kalıyorlar. Dillerine kolay kolay içten bir söz gelmiyor. Gelince de atıyorlar çoğu kez, başka şeylere geçiyorlar, alışmış şeylere.
*
Ne de olsa en büyük kazığı kimden yerse, onu başına taç eden bir halkın içinden çıkmıştım. Ne çıkması, hep bu halkın yazgısını paylaşıyordum.
*
İki türlü vatandaş bile istemiyordu bu adamlar, arılar, karıncalar gibi değişmez vatandaşlardı istedikleri, aynı elden bile değil , aynı çarktan çıkmış uyruklardı. Bu durumda, kendi karşılıksız ve değişmez söylemleri dışında, hiçbir söyleme hak tanımayacakları kesindi: Bu nokta da, bana kalırsa özgürlüğün sona erip köleliğin başladığı yerdi.
*
Ne yaparsın, her zaman aynı kolaylıkla katlanılmıyor yanlızlığa: gün oluyor, kurşun gibi çöküyor üzerime, soluğumu kesiyor.
*
Kalabalıklar önünde, çığlık çığlık söylenenler söz değil, gösteri yalnızca! Bu nedenle sesler yükseldikçe gerçek siniyor, söylevler ve söylevciler çoğaldıkça gerçek çekiliyor ortalıktan, şu dünyada gerçek diye bir şey olmuş muydu, olmuşsa neydi, yavaş yavaş bunu bilme olanağı bile kalmıyor, öykünme içinde bir öykünmedir sürüp gidiyor.

Denemeler - Francis Bacon


"Yüksek Görevler Üstüne” denemesinde, bu dönemin sıkıntılarını yıllar sonra anımsar gibi konuşur:

Francis Bacon Denemeler. ” Gerçeğin araştırılması, bilinmesi, inanılması insan yaşamında en büyük erdem” Francis Bacon’ın (1561-1626) yaşadığı dönem, İngiliz toplumsal tarihinde, çelişkilerle, kıyasıya çatışmalarla, apansız değişmelerle, yeniliklerle dolu bir çağdır. Ülke yönetiminde, içdış ticarette, denizaşırı sömürgecilik serüveninde, sanatta, gündelik yaşayışta büyük girişimlerin, büyük kazançların, büyük yitirişlerin çağıdır bu. Alınyazısının insanları başdöndürücü bir hızla ünün doruğuna çıkardığı, sonra hiç umulmadık bir anda yerden yere çaldığı, yeni zengin orta tabakanın azılı bir yükselme yarışı içinde, düzenlerle dolaplarla kendini için için yediği bir dönem, insanlık tarihinde yeni bir çağ başlatmış olan Rönesans’ın etkileri İngiltere’de bu dönemde duyurur kendini. Ortaçağ dünya görüşünün temelindeki skolastikçi felsefenin çatırdaması; kilisenin katı yetkileri üstüne temellenmiş din egemenliğinin sarsılması; derebeylik düzeninin yıkılmasıyla, soykütüklerine değil kesesinin ağırlığına güvenerek politika yapan yeni zengin orta tabakanın ülkelerin yönetiminde söz sahibi olmaya başlaması türünden gelişmeler İngiltere’de etkilerini bu dönemde göstermektedir. 

Denizaşırı keşiflerin açtığı yeni ülkelerde hızlanan sömürgecilik yağmasında İngiltere, İspanya’nın yanısıra en başta yarışmaktadır. Kraliçe Elizabeth’in 1558-1603, Kral I. James’in 1603-1625 yılları arasındaki saltanatını aşağı yukarı bu yeni gelişmelerle bunların sonuçları belirler. Francis Bacon da tam bu süre içinde yaşar. Yaşadığı toplumda, bir yanda yoksulluk, ortaçağ dünya görüşünden artakalan boş inançlar, saplantılar, bir yandan da zenginlik, gösterişli yapılar, göz kamaştırıcı süsler, maskeli oyunlar, tantanalı geçit törenleri, olağanüstü bir incelik, çokyönlü bir beğeni yer alır. Din alanında bir yandan en köklü değişiklikler yapılmaya çalışılırken, bir yandan da en softa akımlardan biri olan Puritancılık hızla gelişir. Francis Bacon da gerek düşüncesi, gerek yüklendiği görevler, gerekse yapıtları bakımından çağının bu zengin barok çokyönlülüğünü taşır. Onun kişiliğinde de karşıtlıklar yan yanadır.

Bir yandan ortaçağ artığı skolastikçi düşünceye, o düşüncenin baş silahı olan Aristoteles mantığına savaş açar, öte yandan Copernicus, Kepler, Galilei gibi bilginlerin buluşlarına kuşkuyla bakar, Copernicus’u değil, yanlışlığı kanıtlanmış yermerkezli evren görüşüyle Ptolemaios’u benimser. Çağdaşı William Gilbert’in bulduğu magnetik yasalara, William Harvey’in kan dolaşımıyla ilgili açıklamalarına inanmaz, ama öte yandan tümdengelimci Aristoteles mantığının karşısına araştırıcı, somut gözlemci bir kafayla çıkarak, modern deneysel bilimlerin çekirdeği olan tümevarımcı yöntemin temellerini atar. Çağının büyüklüğü ve tutuculuğu, tantanası ile hesapçılığı onun kişiliğinde de yan yana, iç içedir. Küçük yaşta devlet adamı olmayı kor kafasına, kendini bu amaçla yetiştirir, ama özlediği önemli devlet görevlerine ancak uzun bekleyişlerden, kırgınlıktan, nice çabalardan sonra ulaşabilir. Yargıçlık görevinin en yüksek aşamasında sekiz yıl hizmet eder, “kendini en güçlü duyduğu anda” birden düşerek bir köşeye itiliverir. Böylece çağın sürekli dalgalanmaları içinde o da, ünün doruğundayken alınyazısının bir cilvesine uğrar, yuvarlanıverir. Onun yaşamı da çağının zenginlik ile yoksulluk, ün ile düşüş, tutarlılık ile tutarsızlık, akıl ile boş inanç arasında dalgalanan çizgisinde akar. Bacon’ın yetenekleri, ilgilerindeki evrensellik, düşüncesindeki esneklik, araştırıcılık çağının pek az kişisinde vardır. Geçmiş gelenekleri, yöntemleri tanır, çoğunu benimser, ama bununla kalmaz, o geleneklerle yöntemlerin hepsini, umulmadık yeni gözlemlerle, kökten değişikliklerle aşmasını da bilir. 

Duyguda düşüncede, yöntemde, böylesine bir esneklikle kıvraklık, barok bir yaratıcı kafanın özelliğidir. Belli birtakım yüksek ülküleri vardır, ama ülkülerin soyut düzeyinde kalmaz, işe nesnel deneylerden, uygulamadan başlanacağını bilir. Büyük doğal akışın, evrenin gidişinin, yalın nesnelerin tek tek gözlenmesiyle kavranabileceğini görür. Yaşayışında olsun, düşüncelerinde olsun, değişiklikler, aşırı dönüşler, çelişik tutumlar gösterir boyuna. Çağının yaygın modası olan maskeli saray oyunlarındaki kişilerin, büyülü bir dokunuşla herhangi bir hayvana ya da bir canavara, sonra birden gene insana dönüşmeleri gibi tıpkı. Tanrısal ile insanca, en yüce ile en bayağı, inanç ile akıl, soyut ülkü ile somut uygulama Bacon’ın kafasında trajik bir denge içinde yan yanadır. II Francis Bacon 22 Ocak 1561’de doğdu. Babası Sir Nicholas Bacon, yirmi yılı aşkın bir süre Kraliçe Elizabeth’in mühür bakanlığını, danışmanlığını yapmış, dürüstlüğü ile tanınmış ünlü bir devlet adamıdır. Küçük Francis daha çocukluğunda Elizabeth’in sarayına girip çıkmaya başlar, orda gördüğü tantanayla gözleri kamaşır. Kraliçe Elizabeth’in o zamanlar kendisinden şaka yollu “küçük mühür bakanım” diye söz etmesi, Bacon’ın saray görevlerine, devlet işlerine erken yaşta ilgi duymasına yol açmış etkenlerden biri olmalı. Babasının ikinci evliliğindeki eşi Lady Ann’ın Bacon ile kardeşi Antony’nin yetişmesinde büyük payı olduğu söylenir. Lady Ann, Kral VI. Edward’ın özel öğretmeninin kızı, öğrenimli, aydın, titiz bir kadındır. Yunancayı Latinceyi çok iyi bilir, bu dillerde mektuplar yazar, din konusunda ise koyu bir Kalvincidir. Bacon’a çalışkanlığı, bir amaca bağlanmayı, değişik konulara ilgi duymayı, analığı Lady Ann öğretir. Bacon’ın bu kadına ne büyük bir saygı duyduğunu, onun yattığı kiliseye gömülmek istemesinden anlıyoruz. On iki yaşında Cambridge Üniversitesi’nde Trinity College’a girer Francis Bacon, dört yıl sonra Londra’da bir hukuk okulu olan Gray’s Inn’e kabul edilir. 1577’de Kraliçe Elizabeth’in Fransa Büyükelçisi Sir Amyas Paulet’in yanına gönderilir. Üç yıla yakın bir süre kalır Fransa’da. Babasının ansızın ölümü üzerine İngiltere’ye döndüğünde, Elizabeth çağı Londra’sının yarışçı toplumunda geçimini sağlamak için yollar aramaya başlar. 

Babasından pek az şey kalmıştır kendisine, üstelik babasının ölümüyle, yüksek devlet görevlerine atanmasında destek olabilecek en önemli kişiyi de yitirmiştir. Çetin bir dönem başlar Bacon’ın yaşamında. Yeteneklerinin bilincindedir genç Bacon, bu yeteneklere yaraşacak yüksek bir devlet görevi almak başlıca tutkusudur. Anne yönünden yakın akrabası William Cecil’in yardımını ister bu konuda. Sonradan Lord Burleigh sanını alan Cecil, saray çevrelerinde etkili bir kimsedir ama Bacon’a yardımcı olmaktan daha çok, kendi yeteneksiz oğlunu bir yerlere yerleştirme çabasındadır. Uzun bir süre kime başvurduysa eli boş döner Bacon. “Yüksek Görevler Üstüne” denemesinde, bu dönemin sıkıntılarını yıllar sonra anımsar gibi konuşur: “İnsanın, özgürlüğü pahasına bir güçlülük ardında koşması , ya da başkalarından güçlü olmaya çalışırken kendi üzerindeki gücünü yitirmesi, yadırganacak bir özlemdir. Bir göreve yükselmek çetin bir iştir; insan çabaladıkça yeni güçlüklere sürüklenir, zaman zaman küçülür, onursuzluk yoluyla onur kazanır. Yüksek görevlerin tabanı kaygan olur, buralardaki insanın sonu ya yuvarlanmak ya da en azından gözden düşmektir. Pek iç açıcı bir şey değildir bu.” 

Bir göreve atanmayı beklediği süre içinde, Gray’s Inn’de hukuk çalışmalarını daha da ilerletir. Bacon, 1582’de baroya çağrılır, hukuk alanında ünü birden büyüyüverir. 1584’te parlamento üyesi seçilir. 1603’te I. James’in tahta geçişiyle, şövalyelik sanını alır. Öteden beri atanmak istediği, ancak kıskanç akrabası Lord Burleigh’in kendi oğlu Robert Cecil’i yerleştirmek için, atanmasını bin bir dolapla engellediği krallık başsavcılığına neden sonra 1607 yılında, orta yaşında erişebilir, 1613’te de krallık başyargıcı olur. Sonra yıldızı parlar Bacon’ın. 1617’de I. James’in mühür bakanlığı, 1618’de de adalet bakanlığı, Lordlar Kamarası başkanlığı görevlerine yükselir. Baron Verulam olur, 1621’de daha da büyük olan Viscount St. Albans sanını alır, ama ölümlü insanları avutacak gelip geçici sanlardır bunlar. Gerçekte en sonunda o da her ölümsüz gibi yüzyıllar boyunca yalnız kendi adıyla Francis Bacon diye anılacaktır. Yaşadığı süre boyunca gözü her zaman yükseklerde olmuştur Bacon’ın. Büyük görevlere düşünlüğü yanısıra, doğa, insan, bilim konularında da büyük tasarılar koymuştur ortaya. Daha yirmi üç yaşındayken yazdığı The Greatest Birth of Time, or the Great Renewal of Empire of Man Over the Universe (Zamanın En Büyük Doğuşu ya da İnsan Egemenliğinin Evren Üzerinde Büyük Yenilenişi) adlı yapıtında yurttaşlarına “Tanrının yüceltilmesi, insanın da rahata kavuşturulması amacıyla” doğadan nasıl yararlanabileceklerini gösterecek yeni bir bilimsel teknik gelişmenin temelinde bu görüş yer alıyordu. Yardımını istediği sıralarda akrabası William Cecil’e yazdığı bir mektupta Bacon, “yurttaşlık görevimle ilgili tasarılarım yanısıra, düşünce alanında da çok geniş ölçüde tasarılarım var, çünkü bilginin tümünü kendi alanım olarak gördüm ben,” diyordu. “Gerçek üstüne” denemesinde, gerçeğin araştırılmasının, bilinmesinin, inanılmasının insan en büyük erdem olduğunu dile getiren sözleri de aynı duyguyla söylenmiştir. Otuz yaşındayken Bacon, Kraliçe Elizabeth’in biricik gözdesi Essex Kontu ile tanışmıştır. O sıralarda saray işlerinde önemli bir yer tutan Essex, nerdeyse devletle ilgili her şey kendisinden sorulduğu için, uyanık, aklı başında bir danışmanın yokluğunu çekmektedir. 

Bacon’ın bu konuda yardımcılığından çok hoşnut kalır, ona saray görevlerinin kapısını açmak için uzun süre uğraşır, ancak Kraliçe Elizabeth, gözdesinin akıl hocasını saraya sokmaya bir türlü yanaşmaz. Bunun üzerine Essex, Bacon’a duyduğu büyük borçluluğu ona büyük bir yurtluk bağışlayarak ödemeye çalışır. Buna karşılık, Essex’in Kraliçe’nin düşürülmesini amaçlayan hazırlıklara girişmesi, bu konuda yaptığı uyarmalara, verdiği öğütlere kulak asmaması üzerine Bacon onun bir hain olduğunu kanıtlayarak cezalandırılmasına yol açar. Essex öldürülür, ama Bacon’ın önüne de kocaman bir leke düşer böylece, İsa’yı ele veren Yahuda’nın davranışına benzetilir bu davranışı. Ancak Bacon’ın güvenilir bir dost olduğunu kanıtlayacak başka ilişkileri de yok değildir. Sözgelişi, Canterbury başpiskoposunun oğlu Tobie Matthew, Roma Katolik dinine girerek bütün Protestan İngiltere’nin düşmanlığını kazandığında, Bacon bu yakın dostunun hapisten çıkmasını sağlar, sürgüne gönderileceğini öğrenince de onu bir süre evinde alıkor. Katoliklerin parlamentoyu uçurmak için giriştikleri, başarısız Barut Fıçısı Kundakçılığından sonra azılı bir Katolik düşmanlığının her yerde kol gezdiği günlerde bile Bacon, Matthew’la dostluğunu sürdürür, Matthew ise ona bağlılığını, ölümü üzerine söylediği şu sözlerle belli eder: “Büyüttüğü değil hayran olduğum, ama erdemi; sayıca sonsuz olmakla birlikte; ondan gördüğüm iyilikler de değil benim gönlümü böylesine kul köle eden önünde, ama bütün yaşamıyla kişiliği.” Yakın çevresindeki kişilerle hep karşılıklı candan dostluk bağları kurar Bacon. Uşaklarıyla hizmetçileriyle her zaman iyi geçinir, onlara sevgiyle davranır. Kardeşi Antony ile bütün bir yaşam boyunca sürekli bir uyum içinde kalır. 

Yazı işlerinde kendine yardım eden George Herbert, John Selden, Thomas Hobbes gibi ünlülerin bu iyiliğini hiçbir zaman unutmaz. Gray’s Inn’de de en çok sevilen sayılan hukukçulardan biridir. I. James 1603’te tahta çıktığı zaman, Bacon bu bilgi dostu kralın kendisinin bilim alanında tasarladığı yenilikleri destekleyeceği umudundadır. Ama Kral buna bir türlü yanaşmaz. Bacon’ın önerdiği yeni yöntemin ilkelerini belirten The Advancement of Learning (Bilimin Gelişmesi) yapıtı bile kandıramaz Kralı. James, Bacon’ın başka yeteneklerini görerek gene de yararlanır ondan, ona büyük sanlar, görevler bağışlar. Ancak, Bacon tutturduğu tantanalı yaşayış yüzünden borca düşmekten kurtulamaz. Mahkemede davalarına baktığı kimselerden armağanlar almaya başlar. Gerçi o zamanın Londra’sında olağan bir şeydir bu. Bütün devlet görevlileri, yargıçlar sık sık armağanlar almaktadır. I. James bir Venedik elçisine “rüşvet alanları cezalandırmaya kalksam, çok geçmez ceza yemedik tek uyruğum bile kalmaz,”der. Böylesine yaygın bir alışkanlık Bacon’a da sıçrar, o da rüşvet almakla suçlandırıldığı zaman durumu gizlemek için en küçük bir çaba bile göstermez, işin garibi, Bacon’a rüşvet verdiklerini ileri sürenlerin çoğu, onun yargıç olarak verdiği kararlarla, türlü davaları yitirmiş kimselerdir. Bu ağır suçlama üzerine, 3 Mayıs 1621’de Lordlar Kamarası’nda 40.000 sterlinlik bir para cezasına çarptırılması, devlet görevlerinden uzaklaştırılması, Kralın istediği sürece de hapsedilmesi kararlaştırılır. Kısa bir süre Londra Kulesi’nde hapis yattıktan sonra salıverilir, giydiği para cezası da alacaklılarına yüklenir, 1624’te ise bütün suçu sonuçlarıyla birlikte bağışlanır. Saraya gene dönebilecektir isterse, ama hiçbir zaman dönmez. Yükselme tutkusundan arınmış, bu tutku yüzünden bulaştığı küçüklükleri, düzenleri dolapları üzülerek anımsayan, durmuş oturmuş bir yaşlı adamdır artık Bacon.
Gençliğinden beri kafasında taşıdığı, bilimin gelişmesi konusundaki tasarılar üzerinde çalışmaya verir kendini. Bu konuda daha önce The Advancement of Learning (1605), De Sapientia Veferum (Eskilerin Bilgeliği, 1609), Instauratio Magna (Büyük Yenilenme, 1620), Novum Organum (Yeni Organum, 1620) gibi yapıtlar yayımlamıştır. Ayrıca da Essex Kontu’nun hainliği, kilise çatışmaları, İskoçya İngiltere birleşmesi, İrlanda’da yerleşme gibi sorunlar üstüne kitapçıklar da yazmıştır. Şimdi kendini bütünüyle bilimsel çalışmalara, bir yandan da bahçe bakımına verecektir Bacon. “Yüce Tanrı bir bahçe yaparak işe başladı” der bahçeler üstüne denemesinde. Bu sözleri belki de Gray’s Inn’de yazmıştır Bacon. 1590’larda bir arkadaşıyla Gray’s Inn’in çevresindeki yeşil alanı bir bahçeye çevirmiştir, ilkin karaağaçlar dikmiş, bir çit çekmişler, sonra sekiz huş ağacı, on altı kiraz, en az yüz türlü gül, karanfil, menekşe, çuhaçiçeği gibi çiçek dikmişlerdir. Bir an bile boş durmayan, kendine önemli önemsiz, büyük küçük bir uğraş bulmadan edemeyen, bir tedirgin adamdır Bacon. “Bahçeler Üstüne” denemesinde küçücük sıradan çiçeklere, bitkilere yönelmiş, her birinin görünüşünü, rengini, rüzgâr eserken ya da sabah çiyi altında kokusunu ayrıntılarıyla yakalayan titiz, alçakgönüllü bir gözlemle çıkar karşımıza. Kuruyan çilek yapraklarının güzel bir koku saçtığı bile kaçmaz gözünden. 

Bu küçük oyalanmalar yanısıra, gerçeğin araştırılmasında gitgide derinleşir Bacon. Bilimsel tasarılarında Kral’dan destek bulamamış olması, görüşlerini kimseye benimsetememesi küstürmemiştir onu. İnsanlara hiçbir zaman düşman olmaz. Gözden düştükten sonra bile iyimser bir çabayla VI. Henry’nin tarihsel bir yaşam öyküsünü (1622), Advancement’ın genişletilmiş bir Latince basımı olan De Augmentis Scientiarum’u (1623), özdeyişleri Apophthegms’ı yazar, ölümünden sonra basılmak üzere de Sylva Sylvarum ya da Doğal Tarih ile bitiremediği Nova Atlantis’i (Yeni Atlantis) bırakır. Bu süre içinde durmadan bilimsel deneyler yapar, doğadaki gelişmeleri hep yerinde saptamak, gözlemleriyle öğrenmek ister. Ölümü de bu yüzden olur. Karlı bir günde soğuk hava ile etin çürümesi arasındaki karşılıklı etkileri araştırmak için yaptığı bir deney sırasında soğuk alır, bu hastalık sonucu 9 Nisan 1626 günü ölür.

Çağdaşı tarihçi William Camden şöyle anlatır onu: “Orta yapıda bir adamdı; yüzü, daha yaşlanmadan yaşlı bir görünüş almıştı; ağırbaşlı, hoş bir dostluğu vardı; yükseklerden uçan canlı zekâsıyla bir yerlere varmaya çabalarken, anlamaktan daha çok hayran kalırdı ona insan. Ama bir şey anlatmak istediği zaman öyle kolay öyle çabuk dile getirirdi ki kendini, belleği de öyle güçlü öyle işlekti ki, kocaman bereketli bir bilgi ambarının sahibi olarak görünür, doğanın bir ebesi gibi, önce onun civcivlerini çıkarttırır, sonra da onları yepyeni bir biçimde donatırdı. Son derece hızlı bir zekâsı vardı…Kısacası, kusurları onu daha da ileri götürerek parıltısına gölge düşürmeseydi, yükselen bir ülkeyi süslemek, güzelleştirmek için eşsiz bir değerli taştı o.” Bacon’ın 1597’de yayımladığı ilk on denemenin başlıca ortak konusu, yaşamada sağduyu ile insanın dünya işleri karşısındaki tutumudur. 

Bu ilk denemeler, herhangi bir derlemeler kitabında rastlanabilecek özdeyişlerden yola çıkan, bunları inceleyici bir gözlemle, özlü düşüncelerle açıklayan yazılardır. Öğrenim, partiler, dilekçeler, görgü kurallarıyla incelik, dostlarla yandaşlar, iş görüşmeleri, söyleşi, ün san, sağlığın korunması, para harcamak üstüne denemeleri kapsayan bu ilk basım, bu konularda düşünen bir kafanın yarattığı bir dizi giriş yazılarıdır. Anlatım kesin, “aphoristic” denilen türden, özdeyişlerle kurulu, denemelerden her birinin küçük bölümleri kuruluş yönünden birbirinden bağımsızdır. Özdeyişlerinin kuruluşunda ise sık sık üçlü, arasıra da ikili bir anlam vurgulaması gözetir. Bir önermede görülen bu üçlü nitelik, hemen ardından gelen tümcede de sürerek pekişir: “Öğrenim bizler için kıvanç, ruh güzelliği, yetenek kaynağıdır. Kıvancı, bir köşeye çekilip yalnız kalmaktadır, ruha kattığı güzellik konuşmada belli olur, kazandırdığı yeteneklerin ise yargılar vermemizde, işlerimizi düzenlememizde yaran dokunur.” Aynı üçlü gidiş: “Kitap vardır, ancak tadına bakılmak içindir; kitap vardır yutulmak, kitap da vardır çiğnenmek özümlenmek içindir; başka deyimle, kimi kitapların insan ancak birkaç bölümüne göz atmalı, kimisini baştan sona şöyle bir okuyup geçmeli, pek azını da her ayrıntı üzerinde titizlikle durarak adamakıllı okumalı.” örneğinde de görülür. İkili bir kuruluşa ise şu örnek verilebilir: “Öğrenim insan kişiliğini bütünler, ama öğrenimin kendisi de kişiliğin deneyleriyle bütünlenir.” Bunların yanısıra daha karmaşık deyişler de yer alır: “Tarih insanı bilge kılar, şiir iç zenginliği, matematik titizlik, doğal bilimler derinlik, mantık ile söz söyleme sanatı ise tartışma yeteneği kazandırır.” İkili, üçlü ya da çoklu karmaşık deyişlerde, anlamda görülen paralel vurgu düzeni, öneri karşıt öneri etkisi, bu denemelerdeki her tümcenin okurun belleğinde kesin izlerle kalmasına yol açar. Derin bir bilgelik karşısında duyar okur kendini. 

Ancak, bu deyişlerde dile gelen, gerçekte hiç de öyle derin şeyler değil, apaçık ama çoğunluğun gözleminden kaçan şeylerdir. Bacon, apaçık gerçeği çarpıcı bir deyişle anlatmayı seçmiştir bu ilk denemelerinde. Okuyanın kafasında yer etsin diye. Bu ilk on denemenin gördüğü ilgi karşısında 1607 1612 arasında yirmi dört deneme daha yazar Bacon, ama yayımlamadan önce bekler bir süre. Yeni bir biçimde, başlıbaşına bir kitap olarak yayımlamak ister denemelerini, îlk on denemesini başka yazılarını da kapsayan bir kitap içinde yayımlamıştır çünkü. Yeni kitabının hazırlığındayken bir dostuna yazdığı mektubunda “Denemeler adını verdiğim birtakım kısa notlar” diye tanımlar yazılarını. Essaies başlığını daha önce ilk kullanan, bu türün büyük ustası Fransız yazarı Montaigne olmuş, Bacon yazılarına taktığı “deneme” adını ondan almıştır. Ancak, Bacon ile Montaigne’in denemeciliği arasında önemli bir ayrım vardır. Bacon’ın denemelerindeki anlatımda, Montaigne’in kendine dönük, görünüşte gelişigüzel, söyleşici sesinden daha çok, kişisel olmayan, özlü, betimci, nesnel bir ses göze çarpar. Bacon’ın çabası, Montaigne gibi kendi benliğini anlatmak değil, değişik alanlardan edinmiş olduğu gözlemlerle deneylere dayanarak insanoğlunun yaşamına uygulanabilecek, ona yararlı olacak bir bilgelik ortaya koymaktır. 

Bu bakımdan, Bacon ile Montaigne arasında benzerlik aramak boşuna bir iştir. Ama Bacon, denemelerinde kendine Seneca’nın mektuplarındaki “dağınık düşünceler” havasını örnek aldığını söylerse de, yüzeydeki bir biçim benzerliği dışında onun Seneca’dan daha çok Montaigne’e yakın düştüğü bir gerçektir. Montaigne, kendine dönük gözlemi, canayakın kuşkucu insanlığı ile Rönesans düşüncesinin başka bir yönünü dile getirir. Bacon’ın yaptığı ise, gerçeğin bilimsel araştırılmasında da ilkelerini koyduğu tümevarımcı yönteme uyarak, gelmiş geçmiş tek tek olaylara, durumlara, kişisel gözlemlere dayanarak, dünyanın gidişi üstüne, insan yaşamı üstüne birtakım gerçekleri göstermektir. Görmüş geçirmiş, sağduyusu gözlemi keskin bir bilgenin sesiyle benimsetir kendini Bacon. Montaigne’in özentisiz bezentisiz, sanki çekinerek söylediği, kendi benliğinin odağından yayılan gerçekleri ise onun söyleyişindeki yalınlıktan, akıcılıktan dolayı içine işler okurun. 1612’de Bacon, Denemeler’inin ikinci basımını yayımlar. Bu arada ilk basımdaki on deneme de yeniden gözden geçirilmiştir, ikinci basıma eklenen denemeler, ölüm, çirkinlik, dinde birlik, ana babalarla çocuklar, evlilik ile bekârlık, övgü, yüksek görevler, sevgi, iyilikle huy güzelliği, soyluluk, tanrıtanımazlık, boş inanç, ülke yönetimi, öğüt, tezcanlılık, bilge görünmek, kurnazlık, bencilin çıkarcılığı, gençlik yaşlılık, güzellik, dostluk, krallıklar ile devletlerin gerçek büyüklüğü, zenginlik, alışkanlık ile eğitim, talih, böbürlenme, yargıçlık, yükselme tutkusu konulu denemelerdir. Bu basımdaki denemelerin özelliği, anlatımda daha göze çarpar bir süreklilik göstermeleri, ilk basımdaki denemelerin kesik kesik anlatımından biraz uzaklaşmalarıdır. 1625’te bugün elimizde bulunan elli sekiz denemenin bütününü kapsayan üçüncü basımda ise dil daha da rahat, konudan konuya geçişler daha akıcı, açıklayıcı örnekler ise daha çok sayıdadır. 

Tümceler daha uzun, daha kıvrak, daha iç içedir. Bütün bunlar Bacon’ın böyle bir anlatıma ancak zamanla ulaşabildiğini düşündürmemelidir. Yazarlığında çok değişik anlatım biçimlerini, değişik yerlerde büyük ustalıkla kullanmıştır Bacon. Bu bakımdan, ilk denemelerin kesik, çarpıcı, yoğun anlatımını bile bile de seçmiş olabilir. Bacon’ın denemelerinin ilk basımı ile sonraki basımları arasındaki anlatım değişikliğini, Montaigne’in denemelerini ünlü Florio çevirisinin İngilizce’de 1603 yılında yayımlanmış olmasına, çevirinin İngiliz okurundan gördüğü büyük ilgi sonucu Bacon’ın da Montaigne’inkine benzer akıcı bir anlatıma özendiğine bağlayanlar da var. Ama çok uzak bir olasılık bu. Gerçekte daha akla yatkın bir açıklama, Bacon’ın bu yazılarında gerçeğin aranmasını, düşüncenin değişik olanaklarını denemesi gibi, anlatım olanaklarını da denemiş olmasıdır. 

Sonuç büyük bir başarıdır. İşin garibi, özellikle denemelerindeki diliyle İngiliz düzyazısının büyük ustalarından biri olan Bacon, ulusal dillerin geleneğine her zaman kuşkuyla baktığı için, sonraki kuşaklara kalabilsin diye, bilimsel yapıtlarının çoğu gibi, Denemeler’inin de Latince bir çevirisini kendi gözetimi altında Essays başlığıyla değil, Sermones Fideles-Sive interiora rerum başlığıyla yaptırır. Candan konuşmalar ya da nesnelerin iç yüzü, diye açıklanabilir bu başlık belki. Bu Latince çeviride George Herbert, Thomas Hobbes gibi ünlü kişilerin emeği olduğu da bilinmektedir. 1597 basımındaki ilk on denemenin en belirgin özelliği olan çarpıcı özdeyişlerle anlatım, sonraki iki basımda gitgide azalan bir oranda olmakla birlikte, Bacon’ın bütün denemelerinde dilin en belirgin yönlerinden biri olarak kalır. “Gerçek nedir? diye sormuş Pilatus alay ederek, sorusuna bir yanıt da beklememiş.” “İnsanların ölümden korkması, çocukların karanlık bir yere girmekten korkmasına benzer.” “Geziler gençlerde eğitimin, yaşlılarda görgünün bir parçasıdır.” “Kendini benden çok seviyor diye bir başkasına ne diye kızayım?” “Kendisi erdemsiz olan kişi, başkalarının erdemini hiçbir zaman çekemez,” gibi sözleri örnektir buna. Bu türden daha yüzlerce örnek çıkarılabilir.

Denemeler’den. Bacon’ın denemelerindeki yöntemi, sorunları incelerken, olması gereken ile gerçekte olanı, her birinin iyi kötü yanlarını göstererek çizmek, son kararı her zaman okura bırakmaktır. Amacı kendi duygularını dile getirmek olmadığı için Denemeler’ı yazarın iç dünyasının bir açıklanışı olarak okumak yersiz bir duygusallık olur. Evlilik, bekârlık, çocuklar üstüne yazarken bu konularda olumlu yönleri de belirten görüşleri sıralar, ama kendisi ne olumlu ne de olumsuz görüşü benimser bir tutum takınır. Kendi benliğinin içerden bir kavranışı değil, kamu önünde bir aydınlatma görevidir yüklendiği. Yarışmacı bir toplumda insanların nasıl başarıya ulaştıklarını gözönüne serer. Her şeyi olduğu gibi yansıtmaya çalışır. “Gerçek (…) insan yaşamasında en büyük erdemdir,” ama insan yaşamasında gerçeğe her zaman biraz yalan da karıştırıldığını, “bir işe yalan karıştırmanın altın ya da gümüş paraların yapımında kullanılan, madenin dayanıklılığını arttırmakla birlikte değerini de düşüren alaşımlara benzetildiğini” belirtmeden geçemez Bacon. Ölümü düşünmek “kutsal, dine uygun” bir şeydir ama, sürekli bir ölüm korkusu da insanın yeteneklerine köstek vurur. Öç almak “vahşi bir adalet” yoludur ama, en iyisi işi yasalara bırakmak, ya da kötülük edeni bağışlamaktır, yoksa insanın zamanını alır, çalışmasına, ilerlemesine engel olur öç duygusu. 

Mutsuzluk pek de imrenilecek bir şey değildir, ama bilge kişiler mutsuzlukta güçlüklere dayanmayı öğrenir, başarıya ulaşmak için gerekli gücü kazanırlar. Karısı ya da çocukları bir insana büyük girişimlerinde ayakbağı olabilir, ama aile yaşayışı onu derleyip toplayarak zararlı etkinliklerden alıkor. Çekememezlik, yükselmiş bir insanın karşılaşacağı en büyük tehlikedir, ama o çekemezliği başkalarının üzerine yönelterek, bütün yıkıcı sonuçlarından kurtulabilir. Sevgi, sahnede göründüğü biçimiyle hoş, gerçek yaşamda ise bir sürü uğursuzluğun kaynağıdır. Ölçülü olmalıdır sevgi. “Sevgiyi alt edemeyenlerin yapabileceği en iyi şey bu duyguyu dizginlemek, yaşamın ağırbaşlı konularıyla işlerinden güçlerinden kesinlikle uzak tutmaktır. Yoksa insanın işine gücüne bir karıştı mı, her şeyi altüst eder, insanı amaçlarına hiçbir zaman bağlı kalamayacak bir duruma sokar.” Duygusal yanımızı hiç de okşamayacak türden nesnel yargılar bunlar. Ancak, bu örneklere bakarken Bacon’ın Denemeler’de yaşamanın gerçeklerini sunarken çatıkkaşlı bir bilgiç soğukluğuna düştüğü izlenimine de kapılmamak gerekir. 

Çoğu yerde gözlemlerindeki ayrıntı ile incelik hem eğlendirici, hem de dile getirilmek istenen anlamı daha bir açıklayıcı niteliktedir. “Sabah çiyi üzerlerindeyken” bile koku vermeyen kırmızı güller, ya da “ayağınızın altında ezildikleri zaman havayı en hoş kokularla dolduran” yaban otları, naneler, kekikler, merdiven boşluklarının alt kattaki odalardan yemek kokularını baca gibi çekişi, alçakgönüllü, hoş birer duyu gözlemi örneğidir. Ayrıca Elizabeth çağı İngilizcesinin çok yatkın olduğu özlü benzetmeleri, karşılaştırmaları, kıvrak deyişleri de anlamı pekiştirme, ışıklandırma amacıyla bol bol kullanır Bacon: “Ben bunu gerçek dediğimiz şeyin, dünyadaki soytarılıkların, dilsiz oyunlarının, tören alaylarının göz kamaştırıcılığı ile görkemini bize bir mum ışığının, ancak yarısı kadar gösterebilen parlak çırılçıplak bir günışığı olmasından başka bir şeyle açıklayamıyorum.” “Dostluğun bu iki yüce yararından, duyguların dirliği ile düşünce yönünde desteğinden sonra, nar gibi çok çekirdekli olan son yararına gelelim: dostun her yerde her işte yardıma olması.” 
“Kuşlar arasında yarasa ne ise, düşünceler arasında kuşku da odur: ikisi de hep alacakaranlıkta uçarlar.” Denemeler’den gelişigüzel alınmış bu örneklerde görüldüğü gibi, anlatımda kullanılan her imge, anlatılmak istenen şeyi daha etkili kılmak içindir. Bu etkiye varmak, Bacon’ın denemelerini okumanın okura sağlayacağı kıvançlardan biridir. 

Ünlü romantiklerden Shelley, dildeki bu imge özelliklerinden dolayı Bacon’ın bir ozan olduğunu ileri sürmüştür. Ancak Bacon’ın kullandığı imgelerde, anlatılan şeyin yoğunlaştırılması, derinleştirilmesi, zenginleştirilmesi gibi amaçların ikinci üçüncü derecede kaldığını, ilk amacı, baştan belirlenmiş bir anlamın etkili bir açıklanması olduğunu, her şeyden önce çok ünlü bir avukat karşısında bulunduğumuzu unutmamak gerekir. Denemeler’indeki nesnel bakışıyla Bacon insanoğlunu iyi ile kötünün bir karışımı olarak görür, onu olduğu gibi benimser. Okur da bu tutumla yaklaşmalıdır denemelere, işi duygusallığa vurup Bacon’ı umut kırıklığına uğramış büyük bir ülkücü olarak görmek, onun kafasını da amaçlarını da yanlış anlamak olur. Denemeleri de bütün felsefesi gibi, olayların gerçekçi yantutmaz gözlemine dayanır Bacon’ın. “Gerçeğin ayık bir kafayla bıkmadan usanmadan araştırılması,” onun bütün yapıtlarında olduğu gibi Denemeler’de de en yüce, en kalıcı temel öğedir