06 Ekim 2012

Mavi Tüy - Richard Bach


Gönülsüz Mesih

 "Eğer Tanrı doğrudan yüzünüze konuşup, "YAŞADIĞINIZ SÜRECE BU DÜNYADA MUTLU OLMANIZI BUYURUYORUM" deseydi, o zaman ne yapardınız?

Kalabalık susmuştu. Durdukları tepelerin, vadilerin hiçbir köşe bucağında tek bir ses, tek bir çıt duyulmuyordu.

Ve Usta sessizliğe şöyle seslendi, "Mutluluk patikamızda, bu yaşam süremizde seçtiğimiz şeyleri öğreneceğiz. Bugün benim öğrendiğim budur ve şimdi sizi kendi patikanızda istediğiniz gibi yürümek üzere yalnız bırakmayı seçtim."

Kalabalığın içinden geçip gitti ve onları yalnız bıraktı. İnsanların ve makinaların gündelik yaşantısına geri döndü.

* * *

Eğer bu sayfaya geldiysen
çevrende olup bitenlerin
gerçek olmadığını unutuyorsun. 

*
Öğrenmek,
zaten bildiğini
ortaya çıkarmaktır.


Yapmak, bildiğini göstermektir.

Öğretmek,
diğerlerine
senin kadar iyi bildiklerini
anımsatmaktır.

Siz hepiniz öğrenenler,
yapanlar, öğretenlersiniz.

*
Hangi yaşam süresinde olursa olsun,
tek yükümlülğün
kendine karşı dürüst olmaktır.

Bir başkasına ya da
bir başka şeye karşı dürüst olmak
yalnızca olanak dışı değil,
şarlatan bir Mesih'in belirtisidir.

En basit sorular
en derin olanlardır.

Nerede doğmuştun? Yuvan neresi?
Nereye gidiyorsun?

Ne yapıyorsun?

Arada sırada bunları düşün ve
verdiğin yanıtların nasıl değiştiğini gör.

En çok öğrenmen gerekeni
en iyi öğretirsin.

Yaptığın ya da dediğin
herhangi birşey tüm dünyada
basılıp yayınlansa da
asla utanma
hatta yayınlananlar doğru olmasa bile.

Dostların daha ilk tanıştığınız dakikada
seni çok iyi anlarlar;
diğer tanıştığın kimselerin seni anlamaları
bin yılı alır.

Sorumluluktan kurtulmanın
en iyi çaresi
" sorumluluklarım var "
demektir.

*
Yaşamın süresince
içindeki öğrenen varlık
tarafından yönlendiriliyorsun;
senin ta kendin olan
şakacı ruhsal varlık tarafından.

Onlardan öğrenecek
birşey kalmadığından
emin oluncaya kadar
olası geleceklere sırtını dönme.

Düşünceni değiştirip
farklı bir gelecek ya da
farklı bir geçmiş seçmekte
her zaman özgürsün.

*
Sana
hiçbir katkısı olmayacak nitelikte
bir sorun yoktur.

Sana kazandıracaklarına
gereksinmen olduğu için
sorunları ararsın.

Senin gerçek aileni
kenetleyen bağ, kanbağı değil,
birbirinizin yaşantısına duyduğunuz
saygı ve mutluluktur.

Bir ailenin üyeleri
çok seyrek olarak
aynı çatı altında büyürler.

*
Sınırlarını tartış,
çünkü onlar kesinlikle senindir.

Evreni güzel,
tam ve kusursuz
olarak düşle.
Ve birşeyden emin ol;
Olan,
onu senin düşlediğinden
epey daha iyi düşlemiş.

Sana hiçbir dilek
verilmemiştir ki,
onu gerçekleştirecek olan
güç de birlikte
verilmemiş olsun.
Ancak,
bunu elde etmek için
çalışman gerekebilir.

*
Dünya senin alıştırma kitabındır;
üzerinde işlemlerini yaparsın.
Gerçek değildir,
ama eğer istersen
orada da gerçekliği
ifade edebilirsin.

Aynı zamanda,
saçma şeyleri, yalanları da
yazabilirsin,
ya da sayfaları
parçalayabilirsin.

Esas günah,
Olan'ı
sınırlamaktır.
Yapma

Bir süre hayalperest
olmayı denersen
hayal ürünü kişilerin
kimi zaman
beden ve yürekleri olan
insanlardan daha gerçek
olduklarını anlarsın.

Vicdanın
kendi bencilliğinin
dürüstlük ölçüsüdür.
Sesine dikkatle
kulak ver.

Yaşamındaki her insan
ve bütün olaylar
sen oraya çizdiğin için
oradadırlar.
Onlarla ne yapmak istediğin
sana kalmıştır.

Konuştuğun gerçekliğin
ne geçmişi vardır
ne de geleceği.
Odur.
ve tüm olması gereken
budur.

Bir dünyadaki
görevinin
bitip bitmediğini
anlaman için
işte sana bir ölçüt:
Yaşıyorsan bitmemiştir.

Özgür ve mutlu yaşamak
için
sıkıntıyı
feda etmelisin.
Feda etmek,
her zaman kolay değildir.

Vedalar canını sıkmasın.
Yine buluşabilmek için
bir hoşçakal gereklidir.
Dostlar için
an'lar ya da ömürler sonra
yine buluşmak
kaçınılmazdır.

*
Bilgisizliğin derecesi
adaletsizliğe ve trajediye
olan inancın
derinliğidir.

Tırtılın dünyanın sonu dediğine
Usta
kelebek der!



Kediler Güzel Uyanır - Yekta Kopan


Yürümek. Denize.
Denizin üstünde yürünebilir mi? 
Hayır, mitolojiden ya da masallardan bahsetmiyorum. Dinî hikâyeler de değildir söylediğim. 
Ben gerçek adımlardan, hatta belki de uzun soluklu bir koşudan bahsediyorum. 
Hem de tekrar karaya ayak basmak isteyen bir korkağın adımlarından değil, sığ bir sudan, derinliklere, giderek okyanusun göbeğine koşmak isteyen bir aşığın koşusundan bahsediyorum. 
Denizin üstünde yürünebilir mi? 
Gece, göz gözü görmezken mercanadalarının renkleri, tirsi balıklarının yalnızlıkları, denizatlarının nefesleri paylaşılarak ileriye, daha ileriye gidilebilir mi? Zaten ne yapmak istiyoruz ki bundan başka? Neden bu kadar çok soru var hayatımızda? Neden en mutlu olunabilecek anlarda bile geçmişten çaldığımız bir meşalenin geleceğimizi yakmasına izin veriyoruz? Neden yalnızlığımızı kelimelerle büyütebilmek için bu kadar hastalıklı bir hayat yaşıyoruz? İşte bundan. Gerçekten de başka bir nedeni olamaz. Yapmak istediğimiz sadece ve sadece bu: Denizin üstünde yürümek istiyoruz. 
Denizin üstünde yününebilir... 

Hızla Gelişecek Kalbimiz - Turgut Uyar

hızla gelişecek kalbimiz
kalbimiz hızla.
sürgünlerin umutsuzluğunda
kırık kalpler, yaralılar, onulmazlar
farksız çarpanların umutsuzluğunda
ve köprü başlarının umutsuzluğunda
ve köprü başlarının umudunda.
sular bitse bile, çiçekler atılırken oralara
temiz bir ilişkinin bulutsuzluğunda
ve eski dağlarda, eski dağlarda kış
kovalarken ülkesini
hızla gelişecek kalbimiz.
kendi öz hüznümüzün öz tarlasında
bozkır dayanıklılığımızın tarlasında
kalbimiz
ellerimiz ayaklarımız arasında
ve kimsenin bölemediği şarkıyı
güllerin, buğdayların ve acının şarkısını
bir haziran uygulayacak sesimize.
sütçünün sesiyle birlikte
erkenci işçilerin sesiyle birlikte
şoförün sesiyle birlikte
sabaha başlamış sarhoşların sesiyle birlikte
yaman sarhoşların sesiyle birlikte 

ve yeni uyanışların ve yeni doğmuşların
ve herkesin ve herkesin
sesleriyle birlikte
bir haziran uygulayacak
kimse bölemeyecek ve kalbimiz
hızla gelişecek.

yıkıntılara karışan eski bir bahar
büyük olmaya elverişli bir bahar
eskiden yaşanılmış ve her şeye rağmen
insanlara göre bir bahar
suların kana kestiği yahut
suların kana kestiği bir bahar.
hızla gelişecek kalbimiz
bir mavilik kalıbında
bir odada, en olagel bir odada
en sade, en insanca bir odada
bir kadınla bir erkeğin olduğu bir odada bir kadın bir erkeğin
bir kadınla bir erkek olduğu
ellerin ve omuz başlarının
birbirini bulduğu.
birden gerçekliğini algılayarak
saat çalınca ve görünce güneşi
birden vazgeçilmezliğini algılayarak
önemli ve gerekli buluşunu kendini
birden hatırlayarak
geleceğe hazırlayınca olanca göğüslerini
ve her şeye ve ölüme kalbimiz
hızla gelişecek
çağımıza pek uygun bir hızla
gelişecek kalbimiz

kalbimiz
yerin ve göğün alt edilmez bir dirilikte olduğu
tutkumuz, direnmemiz, ellerimiz, kalbimiz.
kalbimiz
kalbimiz hızla gelişecek.



Acılara Tutunmak - Hasan Hüseyin Korkmazgil

Bayılırım çocukların kumda oynamalarına!...

Eşerler kumu, eşerler kumu. 

Amaçları, kumdan su çıkartmaktır. 

Oysa deniz, oysa ırmak, oysa göl, çağıl çağıldır yanıbaşlarında. 

Yok sayarlar denizi, yok sayarlar ırmağı, yok sayarlar gölü. 

Onlar için önemli olan, suyu kendilerinin bulmasıdır. 

Eşerler kumu, eşerler kumu!.. 

Oyundur bu, amaçtır bu, iştir işlevdir bu. 

Yaşadıklarını, varolduklarını kendi kendilerine ve dünyaya tanıtlama, duyurma çabasıdır bu. 

Evrensel bir dürtüye boyun eğmektir belki de?


Baharla Ölüm Konuşmaları - Can Yücel


   Üşüyor mu deniz
                üstüne boşandıkça yağmur?
Ondan mı dersin
                tüyleri böyle ürperiyor? 
Ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta
Alı al moru mor bir sandal gibi acaba
Yıllar sonra yılmayıp yine
Çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine?

I
Memelerim koparıyor
Yüzyıl süren bir yalnızlık
dile gelmişçesine
Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!
Ve ağrıya
ağrıya tabi,
ağraya
ağraya ağbi..


Nakkaş Tepe de ancak
bezmimize böyle gelmiştir
Gelincikleri ve Nazım Hikmet'leriyle
Yerbilimsel bir hapisten sonra
II
İçimdeki karanlığı patlatacağım
Zifiri bir su akacak
kamışımdan toprağa
Bir kedi yavrulayacak
köpek dişli bir kedi
Ve böğürtlenler köpürecek ağzından
Yedikçe
kendi
kendini
mayhoş
Ya da Posta Nazırı dedemden kalma
Mors'un en morundan bir karga
Konacak karşıki direğin doruğuna
Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu
Ne kadar taşlasan boş
oynamıyor yerinden
Ben kargadan korkmam ama
bunun gözleri baykuş
Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak
Ve ötüyor
ötüyor
ötecek
Beni ışığa bağlayan
(Bağlayın beni ışığa!
Gerin telleri gerin!)
beni ışığa bağlayan
o gelin telleri
o gelin telleri
kopuncaya dek...
Akpembe bahar yelkenleriyle
Güneşin rüzgarına gerilmiş
bir badem ağacı gibi...
İçimdeki karanlığı patlatacağım
Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla
ağlaya
ağlaya
Yepyeni bir insan
pırıl pırıl bir can
bitecek toprağa...
III
İki çöpçü geliyordu karşıdan.
Biri
(Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar
Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla
Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını)
Öbürüne
(Marmara'yı bizim Yaşar Küklopsunun o
Anavavza gözüyle dünyanın en güzel
atlarının neredeyse ineceği e biraz
genişçe bir çakır su gibi görüyordu,
eminim)
Eyitti kim:
Halk Partisi'nin solunda bir parti olsa
Hiç dinlemez oyumu ona veririm
IV
Sevda Tepesinde geçen gün
Karşıki masanın altında
İki tane tavuk gördüm
Toprakla yıkanıyorlardı
Eşeledikleri çukurda
İnsanlar için de belki ölüm
Toprakla bi tür
Yıkanmaktır diye düşündüm
V
Üşüyor mu deniz
üstüne boşandıkça yağmur?
Ondan mı dersin
tüyleri böyle ürperiyor?

Ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta
Alı al moru mor bir sandal gibi acaba
Yıllar sonra yılmayıp yine
Çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine?
VI
Buket diye bahçeli bir meyhane vardı Yenişehir'de
Yıkıldı çoktan GİMA var şimdi yerinde

Kenarı küpelerle çevrili o küçücük havuzun
Yamacında bir masa
Cahit Ağabeyle otururduk yaz gecelerinde
Fıskiyenin serpintisiyle sırılsıklamdı muşamba
Zaten Cahit'in gözleri daim yaşlı
"Şunu siliver!" derdi garsona
"Şu muşambayı siliver, mirim!"
Ne Cahit kaldı, ne Buket, ne fıskiye
Yine de bu bahar öğlesinde
Fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi
-İsterse kalpten olsun, isterse-
Hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye
VII
Ruhum sıkıldıkça, ruhum,
Mızrapsız bir tambur gibi
Apayrı bir hava çalıyor vücudum

Ruhum sıkıldıkça ruhum,
Senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı
Apayrı bir hava çalıyor vücudum

Kalk gidelim, kalk gidelim başka yere!
Başka yere, başka yere, başka yere!

Ruhum sıkıldıkça, ruhum,
Cemil Beysiz bir tambur gibi
Kendi kendini çalıyor vücudum
VIII
Yalıların surları boyunca giderken Kanlıca'da
Duvarda bir gedik ilişti gözüme
Uydurdum gözümü deliğe:
Bir bahçe
Bahçe değil bir havuz
Havuz değil bir bahçe
Üstü nilüfer kesmiş silme

O nefti yapraklarıyla gelmiş
O aksarı çiçeğiyle
Ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe!
İnsanoğlu beni görsün diye mi?
Bahçede oysa
Bahçedeki bir havuz
Bir havuz ki bir bahçe
Ne in var ne cin ne bey ne ağa
Surları da çekmişler dört bir yanına
Bizler de varmayalım diye bu uçmağa
Sade bir garibim yavru kurbağa
Serilmiş o ortası çukur
O sal gibi yaprağa
Yarı suyun içinde
Yarı yansımış ışığa
Pırıla pırıl yeşile yeşil
Rezil mi rezil
Başladı birden haykırmağa
Başladı inin cinin ağanın beyin
Ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği
Çevresine bizler görmeyelim diye
Surlar çektiği
O kimsesiz güzele türkü yakmağa

Şairim ben
Benim işte o kurbağa
IX
Hep ölümü çalacak değil a Zangoç
Bu da
Sema'yla Asaf'ın kızına
Hoşgeldin demek için

Oysa
Ne kadar
Ne kadar
Ne kadar yalnız
Sanıyordum kendimi demin
X
Atkestanelerini geçen süvari ışıklar
Er-erken kaldırmış hanımellerini
tühallah üşüyecekler!
Ve zeytinler eski Rum tenteneleriyle
Esen yel!
Esen yel!

Kim gördü böyle gül yiyen horoz
Tanyeri kokuyor sesi...
Yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı
hapiste dolmuş bir şarap şişesi
Öbür horozlar da ayaklanıyor
merdiven nakışlı ibikleriyle
Ve balkonlardan sarkarken
düşleri bebelerin
bir albayrak yarışı gibi
Horozlar nev-icad ediyorlar denizi
Hırsızlar!
Hırsızlar!

Ve deniz
levent gölgeleriyle Turgut Reis'in
Bütün bu dizelerden alınıyor
Bir ala
bir mora kesiyor yüzü
Esen yel!
Esen yel!

Bu sabah
bir firardır
kan-davasından bir çocuk
Kuşluk vaktine kalmadan önce
Güneşin kurşunlarıyla vurulacak

Ve akşamladı mıydı çamlar
ve karadı mıydı
Tepelerde
Tepelerde
Öyle güzel ki esen yel
Esen yel!
Esen yel!

Bu sabah
ve bu bahar
bir firardır
Baruta koşan bir fitil
İfil
İfil
Öyle güzel ki esen yel!
Esen yel!
Esen yel!
Öyle güzel
Öyle güzel ki
Esmese de
Esmese de
Güzel
XI
İçimden bir his bırakmıyor beni ölmeceye.
İçimden bir his.
Bir his ki
Çapraz oturmuş denizin kıyısına
Taş
Taş
Taş
Derken bir GÜNEŞ!
Tıpkı Üsküdardaki
Şemsi Paşa Camisi gibi.
Sen iskeletlerle değil diyor bana
Sen iskelelerle kuracaksın cesedini
Ve öyle köpeksin ki sen
Öldükten sonra bile
Yılmaz'ın UMUDundaki
Paytonların ardından
Koşacaksın hep
Geleceğe
Çın
Çın
Çın

Ve karnımın gevşemesine karşın
Taş..larımdaki tarçın
Bırakmıyor beni ölmeceye
Evet diyemiyorum
Diyemiyorum ki evet
O hayırlı
O hayırlı geceye
XII
Ben de
Boğaziçi de bu bahar
Mavi sakalına erguvanlar takmış
Sarhoş bir İskele Babası kadar
Hem delikanlı
hem deliler gibi ihtiyar
 

Nietzsche – Böyle Buyurdu Zerdüşt

 
İNSAN
 'Pazar Yerindeki Sinekler Üstüne'
Yalnızlığına kaç dostum! Seni büyük adamların gürültüsünden sersemlemiş, küçüklerin iğneleriyle de delik deşik olmuş görüyorum.
Yalnızlığın bittiği yerde, pazar yeri başlar; pazar yerinin başladığı yerdeyse, büyük oyuncuların gürültüsü ve ağılı sineklerin vızıltısı!
Seninle nasıl susulacağını pek iyi bilir orman ve kaya. O sevdiğin ağaca benze yine, sen, o geniş dallıya: Sessiz ve dinlercesine sarkar o, denizin üstüne.
Yalnızlığın bittiği yerde, Pazar yeri başlar. Pazar yerinin başladığı yerdeyse, büyük oyuncuların gürültüsü ve ağır sineklerin vızıltısı başlar.
Dünyada en iyi şeyler dahi, göstereni olmazsa, değersizdirler. Bu göstericilere büyük adam der halk.
Halk pek anlamaz  büyükten, yani: Yaratıcılıktan. Ama büyük şeylerin bütün göstericilerinden ve oyuncularından hoşlanır.
Yeni değerler yaratanların çevresinde döner dünya:görünmeden döner. Oysa oyuncuların çevresinde döner halk ve şan: "Dünyanın Gidişi" böyledir.
Yarın buna inanır, öbür gün başkasına. Keskin görevleri vardır halk gibi ve değişken huyları.
      Devirmek, -onca kanıtlamaktır bu. Çıldırtmak, -onca kandırmaktır bu.
Ve onca kan, bütün kanıtların en iyisidir.
Ancak duyarlı kulaklara sızan gerçeğe, yalan ve hiç der o.
Gerçek, dünyada büyük gürültü koparan tanrılara inanır o ancak!
Gösterişli soytarılarla doludur pazar yeri, - ve halk övünür büyük adamları ile!
Bunlar onlara göre, anın efendileridirler. Fakat an onu sıkıştırır, o da seni sıkıştırır.
Ve senden "evet" ya da "hayır" ister.
Yazık, "...yana olma" ile "...karşı olma" arasına mı koymak istiyorsun iskemleni?
Bu dediği dedik, bu sıkıcı kişileri kıskanma, ey gerçek tutkunu!
Dediği dedik kişinin koluna hiçbir zaman asılmamıştır gerçek.
Bu apansız kişiler yüzünden, güvenliğine dön; kişiyi ancak pazar yerinde bastırır; Evet mi hayır mı?
Ağır duyuşludur bütün derin kaynaklar;
derinliklerine düşenin ne olduğunu anlamak için uzun süre beklemeleri gerekir
Pazar yerinden ve şandan uzakta yer alır büyük olan herşey;
hep pazar yerinden ve şandan uzakta barınmıştır yeni değerler yaratanlar.
Yalnızlığına kaç dostum; görüyorum ki her yerini ağılı sinekler sokmuş.
Sert ve sağlam bir havanın estiği yere kaç!
Yalnızlığına kaç! Sen küçük ve acınacak kişilere pek yakın yaşadın.
Onların göze görünmez öçlerinden kaç! Onlar sana karşı öçten başka bir şey değildirler.
Artık el kaldırma onlara! Sayısızdır onlar, hem senin yazgın sinek kovmak değil ki.
Sayısızdır küçük ve acınacak kişiler, nice mağrur yapıların yıkımı olmuştur yağmur damlaları ve yabanıl otlar.
Sen taş değilsin, ama sayısız damlalar seni şimdiden oymuşlar.
Sayısız damlalardan yarılıp parçalanacaksın daha.
Görüyorum ki ağılı sinekler bitirmiş seni; görüyorum ki kan akıyor deşilmiş binbir yerinden;
ve gururun kızmak dahi istemiyor.
Senden kan isterler tam bir suçsuzluk içinde; kansız canları kana susamıştır,
ve sokarlar bundan ötürü, tam bir suçsuzluk içinde.
Ama sen, ey derin kişi, küçük yaraların acısını dahi pek derin duyarsın;
ve daha iyileşmeden, aynı ağılı kurt elinin üstünde yürümektedir.
Bu pisboğazları öldüremeyecek kadar gururlusun sen.
Ama sakın, onların bütün ağılı haksızlıklarına katlanmak senin alınyazın olmasın!
Onlar senin çevrende övgüleriyle dahi vızıldarlar; yılışıklıktır onların övgüsü.
Onlar senin derine ve kanına yakın olmak isterler.
Sana tanrı ya da şeytanmışsın gibi yaltaklanırlar;
senin önünde, sanki tanrı ya da şeytan karşısındaymış gibi sızlanırlar.
Neye yarar ki! Yaltaklananlar ve sızlanandırlar onlar, o kadar.
Ve sık sık sevimli görünürler sana. Fakat bu öteden beri korkakların kurnazlığıdır.
Evet, korkaklar kurnaz olurlar. Seni dar gönülleriyle çok düşünürler, hep kuşkulanırlar senden!
Çok düşünülen herşey, kuşkuyla düşünülür. Seni erdemlerin yüzünden cezalandırırlar.
Yürekten bağışladıkları ancak, yanlışlarındır.
Sen yumuşak ve doğru olduğun için, dersin ki: "suçsuzdur onlar küçük varlıkları içinde."
Fakat onların dar gönülleri düşünür: "suçludur bütün büyük varlıklar."
Sen onlara yumuşak davranırken dahi, kendilerini horgördüğünü sanırlar;
ve senin iyiliğini gizli kötülüklerle öderler.
Senin sessiz gururun onların beğenisine hep aykırıdır;
bir kez olsun hafiflik etmek alçakgönüllülüğünü gösterirsen, sevinirler.
Biz, bir kişide bulduğumuz şeyi, onda alevlendiririz de. Onun için sakın küçüklerden!
Senin önünde kendilerini küçük bulurlar ve alçaklıkları sana karşı bir görünmez öç içinde parıl parıl yanar.
Görmedin mi, sen yanlarına varınca sık sık nasıl sustuklarını, ve güçlerinin, sönen bir ateşin dumanı gibi, onlardan nasıl ayrıldığını? Evet dostum, komşularının tedirgin vicdanısın sen;
çünkü onlar senin dengin değildirler. Bunun için senden nefret ederler ve kanını emmeye can atarlar.
Senin komşuların hep ağılı sinekler olacaktır.; sende büyük olan,
-işte bu, onları daha bir ağılı, daha bir sineksi kılacaktır.
Yalnızlığına kaç dostum, -ve oraya, sert ve sağlam bir havanın estiği yere.
Senin yazgın sinek kovalamak değildir.

OKUMA VE YAZMA ÜSTÜNE 

Bütün yazılmış şeyler içinde yalnız, kanla yazılmış olanı severim. Kanla yaz: göreceksinki kan, ruhtur. (...) Kanla ve özdeyişlerle yazan okunmak değil, ezberlenmek ister. Dağlarda en kısa yol, doruktan doruğadır; ama uzun bacakların olmalı bunun için. Özdeyişler, doruklar olmalı; söz söylenen kişiler de boylu poslu olmalı. Hava yeğni ve duru, tehlike yakın ve ruh sevinçli hınzırlıklarla dolu; iyi uyar bunlar birbirine.  
Çevremde cinler olsun isterim; çünkü yürekliyim ben.  
Hayaletleri kaçırtan yüreklilik, cinler yaratır kendine - yüreklilik gülmek ister. 
Ben artık sizin gibi duymuyorum: bu altımda gördüğüm bulut, bu gördüğüm karaltı ve ağırlık, - bu sizin fırtına bulutunuzdur işte. 
Siz, yükselmek isteyince yukarı bakarsınız. Bense aşağı bakarım; yükselmişim çünkü. 
Sizden kim aynı zamanda güler ve yükselmiş olur ?  
En yüce dağlara çıkan, güler bütün acıklı oyunlara ve acıklı ağırbaşlılığa. (...) 
Bana diyorsunuz: "hayata katlanmak güçtür." Yoksa ne işe yarardı sabahki gururunuz, akşamki yerinmeniz.  
Hayata katlanmak güçtür: siz de çıtkırıldım olmayın öyle ! Hepimiz bulunmaz eşekler, hem de kancık eşekleriz ! 
Üzerinde bir damla çiğ var diye titriyen gül tomurcuğuyla ortak nemiz var bizim ? 
Doğrudur: biz hayatı severiz; ama yaşamaya değil, sevmeye alıştığımız için. 
Sevgide her zaman biraz çılgınlık vardır. Ama çılgınlıkta da her zaman biraz yöntem vardır. 
Bana da, ben ki hayatı severim, öyle geliyor ki, mutluluğu en iyi bilenler kelebekler ve sabun köpükleri ve insanlar arasında bunun gibi olanlardır. (...) 
Ben ancak dans etmeyi bilen bir tanrıya inanırdım.  
(Nietzsche burada Budizm'e gönderme yapıyor. Efsaneye göre Hint tanrısı Şiva, dünyayı yarattıktan sonra "tandava" hayat dansı yapmıştır.) 
Şeytanımı gördüğümde, onu ağır, derin, somurtkan ve resmi buldum. Ağırlığın ruhuydu o - her şey onun yüzünden düşer. 
Öfkeyle değil, gülmeyle öldürür kişi. Haydi öldürelim ağırlığın ruhunu !  
(Nefis bir tesbit !!! Tüm dindarlara veya herhangi bir şeye, o şeyi tek ve mutlak kesinlik olarak gören ve inanan insanlara en ağır gelen şey nedir ? Gülmektir tabi ! Onlara saldırın, hakaret edin, tartışın ... hepsi boşuna ! O zaman inançlarına daha çok sarılırlar. İçlerinden daha çok şehit çıkartmak için kinlenirler. Ama bir gülüş, tek bir gülüş onların sahte dünyasını yerle bir eder. İşte bu yüzden "Gülün Adı" romanında, kör rahip gülme üzerine yazılan bir kitabı yasakladı ve hayatı pahasına insanların onu okumasını engelledi. Çünkü o da gayet iyi biliyordu ki, inançlarını çeşitli kelime oyunları, önermeler ve varsayımlar kurarak savunabilirdi. Ama gülmeye karşı çok çaresiz ve yetersiz kalırdı.) 
Ben yürümeyi öğrendim: o gün bugün, kendimi koştururum. Ben uçmayı öğrendim: o gün bugün, kımıldamak için itilmem gerekmez.  
Yeğniyim artık, uçarım artık, kendi altımda görürüm artık kendimi, bir tanrı dans eder içimde artık. 
Böyle buyurdu Zerdüşt.

YENİ PUT ÜSTÜNE 

Bazı yerlerde uluslar ve süreler vardır, ama bizde yoktur kardeşlerim: burda devletler vardır.  
Devlet mi ? O da ne ? Peki ! Şimdi bana kulak verin, size ulusların ölümünden söz açacağım. 
Bütün soğuk canavarların en soğuğuna devlet denir. Soğuk soğuk yalan söyler o ve ağzından şu yalan sürüne sürüne çıkar: "Ben devlet - ulusum ben." 
Yalan ! Yaratıcılardı ulusları yaratanlar ve onların üstüne bir inanç ve sevgi asanlar: böylece hayata hizmet ettiler. 
Yıkıcıdırlar, nicelere tuzak kuranlar ve buna devlet diyenler: onların üstüne bir kılıç ve yüz arzu asarlar. 
Nerde daha ulus varsa, orda devlet anlaşılmaz; kem göz ve yasalara, törelere karşı işlenmiş bir günah sayılarak ondan nefret edilir. (...) 
Fakat devlet bütün iyilik ve kötülük dilleriyle yalan söyler ve ne söylese yalandır - ve nesi varsa hepsi çalıntıdır. Düzmedir onda her şey; çalınmış dişlerle ısırır bu ısırgan. Barsakları bile düzmedir onun. 
(Ne güzel bir anlatım ! Kalemine sağlık Nietzsche ! Devlet adına hepimiz insanlığımıza kıymadık mı ? Biz insanları, kendilerine devlet diyenler, devletin temsilcisi diyenler en olmadık yalanlara, en hain tuzaklara alıştırmadılar mı ? Bir sürü şehit verdik, değil mi ? Elinde tüfek, kahramanlık şiirleri okuyan genç insanların dramını, vatan hizmeti olarak alkışlamadık mı ? Ne gereği vardı birbirimizin gırtlağına basmanın ? Ama olmaz ! Olamaz ! Aksi şekilde düşünmek vatana ihanettir. Böyleleri aşağılanır, horgörülür. Kısacık hayatımda ne yazık ki övünebileceğim fazla bir şey yok; ne bir eser üretebildim, ne de insanlığa hizmetim dokundu. Ama tek bir şeyle övünebiliyorum. Vatan ve devlet hainiyim ben. Bunun gururu bana yeter. Nerede bir bayrak, bir şehit mezarı, bir ulusal anıt görsem, bir marş işitsem hemen kusma isteği duyuyorum ! Bayrağına ve devletine bağlı olan kardeşlerim. Sizlerle asla anlaşamam. Benim için bayrağın tuvalet kağıdı kadar değeri yok. Tuvalet kağıdı hiç değilse bir işe yarıyor; pisliğimi arıtıyor benim. Diğeri ise tek bir işe yarıyor: İnsanlığımıza kıymanın sembolü, üretmek, paylaşmak, sevmek ve kendinden bir şeyler vermek yerine parçalamanın, ırza geçmenin, hayatı ve sevgiyi öldürmenin sembolü.)

GÖNÜLLÜ ÖLÜM ÜSTÜNE 

Çokları pek genç ölürler, kimi de pek erken ölür. Şu öğreti yabancı geliyor daha: Vaktinde öl ! 
Vaktinde öl: bunu öğretir Zerdüşt.  
Elbette hiçbir zaman vaktinde yaşamayan, nasıl vaktinde ölsün ? Keşke hiç doğmasaydı ! Bunu salık veririm gereksiz kişilere ! 
Ama gereksiz kişiler bile ölümlerini önemsiyorlar daha, en boş ceviz bile daha kırılmak istiyor. 
(...) 
Ölümünüz insana ve yeryüzüne karşı işlenmiş bir günah olmasın, dostlarım. Budur gönlünüzün balından dilediğim. (...) Böyle ölmek isterim ben, siz dostlarım, yeryüzünü benim hatırım için daha çok seversiniz diye. Toprak olmak isterim yine, beni doğuranda dinleneyim diye. Gerçek bir ereği vardı Zerdüşt'ün; topunu attı. Şimdi siz olun dostlarım ereğimin mirasçıları, size atıyorum altın topu. 
Altın topu attığınız görmek isterim dostlarım en çok ! Bundandır yeryüzünde biraz daha oyalanmam - bağışlayın !  
Böyle buyurdu Zerdüşt.

ZEHİRLİ ÖRÜMCEKLER ÜSTÜNE 

Bak, bu zehirli örümceğin  mağarasıdır. Örümceğin kendisini görmek ister misin ? İşte asılı ağı: dokun da titresin.  
İşte, kendi isteğiyle geliyor: hoşgeldin, örümcek ! Üçgenin ve simgen kara kara duruyor sırtında, ben senin gönlündekini de bilirim.
 
Öc var senin gönlünde; ısırdığın yer kara kabuk bağlar, zehirin gönle başdönmesi verir öcüyle. 
Böyle sesleniyorum size benzetme diliyle, ey gönle baş dönmesi verenler, ey eşitlik vaizleri. Siz zehirli örümceklersiniz bence, gizli gizli kin besleyenlersiniz ! 
Ama ben sizin saklandığınız yerleri yakında ışığa çıkaracağım. (...) Bunun için koparıyorum ağınızı, öfkeniz sizi yalan mağaranızdan dışarı uğratsın diye, öcünüz "doğruluk" sözünüzün arkasından ileri sıçrasın diye. Çünkü insanların öcden kurtarılması - bence en yüksek umuda köprü budur, uzun fırtınalardan sonraki gökkuşağı budur işte. Ama zehirli örümcekler, başka türlü olsun isterler. "Dünyanın öcümüzün fırtınlararıyla dolması, doğruluğun ta kendisi olsun" Böyle sözleşir örümcek yürekleri. (...) 
Kin çınlar bütün yakınmalarında, bütün övgülerinde kötü niyet vardır ve yargıçlık onlarca mutluluktur. 
Ama şunu salık veririm size, dostlarım: cezalandırma eğilimi güçlü olanların hiçbirine güvenmeyin.  
Bunlar soyu sopu bozuk kişilerdir, cellat ve avköpeği bakar suratlarından.  
Doğruluklarından çok söz edenlere güvenmeyin !