VAR’LIK VE AYDINLANMA
Doğuma ve ölüme tabi sayısız yaşam
formunun ötesinde sonsuz, ve daima -mevcut- olan Bir (tek) yaşam vardır.
Birçok kişi onu tanımlamak için Tanrı sözcüğünü kullanır; ben genelde
ona Var’lık derim. Var’lık sözcüğü hiçbir şeyi açıklamaz, Tanrı sözcüğü
de öyle. Bununla birlikte, Var’lık sözcüğü açık bir kavram olma
avantajına sahiptir. O, sonsuz ve görünmez olanı sonlu bir varlığa
indirgemez. Onun zihinsel bir imgesini oluşturmak olanaksızdır. Hiç
kimse Var’lığa tek başına sahip olduğunu iddia edemez. O sizin kendi
özünüz ve mevcudiyetinizdir, ve ona kendi mevcudiyetinizin hissi olarak
bir anda ulaşabilirsiniz. Böylece, Var’lık sözcüğü Var’lık deneyiminden
sadece bir adım uzaktadır.
VAR’LIK SADECE HER FORMUN ÖTESİNDE DEĞİL,
aynı zamanda her formun derinliklerinde de bulunur, çünkü o her formun
en içteki, görünmez ve yok edilemez özüdür. Bu,onun sizin en derin
benliğiniz, gerçek doğanız olduğu, ve sizin ona ulaşabileceğiniz
anlamına gelir. Ancak, onu zihninizle kavramaya çalışmayın. Onu anlamaya
çalışmayın. Onu ancak zihin sessizleştiğinde bilebilirsiniz. Siz orada
mevcutken, dikkatiniz tam ve yoğun bir biçimde Şimdi’de bulunurken,
Var’lık hissedilebilir, ama o asla zihnen anlaşılamaz.
Var’lığın farkındalığını yeniden kazanmak ve o “hissetme-idrakinde” kalabilmek aydınlanmadır.
Aydınlanma sözcüğü insanüstü bir başarı
fikrini çağrıştırır, ve ego bunu böyle tutmayı sever; oysa aydınlanma
sizin Var’lık ile bir’liği hissetmenizden, bu doğal halinizden başka bir
şey değildir. O, ölçülemez ve yok edilemez bir şeyle, aslında siz olan,
ama yine de sizden çok daha büyük bir şeyle birlik halidir. O, ismin ve
formun ötesinde bulunan gerçek doğanızı bulmaktır.
Bu birliği hissedememe, kendinizden ve
çevrenizdeki dünyadan ayrı olduğunuz illüzyonuna yol açar. O zaman siz
kendinizi, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, tecrit olmuş bir parça
olarak algılarsınız. Bu durumda korkuya kapılırsınız, içinizde ve
dışınızda yaşadığınız çatışma normal haliniz haline gelir.
Bu birliği deneyimlemenizin önündeki en
büyük engel, zihninizle özdeşleşmenizdir, ki bu düşünmenin durdurulamaz
ve istemdışı hale gelmesine neden olur. Düşünmeyi durduramamak korkunç
bir derttir, ama biz bunu fark etmeyiz, çünkü hemen herkes bu derdi
çekmektedir, böylece o normal bir durum olarak kabul edilir. Bu ardı
arkası kesilmez zihinsel gürültü sizin Var’lığa ayrılmaz bir biçimde
bağlı olan o içsel sessizlik ve sükunet alemini bulmanızı engeller. O
ayrıca bir korku ve ıstırap gölgesi oluşturan sahte, zihin-ürünü bir
benlik yaratır.
Zihninizle özdeşleşme tüm gerçek
ilişkinin önünü kesen donuk bir kavramlar, etiketler, imgeler,
sözcükler, yargılar ve tanımlamalar perdesi yaratır. O sizinle
kendinizin, sizinle diğer insanların, sizinle doğanın, sizinle Tanrı’nın
arasına girer. Ayrılık illüzyonunu, sizin “diğerlerinden” tümüyle ayrı
olduğunuz illüzyonunu yaratan bu düşünce perdesidir. O zaman siz
-fiziksel görünümler ve ayrı formlar düzeyinin altında- tüm var olanla
bir olduğunuz asli gerçeğini unutursunuz.
Zihin, eğer doğru biçimde kullanılırsa,
muhteşem bir alettir. Ama, yanlış biçimde kullanılırsa, çok yıkıcı bir
hale gelir. Meseleyi daha doğru biçimde koymak gerekirse, bu sizin
zihninizi yanlış biçiminde kullanmanızdan değil, genelde hiç
kullanmamanızdan kaynaklanır. O sizi kullanır. Hastalık da budur. Siz
zihin olduğunuza inanırsınız. Yanılgı budur. Böylece alet sizi ele
geçirmiştir, o sizi yönetmektedir.
Bu siz farkında olmadan bir varlığın size hakim olmasına benzer, böylece siz o varlığı kendiniz olarak algılarsınız.
ÖZGÜRLÜĞÜN BAŞLANGICI sizin o hükmeden
varlık -yani düşünen- olmadığınızı idrak etmektir, bunu bilmek sizin o
varlığı gözlemlemenizi mümkün kılar. Siz düşüneni izlemeye başladığınız
anda, daha yüksek bir bilinç düzeyi harekete geçer. O zaman, düşüncenin
ötesinde engin bir zeka aleminin bulunduğunu, o düşüncenin o zekanın
sadece minicik bir veçhesi olduğunu fark etmeye başlarsınız. Ayrıca,
gerçekten önemli olan her şeyin -güzellik, sevgi, yaratıcılık, sevinç ve
iç huzurunun- zihnin ötesinden kaynaklandığını da fark edersiniz.
Böylece uyanmaya başlarsınız.
KENDİNİ ZİHİNDEN KURTARMAK
İyi haber şu ki siz kendinizi zihnin bu
esaretinden kurtarabilirsiniz. Bu tek gerçek özgürlüktür. Hemen şimdi bu
konuda ilk adımı atabilirsiniz.
KAFANIZDA BU SESİ DİNLEYİN ve bunu
elinizden geldiğince sık bir biçimde yapın. Özellikle, tekrarlanıp duran
düşünce kalıplarına, zihninizde belki yıllardır çalıp duran o eski
plaklara dikkat edin.
Benim “düşüneni izlemekten” kastettiğim
şey budur, ki bu “kafanızdaki sesi dinleyin, orada bir tanık olarak
bulunun” demenin bir başka yoludur.
Siz bu sesi tarafsız bir biçimde, yani
yargılamadan dinlemelisiniz. İşittiğiniz şeyi yargılamayın ya da
suçlamayın, çünkü böyle yapmak aynı sesin bu kez arka kapıdan gelmesine
neden olur. Çok geçmeden şunu fark edeceksiniz: Ses vardır, ve ben
burada onu dinliyorum, izliyorum. Bu ben’im farkındalığı, bu kendi
mevcudiyetinizi hissetmeniz, bir düşünce değildir. O zihnin ötesinden
yükselir.
Böylece siz bir düşünceyi dinlerken,
sadece düşüncenin değil, kendinizin de -düşüncenin tanığı olarak-
farkında olursunuz. Böylece, ortaya yeni bir bilinç boyutu çıkar.
DÜŞÜNCEYİ DİNLERKEN, düşüncenin ardında
bilinçli bir mevcudiyeti -daha derin benliğinizi- hissedersiniz. O zaman
düşünce üzerindeki gücünü yitirir ve hızla batıp kaybolur, çünkü siz
artık zihne -onunla özdeşleşerek- güç vermemektesinizdir. Bu istemdışı
ve kesintisiz biçimde düşünmenin sonunun başlangıcıdır.
Bir düşünce battığında, siz zihinsel
akışta bir kesinti -bir “düşünce’sizlik” boşluğu- deneyimlersiniz. İlk
önce bu aralıklar, boşluklar belki birkaç saniye kadar, yani kısa
sürecektir, ama onlar yavaş yavaş uzayacaktır. Bu boşluklar ortaya
çıktığında, siz içinizde belirli bir sessizlik ve huzur hissedersiniz.
Bu Var’lık ile bir olduğunuzu hissettiğiniz doğal halinizin -ortaya
çıkması zihin tarafından engellenen o halin- başlangıcıdır.
Uygulama sonucunda, bu sessizlik ve huzur
duygusu derinleşecektir. Aslında, onun derinliğinin bir sonu yoktur.
Ayrıca içinizin derinliklerinden süptil bir sevincin yükseldiğini de
hissedeceksiniz; bu, Var’lığın sevincidir.
Bu içsel birleşme hali içinde,
zihinle-özdeşleştiğiniz hale kıyasla çok daha uyanık ve farkında
olursunuz. Orada tümüyle mevcut olursunuz. Bu ayrıca fiziksel bedene
yaşam veren enerji alanının titreşim frekansını da yükseltir.
Siz -ona Doğu’da verilen isimle- bu
düşünce’sizlik aleminin daha derinlerine dalarken, saf bilinç halini
fark edersiniz. O hal içinde, kendi mevcudiyetinizi öyle bir yoğunluk ve
sevinçle hissedersiniz ki, bununla kıyaslandığında, tüm düşünceler,
duygular, fiziksel bedeniniz ve tüm dış dünya önemsiz hale gelir. Ancak,
bu bencil değil, benlik-ötesi bir halidir. O sizi daha önce “kendi
benliğiniz” olarak düşündüğünüz şeyin ötesine götürür. Bu mevcudiyet
aslında sizsinizdir, ama o aynı zamanda sizden hayal edilemez biçimde
daha büyük bir şeydir.
“DÜŞÜNENİ İZLEMEK” YERİNE, ayrıca
dikkatinizi Şimdi’ye yönelterek de düşünce akışında bir kesinti, bir
boşluk yaratabilirsiniz. Sadece içinde bulunduğunuz anın yoğun bir
biçimde bilincinde olun.
Bu derin bir doyum veren bir şeydir. Bu
yolla bilincinizi zihinsel faaliyetten uzaklaştırıp, son derece uyanık
ve farkında olduğunuz, ama düşünmediğiniz, bir düşünce’sizlik boşluğu
yaratırsınız. Bu meditasyonun özüdür.
GÜNLÜK YAŞAMINIZDA bunu, normalde bir vasıta
olan rutin bir faaliyete tüm dikkatinizi vererek, böylece onu kendi
başına bir amaç haline getirerek uygulayabilirsiniz. Örneğin; evinizde
ya da işyerinizde merdivenleri inip çıktığınız her seferinde her
adımınızda, her hareketinize, hatta soluk alıp verişinize bile çok
dikkat edin. Tümüyle orada olun.
Ya da, ellerinizi yıkarken, bu faaliyetle
ilişkili tüm duygusal algılara, suyun sesine ve verdiği hisse,
ellerinizin hareketine, sabunun kokusuna vs. dikkat edin.
Veya arabınıza bindiğinizde, kapıyı
kapattıktan sonra, birkaç saniye durun ve nefesinizin akışını izleyin.
Sessiz ama güçlü bir mevcudiyet duygusunun farkında olun.
Bu uygulamada başarınızı tek bir ölçütle ölçebilirsiniz: içinizde duyduğunuz huzurun derecesiyle.
Aydınlanma yolculuğunuzda tek en önemli
adım şudur: Zihninizden ayrılmayı, onunla özdeşleşmemeyi öğrenmek.
Düşünce akışınızda bir aralık, bir boşluk yarattığınız her seferinde,
bilincinizin ışığı güçlenir.
Bir gün kendinizi, kafanızdaki sese bir
çocuğun maskaralıklarına gülümsediğiniz gibi gülümserken
yakalayabilirsiniz. Bu sizin artık zihninizin içeriğini o kadar ciddiye
almadığınız anlamına gelir, çünkü artık benlik duygunuz ona
dayanmamaktadır.
AYDINLANMA: DÜŞÜNCENİN ÜZERİNE YÜKSELME
Siz büyürken kendinizle, kim olduğunuzla
ilgili -kişisel ve kültürel koşullanmanıza dayanan- bir zihinsel imaj
oluşturursunuz. Buna hayalet benlik, ego diyebiliriz. O zihin
faaliyetinden oluşur ve ancak kesintisiz düşünmeyle sürdürülebilir. Ego
terimi farklı insanlara farklı şeyler ifade eder, ama ben burada onu
zihinle bilinçsizce özdeşleşme sonucunda yaratılan sahte benlik
anlamında kullanıyorum.
Ego için şimdiki an mevcut değildir. O
sadece geçmişi ve geleceği önemli görür. Gerçeğin bu tam tersine
çevrilişi egosal zihnin bu kadar bozuk-işlevli oluşunun nedenidir. O
daima geçmişi canlı tutmakla ilgilenir, çünkü geçmişiniz olmadan siz
kimsinizdir? O varlığının sürmesini sağlamak ve orada bir tür rahatlık,
kurtuluş ya da doyum aramak için kendisini sürekli geleceğe projekte
eder. O der ki: “Bir gün bu ya da şu gerçekleştiğinde ben iyi, mutlu,
huzurlu olacağım”
Ego şimdi ile, yaşanan an ile
ilgileniyormuş göründüğünde bile, onun gördüğü şey şimdi değildir: O
yaşanan anı geçmişin gözleriyle gördüğünden, onu tümüyle yanlış algılar.
Ya da yaşanan anı -hedefe götüren- bir vasıtaya indirger, ki bu daima
zihnin-projekte ettiği gelecekte yatan bir hedeftir. Zihninizi
gözlemleyin, bunun böyle işlediğini göreceksiniz.
Şimdiki an özgürlüğün anahtarını barındırır. Ama siz zihniniz olduğunuz sürece şimdiki anı bulamazsınız.
Aydınlanma, düşüncenin üzerine yükselmek
demektir. Aydınlanmış halde, siz düşünen zihninizi yine, gerektiğinde
kullanırsınız, ama bunu eskisinden çok daha odaklanmış ve etkili bir
biçimde yaparsınız. Onu çoğunlukla pratik amaçlarla kullanırsınız, ama
şimdi istemdışı iç diyalogdan kurtulmuşsunuzdur, ve içsel bir sessizlik
ve sükunet vardır.
Siz zihninizi kullandığınızda, ve
özellikle yaratıcı bir çözüme ihtiyacınız olduğunda, her birkaç dakikada
bir düşünce ile sessizlik, düşünce ile düşünce’sizlik arasında gidip
gelirsiniz. Düşünce’sizlik hali düşünce’siz bilinçtir. Ancak bu şekilde
yaratıcı biçimde düşünmek mümkündür, çünkü ancak bu şekilde düşünce
gerçek bir güce sahip olabilir. Düşünce, çok daha geniş bilinç alemine
bağlı olmadan, tek başına hızla kısır, anlamsız ve yıkıcı hale gelir.
DUYGU: BEDENİN ZİHNİNİZE TEPKİSİ
Ben zihin derken, bu sözcükle sadece
düşünceleri kastetmiyorum. O aynı zamanda sizin duygularınızı ve tüm
bilinçsiz zihinsel-duygusal tepki kalıplarınızı da içerir. Duygu zihnin
ve bedenin buluştuğu yerde ortaya çıkar. O bedenin zihninize gösterdiği
tepkidir, ya da buna, zihninizin bedendeki bir yansıması da diyebiliriz.
Düşüncelerinizle, hoşlandığınız ve
hoşlanmadığınız şeylerle, yargılarınızla ve yorumlarınızla daha çok
özdeşleştikçe, yani izleyen bilinç olarak orada daha az mevcut oldukça,
siz bunun farkında olsanız da olmasanız da, duygusal enerji birikimi
daha güçlü olacaktır. Eğer duygularınızı hissedemezseniz, eğer onlarla
bağlantınız kesilmişse, en sonunda onları fiziksel düzeyde bir hastalık
ya da hastalık belirtisi olarak deneyimleyeceksinizdir.
EĞER DUYGULARINIZI HİSSETMEKTE
ZORLANIYORSANIZ, işe dikkatinizi bedeninizin içsel enerji alanında
odaklayarak başlayın. Bedeninizi içten-doğru hissedin. Bu ayrıca sizi
duygularınızla temasa geçirecektir.
Eğer zihninizi gerçekten tanımak
istiyorsanız, beden size daima doğru bir yansıma verecektir, bu yüzden
duyguya bakın, ya da daha iyisi, onu bedeninizde hissedin. Eğer onların
arasında belirgin bir çatışma varsa, burada düşünce yalan, duygu gerçeği
söylüyor olacaktır. Bu sizin kim olduğunuzla ilgili en yüksek gerçek
değil, o sıradaki ruh halinizle ilgili göreceli gerçek olacaktır.
Siz bilinçsiz zihin faaliyetinizi
düşünceler olarak fark edemeyebilirsiniz, ama o daima bedene bir duygu
olarak yansıyacaktır, ve siz bunu fark edebilirsiniz.
Bir duyguyu bu şekilde izlemek, bir
düşünceyi -daha önce tarif ettiğim gibi- dinlemek ya da izlemek ile
temelde aynı şeydir. Aradaki tek fark, bir düşünce sizin kafanızda
bulunurken, bir duygunun güçlü bir fiziksel unsura sahip olması, ve
böylece öncelikle bedende hissedilmesidir. O zaman siz -onun tarafından
yönetilmeden- duygunun orada olmasına izin verebilirsiniz. Siz artık
duygu değil; izleyen, gözlemleyen mevcudiyetsinizdir.
Eğer bunu uygularsanız, sizde bilinçsiz bulunan herşey bilincin ışığına çıkacaktır.
KENDİNİZE ŞUNU SORMAYI ALIŞKANLIK HALİNE
GETİRİN: Şu anda içimde ne olup bitiyor? Bu soru size doğru yönü
gösterecektir. Ama onu analiz etmeyin, sadece izleyin. Dikkatinizi
içinizde odaklayın. Duygunun enerjisini hissedin. Bir duygu mevcut
değilse, dikkatinizi daha derinlere, bedeninizin içsel enerji alanına
yöneltin. O, Var’lığa açılan kapıdır.
holyharmony
Bilinciniz dışa doğru yöneldiğinde, zihin ve dünya ortaya çıkar. O içe
doğru yöneldiğinde, kendi Kaynağını idrak eder ve yuvaya,
Tezahür-Etmemiş-Olana geri döner.
Bedene Derinlemesine Girmek
Bedenimin içindeki,
özellikle kollarımdaki ve bacaklarımdaki enerjiyi hissedebiliyorum, ama
sizin daha önce önerdiğiniz gibi bedenime daha derinlemesine
giremiyorum.
Onu bir meditasyona dönüştürün. Bunun uzun sürmesi gerekmez.
On-onbeş dakika yeter. Önce gelen telefonların ya da başka insanların
sizi rahatsız edemeyeceği bir yere çekilin. Bİr sandalyeye oturun, ama
geriye yaslanmayın. Omurganızı dik tutun. Bu sizin uyanık kalmanıza
yardımcı olacaktır. Ya da kendi sevdiğiniz meditasyon oturuşunu seçin.
Bedeninizin gevşemiş olduğundan emin olun. Gözlerinizi kapayın.
Birkaç derin nefes alın. Karnınızdan doğru nefes alıp verin. Onun her
nefes alıp verişte nasıl hafifçe genişleyip büzüldüğünü gözlemleyin.
Sonra bedenin tüm içsel enerji alanının farkında olun. Onun hakkında
düşünmeyin, onu hissedin. Bunu yaparak, bilinci zihinden geri çekmiş,
ona yeniden sahip çıkmış olursunuz. Eğer onu yararlı buluyorsanız, daha
önce tarif ettiğim “ışık” imgelemesini kullanın.
İçsel bedeni berrak bir biçimde tek bir enerji alanı olarak
hissedebildiğinizde, eğer mümkünse, her türlü görsel imgeyi bırakın ve
sadece his üzerinde odaklanın. Eğer yapabilirseniz, ayrıca fiziksel
bedenle ilgili hâlâ sahip olabileceğiniz her türlü görsel imajı da
bırakın. Bu durumda geriye kalan tek şey her-şeyi-kapsayan bir
mevcudiyet ya da “var’lık” duygusudur ve içsel beden sınırsız olarak
hissedilir. Sonra dikkatinizi bu hisse daha da derin bir biçimde verin.
Onunla bir olun. Enerji alanı ile birleşin, öyle ki artık gözleyen ile
gözlemlenen, siz ve beden arasında bir ayrılık kalmasın, böyle bir
dualite algılanmasın. Bu durumda içsel ile dışsal olan arasındaki ayrım
ve fark da ortadan kalkar, böylece artık ayrı bir içsel beden kalmaz.
Siz bedene derinlemesine girerek, bedeni aşarsınız.
Bu saf Var’lık âleminde rahat ettiğiniz, istediğiniz kadar kalın;
sonra yine fiziksel bedenin, nefes alıp verişinizin ve fiziksel
duyumların farkına varın ve gözlerinizi açın. Birkaç dakika kadar
çevrenizdeki şeylere meditatif bir biçimde, yani onları zihnen
etiketlemeden bakın ve bu sırada içsel bedeni hissetmeye devam edin.
Bu formsuz âleme girmek gerçekten özgür leş tir içidir. O sizi
formun ve formla özdeşleşmenin esaretinden kurtarır. O parçalara,
çokluğa ayrılmadan Önceki, ayrılıp farklılaşmamış hali içindeki
yaşamdır. Biz ona Tezahür-Etmemiş-Olan, her şeyin görünmez Kaynağı, tüm
varlıkların içindeki Var’lık diyebiliriz. O derin bir sessizlik ve
huzur, ama aynı zamanda derin bir sevinç ve yoğun bir canlılık âlemidir.
Siz orada mevcut olduğunuz her an bu Kaynaktan yayılan ışığa, saf
bilince bir dereceye kadar “geçirgen” hale gelirsiniz. Ayrıca, ışığın
gerçek sizden ayrı olmadığım, onun sizin ta özünüzü oluşturduğunu da
fark edersiniz.
Chi’nin Kaynağı
Tezahür-Etmemiş-olan, Doğu’da chi, yani evrensel yaşam enerjisi denen şey midir?
Hayır, değildir. Tezahür-Etmemiş-Olan, chi’nin kaynağıdır. Chi
bedeninizin içsel enerji alanıdır. O dışsal siz de Kaynak arasındaki
köprüdür. O tezahür etmiş olan, form dünyası ile Kaynak arasında
bulunur. Chi bir nehre ya da bir enerji akımına benzetilebilir. Eğer
bilincinizi derin bir biçimde içsel bedende odaklarsanız, bu nehri
Kaynağına dek izliyor olursunuz. Chi devinimdir; Tezahür-Etmemiş-Olan
devinimsizliktir. Siz mutlak bir devinimsizlik noktasına eriştiğinizde
-ki o aslında yaşamla titreşmektedir- içsel bedenin ötesine, chi’nin
ötesine, Kaynağın kendisine erişmiş olursunuz: Bu Tezahür-Etmemiş-Olan’
dır. Chi, Tezahür-Etmemiş-Olan ile fiziksel evren arasındaki bağdır.
Böylece, eğer siz dikkatinizi derin bir biçimde içse! bedende
odaklarsanız, dünyanın Tezahür-Etmemiş-Olan’da eriyip kaybolduğu ve
Tezahür-Etmemiş-Olan’ın -daha sonra dünya haline gelen- Chi enerji
akımına dönüştüğü bu noktaya, bu tekilliğe erişebilirsiniz. Bu doğum ve
ölüm noktasıdır. Bilinciniz dışa doğru yöneldiğinde, zihin ve dünya
ortaya çıkar. O içe doğru yöneldiğinde, kendi Kaynağını idrak eder ve
yuvaya, Tezahür-Etmemiş-Olana geri döner. Sonra, bilinciniz tezahür
etmiş dünyaya geri döndüğünde, siz geçici olarak bıraktığınız form
kimliğini yeniden üstlenirsiniz. Sizin bir isminiz, bir geçmişiniz, bir
yaşam-durumunuz, bir geleceğiniz vardır. Ama, asli bakımdan siz eskiden
olduğunuz kişi değilsinizdir: Siz içinizde, “bu dünyaya ait olmayan”
(aslında sizden ayrı olmadığı gibi, bu dünyadan da ayrı olmayan) bir
realiteyi kısa bir süre için görmüşsünüzdür.
Şimdi bırakın spiritüel uygulamanız bu olsun: Yaşamınızı
sürdürürken, dikkatinizin yüzde yüzünü dış dünyaya ve zihninize
vermeyin. Dikkatinizin bir kısmını içinizde tutun. Ben bundan zaten söz
ettim. Günlük faaliyetlerle meşgulken bile, özellikle insanlarla
ilişkileriniz sırasında ya da doğayla ilişki kurarken içsel bedeni
hissedin. Onun derinlerindeki sessizliği ve devinimsizliği hissedin.
Kapıyı açık tutun. Yaşamınız boyunca Tezahür-Etmemiş-Olan’ın bilincinde
olmak gerçekten mümkündür. Onu geri plânda bir yerde derin bir huzur
duygusu, dışarıda her ne olursa olsun sizi asla terk etmeyen bir
sessizlik ve devinimsizlik olarak hissedersiniz. Siz
Tezahür-Etmemiş-Olan ile tezahür etmiş olan arasında, Tanrı ile dünya
arasında bir köprü haline gelirsiniz. Bu bizim aydınlanma dediğimiz,
Kaynağa bağlanma halidir.
Bu sözlerden Tezahür-Etmemiş-Olan’ın tezahür etmiş olandan ayrı
olduğu izlenimini edinmeyin. Bu nasıl olabilir ki? O her formun İçindeki
yaşamdır, var olan her şeyin içsel özüdür. O bu dünyayı kaplar. Bunu
açıklayayım.
Rüyasız Uyku
Siz her gece derin rüyasız uyku aşamasına geçtiğinizde
Tezahür-Etmemiş-Olana bir yolculuk yaparsınız. O aşamada Kaynakla
birleşirsiniz. Ondan, tezahür etmiş dünyaya, ayrı formlar dünyasına
döndüğünüzde bir süre size güç verecek olan yaşam enerjisini alırsınız.
Bu enerji yemekten çok daha yaşamsal bir öneme sahiptir: “İnsan sadece
ekmekle yaşamaz.” Ama, rüyasız uykuda, siz ona bilinçli olarak
girmezsiniz. Bedensel işlevlerin hâlâ sürüyor olmasına karşın “siz”
artık o hal içinde mevcut değilsinizdir. Rüyasız uykuya tam bir bilinçle
girmenin nasıl bir şey olacağını hayal edebilir misiniz? Bunu hayal
etmek olanaksızdır, çünkü o hal hiçbir içeriğe sahip değildir.
Tezahür-Etmemiş-Olan, siz ona bilinçli olarak girene dek sizi
özgürleştirmez. İşte bu yüzden İsa, “gerçek sizi özgürleştirecek,”
dememiş, onun yerine: “Siz gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi
özgürleştirecek,” demiştir. Bu kavramsal bir gerçek değildir. Bu formun
ötesinde bulunan ebedi yaşamın gerçeğidir ve bu gerçek ya direkt olarak
bilinebilir ya da hiç bilinemez. Ama, rüyasız uykuda bilinçli kalmaya
çalışmayın. Bunu başarmanız pek mümkün değildir. Olsa olsa, rüya aşaması
sırasında bilinçli kalabilirsiniz, onun ötesinde değil. Buna “aklı
başında rüya görme” denir; bu ilginç, hatta büyüleyici bir şey olabilir,
ama özgürleştirici değildir.
Öyleyse içsel bedeninizi Tezahür-Etmemiş-Olana girebileceğiniz
bir kapı olarak kullanın ve bu kapıyı her zaman Kaynağa bağlı
kalabilmeniz için açık tutun. İçsel beden söz konusu olduğunda, fiziksel
bedeninizin genç mi yaşlı mı, zayıf mı güçlü mü olduğu hiç fark etmez.
İçsel beden zamana bağlı değildir, o ebedidir. Eğer siz henüz içsel
bedeni hissedemiyorsanız, diğer kapılardan birini kullanın (aslında,
nihai olarak tüm kapılar bir’dir). Bu kapıların bazılarından daha Önce
söz etmiştim, ama burada yine kısaca değineceğim.
Diğer Kapılar
“Şimdi” ana kapı olarak görülebilir. O içsel beden de dahil,
diğer her kapının asli bir veçhesidir. Siz yoğun bir biçimde Şimdi’de
mevcut olmadan bedeninizde bulunamazsınız.
Zaman ve tezahür-etmiş-olan, zaman’sız-sonsuz Şimdi ve
Tezahür-Etmemiş-Olan kadar, birbirine ayrılmaz biçimde bağlıdır. Siz
yoğun şimdiki-an farkındalığıyla psikolojik-zamanı ortadan
kaldırdığınızda, Tezahür-Etmemiş-Olan’ın hem direkt hem de dolaylı
olarak bilincine varırsınız. Direkt olarak onu bilinçli mevcudiyetinizin
-içeriksiz, sadece mevcudiyetin- parlaklığı ve gücü olarak
hissedersiniz. Dolaylı olarak, onu duyusal âlemde ve duyusal âlem
vasıtasıyla hissedersiniz. Bir başka deyişle, siz Tanrı-özünü her
yaratıkta, her çiçekte, her taşta hisseder ve “var olan her şeyin kutsal
olduğunu” idrak edersiniz. İşte bu yüzden İsa, tamamen özünden ya da
Mesih kimliğinden konuşarak, “Bir odunu parçaladığında, ben oradayım.
Bir taşı kaldırdığında beni orada bulacaksın,” demiştir.
Tezahür-Etmemiş-Olana açılan bir başka kapı da düşünmenin
kesilmesiyle yaratılır. Bu bilinçli bir nefes almak ya da bir çiçeğe
-zihinsel bir yorumun devreye girmeyeceği şekilde-yoğun bir uyanıklık
hali içinde bakmak gibi çok basit bir şeyle başlayabilir. Kesintisiz
düşünce akışında bir aralık yaratmanın birçok yolu vardır. Meditasyon da
tümüyle bununla ilgilidir. Düşünce tezahür etmiş olan âlemin bir
parçasıdır. Sürekli zihin faaliyeti sizi form dünyasında hapis tutar ve
Tezahür-Etmemiş-Olan’ın bilincine varmanızı, kendinizdeki, her şeydeki
ve tüm yaratıklardaki formsuz ve sonsuz Tanrı-özünün bilincine varmanızı
önleyen donuk bir perde haline gelir. Siz yoğun bir biçimde mevcut
olduğunuzda, elbette düşünmenin kesilmesiyle ilgilenmeniz gerekmez,
çünkü zihin o zaman kendiliğinden durur. İşte bu yüzden ben Şimdi’nin
diğer her kapının asli bir veçhesi olduğunu söyledim.
Teslimiyet -yani, olana gösterdiğimiz zihinsel-duygusal direnci
bırakmak- da Tezahür-Etmemiş-Olan’a açılan bir kapıdır. Bunun nedeni
basittir: içsel direnme sizi diğer insanlardan, kendinizden,
çevrenizdeki dünyadan ayırır. O ego’nun varlığını sürdürmesini sağlayan
ayrılık hissini güçlendirir. Ayrılık hissi ne kadar güçlüyse, siz
tezahür etmiş olana, ayrı formlar dünyasına o kadar çok bağlı olursunuz.
Siz form dünyasına ne kadar çok bağlıysanız, form kimliğiniz de o kadar
katı ve nüfuz edilemez hale gelir. Kapı kapalıdır ve siz içsel
boyuttan, derinlik boyutundan ayrı düşmüşsünüzdür. Teslimiyet halinde,
sizin form kimliğiniz yumuşar ve Tezahür-Etmemiş-Olan’m içinizden
parlayabileceği şekilde “geçirgen” hale gelir.
Yaşamınızda Tezahür-Etmemiş-Olana bilinçli olarak girmenizi
sağlayacak bir kapı açmak size bağlı bir şeydir. İçsel bedenin enerji
alanıyla temasa geçin, yoğun bir biçimde mevcut olun, zihinle
Özdeşleşmeyi bırakın, olana teslim olun; bunların hepsi
kullanabileceğiniz kapılardır, ama sizin içlerinden birini kullanmanız
gerekir.
Kuşkusuz, sevgi de bu kapılardan biri olmalı, öyle değil mi?
Hayır, değil. Kapılardan biri açılır açılmaz, sevgi içinizde
birliğin “his-idraki” olarak mevcut olur. Sevgi bir kapı değil, bir kapı
yoluyla bu dünyaya gelen şeydir. Siz tamamen form kimliğinizin kapanına
kısılı kaldığınız sürece, sevgi ortaya çıkamaz. Size düşen şey sevgiyi
aramak değil, onun girebileceği bir kapı bulmaktır.
Sessizlik
Sözünü ettiklerinizden başka kapılar var mıdır?
Vardır. Tezahür-Etmemiş-Olan, tezahür etmiş olandan ayrı
değildir. O bu dünyayı kaplar, ama o kadar iyi kılık değiştirmiştir ki
hemen herkes onu gözden kaçırır. Eğer siz nereye bakacağınızı
bilirseniz, onu her yerde bulabilirsiniz. Her an bir kapı açılır.
Uzakta havlayan şu köpeği işitiyor musunuz? Ya da yanınızdan
geçip giden kediyi? Dikkatle dinleyin. Onda Tezahür-Etmemiş-Olan’ın
mevcudiyetini hissedebiliyor musunuz? Hissedemiyor musunuz? Bunu
seslerin ondan çıkıp yine ona döndüğü sessizlikte arayın. Seslerden daha
çok sessizliğe dikkat edin. Dışarıdaki sessizliğe dikkat etmek içsel
sessizlik yaratır: zihin sessizleşir. Bir kapı açılmaktadır.
Her ses sessizlikten doğar, sonra yine sessizlikte kaybolur ve
varlığını sürdürdüğü sürece sessizlik tarafından kuşatılır. Sessizlik
sesin var olmasını sağlar. O her sesin, her müzik notasının, her
şarkının, her sözcüğün aslında var olan, ama tezahür etmemiş bir
parçasıdır. Tezahür-Etmemiş-Olan bu dünyada sessizlik olarak bulunur.
İşte bu yüzden bu dünyada en çok sessizliğin Tanrı’ya benzediği
söylenmiştir. Sizin yapmanız gereken tek şey ona dikkatinizi vermektir.
Bir sohbet sırasında bile sözcüklerin arasındaki boşlukların, cümlelerin
arasındaki kısa sessizliklerin bilincinde olun. Siz bunu yaparken,
sessizlik boyutu içinizde büyür. Aynı anda kendi içinizde sessizleşmeden
dışarıdaki sessizliğe dikkatinizi veremezsiniz. Dışarıda sessizlik,
içte sessizlik. Böylece Tezahür-Etmemiş-Olana girersiniz.
Uzay (Boşluk)
Nasıl hiçbir ses sessizlik olmadan var olamazsa, hiçbir şey de
onun olmasına olanak veren uzay (boşluk) olmadan var olamaz. Her
fiziksel nesne ya da beden hiçbir-şeyden gelmiştir, hiçbir-şey
tarafından kuşatılır ve en sonunda hiçbir-şeye geri dönecektir. Sadece
bu değil, her fiziksel bedenin içinde bile “bir şeylerden” çok daha
fazla “hiçbir-şey” vardır. Fizikçiler bize maddenin katılığının bir
illüzyon olduğunu söylerler. Fiziksel bedeniniz de dahil olmak üzere,
görünüşte katı madde bile neredeyse yüzde yüz boşluktur, büyüklükleriyle
kıyaslandığında atomların arasındaki mesafeler çok geniştir. Dahası,
her atomun içinde bile çoğunlukla boşluk vardır. Geriye kalan şey katı
madde parçacıklarından çok, müzikal bir nota gibi bir titreşim
frekansıdır. Budistler bunu 2500 yılı aşkın bir süredir bilirler. “Form
boşluktur, boşluk formdur,” der ünlü kadim Budist metinlerinden biri
olan Kalp safrası. Her şeyin Özü boşluktur.
Tezahür-Etmemiş-Olan bu dünyada sadece sessizlik olarak bulunmaz;
o aynı zamanda tüm fiziksel evreni -içten ve dıştan- uzay (boşluk)
olarak kaplar. Bu da sessizlik kadar kolayca gözden kaçırılır. Herkes
boşlukta yer alan şeylere dikkatini verir, ama boşluğun kendisine kim
dikkat eder?
Siz “boşluk”yada “hiçbir-şey “in sadece hiçbir şey olmadığını,
onun gizemli bir niteliğe sahip olduğunu ima eder görünüyorsunuz. Bu
hiçbir-şey nedir?
Siz böyle bir soru soramazsınız. Zihniniz hiçbir-şeyi bir şeye
dönüştürmeye çalışıyor. Siz onu bir şeye dönüştürdüğünüz anda gözden de
kaçırmış olursunuz. Hiçbir-şey -yani, boşluk- Tezahür-Etmemiş-Olan’ın
bir duyusal-algılama dünyasında dışsal bir fenomen olarak belirmesidir.
Onun hakkında ancak bunu söyleyebiliriz ve bu bile bir tür paradokstur. O
bir bilgi nesnesi haline gelemez. Siz “hiçbir-şey” üzerine bir doktora
yapamazsınız. Bilim adamları uzayı incelediklerinde, çoğunlukla onu bir
şeye dönüştürür ve bu yüzden onun özünü tamamen gözden kaçırırlar. Hiç
de şaşırtıcı olmayan bir biçimde, son teori uzayın hiç de boş olmadığı,
onun bir maddeyle dolu olduğudur. Bir kez siz bir teori bulduğunuzda, en
azından bir başka teori ortaya çıkana dek, bu ilk teorinin doğruluğunu
kanıtlayacak bir kanıt bulmak çok zor değildir.
“Hiçbir-şey,” ancak onu kavramaya ya da anlamaya çalışmazsanız sizin için Tezahür-Etmemiş-Olana açılan bir kapı olabilir.
Bizim burada yaptığımız onu anlamaya çalışmak değil mi?
Kesinlikle değil. Ben size Tezahür-Etmemiş-Olan’ın boyutunu
yaşamınıza nasıl getirebileceğinizi gösterecek işaret direkleri
sunuyorum. Biz onu anlamaya çalışmıyoruz. Ortada anlayacak bir şey yok.
Boşluk hiçbir “mevcudiyete” sahip değildir. “Mevcut olmak”
aslında “görülmek” anlamına gelir. Siz boşluğu anlayamazsınız, çünkü o
görülmez. O kendi başına bir mevcudiyete sahip olmamasına rağmen, başka
her şeyin mevcut olmasına olanak verir. Aynı şekilde, sessizlik de bir
mevcudiyete sahip değildir, Tezahür-Etmemiş-Olan da.
Öyleyse eğer dikkatinizi boşluktaki nesnelerden çekip boşluğun
kendisinin farkında olursanız ne olur? Bu odanın özü nedir? Mobilya,
resimler vs. odamn içindedir, ama onlar oda değildir. Yer, duvarlar ve
tavan odanın sınırlarım belirler, ama onlar da oda değildir. Öyleyse
odanın özü nedir? Boşluk elbette. Onsuz bir “oda” olmazdı. Boşluk
“hiçbir-şey” olduğundan, biz burada olmayanın olandan daha önemli
olduğunu söyleyebiliriz. Öyleyse tüm çevrenizde bulunan boşluğun
farkında olun. Onun hakkında düşünmeyin. Onu olduğu gibi hissedin.
Dikkatinizi “hiçbir-şeye” verin.
Siz bunu yaparken, içinizde bir bilinç değişimi meydana gelir.
Bunun nedeni şudur: Boşluktaki mobilya, duvarlar vs. gibi nesnelerin
içsel dengi (eşdeğeri) sizin zihin nesnelerinizdir: yani, düşünceler,
duygular ve duyular. Ve boşluğun içsel dengi -tıpkı boşluğun her şeyin
var olmasını sağlaması gibi- zihin nesnelerinizin var olmalarını
sağlayan bilinçtir. Böylece, eğer siz dikkatinizi şeylerden -boşluktaki
nesnelerden- geri çekerseniz, dikkatinizi otomatik olarak zihin
nesnelerinizden de çekmiş olursunuz. Bir başka deyişle, siz bu yüzden
boşluğu ya da sessizliği hem düşünüp hem de onun farkında olamazsınız.
Çevrenizdeki boşluğun farkında olarak, aynı zamanda düşüncesizlik
boşluğunun, saf bilincin: Tezahür-Etmemiş-Olan in da farkında olursunuz.
İşte boşluk üzerinde derin düşünceye dalmak sizin için böylece bir kapı
olabilir.
Boşluk ve sessizlik aynı şeyin, aynı hiçbir-şeyin iki veçhesidir.
Onlar içsel boşluğun ve içsel sessizliğin: tüm varoluşun sonsuz
derecede yaratıcı rahminin bir dışsallaşmasıdır. Çoğu insan bu boyutun
hiç bilincinde değildir. Onlar için hiçbir içsel boşluk, hiçbir
sessizlik yoktur. Onlar dengesizdir. Bir başka deyişle, onlar dünyayı
bilir, ya da bildiklerini düşünür, ama Tanrı’yı bilmezler. Onlar
özlerinin bilincinde olmadan, sadece fiziksel ve psikolojik formları de
özdeşleşirler. Ve her form son derece değişken ve gelgeç olduğundan,
onlar korku içinde yaşarlar. Bu korku onların kendilerini ve diğer
insanları derin bir biçimde yanlış algılamalarına, dünyayı çarpık bir
biçimde görmelerine neden olur.
Eğer kozmik bir sarsıntı dünyanın sonunu getirseydi,
Tezahür-Etmemiş-Olan bundan hiç etkilenmezdi. Mucizeler Kursu bu gerçeği
güçlü bir biçimde ifade eder. “Gerçek olan hiçbir şey tehdit edilemez.
Gerçek-olmayan hiçbir şey zaten mevcut değildir. Tanrı’nın huzuru da
burada yatar.”
Eğer siz Tezahür-Etmemiş-Olan ile bilinçli bir bağlantı içinde
kalırsanız, tezahür etmiş olana ve onun içindeki her yaşam formuna
formun Ötesindeki Bir (Tek) Yaşam’ın bir ifadesi olarak değer verir,
sever ve derin bir biçimde sayarsınız. Siz ayrıca her formun bir gün yok
olacağını ve dışarıdaki hiçbir şeyin sonuçta o kadar önemli olmadığım
bilirsiniz. Siz İsa’nın deyişiyle, “dünyayı yenmiş,” ya da Buda’nın
deyişiyle, “diğer kıyıya geçmişsinizdir.”
Uzay ve Zamanın Gerçek Doğası
Şimdi şunun üzerinde düşünün: Eğer sessizlikten başka bir şey var
olmasaydı, sessizlik sizin için mevcut olmayacaktı; siz onun ne
olduğunu bilmeyecektiniz. Sadece ses ortaya çıktığında sessizlik de
ortaya çıkar. Aynı şekilde, uzayda hiçbir nesne olmadan, sadece uzay var
olsaydı, bu uzay da sizin için mevcut olmayacaktı. Kendinizi uzayın
enginliğinde, çevrenizde hiçbir yıldız, hiçbir galaksi olmadan, sadece
boşlukta süzülen bir1 bilinç noktası olarak hayal edin. Birden, uzay
artık engin bir genişliğe sahip olmayacaktı; o var bile olmayacaktı.
Buradan oraya (bir nesne ile bir başka nesne arasında) hiçbir hız,
hiçbir hareket olmayacaktı. Mesafe ve uzayın var olabilmesi için en
azından iki başvuru noktasının bulunması gerekir. Bir iki olduğu anda ve
Lao Tse’nin tezahür etmiş dünyayı adlandırdığı gibi, “iki, on-bin şey
olduğunda,” uzay giderek daha engin hale gelir. Böylece dünya ve uzay
aynı anda ortaya çıkar.
Hiçbir şey uzay olmadan var olamazdı, bununla birlikte uzay
hiçbir-şey’dir. Evren oluşmadan önce, “büyük patlamadan” önce
doldurulmayı bekleyen boş bir yer (uzay) yoktu. Hiçbir şey olmadığı
gibi, hiçbir uzay-boşluk da yoktu. Sadece Tezahür-Etmemiş-Olan, yani Bİr
vardı. Bir “on-bin şey” olduğunda, birden Uzay ortaya çıktı ve birçok
şeyin var olmasına olanak verdi. 0 nereden gelmişti? O evrene yer
sağlamak için Tanrı tarafından mı yaratılmıştı? Elbette değil. Uzay
hiçbir-şey’ dir, öyleyse D asla yaratılmamıştır.
Berrak bir gecede dışarı çıkıp gökyüzüne bakın. Çıplak gözle
görebileceğiniz binlerce yıldız orada bulunanın son derece küçük bir
bölümüdür. Bir milyar galaksinin varlığı çoktan en güçlü teleskoplarla
saptanmıştır, her bir galaksi milyarlarca yıldız içeren bir “ada
evren”dir. Ancak, daha da huşu verici olan şey uzayın kendisinin
sonsuzluğu, tüm bu ihtişamın var olmasını sağlayan derinlik, sessizlik
ve devinimsizliktir. Hiçbir şey uzayın akla hayale sığmaz genişliğinden
ve sessizliğinden daha huşu verici ve görkemli olamaz; peki ama, o nedir
ki? Boşluk, engin bir boşluk.
Evrenimizde zihin ve duyularımızla uzay olarak algıladığımız,
bize uzay gibi görünen şey bizzat Tezahür-Etmemiş-Olan’ın dışsallaşmış
halidir. O Tanrı’nın “bedenidir.” Ve en büyük mucize şudur: Evrenin var
olmasını sağlayan o sessizlik ve enginlik sadece orada, uzayda değil,
aynı zamanda sizin içiniz-dedir de. Siz bütünüyle, tamamen mevcut
olduğunuzda, onunla düşüncesizliğin sessiz içsel boşluğu olarak
karşılaşırsınız. içinizde, o genişlik olarak değil, derinlik olarak
engindir. Uzay-sal genişlik nihai olarak sonsuz derinliğin bir yanlış
algılanışıdır, ki sonsuz derinlik bir (tek) aşkın realitenin
niteliğidir.
Einstein ‘a göre, uzay ve zaman ayrı değildir. Ben bunu gerçek
ten anlamıyorum, ama sanırım o zamanın uzayın dördüncü boyutu olduğunu
söylüyor. O buna, “uzay-zaman sürekliliği” diyor.
Evet. Sizin dışsal olarak uzay ve zaman diye algıladığınız şey
nihai olarak illüzyonidir, ama onlar bir gerçek çekirdeği içerirler.
Onlar Tanrı’nın -sizin dışınızda, dışsal bir mevcudiyete sahiplermiş
gibi algıladığınız- iki asli niteliği, sonsuzluk ve ebediyettir. Hem
uzay hem de zaman, sizin içinizde, sizinkini olduğu gibi kendi gerçek
doğalarım da açığa vuran içsel bir eşdeğere sahiptir. Uzay sizin
içinizde sessiz, sonsuz derinlikte düşüncesizlik âlemiyken, zamanın
içsel eşdeğeri de mevcudiyettir, ebedi Şimdi’nin farkındalığıdır.
Onların arasında hiçbir ayrım ve fark olmadığını da hatırlayın. Uzay ve
zaman içinizde Tezahür-Etmemiş-Olan, yani düşüncesizlik ve mevcudiyet
olarak idrak edildiğinde, dışsal uzay ve zaman sizin için mevcut olmayı
sürdürse de, çok daha az önemli hale gelir. Dünya da sizin için mevcut
olmayı sürdürür, ama artık sizi bağlayıp sınırlayamaz.
Bu yüzden, dünyanın nihai amacı dünyada değil, dünyayı aşmakta
yatar. Tıpkı uzayda hiçbir nesne bulunmasaydı uzayın bilincinde
olamayacağınız gibi, Tezahür-Etmemiş-Olan’ın idrak edilmesi için de
dünyaya ihtiyaç vardır. Şu Budist deyişini duymuş olabilirsiniz: “Eğer
illüzyon olmasaydı, aydınlanma da olmazdı.” Tezahür-Etmemiş-Olan kendini
dünya ve nihai olarak da sizin vasıtanızla tanıyıp bilir. Siz evrenin
İlahi amacının gerçekleşmesini sağlamak için buradasınız. İşte siz bu
kadar önemlisiniz!
Bilinçli Ölüm
Daha önce sözünü ettiğim rüyasız uykudan başka, istem dışı açılan
bir başka kapı daha vardır. O fiziksel ölüm sırasında kısa bir süre
için açılır. Yaşamınız sırasında spiritüel idrak için tüm diğer
fırsatları kaçırmış olsanız bile, beden öldükten hemen sonra sizin için
son bir kapı açılacaktır.
Ölümün eşiğinden dönen insanların çoğu, bu deneyim sırasında bu
kapıyı parlak bir ışık olarak gördüğünü bildirmiştir. Bu İnsanların
birçoğu, o sırada vecit dolu bir dinginlik ve derin bir huzur
hissettiğini de söylemiştir. Tibet’in Ölüler Kitabı’nda bu, “Boşluğun
renksiz ışığının parlak ihtişamı” olarak tarif edilir ve bunun “sizin
gerçek benliğiniz” olduğu bildirilir. Bu kapı çok kısa bir süre için
açılır ve eğer siz yaşarken Tezahür-Etmemiş-Olan’ın boyutuyla
karşılaşmamışsanız, büyük bir olasılıkla onu gözden kaçırabilirsiniz.
Çoğu insan çok fazla direnç kalıntısı, çok fazla korku, duyusal deneyime
çok fazla bağlılık, tezahür etmiş dünya ile çok fazla özdeşleşme taşır.
Bu yüzden onlar kapıyı gördüklerinde, korkuyla geri döner ve sonra
bilinçlerini yitirirler. Bundan sonra olup bitenin çoğu istem dışı ve
otomatik olarak vuku bulur. Eninde sonunda, bir başka doğum ve ölüm
devresi olacaktır. Onların mevcudiyetleri henüz bilinçli ölümsüzlük için
yeterince güçlü değildir.
Öyleyse bu kapıdan geçmek yok olmak anlamına gelmez…
Tüm diğer kapılarda olduğu gibi, sizin parlak gerçek doğanız
kalır, kişilik değil. Her durumda, kişiliğinizde gerçek olan ya da
gerçek değere sahip olan her şey gerçek doğanızın içinizden
yansımasıdır. Bu asla kaybolmaz. Değere sahip olan, gerçek olan hiçbir
şey, asla kaybolmaz.
Ölüme yaklaşmak ve ölüm, yani, fiziksel formun çözülmesi daima
spiritüel idrak için büyük bir fırsattır. Bu fırsat çoğunlukla trajik
bir biçimde kaçırılır, çünkü biz gerçekten önemli olan her konuda olduğu
gibi, ölüm konusunda da hemen hemen cahil olan bir toplumda
yaşamaktayız.
Bakın, her kapı aslında bir ölüm kapısıdır: sahte benliğin ölümü.
Siz o kapıdan geçtiğinizde, kimliğinizi psikolojik, zihin-ürünü
formunuzdan almayı da bırakırsınız. O zaman, tıpkı formla
Özdeşleşmenizin bir illüzyon olduğu gibi, ölümün de bir illüzyon
olduğunu idrak edersiniz. İllüzyonun sonu: ölüm tümüyle budur. O sadece
siz illüzyona sımsıkı sarıldığınız sürece acı vericidi