OĞLUMA MEKTUPLAR
Sevgili Stefano,
Noel yaklaşıyor, çok geçmeden kent merkezindeki büyük mağazalar - oğulları
için alıyormuş gibi yaparak- çok sevdikleri elektrikli trenleri, kukla tiyatrosunu,
yayı ve oklarıyla birlikte hedef tahtasını ve aile pin-pon setlerini kendileri için
satın alacakları ve bu anı sevinçle beklemiş, her yılki ikiyüzlü cömertlik
senaryolarını oynayan babalarla dolup taşacak.Ama ben yine de onları gözlemekle
yetineceğim, çünkü bu yıl benim sıram henüz gelmedi, sen çok küçüksün daha,
Montesori onaylı bebek oyuncakları da büyük bir zevk vermiyor bana, belki de,
imalatçı etiketi bütünüyle yutulamayacağına değin garanti verse de bunları
ağzıma sokmaktan hoşlanmadığım için.Hayır, beklemem gerekiyor, iki yıl, üç ya
da dört yıl.O zaman benim sıram da gelecek; anne egemenliğindeki eğitim aşaması
geçecek, tüylü oyuncak ayı yönetimi son bulacak ve kapanacak ve babalık yetkesinin
tatlı ve dokunulmaz şiddetiyle senin yurttaş bilincini kalıba dökmeye
başlayabileceğim an gelmiş olacak.O zaman Stefano…
O zaman armağanların silahlar olacak.Çifte namlulu tüfekler.Kesintisiz ateş eden
silahlar.Hafif makineli tüfekler. Toplar.Bazukalar.Süvari kılıçları.Bütün savaş
giysileriyle kurşun askerler ordusu.Açılıp kapanan köprüleriyle
şatolar.Kuşatılacak kaleler.Kazamatlar, barut depoları, destroyerler, (…) Kısacası
silahlar.Çok sayıda silah.Bunlar, oğlum, bütün Noellerinin anımsanacak şeyleri
olacak.
Bayım, şaşkınım-diyecek bazıları-siz, bir nükleer silahsızlanma komitesi
üyesi ve barış hareketi destekleyicisi, başkentteki yürüyüşlere katılmış ve
arasıra bir Aldermaston mistiği beslemiş olan siz.
Kendimle çelişiyor muyum?Eh, kendimle çelişiyorum (Walt Whitman’ın diyeceği
gibi)
Bir sabah, bir dostumun oğluna bir armağan almaya söz verdiğim bir sabah,
Frankfurt’taki büyük bir mağazaya girdim ve güzel bir revolver istedim.Herkes
şaşkın şaşkın baktı yüzüme:Biz savaş oyuncakları bulundurmuyoruz
bayım.Kanınızı dondurmaya yeter bir yanıt.Rezil olmuştum, çıktım oradan ve
kaldırımdan geçmekte olan iki Bundeswehr adamıyla burun buruna geldim.Gerçeğe geri
dönmüştüm.Hiç kimsenin benimle alay etmesine izin veremezdim.Bundan böyle yalnızca
kişisel deneyime güvenecektim, pedagogların canı cehennemeydi.
Benim çocukluğum hep değilse bile çoğunlukla kavgacı geçmişti.Çalılıkların
arasında son dakikada doğaçlamadan çaldığım kamışçıklar kullanırdım; park
etmiş arabaların gerisine çömelir, otomatik tüfeğimi ateşlerdim; süngü takıp
saldırırdım.Çok kanlı savaşlar beni çekiyordu.Evdeyse oyuncak askerlerim
vardı.Sinir bozucu stratejilere, haftalarca süren operasyonlara, uzun tüylü oyuncak
ayımla kız kardeşimin oyuncak bebeklerinin kalıntılarını seferber ettiğim uzun
kampanyalara katılırdı ordular.Paralı askerlerden çeteler kurar, az sayıda fakat
sadık taraftarlarıma beni ‘Piazza Cenova terörü’ (şimdi Piazza Mateotti) diye
çağırttırırdım.Daha güçlü bir başka birlikle karıştırmak için bir grup Kara
Aslan’ı dağıtır, daha sonra da bunlara felaket bir hükümet bildirisi
yayınlardım.Monferatto bölgesine yerleşince zorla sokak çetesine alındım ve
kıçıma yüz tekme ve tavuk kümesinde üç saat hapislikten oluşan bir erginlenme
törenine sokuldum.Nizza Deresi çetesine karşı savaştık, korkunç pis, dehşet saçan
bir çeteydi bu.İlk keresinde çok korktum ve kaçtım; ikincisinde dudağımın üzerine
bir taş yedim, şimdi hala dilimle hissedebildiğim ufak bir düğüm var orada.(Sonra
gerçek savaş başladı.Partizanlar Sten makineli tüfeklerini iki saniyeliğine
tutmamıza izin veriyorlardı ve biz alınlarının ortasında bir delikle yerde ölü
yatan arkadaşlarımızı görüyorduk.Fakat o zamana kadar erginleşiyorduk, onsekiz
yaşındaki gençleri aşk yaparken yakalamak için Belbo nehrinin kıyıları boyunca
dolaşıyorduk, bunun dışında, delikanlılığın gizemli bunalımlarının
pençesinde, tenin bütün hazlarından vazgeçmiştik.)
Bu savaş oyunları sarhoşluğu, tüfeğe elini sürmeksizin, kışladaki uzun
saatlerini ortaçağ felsefesini ciddi ciddi incelemeye adayarak on sekiz aylık askerlik
hizmeti yapmayı başarabilen bir adam ortaya çıkardı.Bir çok günahı olan, ama
silahları sevmek ve savaşçı değerlerin kutsallığına ve etkinliğine inanmak gibi
çirkin bir suçu hiç bir zaman işlememiş olan bir insan.Bir orduyu, ancak askerleri
Vajont felaketinden sonra barışçı ve soylu sivil bir amaç uğruna bataklıktan zorla
ilerlerken gördüğünde takdir eden bir adam.Savaşlara kesinlikle inanmayan,
savaşların haksız ve lanetli olduğuna, insanın bir çatışmaya sürüklendiğinde
istemeye istemeye, çabuk biteceğini umarak ve bir onur sorunu olduğunu ve bundan
kaçamayacağı için herşeyi tehlikeye atarak dövüştüğüne inanan bir adam.Ve
sanıyorum ki, benim savaştan derin, sistemli, aydınca ve belgelere dayanan nefretimi,
çocukluk günlerimdeki sağlıklı, masum, platonik olarak oynadığım kanlı oyunlara
borçluyum, tıpkı bir kovboy filminden (şiddetli bir kavgadan sonra, hani meyhanenin
balkonu çöker, masalar ve büyük ayna kırılır, birisi piyano çalana ateş eder ve
dökme cam pencere paramparça aşağıya iner ya, o türden) sinemadan daha temiz, daha
sevecen, rahatlamış yanınızdan sizi itip kakarak geçenlere gülümsemeye, yuvasından
düşmüş bir serçeyi kurtarmaya hazır çıkışınız gibi; tragedyanın gözlerimizin
önünde kan kırmızı bir bayrak sallamasını ve içimizi kutsal Epsom tuzlarıya
temizlemesini isterken Aristoteles’in iyice farkında olduğu gibi.
O zaman Eichmann’ın çocukluğu gelir aklıma.Meccano (Çocuklar için çelik
konstrüksiyon seti markası) parçalarını inceler ve kitapçıktaki talimatı görev
aşkıyla bir bir uygularken yüzündeki o ölüm muhasebecisi ifadesiyle yüzüstü yere
uzanmış; kimya setinin kutusunu da açmak istiyor sabırsızca; Küçük Marangoz’un
minicik aletlerini, eli genişliğindeki planyayı, yirmi santimlik bir testereyi bir
kontrplak parçası üzerine sererken sadistçe bir haz duyuyor.Minyatür vinçler kuran
çocuklara bakın!Bu küçük matematikçiler soğuk ve çarpıtılmış zihinlerinde,
olgunluk yıllarını güdüleyecek iğrenç karmaşaları baskı altında tutuyorlar.
Oyuncak trenin düğmelerini çalıştıran her bir küçük canavarda ölüm
kamplarının gelecekteki bir müdürü yatıyor!O sinik oyuncak sanayinin onlar için
imal ettiği, gerçekten açılan bagajı, aşağı yukarı indirilebilen pencere
camlarıyla aslının kusursuz örnekleri o kibrit kutusu büyüklüğündeki arabalara
düşkünlerse, dikkat edin- korkunç!Elektronik bir ordunun her türlü duygudan yoksun,
bir atom savaşının kırmızı düğmesine soğukkanlılıkla basacak olan gelecekteki
komutanları için korkunç bir eğlence!
Onları şimdiden tanıyabilirsiniz.Büyük arsa spekülatörleri, karakışta
kiracısını evi boşaltmaya zorlayan gecekondu ağalarıdır bunlar; o rezil monopol
oyununda, mülk alıp satma düşüncesine alışırken, hisse senedi portföyleriyle
acımasızca uğraşırken kişiliklerini ortaya çıkarmaktadırlar.Analarının
sütünden kazanma tadını almış ve bingo kartlarıyla ticareti öğrenmiş, bugünün
Grandet babalarıdır onlar.Lego bloklarında eğitilmiş ölüm bürokratları ve
terazileriyle başlamış bürokrasi zombileridir bunlar.
Peki yarın?Sanayileşmiş Noellerin, konuşan, şarkı söyleyen ve yürüyen Amerikan
bebekleri, tükenmez pili sayesinde zıplayan,dans eden Japon robotları, düzenekleri her
zaman bir giz olarak kalacak radyoyla kontrol edilebilen otomobiller ürettiği bir
çocukluktan ne çıkacak ortaya?
Stefano, oğlum benim, sana tüfekler vereceğim.Çünkü tüfek bir oyun değildir.Bir
oyun esinidir o.Onunla bir durum, bir dizi ilişki, bir olaylar diyalektiği bulmak
zorunda kalacaksın.Bomm diye bağırmak zorunda kalacaksın ve oyunun ancak senin ona
verdiğin bir değer taşıdığını, bundan başka bir değeri olmadığını
keşfedeceksin.Düşmanları yok ettiğini hayal ederken, can sıkıcı uygarlığın,
seni boyuna, şirket psikologlarının verdiği Rorschach testlerine giren bir sinir
hastasına döndürmedikçe asla söndüremeyeceği bir atasal dürtüyü doyuruyor
olacaksın.Fakat düşmanları öldürmenin bir oyun uydaşımı, bakşa bir sürü oyun
gibi bir oyun olduğunu anlayacak ve böylece bunun bir dış gerçeklik olduğunu
öğrenecek ve oynarken oyun sınırlarının farkına varacaksın.Öfkenin üstesinden
geleceksin, o zaman ne ölümü, ne de yok etmeyi düşünen başka bildirileri almaya
hazır olacaksın.Gerçekten de ölümün ve yok etmenin sana hep düşlem öğeleri
olarak gelmesi önemlidir, tıpkı hepimizin mutlaka, ama eninde sonunda Alsaslılar için
akıl bir dışı bir kin beslemeksizin nefret ettiği Kırmızı Başlıklı Kız
öyküsündeki kurt gibi.
Ama öykünün tamamı bu olmayabilir ve ben senin için tamamlamayacağım bu
öyküyü.İlk temel içgüdülerin temizlenmesi oyunu içinde, pars construens'ı,
değerler bağlantısını daha sonraya, katarsis sonrasına erteleyerek, sırf sinirsel
bir boşalım için Colt'unu ateşlemene izin vermeyeceğim.Sen hâlâ koltuğun arkasına
gizlenip ateş ederken sana fikirler vermeye çalışacağım.
Önce, Kızılderililere değil, Kızılderililerin yaşadıkları bölgeleri yok eden
silah tüccarlarına ve içki satıcılarına ateş etmeyi öğreteceğim.Güneyli köle
sahiplerine, Lincoln’e destek olsun diye ateş etmeyi öğreteceğim.Kongolu yamyamlara
değil fildişi avcılarına ateş etmeyi öğreteceğim; zayıf bir anımda
Dr.Livingstone’u diyelim büyük bir kazan içinde haşlamayı da
öğretebilirim.Lawrence’a karşı Arapları oynayacağız; eski Romalıları
oynuyorsak, biz Piemontelileri gibi Kelt olan ve yakında kuşkuyla bakmayı
öğreneceğin Julius Caesar’dan çok daha temiz olan Galyalılardan yana olacağız;
çünkü ölümünden sonra yurttaşların gezinebileceği bahçeleri bahşiş gibi
bırakarak, demokratik bir topluluğu özgürlüğünden etmek yanlıştır.O iğrenç
General Custer’a karşı Oturan Boğa’nın yanında olacağız.Ve doğallıkla
Boxer’ların yanında.İstendiğinde bir Cezayirliyi
sopadan geçirmeyi reddedemeyecek kadar görevinin kölesi Juve ile değil de
Fantomas’la birlikte.Ama şaka yapıyorum şimdi:Tabii, Fantomas’ın kötü bir herif
olduğunu öğreteceğim sana, ama namussuz Barones Orczy’nin suç ortaklığını
yapıp, Scarlet Pimpernel’in bir kahraman olduğunu söylemeyeceğim.İyi insan Danton
ve saf Robespierre’in başını belaya sokan pis bir Vendée’liydi ve eğer Fransız
İhtilalini oynarsak, Bastille’in alınışına katılacağız.
Bunlar olağanüstü oyunlar olacak.Düşün!Birlikte oynayacağız bunları.Ha, pasta
yememize izin vermek istiyordun değil mi?Tamam, M.Santerre, davullar çalsın!Dünyanın
bütün örgü örücüleri, birleşin ve örgü şişlerinize ellerinden gelen
kötülüğü yaptırın! Bugün Marie Antoinette’in başının uçuruluşu oyununu
oynayacağız!
Sapkın çocuk terbiyesi mi diyorsunuz buna?Ve siz doğumundan beri faşist düşmanı
bay, çocuğunuzla partizanlar oyununu oynadınız mı hiç?Yatağın arkasına gizlenip
de Langhe vadilerindeymiş gibi yaparak , “Dikkatli ol, sağdan Kara Faşist Tugayı
geliyor!” diye bağırdınız mı?Bir toparlanmadır bu, ateş ediyorlar, Nazilerin
ateşine karşılık verin!Hayır siz oğlunuza inşaat blokları verdiniz ve onu Amerikan
yerlilerinin kökünü kurutan dövüşleri göklere çıkaran filmlere gönderdiniz
hizmetçiyle.
İşte böyle , sevgili Stefano, sana tüfekler vereceğim.Ve gerçeğin hiçbir zaman
tamamen bir yanda olmadığı, son derece karmaşık savaşlar oynamayı öğreteceğim
sana.Gençlik yıllarında bir hayli enerji açığa çıkaracaksın, fikirlerin biraz
karışık olabilir, ama yavaş yavaş bazı kanılar geliştireceksin.O zaman,
büyüdüğünde, bütün bunların bir peri masalı olduğuna inanacaksın:Kırmızı
Başlıklı Kız, Sinderella, tüfekler, toplar, düello, büyücü kadın ve yedi
cüceler, ordulara karşı ordular.Ama olur da, büyüdüğünde, çocukça düşlerinin o
canavar tipleri hala sürüyor olursa, büyücüler, cüceler, devler, ordular, bombalar,
zorunlu askerlik hizmeti, belki de peri masallarına karşı eleştirel bir tavır
kazandığın için, yaşamayı ve gerçekliği eleştirmeyi öğreneceksin.