Hayatın, önemsiz şeylerde olduğu gibi, önemli şeylerde de, sürekli bir yalan olduğunu kabul etmek zorundayız.
Verdiği sözü tutmuyor hayat; tutsa bile, özlediğimiz şeyin özlenilmeye değer olmaktan
ne kadar uzakta bulunduğunu göstermek için yapıyor bunu.
Kimi zaman umut, kimi zaman da umulan şey aldatıyor bizi.
Bir eliyle verdiğini öteki eliyle alıyor. Uzaklığın büyüsü, cennetler gösteriyor
bize. Ama büyülenir büyülenmez, bu cennetlerin uçup gittiğini görüyoruz. Demek ki, mutluluk ya
gelecekte ya da geçmişte; şimdiki an, güneşli ovanın üzerinde dolaşan bir küçük buluta benziyor; önü arkası pırıl
pırıl bu bulutun; ovaya yalnız onun gölgesi düşüyor.
- - - - - -
Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği’nde sevgi
ve aşkın oluşumunu, insan ilişkileri içindeki görünürlüğünü ve
işlevlerini kendi özgün felsefesi içinde inceliyor. Aşkın Metafiziği’ne
Schopenhauer’ın seçme metinleri ve kitabın çevirmeni Selahattin Hilav’ın
Schopenhauer’ın felsefesine dair incelikli değerlendirmesi eşlik
ediyor.
“…hayatın gürültü patırtısına göz atacak olursak, bütün
insanların, yaşamanın gerekleri ve zavallılıkları ile uğraştıklarını,
bütün güçleriyle bu yaşamanın bitmek tükenmek bilmeyen gereksinimlerini
gidermeye ve çeşitli acılarını uzaklaştırmaya çalıştıklarını ve buna
karşılık, bu acı çeken varlığı daha bir süre devam ettirmekten başka bir
şeyi ummaya bile kalkışmadıklarını görürüz. Bununla birlikte, bu
gürültü patırtının içinde âşıkların, istek dolu bakışlarla birbirlerini
süzdüklerini de görürüz. Peki, bu bakışlar niçin gizli, ürkek ve
kaçamaktır? Çünkü âşıklar, bütün bu yoksunluğu ve düşkünlüğü sürdürmek
isteyen hainlerdir; onlar olmasa, yoksunluk ve düşkünlük sona erer.
Âşıkların boşa çıkarmak istediği, tıpkı kendilerinden öncekilerin
çıkardığı bu sona eriştir işte!”