01 Eylül 2018

Nevit Kodallı - Atatürk Oratoryosu

Şiiri Cahit Külebi, müziği Prof. Nevit Kodallı'ya ait Atatürk Oratoryosu'nun Prof. Hikmet Şimşek yönetimindeki Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından gerçekleştirilmiş CD kaydı dinleyicilerle buluşuyor. Cumhuriyet döneminin en önemli yapıtlarından biri olarak anılan bu eserin macerası Köy Enstitüleri'nin kapatılmasıyla başladı. Köy Enstitüsü'nde yetişmiş bir müzisyen olan Nevit Kodallı esere ilişkin hislerini şöyle kaleme almıştı: "Atatürk'ün açtığı bir okulda yetişmiş ve onun yolunda aydınlanmış bir genç olarak, kendisine bu kez daha kapsamlı, kalıcı bir şükran borcunu yerine getirecektim. Öyle bir eser yazmalıydım ki hem içerik olarak Atatürk'e borcumuzu ödemeli, hem de yapı olarak destansı bir forma sahip olmalıydı." Kodallı böylelikle, Köy Enstitüsü'nde öğretmen olan Cahit Külebi'den destansı özellikler taşıyan ve oratoryaya uygun bir şiir yazmasını rica etti. Beklenen şiir 1950 yılında şu notla birlikte geldi: "Nevit, sana Atatürk'ü yolluyorum, Tanrı'ya çok kesinti yapmaman için dua ediyorum." Şiirin adı 'Atatürk Kurtuluş Savaşı'nda'ydı. Kodallı'nın, bestesini 1952 yılında tamamladığı şiiri Cahit Külebi ise şöyle anlatıyordu: "Ben, yüzyıllar boyunca eşine rastlanmayacak olan bu halk önderi devrimci, bu destan kahramanı büyük komutan, bu yenilikçi ve kurucu devlet adamı için yazdıklarımı ozanlık yaşamımda Tanrı'nın bana bağışladığı en büyük armağan sayıyor ve bu oratoryonun şiirini Atatürk'e borçlu olduğumu 40 yıldır usumdan çıkarmıyorum."


 
Atatürk Oratoryosu, Nevit Kodallı tarafından, Cahit Külebi'nin Atatürk Kurtuluş Savaşında adlı eserine dayandırılarak soprano, tenor, bariton, koro ve büyük orkestra için bestelenmiş bir destan oratoryosudur.

Cumhuriyet Dönemi'nin en önemli müzik yaratıları arasında yer alır. Ankara Devlet Konservatuvarı'da edebiyat öğretmeni olan Külebi, öğrencisi Nevit Kodallı’nın isteği üzerine librettoyu 1950’de yazmış; Kodallı Paris’te öğrencilik döneminin sonunda kendisine ulaşan metni bestelemeyi 1951 sonunda tamamlamıştır. İki sanatçı eseri “Atatürk'e, birlikte savaşanlara ve çocuklarına” ithaf etmiştir.

Eser, ilk olarak 9 Kasım 1953'te Ankara Devlet Operası solistleri ve Hans Herner yönetimindeki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından Ankara'da seslendirilmiştir. Bu seslendirme, Atatürk'ün naaşının, Ankara Etnografya Müzesi'nden, Anıtkabir'e nakledilmesinden bir gün önceye denk gelmektedir. Oratoryo daha sonra pek çok Türk operası tarafından icra edilmiştir.


Konusu I. Dünya Savaşı'nın hemen bitiminde büyük yabancı güçlerin Türkiye'yi a istilası ile başlar. Atatürk'ün önderliği ve kumandası altında milletçe Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması, istilacı güçlerin ülkeden kovulması, Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ve çağdaşlaşması anlatılır.

Epilog ve Prolog ile birlikte 13 parçadan oluşur. Prolog, Türkiye'nin güzelliklerini dile getirir ve derin bir yurt sevgisini anlatır. 
II. ve III. Parçada I. Dünya Savaşı sonu yurdun bitkin hali, düşmanlarca her yerinin istilası ve acılar dile getirilir. 
IV. parça halkın kendilerini kurtarması için padişahlara seslenişidir. 
V. Parça halkın Çanakkale Savaşı zaferlerinin galip kumandanı Mustafa Kemal Paşa' ya kendilerini kurtarması için türkülerle seslenişidir. Kuşun kanadında türküler Kemal Paşa'nın gönlüne varır. 
VI. Parça, İstiklal Savaşı'nı başlatmak üzere Samsun'a çıkış, çoşkuyla karşılanma anlatılır. 
VII. parça, Sivas ve Erzurum kongreleri ile Kurtuluş Savaşı'nın başlamasını anlatır. 
VIII. parça, ulusun kendine ve Kemal Paşa'ya güvenini yansıtan bir yiğitlemedir. 
IX. parça, Birinci ve İkinci İnönü Meydan savaşlarını dile getirir. 
X. parça, Türk ordularının savaştaki yüksek moralini, kahramanlıklarını anlatır. 
XI. parça, Büyük Taarruz ile başlayan Büyük Meydan Savaşı sonucu zafere kavuşmayı, yurdun kurtuluşunu dile getirir. 
XII. parça, Atatürk’e duyulan şükran ve devrimlerle Türk milletinin yükselişini anlatır. 
XIII. parça (Epilog), Türk ulusunun her an her yerde onu hatırladığını, sonsuza dek yaşayacağını anlatır.

  

Mustafa Kemal Paşa'nın 1 Eylül 1922 tarihli emri “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri.”

Afyonkarahisar - Dumlupınar büyük meydan muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asıl muharebe birliklerini inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necip milletimizin fedakârlıklarına layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Sahibimiz olan büyük Türk Milleti, istikbalinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet ve fedakârlıklarınızı, yakından müşahade ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine vasıta olmak görevimi durmadan ve sürekli bir şekilde yerine getireceğim.

Başkumandanlığa tekliflerde bulunulmasını cephe kumandalığına emrettim. Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin fikrî güçlerini, kahramanlık ve vatanseverliğini, birbirleriyle yarışırcasına göstermeye devam eylemesini talep ederim.

Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri! 


Turgut Özakman"“Tarihimizi iyi bilelim, öğrenelim. Bilelim çünkü gençlere armağan edilen 19 Mayıs, kurtuluş, laiklik, demokrasi, aydınlık, tam bağımsızlık demek. Çünkü tarihimizi bilmezsek, geleceğimizi inşa edemeyiz”


“Şu Çılgın Türkler”, “Diriliş - Çanakkale 1915” ve “Cumhuriyet TürkMucizesi” adlı kitaplarda, Milli Mücadele’yi, Kuvayi Milliye ruhunu, Kurtuluş Savaşı’nın Türk tarihi açısından önemini ve Anadolu halkını anlattıyazar Turgut Özakman. Çünkü o, “Türk Rönesansı, kurtuluşu” diye adlandırılan dönemi, bir kez de kitapların diliyle gençlere anlatmanın çok önemli olduğuna inanıyor. Atatürk’ün devrimlerinin ve felsefesinin her zaman canlı tutulması gerektiğine olan inancını dile getiriyor. Özakman, sorularımıza şu yanıtları verdi:

- Türkleri Kurtuluş Savaşı’na iten nedenler nelerdi?
- 1917 yılında, Atatürk Suriye’de ordu komutanıyken, Başkumandan Vekili Enver Paşa’ya ve Sadrazam Talat Paşa’ya bir mektup yazıyor. Mektubunda, “Bizim askerlik politikamız, savunma politikası olmalı” diyor. Çünkü biz başından beri Mısır’ı almayı, Hazar Denizi’ni aşıp Turan’a gitmeyi, Turan-İslam imparatorluğunu kurmayı düşünerek bir savaş politikası ile girmiştik Birinci Dünya Savaşı’na. Üstelik Balkan Savaşı’nın yaraları henüz kapanmamıştı. Hatta o zamanki Türk genelkurmaylarının anılarında deniyor ki: “Henüz erzak depolarımız bile dolmamıştı.” Ancak Enver Paşa, Almanların baskısına dayanamayınca savaşa girmiş olduk.

‘Hayalcilik İstiklal Harbi ile yıkıldı’
- Türkler savaşa girmeseydi sonuç nasıl olurdu?
- Birliklerimiz, Irak’ta ve Suriye’de çok zor durumda. Buna karşın birliklerimizi, İngilizlerin karşısına, Doğu’ya gitsin diye gönderiyoruz. Biz, savaşı yönetmeyi de bilemedik. Savaşı yönetmek çok zordu. Peki, kim yönetti bizim adımıza bu savaşı? O dönem Genelkurmayımız Almanların elindeydi. Türklerin değil, Almanların çıkarları dikkate alınıyordu. Biz, Çanakkale Savaşı sırasında da yurtdışına, Galiçya, Makedonya ve Bulgaristan’a birlik yolladık. Oralarda da çok kan dökülmüştü. Yani bir “hayalci dönem” vardı o sıralar. Atatürk, 1917 Eylülü’nde uyarıyor ancak kimse dikkate almıyor. Bu “hayalci dönem” Atatürk’ün İstiklal Harbi’ni başlatması ile bitmiştir. Her şey o zaman realiteye dönüşmüştür. İstiklal Harbi, apaçık, sade bir anlayışla yönetilmiştir. O yüzden de sonu zafer olmuştur.

- Ve Birinci Dünya Savaşı...
- Vatan savaşının ne olduğunu bilen bizleriz, Türkler. Bunu, Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru daha iyi anlamaya başlamıştık. Bir acıyı, bir lekeyi yaşamıştık. Ordu yenilenmeye çalışmıştı. Eski tarz yöntemlerle savaşmanın yerini özü yurtseverlik olan coşku içinde savaşmak almıştı. Bu durum Çanakkale ile başladı. Bu nedenle de Fazıl Hüsnü Dağlarca, Çanakkale için “Yeni Türkiye’nin önsözüdür” der. Gerçekten de öyledir. Milli Mücadele’nin ve Cumhuriyetin önsözüdür Çanakkale. Yenilenmeye çalışan asker başkadır artık. Bu yeni asker Suriye’de, Irak’ta, Galiçya’da her yerde de yeni bir asker olduğunu göstermiştir. Balkan Savaşı’nı düşünün. Ordu içinde çeşitli partiler, ayrı ayrı dernekler var. Hepsi birbirine farklı bakıyor. Böyle bir ordu galip gelir mi? Bulgar ordusunu Çatalca’da zorlukla durdurabildik. Bu bir ayrılmaya yol açtı. Sonra ordu kendini buldu, diriliş oldu.

- Ancak bu yenilenen ordu da o dönem yeni bir savaşa katılacak durumda değildi; değil mi?
- Büyük devrimleri yapabilmek, Cumhuriyeti kurabilmek konusunda tarih Atatürk’ü hazırlıyordu. Türkiye onu Çanakkale Savaşı ile tanımıştı. Atatürk tarihe, “İngilizleri yenen komutan”olarak geçmişti. Ancak ne yazık ki sonuçta Mondros Mütarekesi imzalandı. Bu mütarekenin içi birçok tuzak maddelerle doluydu. Mondros, Sevr Antlaşması’nın önsözüydü. Mütareke metnini eline alan herkes bu tuzak maddeleri görüp üzüldü. Bir kısmı elindeki silahları yurtiçine taşımaya çalıştı. Bu konuda en aktiflerinden biri Doğu’daki 9. Ordu Komutanı Yakup ŞevkiPaşa’dır, diğeri ise Güney’deki Mustafa Kemal Paşa.

‘Halkla birlikte Kurtuluş Savaşı’

- Sizce Atatürk’ü, 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a gitmesini sağlayan en önemli etken neydi?
- Liman von Sanders, Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’a çağrılmıştı. Yerine Atatürk tayin oldu, Adana’ya geldi. Gelirken de elindeki silahlardan bir bölümünü Antep’e verdi. Halka,“Örgütlenin, savaşa hazır olun” dedi. Aynı şeyi, Mersin ve civar illerde de yaptı. Bu nedenle Çukurova ve Antep savunmalarının ilk çekirdeği böyle oluştu. Çünkü Atatürk daha o dönemde bir teşhis koymuştu. Türkleri kötü günler bekliyordu. Bir kurtuluş savaşı vermek gerekiyordu. Bu ise ancak halkla olurdu. Bütün çabalar da halkı harekete geçirmekti. İstanbul yönetimi o günlerde Atatürk’ü İstanbul’a çağırdı. Atatürk 10 Kasım günü bulunduğu yerden ayrılacaktı. Bundan iki gün önce de kendisine bağlı İkinci Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoygeliyor. Atatürk, Cebesoy’a gelecek hakkındaki düşüncelerini açıklıyor. “Halk öncü olacak, biz de, ordu, halka yardımcı olacağız. Halkla birlikte bir kurtuluş savaşı yapılacak”diyor. Daha o günlerde Kurtuluş Savaşı’nın genel planı, amacı, yöntemi saptanmış oluyor.

‘Cumhuriyet Samsun’a ayak basmıştı’
- 19 Mayıs’ın Türk tarihi açısından önemi nedir?
- Atatürk 10 Kasım’da Adana’dan trenle ayrılıp 13 Kasım günü İstanbul’a, Haydarpaşa’ya vardığı zaman, talihsiz bir durumla karşılaşıyor. O gün, 15 Mayıs, 55 parça yabancı donanma Boğaz’a giriyor. Yabancılar, azınlıklar sevinç içinde, Türklerse kan ağlıyor. Atatürk, yaveri Cevat Abbas Bey’in yüzündeki acıyı görünce, “Geldikleri gibi giderler” diyor. Bu söz Atatürk’ün hem kendine, hem de halka nasıl güvendiğinin en somut göstergesidir. Şişli’de bir ev tutuyor Atatürk. O sırada da doğru zamanı bekliyor. Düşünüyor. Çete reisi gibi mi olmalı? Başka bir yol mu denenmeli... Nitekim 6 ay da bekliyor. Bu arada, Anadolu’da birtakım şûraların kurulduğu yönünde haberler geliyor İstanbul’a, İngilizlere. İngilizler, bu şûraların Bolşevik şûraları gibi olmasından korkuyor. Muktedir bir komutan tayin edilip bu şûraların kapatılmasını ve çete savaşlarının durdurulmasını talep ediyor. Hükümet, İttihatçı olmadığını bildiği Mustafa Kemal Paşa’yı uygun görüyor. 16 Mayıs günü, küçükçe bir karargâhla Ordu Komutanı olarak Anadolu’ya geçiyor. Burada İngilizler ne derse, tam tersini yapıyor. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastığında tek kelime ile “çağdaşlaşma” diye anılan projeyi düşünüyordu. O nedenledir ki 19 Mayıs’ta Samsun’a Atatürk’le birlikte aydınlanma, laiklik, demokrasi, tam bağımsızlık ve Cumhuriyet de ayak bastı.

‘Millet olmayı öğrendik’
- 19 Mayıs’tan sonra Atatürk düşüncelerini nasıl uygulamaya geçiriyor?
- O dönemde Anadolu’nun durumuna bakarsak, Osmanlı 20 milyon nüfuslu tarım devletiydi. Avrupa’dan çok çok geriydi. Bütünüyle ortaçağı yaşıyorduk. Öğretmen, ebe, hemşire, doktor, mühendis sayımız çok çok azdı. Tabii ki ülkedeki aydınlar bu durumdan rahatsızdı. Onlar da yenilenmek istedi. Ancak buna güçleri yetmedi. Yenilenmeyi, çağdaşlığı başaran Atatürk’tür. Samsun’dan sonra Amasya’da genelge yayımlandı. Halkın öncülüğünde bir kurtuluş çaresi açıklandı. Bu genelge çok ciddidir. İleride oluşturulacak anayasanın ilk adımıdır. Erzurum’da biraz daha kapalı ancak Sivas’ta tamamen açık bir şekilde resmen dünyaya harp ilan edildi. Anadolu 400 bin silahlı düşman askeri karşısındaydı. En iyimser tahminle 40 bin askerimiz vardı. Bire on dövüşecektik, biliyorduk. Üstelik bizim hiçbir şeyimiz olmamasına karşın onların arkalarında donanma, tank, top, para ve dünya kamuoyu vardı. Biz tüm bunlara harp ilan ettik. Bir halk düşünün ki, 10 yıl boyunca savaşmış, bu savaşlardan bitkin çıkmış, kimilerinin çocukları esir düşmüş, şehit olmuş, kimilerininki ise gazi olmuş...

‘Kendi Rönesansımızı yaşadık’
Ordumuzun gösterdiği fedakârlık, Başkomutan’ın realistliği, İsmet ve Fevzi paşaların disiplini, bizim zafere ulaşmamızı kolaylaştırmıştı. Bütün bu kavgalar sırasında bile Cumhuriyet konuşuluyordu. Elbette kadınlara eşit haklar verilecek, Latin alfabesine geçilecek, şapka devrimi gerçekleştirilecekti. Türkiye kendi Rönesansı’nı yaşayacaktı. Olmazsa olmazdı. İslam ülkelerine bakın, Türkiye’nin Aydınlanmasından geçmediği için onlarla hiç mukayese kabul edilemeyecek bir devletiz. Pek çok üniversitemiz var. Nicelik olarak da nitelik olarak da bu üniversiteler, ne Pakistan’dakilerle, ne Cezayir’dekilerle, Tunus ve Fas’takilerle kıyaslanabilir. Atatürk’ün cumhurbaşkanı olduğu dönemde 19 Mayıs ruhunu, Kuvayi Milliye ruhunu aynı hızla götürmemiz gerekirken, bunu yapamadık. Bir talihsizlik yaşadık. İkinci Dünya Savaşı oldu. Planlar askıya alındı. Türkiye çok partili döneme geçti. İlk kez Türkiye’de 20 küsur yıl tek başına bir toplumu yönetmiş parti, seçimde yenilince, kavgasız, gürültüsüz iktidarı bırakmıştır. Bu da büyük bir devrimdir.

‘Sahte tarihçilere kanmayın’
- Sizce gençlere düşen görevler nelerdir?

- Bir yurttaşa düşen en önemli görev iyi bir insan ve iyi bir yurttaş olmaktır. İyi bir insan olmanın ahlaki vasıfları vardır, ayrı. Ancak iyi bir yurttaş olabilmek için önce tarihimizi bilmemiz gerekir. Tarihimizi de doğru bilmek... Sahte tarihçilere kanmamak... Sahiden çalışkan olmak gerekir. Bizim kuşağın, bir bayrak ya da bir sancak gördüğü zaman gözleri dolar. Şimdi bütün bunlar sanki gereksizmiş gibi davranılıyor. “Demode” kabul ediliyor. Oysa unutulmamalıdır ki Sevr Antlaşması ile Türkiye parçalara bölünmüştü. Yalnızdık. Buna karşın bir zafer kazandık. Gençlerin bu günleri hiç unutmaması gerekiyor. Sevr’de çizilen harita hep gözlerinin önünde olsun. Tarihimizi bilmezsek, geleceğimizi inşa edemeyiz.

‘Tarihimizi iyi bilelim, öğrenelim'
Özakman, Atatürk’ün gençlere armağanı “19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı”nda, gençlere sesleniyor. “Tarihimizi iyi bilelim, öğrenelim. Bilelim çünkü gençlere armağan edilen 19 Mayıs, kurtuluş, laiklik, demokrasi, aydınlık, tam bağımsızlık demek. Çünkü tarihimizi bilmezsek, geleceğimizi inşa edemeyiz” diyor.