30 Ocak 2023

Mahatma Gandhi seçme sözler


Basit yaşa ki başkaları da var olabilsin.

Sıkılmış yumruklarla el sıkışamazsınız.

Önce önemsemezler, sonra gülerler, sonra kıskanırlar, en sonunda ise yenilirler.

Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız. Alkışlar önüne kansız elle çıkınız. 

Çılgınca tahribatı totaliterlik nedeniyle ya da özgürlük ve demokrasi adı altında yapmak ölüler, yetimler ve evsizler için ne değiştirir? 

 

27 Ocak 2023

Mozart: Complete Wind Concertos

 

 
🎂

  

 

 Mozart: Complete Wind Concertos - YouTube 

 

Clarinet Concerto in A Major, K. 622 (Oskar Michallik (clarinet), Staatskapelle Dresden & Siegfried Kurz): 0:00:00 I. Allegro 0:13:03 II. Adagio 0:20:24 III. Rondo. Allegro Concerto in C Major for Flute and Harp, K. 299 (Marc Grauwels (flute), Giselle Herbert (harp), Les Violons du Roy & Bernard Labadie): 0:30:20 I. Allegro 0:39:56 II. Andantino 0:48:06 III. Rondeau. Allegro Johannes Walter (flute), Staatskapelle Dresden & Herbert Blomstedt: Flute Concerto No. 1 in G Major, K. 313: 0:57:40 I. Allegro maestoso 1:06:35 II. Adagio non troppo 1:15:31 III. Rondo. Tempo di menuetto Flute Concerto No. 2 in D Major, K. 314: 1:23:19 I. Allegro aperto 1:31:35 II. Andante ma non troppo 1:38:38 III. Allegro 1:44:07 Andante for Flute and Orchestra in C Major, K. 315 Staatkapelle Dresden: Oboe Concerto in C Major, K. 314 (Kurt Manh (oboe) & Herbert Blomstedt): 1:50:34 I. Allegro aperto 1:58:42 II. Andante non troppo 2:05:58 III. Rondo. Allegretto Bassoon Concerto in B-Flat Major, K. 191 (Gunter Klier (bassoon) & Siegfried Kurz): 2:11:58 I. Allegro 2:19:54 II. Andante ma adagio 2:27:21 III. Rondo. Tempo di menuetto Sinfonia Concertante in E-Flat Major, K. 297b (Alfred Tolkdorf (oboe), Karl Schütte (clarinet), Günter Shaffrath (horn), Heinz Wappler (bassoon) & Otman Suitner): 2:31:48 I. Allegro 2:45:36 II. Adagio 2:53:17 III. Andantino con Herman Jeurissen (horn), Netherlands Chamber Orchestra & Roy Goodman: Horn Concerto No. 2 in E-Flat Major, K. 417: 3:03:03 I. Allegro 3:09:32 II. Andante 3:12:52 III. Rondo. Allegro Horn Concerto No. 3 in E-Flat Major, K. 447: 3:16:25 I. Allegro 3:23:05 II. Romance. Larghetto 3:27:02 III. Allegro 3:30:52 Concerto Movement in E Major, K. 494a. Allegro Horn Concerto No. 1 in D Major, K. 412: 3:39:55 I. Allegro 3:44:43 II. Rondo. Allegro Horn Concerto in E-Flat Major, K. 370b: 3:48:48 I. Allegro 3:56:09 II. Rondeau. Allegro Horn Concerto No. 4 in E-Flat Major, K. 495: 4:02:09 I. Allegro 4:09:50 II. Andante 4:14:16 III. Allegro 4:18:21 Horn Concerto No. 1 in D Major, K. 412: II. Rondo. Allegro 

 

25 Ocak 2023

Gündemdeki Sanatçı - Onat Kutlar

 

Onat Kutlar’ın yayın dünyası ile ilk ilişkisi, 1959’da Doğan Kardeş kanalıyla olmuştu.” Gündemdeki Sanatçı” kitabını 1994 Aralık’ında yayınevine getirdiğinde bunun bir “son kitap” olacağı kimsenin aklından geçmiyordu elbette. İshak’ın da kanıtladığı gibi, Türk edebiyatının en iyi hikâyecilerinden biriydi. Yıllardır, kültür etkinlikleri uğruna bir nebze ihmal ettiği yazma eylemine daha fazla vakit ayırmak ister gibi görünmesi, memnuniyet uyandırıcıydı. Sonra her şey birden, anlamsızca ve isyan ettirici bir gaddarlıkla son buldu.

“Gündemdeki Sanatçı”da Onat Kutlar, tanıdığı ve tanıtmak istediği yazarlar, şairler, ressamlar, fotoğrafçılar, kültür insanları üzerine yazıyor, onları, onların başarılı bulduğu çalışmalarını selamlıyor. Hulki Aktunç’un deyişiyle “şiir, öykü, sinema, deneme, çeviri prizmalarından defalarca geçmiş bir yazar”ın katıksız insan sevgisi ve yazın duyarlılığıyla ince ince işlediği portrelerden örülmüş bir panorama sunan “Gündemdeki Sanatçı” kültür-sanat yaşamımızda önemli izler bırakmış Onat Kutlar’a hepimizden bir selam.

 

21 Ocak 2023

Konur Ertop 'Ahmet Oktay'




AHMET OKTAY

Ahmet Oktay uzun yaşamı boyunca gazetecilik yaptı, İsmail Cem yönetimindeki parlak kalkınma döneminde Tv’ye emek verdi. "Sanat ve Siyaset", "Siyasal İslama İtirazlar", "Zamanı Sorgulamak" gibi kitaplarıyla Türkiye’nin sorunlarına toplumcu bir aydın olarak yaklaştı.

"Romanımıza ne oldu?", "Anlatıların Aynası", "Şairin Kanı" kitapları onun edebiyatı toplumcu gerçekçi anlayışla değerlendirmesinin ürünleridir.

Yazık ki yarım kalan edebiyat tarihiyle "Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları" gibi çalışmaları, konunun tarihsel gelişimini aydınlatan kaynaklardandır.

Ancak Ahmet Oktay gerçek kimliğini şair olarak kazandı. Ortaokul 2. Sınıfta, şiir yazmaya başladığını anlatır. Ankara’da arkadaşı Yılmaz Gruda’yla birlikte gidip geldikleri "Onbeşinci Yıl" kıraathanesinde Ahmet Arif, Enver Gökçe, Mehmet Kemal, Arif Damar gibi dönemin toplumcu şairlerini tanımışlar.

Ahmet Oktay 19’undayken Türkiye Sosyalist Partisi’nin organı sayılan "Gerçek" dergisinde şiir yayınlamış, daha sonraları toplumcu gerçekçi sanatı savunan "Mavi" hareketi içinde yer almıştı. Sanat anlayışını açıklarken, "Ben Marksist bir sanata bağlı kalmaya çalıştım ömrüm boyunca," der; "Ama bu sanatı da açık bir propagandist sanat olarak düşünmedim. Daha köklü yerlerden insani tavır alışlardan ve insani durumlardan kaynaklanarak, onları anlatarak şiire siyasi bir işlev kazandırılabileceğine inandım ve onu savundum."

Ahmet Oktay’ın şiir yolculuğunu Memet Fuat, "Toplumsalcı şiirin destan havasıyla yola çıkmış, sonradan İkinci Yeni şiir anlayışıyla bir bireşim aranışına girmişti. Zamanla 1980 sonrası yazınımızın genel eğilimine uyarak biçimi iyice öne aldı," diye özetlemişti.

60 yılı dolduran uzun şiir yolculuğunun son aşamasına ise "Hayalete Övgü" kitabı damgasını vurmuştur. Bu yapıtta yaşadığımız dünyanın siyasal, toplumsal çalkantıları gösterilmiş, ozanın kişisel anılarında derin izleri olan gerçek olaylar, gerçek kişiler canlandırılmıştır.

Bu önemli aşamayı kendisi şöyle özetliyor:

"Hem kendi yaşamımın parçalarına, hem arkadaşlarıma göndermeler vardır hem siyasal düzeyde göndermelere yaslanma eğilimi vardır. Kitabın adını doğrudan doğruya Derrida’nın "Marx’ın hayaletleri" adlı kitabından esinlenerek, borç kavramını yorumlayışından esinlenerek koydum örneğin. Böyle bir şiirle uğraşırken, hiç aklımda yokken Urfa ile ilgili bir şiir yazmaya başladım. Burada hem tematik hem biçim / biçem açısından bir sıçrama var. Böyle bir durumda ister istemez sözlüğünüz, göndermeleriniz değişiyor. Bir kimlik dönüşümünden söz edilebilir bu noktada."

Anlatım artık alabildiğine yalındır. Neredeyse bütün söz oyunlarının bir yana itildiği şiirle anı, öykü türleri birleşmiştir.

Toplumsal sorunlar şiir serüveninde daha öncesinde de olduğu gibi ön sıradadır. "Borç" kavramı ise kolay unutulamayacak "Borçlu Öleceğim Herkese" şiirinin konusudur.

Kitapta 1960’lardan başlayarak Ahmet Oktay’ın çevresinde, giderek Türkiye’mizde sanata, siyasete damgasını vurmuş kişilikler canlandırılır, geniş kamuoyuna öncü düşünceler, güzellikler kazandırmış insan yüzleri birbirini izler:

Kulüp 12’nin Amerikan-bar’ında
'caz müziği dinliyorum'. Keşke
yanımda olsaydı Kâmuran Yüce de
diye geçirirken gözlerimi kapatıyor
biri. Usulca dönüyorum: Çirkin Kral;
kravatsız, beyaz ceketli. Kaç yılındayız
ne zaman geldik Ar Sinemasının fuayesine?
Özlemle sarılırken, kolumda
hissediyorum kabzayı.
‘Sana’ diyorum ‘on lira borcum var,
Pasaj’da almıştım. Karlı
bir geceydi hiç unutmam’.
‘Boşver’ diyor, yağmurun dindiği
göğe benzeyen bir gülümsemeyle.
Şaşmışımdır hep, niye öyle az
güldüğünde filmlerinde
Seçtiği sürgünde öldü Yılmaz
hâlâ bir onluk borçluyum ona

Şiirler boyunca Mehmet Ali Aybar’dan Sevgi Soysal’a, Enver Gökçe’den Hayalet Oğuz’a, Metin Eloğlu’dan Asaf Çiğiltepe’ye türlü kişiliklerin bir araya gelerek Türkiye’nin aydınlık insan dokusunu oluşturdukları gösterilir. O aydınlanmaya katkısı olanların, aydınlıktan paylarını alanların da elbette başkalarına borçları vardır:

Çok şükür borçlu öleceğim herkese.
Sürülecekse bu yüzden sürülecek
izim. Birkaç alacağım da
-bir fikir, bir dize, bir imge
kalacak elbet birilerinde
ve belki onların peşine düşecek
başka birileri de.

Kitabıyla ilgili açıklamalarında Ahmet Oktay özellikle şu noktalar üzerinde duruyordu:

"Hayalet Övgü" benim geçmişimle bir tür hesaplaşmam olarak özetlenebilir. Tabii burada geçmiş derken sadece benim kişisel geçmişim söz konusu değil, Türkiye toplumunun yakın geçmişiyle bağlantılı bir geçmiş buradaki. Türkiye son otuz yıldır bir bunalım döneminden geçiyor. Bunun birçok örneği görüldü. Ekonomik alanda, siyasal alanda. İnsanlar da bu bunalım içinde çeşitli serüvenlerden geçti. Başına birçok şey geldi.

Ben de bu kitabımda kendi çevremdeki insanlardan, sanatçı arkadaşlarımdan, yazar arkadaşlarımdan bazılarına olan borçlarımı ödemek istedim. Çünkü şuna inanıyorum ki, her insanın öteki insanlara şu ya da bu oranda bir borcu var. Ve insan çok unutkan bir mahluk. İnsanlarımızı, yaşadığımız dramları, travmaları çok çabuk unutuyoruz."

"Ada Gezisi" şiirinde, darbe dönemlerinin -daha sonraları da bitip tükenmeyen- insan avına tanıklık edilmektedir:

Atlıyorum Karaköy'de dolmuştan,
çoktan gelmiş Oğuz'la Metin;
iskelede yeni afişler, duyurular.
Bakışıyoruz arananların fotoğraflarıyla:
sanki ben de yeni çıkmışım güne
aylardır saklandığım izbeden;
içimde ölümcül bir kazanın vehmi.
‘Muhbir vatandaşlar’ deniyor
duyurularda. Sözcükler
alçaltıcı. Ve zaman
nasıl da kirletti herkesi.

Toplumcu ozanın gözleri, emekçilerin dünyası üzerinden hiç uzaklaşmaz. Onların çalışma koşullarını. konu edinir. Bir şiirinde,

Madencinin lâmbası
ve kandili Ozan'ın
aydınlat yolu.

dediği için bir okuru ona bir "Madenci Lambası" getirmiştir. Bu armağan belleğin kuyusunda kendi geçmişine de uzanmasına yol açacaktır:

Ben de bir şaire ulaşmak için
yıllar önce bir kar gecesinde
binmedim mi İstanbul otobüsüne?
Çalmadım mı Şişli'de bir bodrum
katının kapısını? Göğsümde
inanılmaz bir panik."

Anlatılanların ardında,1950’lerde "Mavi" dergisi günlerinin olayları yatmaktadır:

Attila İlhan’ın ilk romanı "Sokaktaki Adam" yayınlandığında Ahmet Oktay "Mavi" dergisinde romanın toplumcu gerçekçiliğe aykırı olduğunu öne süren bir eleştiri yayınlamıştı. Paris’ten yeni dönmüş Attila İlhan o günlerde "Bobstiller" diye andığı "Garipçiler"le, "Aktif realistler" dediği Marksist yazarlara sert eleştiriler yöneltiyordu. "Mavi" dergisine Ahmet Oktay’ı aktif realistlerin çizgisinde diye eleştiren bir yanıt gönderdi. Bu yazının ardından genç Ahmet Oktay, Ankara’dan İstanbul’a "Madenci Lambası" şiirinde konu edindiği yolculuğu yaparak "Sokaktaki Adam" yazarıyla tanıştı. Böylece "Mavi" dergisinde Attila İlhan’ı yazmaya başlamadı. 1950’lerin edebiyat dünyasında çok etkili yeni bir dönem açıldı.

"Hayalete Övgü"de ozanın gözleri topluma, tanıdıklarına olduğu kadar kendi varlığına, kendisinin yapıp ettiklerine de çevrilmiştir. Yayınevinde bir büyük levhaya yazar arkadaşlarıyla birlikte ondan da boyalı elini izini basarak anısını bırakması istenmiştir. "Tuhaf Yaratık" şiirinde bu olayın düşündürdüklerini buluruz:

Kâğıda emdirilen acı, uykusuz
geceler, onca yas ve karabasan
yetmiyor demek müşteri-okura

Sadece bu parmak uçlarından
kim sürebilir izimi? Aşklarım nerde,
nerde hastalıklarım? ‘Ya alkol olmasaydı?’
diye soran kederli ses nerde? Kent ve ev
değiştirdim elbet, ama elli yıldır
aynı oyuğu oydum ısrarla.
Büyük bir krater
oldu çoktan. Görünmüyor ama.

"Sayfada Gördümdü Kendimi" şiiri yazıya adanmış, yazıyla içiçe sürüp gitmiş bir yaşamın kendi kendisiyle hesaplaşmasıdır:

Harflerden, sözcüklerden medet
umudum bunca yıl Kerterizlerim
altın ve gümüş kakmalı pusulalarım.
Sandım ki seçersem doğru harfi
açılacak Süleyman'ın kuşlar dili,
sandım ki doğru sözcüğü bulursam
aydınlanacak içinde yittiğim
kristal labirentteki güzergâh.
Var mıydı tutacağım bir yön,
Bulacağım doğru ve düz bir yol?
Bilemedim. Geliyor ve gidiyor insan."

"Envanter" şiirinde ise sanki ozan kaçınılmaz büyük yolculuğun eşiğinde, hesap defterini kapatırken içini dökmektedir:

Kitaplardaki kenar notlarında kalacak
benim ardımda bıraktığım iz,
anonim bir kimlik olacağım;
bir sahaf dükkânında yıllar sonra
satılmış kitaplarımı karıştıran okur
bilemeyecek
satırların altını benim çizdiğimi,
geçmişe ve geleceğe karışa karışa.
İthaf sayfalarını da yırtmalıyım
yavaş yavaş;
yığınla düş kırıklığı, yanılış;
yüzünü görmediklerim var,
yazdıklarını sevmediklerim.
Küskün ölenler oldu bana,
kimlere küskün öleceğim
ben acaba?

Ahmet Oktay’ın geride bıraktıkları onun geniş kültürlü, gerçek bir aydın, çağının ve ülkesinin sorunlarını kavramış, iletisini çok başarılı bir biçimde dile getirmiş bir ozan olduğunu göstermektedir.

KONUR ERTOP
Bütün Dünya, Nisan 2017, S. 62-66

13 Ocak 2023

Cengiz Bektaş ‘Onlar bilime düşmandırlar’

13 Ocakta Yenikuşak Köy Enstitüleri Derneğinin aylık toplantısında Sabahattin Eyüboğlu’nu anlatmamı istediler. Genç kuşaklar bilmeyebilir… Yinelemek gibi olsa da, kısacık özetleyeyim, Sabahattin Eyüboğlu günü ne demek:

Sağlığında, Bedri Rahmi’nin “Abi Reis” i Sabahattin Eyüboğlu’ nun evinde, her pazartesi akşamı, çağrı beklemeden toplanılırdı. Gelenler kendi “nevale” lerini getirirlerdi. Sabahattin Bey’ in eşi Magdi de bir tencere fasulye ile pilav çıkarırdı ortaya. 

Önceden belirlenmemiş bir konu üzerinde söyleşilirdi Abi Reis’ in “pazartesi” lerinde, tartışılırdı… Kimi akşamlar öyle doyurucu olurdu ki bu söyleşiler, ayrılmak zor olurdu. 

Sabahattin Eyüboğlu’nu yitirdikten sonra Magdi, her yıl “13 Ocak” da yineledi bu toplantıları. Bu toplantılarda da birimiz açış gibi bir konuşma yapardı önce. Söyleşi başlardı böylece… Sonra da kendi yolunu bulur giderdi. Gece türkülerimizle sürerdi son aşamada.

Kimler olmazdı ki o toplantılarda… Sayamadıklarım aldırmasınlar da bir kaçının adını vereyim;
Azra Erhat, Türkan Saylan, Özden Mürtezaoğlu, Mualla Eyüboğlu, Mustafa Eyüboğlu-eşi-kızı, Dağlarca, Yaşar Kemal, Vedat Günyol, Oğuz Akkan, Güngör Dilmen, Gönül- Cevat Çapan, Yelda- Erol Uras, Ali Uğur………
 Oturamazdık bile bir yerlere…
Ayakta zor sığardık, Magdi’ nin Sabahattin beyden kalan her şeyi (betikler, saydamlar…) koruduğu o küçücük yarı bodrum kata…

Magdi’ yi de yitirdik bir süre sonra. 
Türkan’ ın evinde sürdü toplantılar. 
Sonra da benim işliğimde…

Katılanlar değişirdi, çeşitlenirdi… Kimileri o gün gelemezdi, ya da yeni katılımlar olurdu.

Yenikuşak Köy Enstitüler Derneğinin İstanbul kolunun başkanlığına Pelin Bektaş geldiğinde toplantıları orada yapmağa başladık. Oraya da kimler geldi kimler konuşma yapmağa… Her ayın bir çarşambasında damlacıklar gibi toparlanıyoruz S. Eyüboğlu sevgisi çevresinde… 25 Ocak 2016

10 Ocak 2023

Neden 'gazeteciler' değil 'çalışan gazeteciler' günü?


Bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü. Akıllara gelen soru ise neden "gazeteciler" değil de "çalışan gazeteciler" günü? İşte yanıtı...

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü basın meslek örgütleri tarafından çeşitli etkinliklerle kutlanırken akıllara gelen bir soru sosyal medyada geniş yer buldu. Neden "gazeteciler" değil de "çalışan gazeteciler" günü?

NEDEN "ÇALIŞAN GAZETECİLER" GÜNÜ?

Çalışan Gazeteciler Günü ilginç bir öyküye dayanıyor. 1961 yılınında 10 Ocak günü resmi gazetede yayınlanan bir kanun ile basın çalışanlarının bazı hakları yasal güvenceye kavuştu. Şimdi ''212 sayılı yasa'' olarak bilinen düzenleme, iş sözleşmelerinin yazılı olarak yapılması, sözleşmelere işin türü ve ücret miktarının yazılması gibi gazetecilerin sosyal ve yasal haklarını belirleyen hükümleri içeriyor. 

PATRONLAR KAZAN KALDIRDI!

Ancak 212 sayılı yasanın çıktığı süreç başta ''babıali'de dokuz patron olayı'' olmak üzere türk basın tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birini tetikledi. İlgili yasanın gazetecilere getirdiği haklar patronlara da bazı sorumluluklar yüklüyordu. Bunun üzerine adeta kazan kaldıran patronları 10 Ocak günü gazetelerinde okuyucularını şaşkına çeviren bir ortak bildiri yayınladılar ve ''gazetemizi üç gün kapatıyoruz'' duyurusunu yaptılar. Bildirinin altında, 9 gazete patronunun imzası vardı. Yayınlanan bildiride ise 212 sayılı yasa ile Basın İlan Kurumu'nun oluşturulmasıyla ilgili 195 sayılı yasaya yönelik tepkilerin dile getirilirken yasaların mesleki sakıncalar doğuracağı iddia edilmişti. Bidiriye imza atan 9 patronun sahibi oldukları gazeteler ise Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah'tı.

GAZETECİLER DE PATRONLARA KAZAN KALDIRDI!

Gazete sahiplerinin bu ortak tepkisi karşısında, çalışanlar da bir araya geldiler. İstanbul İazeteciler Sendikası, çalışanlara ait bir ortak bildiri yayınlayarak, kapanma kararının gazete sahipleri tarafından verildiğini, diğer çalışanların ise bu durumu tasvip etmediklerini açıkladılar. Gazeteciler aynı gün, sendika önünden başlayan sessiz bir yürüyüş gerçekleştirdiler. ayrıca, sendikada gerçekleştirilen olağanüstü toplantıda, patronların üç günlük boykotu sırasında ''basın'' adlı bir gazete yayınlanmasına karar verildi.

"ÇALIŞAN GAZETECİLER" BASIN GAZETESİ'Nİ ÇIKARDILAR

Gerekli girişimlerin ardından çalışanların ortak ürünü olan ''basın gazetesi'', 11 ocak günü yayınlandı. basın gazetesi, gazete patronlarının üç günlük boykotu sırasında düzenli olarak yayın hayatını sürdürdü. Patronların boykotuna karşılık, ankara ve izmir'de de çalışanlar, gerçekleştirdikleri yürüyüşler ve yayınladıkları bildirilerle tepki gösterdiler. 

Basın Gazetesi'nin son sayısında yer alan başyazıda, basın emekçilerinin elde edilen hakların korunması amacıyla elbirliğiyle mücadele edecekleri kaydediliyordu. 14 ocak 1961'de boykot sona ererek, gazeteler yeniden yayına başladı ancak üç günde yaşanan olaylar, Türk basın tarihinde yerini aldı. Patronların boykotuna karşın 11 Ocak'tan itibaren üç gün boyunca çok zor şartlarda çalışıp "Basın Gazetesi" çıkartan gazeteciler "Çalışan Gazeteciler Günü"nün de temeli oldu.

PEKİ GAZETECİLERİN BUGÜNKÜ DURUM NE?

212 sayılı yasanın çıkması hayli çalkantılı bir sürecin ürünü olsa da 2013 yılı itibariyle gazeteciler açısından 212 sayılı yasa hala bir kazanıma dönüşmüş değil. Bugün Doğan Grubu, Doğuş Grubu, Turkuvaz Grubu gibi endüstriyel medya klübündeki grupların çalışanları arasında 212'li olanların oranı yüzde 10'un bile altında kalıyor. Gazete ve televizyon kanallarında çalışan binlerce gazetecinin ezici çoğunluğu ne 212'li ne de Basın Kartı sahibi. Sektörün yeni istihdam alanı olan internet medyası ise 212 bir yana hala herhangi bir yasal zemine bile sahip değil. Çalışan ve çalışmayan bütün gazetecilerin gününü kutluyoruz...    10-01-2014

01 Ocak 2023

Özlemini duyduğumuz günlerin başlangıcı olsun 2023.

 

Ve bırakın bugününüz, geçmişi anılarla, geleceği ise özlemle kucaklasın.
 
 Mutlu Yıllar🙏🍀🌼