16 Ekim 2018
Hypatia
Masallar masal diye, efsaneler efsane diye anlatılmalıdır. Boş inançları gerçek diye öğretmekten daha korkunç bir şey olamaz. Çocuk aklı bunları kabul eder ve çocuk yanlış şeylere inanır. Bu yanlış inançlardan arınmak çok zor olur, uzun yıllar alır. İnsanlar boş inançlara bir gerçekmiş gibi inanıp uğruna dövüşürler. Hatta boş inançlar uğruna daha fazla dövüşürler çünkü boş inanç öylesine elle tutulmazdır ki çürütülmesi neredeyse olanaksızdır.
İnsanın Anlam Arayışı - Viktor Emil Frankl
"Aklınızı kaybetmenize neden olacak şeyler vardır ya da kaybedecek aklınız yoktur." Anormal bir duruma gösterilen anormal bir tepki normal bir davranıştır.
Geçmişteki hiçbir şey tekrar erişilemeyecek derecede kaybedilmez, tersine, her şey geri dönülmez bir şekilde saklanır.
Sevgi, sevilen insanın fiziksel varlığının çok ötesine geçer. Sevgi, en derin anlamını, kişinin tinsel varlığında, iç benliğinde bulur. Sevilen kişinin gerçekte orada olup olmaması, yaşayıp yaşamaması, bir anlamda önemli olmaktan çıkıyor.
Kişi, hizmet edeceği bir davaya ya da seveceği bir insana kendini adayarak ne kadar çok kendini unutursa, o kadar çok insan olur ve kendini o kadar çok gerçekleştirir.
Logoterapiye göre bu yaşam anlamını üç farklı yoldan keşfederiz:
1. Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak;
2. Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek;
3. Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek.
1. Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak;
2. Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek;
3. Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek.
Bunlardan ilki yani başarı yolu oldukça açıktır. İkinci ve üçüncü ise, biraz daha ayrıntı gerektirir.
Beni kalbine mühürle; sevgi, ölüm kadar güçlüdür.
Bir insanın elinden her şeyini alabilirsiniz bir şeyini hariç; belli tutumlar karşısında kendi tutumunu belirleme özgürlüğünü.
Percy Bysshe Shelley - Apollo’nun Şarkısı Şiiri
Beni gözetleyen uykusuz saatlerde
Yatağıma uzanmışım,
Yıldızlarla işlenmiş gökçe kilimler
Serilmiş üzerime
Gökyüzünün engin ay ışığından,
Bulanık gözlerimden; yoğun
rüyalarla sürüklenirken
Uyandım, ne zaman ki
Anneleri, Gri gün doğumu,
Onlara rüyaların ve ayın
kaybolduğunu söylediğinde.
Sonra yükselirken ve ilerlerken
Cennetin mavi kubbesine,
Dağları geçiyorum ve dalgaları,
Üzerimdeki giysiyi
Okyanusun köpüklerine bırakarak;
Ateşten adımlarım bulutları yarıyor; boşluklar
Aydınlık varlığımla doluyor, ve hava
Yeşil dünyayı bırakıyor benim çıplak kucaklayışlarıma.
Güneş ışınları benim damarlarım,
Geceyi ve günün korkularını seven
Kötülüğü öldüren;
Hastalık yayan ya da düşleyen tüm insanlar
Benim zafer yolumdan uçuyorlar
Doğru düşünceler ve açık eylemler
yeni bir gücü taşıyor,
Karanlığın krallığı yok olana dek.
Bulutları beslerim, gök kuşağını ve çiçekleri
Onların göksel renkleriyle; ayın küresi
ve kusursuz yıldızların kutsal bahçesi
Benimle çevrelenir; bir giysi gibi;
Yeryüzünün ve cennetin hangi ışığı parlarsa
Bana ait olan tek bir gücün parçalarıdır.
Öğlen cennetin tepesinde dururum,
Sonra isteksiz adımlarla aşağıya yönelirim
Atlantigin düzce bulutlarına doğru;
Arkamda bıraktığım acı için
Onlar ağlarlar ve kaşlarını çatarlar:
Hangi bakış daha mutluluk vericidir şu gülüşten
Batının adasından sakinleştiririm onları.
Ben evrenin kendine bakan
ve kendini kutsal bilen gözüyüm;
Bütün uyumun aracı ve kitabesi
Bütün alametler, bütün şifalar benim
Bütün sanatın ışığı; ve doğanın.
Benim şarkımadır
Zafer ve övgü, onun doğru varoluşuna.
İyinin ve Kötünün Ötesinde Bir Film: The Turin Horse
Neden
yaşadığını kendine sorabilen tek canlı olması insanın kendi varlığından
duyduğu endişeyi gündeme getirir. Tarihsel süreçte neden yaşadığını
anlamlandırma çabası, ortak bir amaç edinmeye çalışan insan evladının
elle tutulur bir cevap bulamasa da sorunu ortadan kaldıracak nitelikte
kurgular yapmaya sevk etmiştir. Önce tanrılar sonra Tanrı ve onların
dinleri bilinmeyenden aldıkları güçle öbür taraftan ulvi cevaplar sunmuş
ve artık mesele inanmak ya da inanmamaya indirgenmiştir. Gerçeğin ve
sıradanlığın verdiği amaçsızlık kendi beyni içinde yaşayan insan için
diğer bir ifadeyle hayvan bedenine kıstırılmış bir bilinç için yaşama
uğraşını beyhude bir çabaya dönüştürür. Çünkü o bilinç yemek, çoğalmak
ve dışkılamaktan başka bir işe yaramadığını düşündüğü bu kıllı
bedenlerden daha “iyisini” tahayyül etme kapasitesine sahiptir.
Böylelikle bütün büyük dinler bedeni olumsuzlayan bir yapıyı inşa
ederken bu imkansız görünen -bedeni terk etme ve üstün bir varlığa
karışma- çabası var olmanın dayanılmaz endişesini insan evladının
sırtından alır ve ona ulvi bir görev verir.
Peki tanrıların ve Tanrı’nın öldüğü, anlamını yitirdiği bir çağda
insan ne için yaşar? Gün gelip biri “Ahlakın Soy Kütüğü Üzerine” kafa
yorarken dünya daha önce görülmemiş bir biçimde Kutsalların sömürüsüyle
yönetilmektedir. Artık düello yapmanın, onurlu olmanın bir ehemmiyeti
kalmadı derken Nietzsche, kimselerin anlamadığı o ironik deli üslupla
“Şen Bilim”de Tanrı’nın öldüğünü ilan eder. Onurun, erdemin ve daha nice
ulvi olgunun insan evladını terk ettiği bir çağda insan ne için
yaşayacaktır? Tanrı’nın hükmü ortadan kalkarken iyi ve kötü kendine
dayanak bulamazken “neden yaşıyoruz” sorusu şimdi hazır bir kurgudan
(dinlerden) yoksun kalan insan için başa dönmeyi dayatır, güçlen, çoğal
ve dünyaya hakim ol! Artık Tanrısız insanın bundan böyle Tanrı olmaktan
başka çaresi kalmamıştır. Tanrı ise “iyi”nin ve “kötü”nün ötesindedir.
“Şimdi nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Durmadan
düşmüyor muyuz? Öne, arkaya, sağa, sola, her yere düşmüyor muyuz? Hâlâ
bir yüksek ve alçak kavramı var mı? Sonsuz bir hiçlik içinde aylak aylak
dolaşmıyor muyuz? Yüzümüzde boşluğun nefesini duyumsamıyor muyuz? Hava
şimdi daha soğuk değil mi? Geceler gittikçe daha fazla karanlıklaşmıyor
mu? Tanrı öldü! Tanrı öldü! Onu öldüren biziz!”
Béla Tarr son filmim dediği The Turin Horse’u kendine yakışır bir
biçimde Nietzsche ile başlatıyor. Aslında bu eser başlı başına bir
Nietzsche filmi olarak bile nitelendirilebilirdi fakat Nietzsche’nin
meşhur ‘kırbaçlanan at hikayesi’ni siyah arka plan üzerine bir dış ses
aracılığıyla anlatmaya başlayan Béla Tarr’ın asıl merak ettiği atın
akıbeti oluyor. Dolayısıyla bu yazının ilk derdi de At’ı anlamlandırmak
olacaktır.
TAMAMI
Zamanda bir nokta - Hugh Mac Diarmid
Şimdi anlıyorsun işte,
nasıl da yıldızlar ve yürekler bir olmuş ve
nasıl da hiç bir yerde bir son, bir engel var;
nasıl da sınırsız olan mükemmelce oturur ve ayrılmaz düşünceden,
nasıl da her bir parça sonsuz büyük ve sonsuz küçük olabilir,
nasıl da en dıştaki yayılım yalnızca bir noktadır, ve
nasıl da ışık, uyum, devinim, güç, kendine has herşey, ayrılmış herşey
ve birleşmiş herşey hayattır.
çeviren: İsmail Aksoy
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)