19 Ağustos 2018

Üç Nehir Üstüne Küçük Balad - Federico Garcia Lorca


Akar Guadalkuivir
Portakal ve zeytin bahçelerinin gölgesinde
Senin iki nehrin Granada
Düşer karlardan, vadilere

Ah sevda
Geri gelmez bir daha

Guadalkuivir kıvrımlarında
Yanar tutuşur nar çiçekleri
Akar nehirlerin Granada
Bir kanla, gözyaşıyla öteki

Ah sevda
Karıştı rüzgâra

Sevilla’da zarif
Yollar açılmıştır yelkenlilere
Senin nehirlerinde Granada
İniltilerdir yüzen sade

Ah sevda
Geri gelmez bir daha

Guadalkuivir? Çan kulesi
Ve rüzgâr, limon bahçesinde.
Dauro, Genil, ölü kilisecikler
Nehirlerin denize kavuştuğu yerde

Ah sevda
Karıştı rüzgâra

Sular taşıyıp götürürler mi
Çürüyen acının ateşlerini?

Ah sevda
Geri gelmez bir daha

Endülüs, portakal çiçeği alır
Ve zeytin dalları, denizlere

Ah sevda
Karıştı rüzgâra


Şükran Kurdakul 'Günümüzde de Tevfik Fikret'

Anısına
Tevflk Fikret, 19 Ağustos 1915’te öldü. Aynı yıl doğan şairlerimiz arasında, Melih Cevdet gibi, klasikleştiğini söyleyebileceğimiz yaratıcılar var.

Fikret’in yaşadığı yıllarda Türkçenin bağımsız bir dil olacağına inanmak Osmanlı kurumlarına tutkun kimselerce donkişotluk sayılıyordu. Ölümünden sonraki 79 yılda kaç kuşağın şairi, romancısı yapıtlarıyla dilimizin gizil gücündeki zenginliğin ürünlerini koydu ortaya.

Fikret, 1905’lerde,

"Ümidimiz bu, ölürsek biz yaşar mutlak, Vatan sizinle şu zindan karanlığından uzak" dizeleriyle geleceğe güvenini tazeledi.

Görmediği I. Dünya Savaşı yenilgisinden sonra, şiirlerini özümseyenler, Kurtuluş Savaşı duyarlığını, bilincini kültürümüzün vazgeçilmez bir parçası düzeyine ulaştırdılar.

Fikret,

"Haksızlığın envaını gördük. Bu mu kanun? En gamlı sefaletlere düştük. Bu mu devlet? Devletse de, kanunsa da artık yeter olsun, Artık yeter olsun bu deni zulmü cehalet" dizelerini yazmıştı.

I. Dünya Savaşı kuşağı, emperyalizmin kucağına oturan Sarayı da, Sadareti de, Kürt Mustafa Divan-ı Harpleri’ni de elinin tersiyle iterek karanlıktan aydınlığa çıkmasını bildi.

"Bu harmanın sonu gelir, kapıştırın giderayak...
Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak
Bugün ki mideler kavi, bugün ki çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler, yiyin, bu han-ı pürneva sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!"

Fikret, son dizelerini okuduğumuz 'Han-ı Yağma’yla II. Meşrutiyet dönemi devletlilerinin yakalarına yapışıyor gibiydi. Bugün de aynı dizeler, "hayali ihracat" çetelerinin trilyonları aşan yolsuzluklarını komisyonlarda uyutan siyasal partiler erkanının suratlarında şaklayabilir.

Şiirin yapısına getirdiği yeniliklerle de dönemini etkileyen bir şairdi Tevfik Fikret. 1983 tarihini taşıyan bir yazımda ileri sürdüğüm yargıları yinelemek istiyorum:

Yahya Kemal de Haşim de yetiştikleri yıllar Tevfik Fikret’le karşılaştılar. Haşim’in Göl Saatleri'ndeki (1921) şiirlerinden çoğu ilk kez Fikret'in serbest müstezatlarında kurmayı başardığı yapılara benzer. Neden sonra çıkar o yörüngeden Haşim.

Yahya Kemal, yazılarında ölçüden, uyaktan söz etmişse Tevfik Fikret’i anmıştır. İçerikten, coşkudan, yenilikten, şiirimizin çağdaşlaşmasından söz etmişse Fikret'i anmıştır. Üstelik ergin, kendisinden öncekilerle hesaplaşma yaşlarının ürünleridir o yazılar. Ama bu belirttiğim özelliğe karşın Yahya Kemal gibi, eşi bulunmaz benbenci bir şair bile Fikret’in yerini belirlemeye çalışırken tarihsel raydan sapmamaya özen göstermektedir:

"Tevfik Fikret -bütün zaafları ve noksanları ile beraber- günümüzün içindendl. Şiirimizin alafrangaya doğru bir istikamet alacağı zamanda gelmiş, o istikametin başına geçmiş, göreceği işi görmüş, eserini de şahsiyetini de Türk Edebiyatına müebbeden hak etmişti. ” (Siyasi ve Edebi Portreler, 1968 basımı, sf. 22)

'Diyorlar ki’de (1918) Ruşen Eşrefin konuştuğu Abdülhak Hamid, Halide Edlb, Refik Hallt, Mehmet Fuat (Köprülü), Ahmet Haşim vb. edebiyat adamları da paylaşırlar Yahya Kemal’in yargısını. Ahmet Haşim’in sözleriyse hayranlığın yarattığı coşkunun "şairane”ye dönüşmesi sayılabilir.

"Fikret benim için kudurmuş bir deniz karşısında kayalar üzerinde yükselen altından bir ışık ve altından bir kuledir." (Diyorlar ki, 1972 bas. Haz.: Şemsettin Kutlu, sf. 258-259)

Yazıyı, Çağdaş Türk Edebiyatı’ndaTevfik Fikret’e ayırdığım bölümün son satırlarıyla bitirmek istiyorum:

"Namık Kemal, ‘Değişmez fen mi vardır, mustakır eşya mı kalmıştır?’ diye yazmıştı. Fikret yenilik ve değişim ile birlikte evrim düşüncesini geliştirerek birbirini tamamlayan düşünsel bir bütünlük yaratmıştır. İnsanoğlunun düşünme gücüne, yaratı yeteneklerine, usuna güvenmek bu bütün içinde sönmeyen bir ışık görünüşündedir. Bu ışığı algılaması ile öteki çağdaşlarının 'dar hendesesi'ne sığmaz Fikret. Yaşadığı tarihsel kesitin olumlu olumsuz çatışkıları içinde gelişmekte olanı görmüştür çünkü. Bu nedenle insanın toplumsal varlığı çıkar onun şiirinde karşımıza. Belirleyici gücünün farkına varmış, kim olduğunun bilinciyle hareket eden insan.. "

Honoré de Balzac - Eugenıe Grandet

“Bir gün bir arkadaşı Balzac’ı ziyarete gider. Balzac’ın evine girer girmez içeriden bir ağlama sesinin geldiğini duyar ve hemen koşar. Balzac’ın çalışma odasına girince bir bakar ki, Balzac masasının önünde oturmuş önünde yığınla defter, kitap hüngür hüngür ağlıyor. Adam iyice merak eder; ‘Balzac ne oldu?’ der. Balzac kayıtsız bir yüzle başını kaldırıp ‘o öldü’ der. Adam iyice şaşırır ve ‘kim öldü?’ der. ‘Son yazdığım romanın baş kahramanı’ der Balzac. ‘Delirdin mi sen, bu mu derdin? Bu kadar üzüldüysen dirilt madem’ deyince, Balzac ciddileşir. ‘Roman kahramanlarımın kaderi benim elimde değildir ve sanat dediğimiz şey de tam olarak budur. Çünkü sanat, sanat için vardır.’ 
 
*

Eugénie Grandet, büyük Fransız yazarı Honoré de Balzac’ın “İnsanlık Güldürüsü” genel başlığı altında tasarlayıp gerçekleştirdiği çok sayıda romandan oluşan o dev yapıtın en çok okunan yapıtlarından biri. 1833’de yayınlanan bu romanında Balzac, taşra insanlarını ve onların özellikle para ile olan ilişkilerini eşsiz bir gerçeklikle anlatır. Cimrilik ve Aşk bu romanın işlenen iki ana tema’sıdır. Balzac, bu romanında, Grandet Baba’nın büyük malvarlığını alınteriyle açıklanamayacağını gözler önüne serer. Grandet Baba, büyük Fransız Devrimi sonrasında, dönemin siyasal koşullarından ustaca yararlanmasını bilmiş, her türlü aldatmacayı geçerli kılan bir yöntemle büyük bir malvarlığının sahibi olmuştur. Bu zenginliğin içinde alınterinin payı, denizde bir damla gibidir. Eugénie Grandet’nin tertemiz aşkının ve yüce gönüllüğünün, bütün bu pisliklerin yanında yeri nedir? İşte Balzac’ın büyüklüğünün tartışılmaz yanı burada ortaya çıkıyor. Bu roman öylesine sevilmiş, öylesine yaygın bir okur kitlesi bulmuştur ki, “Eugénie Grandet’nin yazarı” diye anılmak sonunda Balzac’ı bile kızdırmıştır.
 

Yalnız insanlar düşünceleri içinde bir derinlemesine görüş edinirler ve dokundukları çok az şeye karşı da büyük bir duyarlılıkları vardır. 
 
Zaman her acıyı sağaltır, ben bunu deneyimle öğrendim
 
Büyük ruhlu kişiler hiçbir zaman dalkavukluk etmezler. Bu, çevresine girmek istediği insanın yüreğine daha kolay sızabilmek için kendisini silen, bayağı, küçük ruhlu kişilerin işidir. Dalkavukluk, kendi çıkarını kollama dürtüsünden kaynaklanır.
 
 Bütün yaşamı, gücünü mutluluğa ulaşmak için harcayıp durmakla geçmişti ve onu destekleyen gücünü
yenileyen hiçbir şey olmamıştı.
 
 Ruh da, beden gibi yaşamak için soluk almak zorundadır.
 
Soylu ve değerli düşüncelerin arasında yaşamaya alışmış ruh sonunda en kaba çizgilere bile damgasını basar.
 
Aşkın başlangıcıyla yaşamın başlangıcı arasında hoş benzerlikler vardır.

Herkesin yaptığı, çocuğu ninnilerle, tatlı bakışlarla oyalamak, geleceğini pırıl pırıl edecek masallar anlatmak değil midir? Umudun ışıltılı kanatlan hep onun zevki için açılmaz mı? Acıyla olduğu kadar sevinçten de gözyaşları dökülmez mi? Hiç yoktan örneğin sallantılı bir saray yapmaya çalıştığı taşlar, ya da toplar toplamaz unuttuğu çiçekler için huysuzlanmaz mı? Zamanı yakalayıp ardına koymaya, yaşam işlerini sürdürmeye istekli değil midir? Aşk, ruhun ikinci değişimidir.
 
Bütün insan gücü, sabır ve zamanın bileşimiyle ortaya çıkar. En başarılı insanlar istemlerini «bekle ve göre ayarlayanlardır. Bir cimrinin yasamı, sürekli bir, bütün insan yeteneklerini kendi kişisle hizmetinde kullanma çabasıdır. Cimri, yalnızca iki duyguya önem verir; gururu ve kendi çıkarı. Ama çıkarı gururuna somut, elle tutulur bir destek olduğundan, gerçek üstünlüğünün sürekli kanıtı olduğundan; gururu ve çıkarı için uğraşması bir tutkunun iki yüzüdür, bencilliğin. Ustalıkla sahnelenen cimrilerin uyandırdığı müthiş merakın nedeni belki de budur.
 

Kemal Tahir'in Sohbetleri

Kemal Tahir "gerçeklik" konusunda neler diyor
"Gerçekçilik, ileri bilgilerle, ileri dünya görüşlerine şuurla inanmaktan daha öte bir şeydir. Gerçekçilik çok çetin çalışmalar sonunda elde edilebilen insanın kendini değiştirebilmesi marifetidir."

    Gerçekler bir kere anlaşılınca yan gelip keyif çatılacak birer tembellik durağı değil, her an didinme isteyen, her an yeniden hak edilerek kazanılan, sorumluluğu giderek artan bir ilerilik merhalesidir.

    Çünkü gerçekler canlı olduklarından değişkendir. İstenildiği zaman kullanılmak üzere hazır kalıplarda bekletilemezler, bu kalıplara sığmazlar.


TAMAMI

Kemal Tahir




Albert Camus " Özgür basın iyi ya da kötü olabilir, ama özgürlük olmayınca basın ancak ve ancak kötü olacaktır! "

 
Basın özgürlüğü belki de özgürlük düşüncesinin giderek aşağılanmasından en çok acı çekmiş özgürlüktür. 
 
Bir yazar her şeyden önce okunmak ister, aksini iddia edenlere hayranlık duyalım, ancak inanmayalım.
 
Duru bir dille yazanların okurları; muğlak, karmaşık yazanların ise yorumcuları vardır.
 

Blaise Pascal " İnsanlar dinsel inançla yaptıkları kötülükleri başka bir yolla asla bu kadar eksiksiz ve neşeli yapamazlar. "





F. Nietzsche " Zenginler fakirlere Tanrı'dan başka bir şey bırakmadılar. "


 


Viktor E. Frankl " Hayatın anlamını yitirmiş insanlar, doğrudan hazzın, gücün peşinden koşmak gibi bir yanılgıya düşer ve mutsuz olurlar. "