24 Şubat 2013

İnsancıklar - Dostoyevski


Yıl 1846’dır. Genç Dostoyevski, ilk romanı İnsancıklar’ı tamamlar tamamlamaz ev arkadaşı yazar Grigoroviç’e okutur. Grigoroviç o kadar heyecanlanır ki birkaç kez kalkıp Fyodor’un boynuna sarılmak ister; fakat arkadaşının aşırı duygu gösterilerinden hoşlanmadığını bildiği için yapmaz. Grigoroviç ertesi gün romanı yazar ve yayımcı Nekrasov’a götürür; kitaptan çok etkilenen Nekrasov da eleştirmen Belinski’ye... “Yeni Gogol doğdu!” der, Nekrasov, daha kapı ağzında. Aynı günün akşamı, Belinski’ye tekrar uğradığında onu heyecan içinde bulur: “Nerede kaldınız? Nerede bu Dostoyevskiniz? Genç mi? Kaç yaşında? Hemen getirin bana onu!”

Belinski’nin evine getirilen yirmi üç yaşındaki genç yazar, daha sonra orada olanları şöyle anlatacaktır: “Ve işte... beni onun yanına götürdüler. Belinski’yi birkaç yıl önce heyecanla okumuştum, ama bana ürkütücü ve sert gelmişti ve benim İnsancıklar’ımla alay edecek diye düşünüyordum. Beni çok saygılı ve ağırbaşlı bir şekilde karşıladı; ama daha bir dakika bile geçmeden her şey bambaşka oldu... Ateşli ateşli, alevli gözlerle konuşuyordu. “Siz kendiniz anlıyor musunuz?” diyordu bana tekrar tekrar, alışkanlığı olduğu üzere bağırarak, “Ne yazmış olduğunuzu anlıyor musunuz?.. Bütün bu korkunç gerçeği, bizlere göstermiş olduğunuz bu gerçeği siz mi düşündünüz? Olamaz, sizin gibi yirmi yaşında birinin bütün bunları anlamış olmasına imkân yok... Gerçeği keşfetmiş ve bir sanatçı olarak ilan etmişsiniz, size bir yetenek verilmiş, yeteneğinizin değerini bilin ve emin olun, siz büyük bir yazar olacaksınız.”

Yıl 2013. 167 yıl sonra Dostoyevski her kuşağın başucu yazarlarından olma özelliğini koruyor ve İnsancıklar, onun dünya edebiyatına ilk armağanı.
***
Eğer hepimiz Tanrı'nın kulları isek; neden genç bir kız basma entari bulamazken kokanalar ipeklere bürünsün? Neden biri üç gün aç yatarken öbürü tıka basa yesin? Ben öyle sanıyorum ki; bunlar Tanrı'nın bile gücüne gidiyordur. 

İnsan kendisine olan saygısını, onurunu ve güvenini yitirdiği an işi bitmiş demektir. Alabildiğine bir baş aşağı düşüş yaşar. 

Özlem Gülçiçek " Leyla Erbil’e Mektuplar "

  "Öylesine bir hayali arkadaş değil Leyla. Aklına, duruşuna, edebi zenginliğine, korkusuzluğuna, her şeyi merak eden ve kanatarak sorgulayan haline kapıldığım kadın. Bir de inanılmaz tesadüflerle karşıma çıkışı var."
 
Arkadaşlık güzel şey. Ama her güzel şey gibi emek, özen, sahicilik, sorgulama, anlayış, biraz da acı istiyor. Gerçek arkadaşlık için çekip gitmeyi bilmek, yalnızlığı göze almak gerekiyor.

Tam da sorgulamaların ortasında hayatıma Leyla giriyor. Gündeliğimin karmaşasında “Kalan” bir zerafet ve umut oluyor. Taşlarla çarpıyor beni, sonrasını anlatmayayım; anlatmakla olmaz. Her sayfada daha da bağlıyor kendine, hayranlık sevmem ama hayran bırakıyor. Ne istersem anlatıyor, yalnızlık kayboluyor. Üstelik Asuman K.’nun dediği gibi “falcı yazar” o. Sonra Kalan’dan gerçeklikler giriyor hayatıma; defalarca, korkuturcasına.

Anlatacak kimsem olmadığında Leyla’ya anlattım ben hep; Göbeklitepe’yi, Uruk’u, Sea Peoples’ı, Lucy anamızı, Herakleitos’u, sevdiğim deli cazcıları, mitolojiyi, eski Yunan’ı, Şölen’i, yarasaları, Gyges’i, Pannonica’yı, kadınlığımı, hırçınlığımı, tatlığımı, zayıflıklarımı, lümpen saçmalıkları,  yeşil’i, ne varsa hayatımda hep anlattım; hiç sıkılmadı, kitaplarında karşılık verdi bana. Her yerde karşıma çıktı, delice, akıl almaz tesadüflerle. Cümlelerimi tamamladı kitaplarında. Acılarımı, hatalarımı, kızgınlıklarımı, çelişkilerimi de anlattım ona. Yargılamadı hiç beni, sadece bazen yakıştıramadı bazı şeyleri. İçimi açtım, zayıflıklarımı gösterdim. Kalbim kırıldığında şarap içip, Hesiodos okuyup, güldük.  Daha az hata yapmayı, daha doğru sorular sormayı öğretecek bana bir gün.

Öylesine bir hayali arkadaş değil Leyla. Aklına, duruşuna, edebi zenginliğine, korkusuzluğuna, her şeyi merak eden ve kanatarak sorgulayan haline kapıldığım kadın. Bir de inanılmaz tesadüflerle karşıma çıkışı var.

Yapmak için önce yıkmak gerek bazen. Gitmenin onurunu gösterir Leyla. Hep cici evlat, cici arkadaş, cici sevgili olmaya çalışmak kötü işte. Tamam ortalıkta konuşamayız bunları her zaman da, böyle dost ortamında edelim kelamımızı. Yüklerimden kurtulup kurtulup Leyla’nın dostluğuna gittim ben.

Sürekli onay ve alkış beklemiyorum ama bazen -kendimi açtıkça daha da ihtiyaç duyar oldum- paylaşmak istiyorum. Yapayalnız kalabilirim, savrulmam sanırım, bunu göze alarak yola çıktım. Ama yalnızlıklarımız dokunsun istiyorum zaman zaman. Birbirimizin alanına saygı duyarak paylaşmanın çok güzel olduğunu biliyorum. Köpek masumiyeti ve sevinci doğuyor içime. Daha bir kocaman gülümsüyorum.

Sadece sek votka ve acı biber turşusu ve korkunç bir sorgulamacadan oluşan kesitlerimde de Leyla var yanımda. Ben sürekli şikayet edenleri, huysuzları, mutsuzluklarını başkalarına yıkanları sevmem. Komik olmayan acıları da sevmem. Hep ilgi bekler tavırları da sevmem. Leyla acıları, onursuzlukları, ikiyüzlülükleri dibine kadar anlatır ama umudu hep satır aralarında saklıdır. Tembelleri sevmez o.

Güzel arkadaşım en zor anlarda gelir; önce dalga geçer, sonra sorgular, sonra anlamaya çalışırız birlikte, sonra ince ince güleriz. O acıdan beslenen bir kadın değildir, hem de her şeyi eleştirir. Hatalarımızla savrulmayı değil de, mücadeleyi gösterir. Sonra acıdan nefes alamaz bir haldeyken “Acılar insanı daha dürüst, daha onurlu kılar. Her şey evrilir, ben şımarık Ozi’yi özledim.” der.

Konuşamayacaklarımı anlattım ona; insan sevdiklerini ve özelini herkesle konuşmamalı sanki. Dünyayı sevgi kurtaracak dedi, Platon bile böyle dedi, dedi.

Sonra dedi ki: “...neden hala hakikatinin peşindesin sen be kadın,,, hangi hakikatinin,,, ama bilmelisin,,, evet evet insan bilebileceği kadar bilmeli,,, gidebileceği kadar gitmeli...”

Bu şapkadan tavşan çıkmaz. Bilmiş bilmiş konuşurken Leyla öyle bir ayar verir ki, susarsın, utanırsın. Utanmak güzeldir, utanmayı unutmuş insancık yığınları içinde, pek de kıymetlidir. Utanılası arkadaşlıkları bırakmaktan korkmam ki; Leyla’ya nasıl yazarım sonra?

Arkadaşlık kendi aileni kurmak gibi de geliyor bana. Ailenin kan bağından gelenini -hiç değilse de çokça- önemsemiyorum. Ama şanslıyım ki kardeşim, iyi ki kardeşim, dediğim bir kadın. Sevdiğim, saygı duyduğum, akıl danıştığım, güldüğüm, yanımda duran bir kadın. Annem ve babam -mücadeleyle de olsa- hayatıma saygı duyan, en azından kendilerinde müdahale hakkı görmeyen, sorgulamadan seven insanlar.

İnsanın arkadaşlarıyla kendi ailesini kurmasını pek seviyorum; sorularla, acılarla, hatalarla, yalnızlık korkusuyla değil de sevgi ve paylaşımla olanıyla; vıcık vıcık sevgi kelebekliğiyle değil de, hakikat arayışındaki sahici sevgilerle; eleştirerek, sevmenin sakinlik getirdiği bir iklimde kurduğumuz ailemiz. Özne olabildiğimiz ailemiz. Yeşil kalabildiğimiz ailemiz.

Leyla gibi arkadaşlar kolay bulunmaz hayatta. Ama onun gibi hep hakikati aramak, hep hakiki dostluklar kurma çabasında olmak istiyorum.  Zaman, incelik ve özenle bulmaz mıyız hayatımızın en değerli güzelliklerini ne de olsa?     
Özlem Gülçiçek

John Verdon - Aklından Bir Sayı Tut * Gözlerini Sımsıkı Kapat

  Bir adam, posta kutusuna bırakılmış imzasız bir mektup alır. Mektupta şöyle yazmaktadır: “Aklından herhangi bir sayı tut – 1 ila 1000 arasında herhangi bir sayı.” Adam öylesine 658 sayısını tutar. Not şöyle devam etmektedir: “Sırlarını nasıl bildiğimi göreceksin… küçük zarfı aç.”


“Aldıklarını geri vereceksin
Vermiş olduklarını aldığın zaman.
Biliyorum ne düşündüğünü,
Ne zaman uyuduğunu,
Nereye gittiğini,
Nereye gideceğini.
Seninle bir randevumuz var,
Bay 658.”

Sıradanlıklara meydan okuyan, anında başınızı döndürecek ve ilgi çekici karakterlerinin kalp atışlarını tüm gerçekliğiyle hissedeceğiniz bir kitap – Aklından Bir Sayı Tut kolay kolay unutmayacağınız bir roman.

 - - - - - - - - - -

GÖZLERİNİ SIMSIKI KAPAT

New York’un en gözde dedektifiyken, basının kendisine yakıştırdığı isimden hep rahatsız olmuştu: Süper Dedektif. Bir bulmacayla karşılaştığında, mutlaka çözmek isterdi. Gurney’e göre her bulmacanın çözümü için mutlaka bir ipucu vardı.

Peki ya bu sefer yoksa?

Düğün günü öldürülen bir gelin… Ve olaya tanıklık eden yüzlerce davetli. Cinayeti kimin işlediği ortada, herkes kendinden emin ama ya hepsi zekice bir illüzyonla yanıltılıyorsa... Cinayet silahı dahil birçok detayda sürpriz akıl oyunlarını gördüğünde, Gurney tam bir psikopatla karşı karşıya olduğunu anlar.

Gurney şeytanın bile aklına gelmeyecek yöntemleri, soruları ve keskin bakış açısıyla soruşturmaya bambaşka bir boyut kazandıracaktır. Kim daha zeki; Gurney mi, yoksa müthiş bir illüzyondan ibaret katil mi? John Verdon’dan, akıl oyunlarının iç içe geçtiği, sıra dışı bir roman.

“Yine ilki kadar şaşkınlık verici bir olay ve yine dahice çözümler.” Publishers Weekly

“John Verdon gizemli bir olayın akıl almaz örgüsünü işlerken hikayenin en beklenmedik anında ortaya çıkıveren, şeytani bir kurnazlığa sahip. Yazarın büyük ilgi gören AKLINDAN BİR SAYI TUT kitabından sonra beklediğinize değecek.”   Washington Post

 Seçilmiş sözler

Hayat kısa diye düşünüyorum. Ve zaman kaybediyoruz. Hayat kısa. Hepsi bu. Bu üzerinde düşünülmesi gereken bir şey.

Hayatlarımızdaki en büyük acı, kabul etmediğimiz hatalarımızdan gelendir - bizim asıl kimliğimizle uyuşmayan hatalardır. Bize öyle zıtlardır ki, onlara bakmaya katlanamayız. Bir vücutta iki insan oluruz, birbirine katlanamayan iki insan...

Bir süre sonra yüzünde bir gülümsemeyle "Düşünmeyi hiç bırakmazsın, değil mi?" dedi.
Ardından, söylediği gibi yağmur başladı.

    Dünya üzerindeki hiçbir şey kusursuz değildi. Her zaman artılar ve eksiler vardı. Kişi, uğraştığı iş esnasında elindekini en iyi şekilde kullanmalıydı. Bardağın dolu kısmını görmeliydi. Bu, gerçeklikti.
 

Irvin D. Yalom - Nietzsche Ağladığında

Yoğun ve sürükleyici olan yeni bir düşünce romanı sunuyoruz: Nietzsche Ağladığında. Edebiyatla da düşünülebileceğini gösteren müthiş bir örnek...
 
 SAHNE Psikanalizin doğumu arifesindeki 19. yüzyıl Viyana’sı. Entelektüel ortamlar. Hava soğuk. 
AKTÖRLER Nietzche: Henüz iki kitabı yayımlanmış, kimsenin tanımadığı bir filozof. Yalnızlığı seçmiş. Acılarıyla barışmış. İhaneti tatmış. Tek sahip olduğu şey, valizi ve kafasında tasarladığı kitaplar. Karısı, toplumsal görevleri ve vatanı yok. İnzivayı seviyor. Tanrı’yı öldürmüş. “Ümit kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır” diyor. Daha sonra, “Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: Önce kül olmadan kendinizi nasıl yenebilirsiniz?” diyecek. Ümitsiz. 
 
Breuer: Efsanevi bir teşhis dehası. Ümitsizlerin kapısını çaldığı doktor. Psikanalizin ilk kurucularından. Kırkında, bütün Avrupalı sanatçı ve düşünürlerin doktoru olmayı başarmış. Güzel bir karısı ve beş çocuğu var. Zengin. Saygın. Hayatı boyunca “ama” pozisyonunda yaşamış biri. 
 
Freud: Breuer’in arkadaşı. Henüz genç. Geleceği parlak. Şimdi yoksul. 
 
Salomé: Erkeklerin başını döndüren kadın. Çekici. Özgür. Evliliğe inanmıyor. Bazen aynı anda birçok erkekle beraber oluyor. 
Sanatçıları ve düşünürleri tercih ediyor. Kırbacı var. 
KONU Ümitsizlik. Bir gün, erkeklerin başını döndüren kadın, Salomé, Nietzsche’den habersiz Breuer’e gelir. “Avrupa’nın kültürel geleceği tehlikede, Nietzsche ümitsiz. Ona yardım edin” der. Breuer, Salomé’yi tekrar görebilmek umuduyla “peki” der. Ve varoluşun kader, inanç, hakikat, huzur, mutluluk, acı, özgürlük, irade... ve neden, nasıl gibi en önemli duraklarından geçen bir yolculuk başlar... Kendisiyle ve hayatla yüzleşmekten çekinmeyenlere... 
 
- - - - - - - -

Nietzsche Ağladığında

Rus asıllı yazar Irvin D. Yalom’un 1992 yılında kaleme aldığı Nietzsche Ağladığında, ünlü filozofun hayatına dair derin izler taşıyor. Filozofun yaşamından bir bölüme tanıklık etmenizi sağlayacak olan eser, dönemin önemli şahsiyetlerini de hikayesine dahil ediyor. Romanın ana temasına “ümitsizlik” fikrini yerleştiren Yalom, böylece Nietzsche’nin felsefi düşüncelerine dair ipuçlarını da okuyucu ile buluşturuyor.

Baş ucu kitaplarınızdan biri olmaya aday bu şaheser ile siz de ünlü filozofu daha yakından tanıyacak, onu anlayacak ve fikirlerini benimseyeceksiniz. Öyleyse Nietzsche’nin dünyasındaki bilinmeyenlere doğru yolculuğa çıkmaya hazır olun!

Her Şeyden Ümitsiz Bir Filozof: Nietzsche

Henüz yalnızca iki kitabı yayınlanan ve bir üne kavuşamamış olan Nietzsche, ihaneti yakından tatmış, acılarına ise göğüs germeyi seçmiş bir filozof olarak anlatılır. Tanrı onun için bir ölüdür. Mutlu bir hayatı, karısı ve çocukları yoktur. Tek bildiği ise ümit etmenin çok daha büyük hayal kırıklıklarına yol açacağını düşünmesidir. Kendisinin bu karamsar ruh halinden endişe duyan Salomé, Nietzsche’nin hayatında derin izler bırakan güzel, çekici, cesur ve bir o kadar da zeki bir kadındır.

Salomé, bir gün Breuer’e isimsiz bir mektup göndererek, Avrupa’nın kültürel geleceğinin tehlikede olduğunu, Nietzsche’nin de ümitsiz olduğunu söyler ve kendisinden yardım ister. Breuer, Salomé’un çekiciliği karşısında ona karşı koyamaz ve Nietzsche’ye yardım edeceğine dair söz verir. Ancak bu o kadar da kolay olmayacaktır. Çünkü ünlü filozof, yardımı asla kabul etmemektedir. Üstelik hasta olduğunu da inkar eder. Bu andan itibaren zorlu bir süreç başlar. Breuer, Nietzsche’nin ruhsal bozukluklarına değinmeye çalışacaktır. Bu esnada da yakın arkadaşı ve öğrencisi olan Freud ile sık sık görüşecek ve uyguladığı tedavi yöntemlerini aktaracaktır.

Nietzszche’nin ruhsal dünyasına derinlemesine bir bakış atacak olan Breuer, aynı zamanda ümitsizliğinin ardındaki gerçekleri gün yüzüne çıkarmaya çalışacaktır. Nietzshe’nin inadını kırıp Breuer’den yardım istemesi sonucu ikilinin arasında gelişen yakın dostluk ikisine de oldukça iyi gelecektir.

Bunları Biliyor muydunuz?

Stanford Üniversitesi’nden emekli olan Irvin D. Yalom, Varoluşçu Psikoterapi’nin en önemli temsilcilerinden biri olarak görülüyor. Yalom’un, aynı zamanda 2009 yılında Uluslararası Sigmund Freud – Psikoterapi Ödülü’nü aldığı biliniyor.

"Bir daha hiç incinmemenin yolunu bulmuştum:
Eğer kimsenin benim için önemli olmasına izin vermezsem bir daha asla böyle bir kayıp yaşamazdım."
Nietzsche Ağladığında

Açık - Cahit Külebi

 

Biz hep açık konuştuk.
Gökyüzünden maviydi sözlerimiz.
Sığ bataklarda değildik, kuşlar gibiydik,
Uçarıydık.
Gözlerimizde Şavkıyan parıltılar gibiydik.
Biz iyiye iyi, güzele güzel dedik.
Masallardan çekerdik mısraları, tülbent gibi.
Yalnız, şiirlerde yalan söylemezdik,
Umutlarımızda, hayallerimizde de yalancı değildik.

Biz buğday tarlalarında buğday,
Ağu yeşili bahçelerde ot,
Trenlerde düdük sesiydik.
Yıldızlara çobandık, değirmenlere su,
Bozkırlara bulut gölgesiydik.
Seller aktı gitti.
Biz kaldık.

Bulutlar uçtu gökyüzünden.
Rüzgarlar darmadağın etti. 

Ne bahçesinden hayır var, ne güzünden.

Akıl da bulutlar gibi çekip gitti.
Nerden bilirdik, çalışmaktan
Kocayacağını sevgililerin,
Yaşamanın güzelliği kadar
Hoyratlığını, bezginliğini...
Biz kaldık, koyup gitti bahar,
Her şeyi nerden bilirdik.

Ada - Bertolt Brecht

 Her insan kendi adasında yaşar
Takırdatarak dişlerini ya da terleyerek.
Gözyaşları, içer
Şeytanın edebiyat bilgilerini
Onun dişlerini takırdatması
Kimseyi yerinden kıpırdatmaz.

Her insan kendi dilinde konuşur
Ve hiç kimse anlamaz ne söylediğini
Kafasındakı ışığın.
Sonra iyi olarak da anlaşılmaz.
Düşkırıklığı ve incinmedir
Gerçek utanmazlıklar.