30 Mayıs 2020

Voltaire Hakkında Bilmeniz Gereken

1. Ünlü mahlasının kökenleri belirsizdir.
Voltaire’ın babasıyla ilişkisi, onu edebiyata olan arzusundan vazgeçirmeye çalışması ve hukuk alanında bir kariyere zorlamaya çalışması yüzünden gergindi. Muhtemelen babasının değerlerini reddettiğini göstermek için, ailesinin adını kullanmayı bıraktı ve 1718’de ilk oyununu tamamladıktan sonra “Voltaire” kalem adını kabul etti. Voltaire mahlasının anlamını asla açıklamamıştı, bu yüzden akademisyenler sadece isminin kökenleri hakkında sadece tahmin yürütebiliyor. En popüler teori bu ismin “Arouet” kelimesinini Latinize bir okunuşundan evrildiği yönünde ama başka teoriler bunun aile malikanesinin ismine bir gönderme ya da Voltaire’ın inatçılığına iğneli bir gönderme olarak verilmiş olabilecek “gönüllü” [volunteer] takma adına bir işaret olabileceği yönünde.

2. Yaklaşık bir yıl boyunca Bastille’de hapsedildi.
Voltaire’ın iğneleyici zekâsı ilk olarak Mayıs 1716’da, Fransız kral naibinin ailesiyle alay eden şiirler yazdığı için Paris’ten sürgün edilmesiyle başını belaya soktu. Ancak Voltaire çenesini tutamıyordu ve sadece bir yıl sonra Kral naibinin, kızıyla ensest bir ilişki içerisinde olduğunu ima eden skandal bir şiir kaleme almasıyla tutuklandı ve Bastille’e hapsedildi. Bastille’de kaldığı sürenin kendisine düşünmek için fırsat olduğunu söylüyordu ve serbest kalana kadar parmaklıkların arkasında 11 ay geçirdi. Daha sonra Nisan 1726’da kendisine hakaret eden ve döven bir aristokratı düelloya davet ettiği için Bastille hapishanesinde kısa bir süre daha geçirmek zorunda kaldı. Hapis cezasından kurtulmak için kendisini üç yıllığına gönüllü olarak İngiltere’ye sürdü.

3. Fransız piyangolarındaki bir açıktan faydalanarak çok zengin oldu.
1729’da Voltaire, matematikçi Charles Marie de La Condamine ve başkalarıyla birlikte Fransız ulusal piyangosundaki bir boşluktan yararlanmak amacıyla biraraya geldi. Hükümet her ay çok büyük ödüller veriyordu ancak hesaplamadaki bir hata, ödemelerin piyasadaki tüm biletlerin değerinden daha büyük olmasına neden oluyordu. Bunu akılda tutan Voltaire, La Condamine ve diğer kumarbazların oluşturduğu grup tekrar tekrar piyasayı ele geçirebildi ve büyük kazançlar elde etmeyi başardı. Plan, Voltaire’a neredeyse yarım milyon franklık bir kazanç sağladı, hayatı boyunca yetecek para kazandırarak kendisini sadece edebi kariyerine adamasına olanak verdi.

4. Olağanüstü üretken bir yazardı.
Voltaire, bilim, siyaset ve felsefe üzerine 50’den fazla oyun ve Rus İmparatorluğu’ndan Fransız Parlamentosuna kadar her şey üzerine çeşitli tarih kitapları yazdı. Kariyerine aynı zamanda yığınla şiir ve gerek arkadaşları, gerek çağdaşlarıyla yazışmalarından oluşan 20,000’e yakın mektup sığdırdı. Voltaire, çoğu zaman hala yataktan sekretere dikte ederek günde 18 saate kadar mesai yaparak müthiş üretimini sürdürdü. Yüksek miktarda kafein tüketmiş de olabilir; bazı kaynaklara göre günde 40 fincan içtiği söylenir.

5. En ünlü eserlerinin çoğu yasaklanmıştı.
Yazıları dini kurumlardan adalet sistemine kadar her şeyi aşağıladığı için Voltaire, Fransız hükümetinin sansürüne sık sık maruz kaldı. Çalışmalarının büyük bir kısmı engellendi ve yetkililer bazı kitaplarının devlet idaresi tarafından yakılmasını emretti. Sansürlerle mücadele etmek için, Voltaire eserlerinin çoğunu yurtdışında bastı ve yazılarını takma adlar altında yayınladı. Ünlü romanı “Candide” aslen “Dr. Ralph” e bir atıftı ve hem hükümet hem de kilise tarafından kınandıktan sonra birkaç yıl boyunca eserin kendine ait olduğunu açıklamadı. İsimsiz kalmaya yönelik oldukça üstün çaba göstermesine rağmen, Voltaire neredeyse sürekli olarak tutuklanma korkusu yaşamıştır. 1734’te “İngiliz Milletine İlişkin Mektuplar” adlı eseri yayımlandıktan sonra Fransız kırsalına kaçmak zorunda kaldı ve daha sonra hayatının çoğunu İsviçre’de gayri resmi sürgünde geçirdi.

6. Sir Isaac Newton ve elma ile ilgili ünlü hikayeyi popüler hale getirdi.
İki kişi hiç bir zaman bir araya gelmemiş olsa da, Voltaire İngiliz fizikçi ve matematikçi Sir Isaac Newton’un büyük bir taraftarıydı. Newton’un “Principia Mathematica” adlı eserinin bir kopyasını aldıktan sonra eserin önünde saygıdan diz çöktüğünü söyledi. Voltaire, Newton’un fikirlerini popülerleştirmede kilit bir rol oynadı ve Newton’ın yerçekimi üzerine kuramını nasıl geliştirdiğine dair ilk sunumu oluşturdu. Voltaire, 1727 tarihli “Epik Şiir Üzerine Deneme” adlı kitabında, Newton’un “Yerçekimi Sistemi’ne dair ilk fikirlerin, bir ağaçtan düşen bir elmayı gördüğü anda aklında oluştuğunu” yazmıştır. Voltaire, iddia edildiği gibi, “Eureka!” hikayesinde orijinal kaynak değildi, ancak onun bu hikayeyi anlatımı Newton’un biyografisinin ünlü bir parçası olmasında etkiliydi.

7. Fransız hükümeti için kısa bir süre casusluk yaptı.
Voltaire, 1730’ların sonlarında Büyük Frederick ile ateşli bir yazışmaya girdi ve daha sonra Prusya kralı ile şahsen tanışmak için birkaç yolculuk yaptı. 1743’teki bu ziyaretlerden önce Voltaire, Fransız sarayının gözündeki itibarını düzeltmek için yeni konumunu kullanmaya yönelik ihtiyatsız bir plan hazırladı. Hükümete muhbirlik yapmak için anlaşmaya vardıktan sonra, Fransızlara Frederick’in dış politikası ve ekonomik durumu hakkında birkaç mektup yazdı. Ancak Voltaire berbat bir casustu ve planı, Frederick amaçlarından şüphelenmeye başladığında çabucak suya düştü. Buna rağmen ikisi yakın arkadaş olarak kaldılar, hatta bazıları sevgili olduklarını bile iddia etti ve Voltaire daha sonra 1750’de Frederick’in sarayında daimi bir pozisyon almak için Prusya’ya taşındı. İlişkileri 1752’de Voltaire’ın Prusya Bilimler Akademisine bir dizi sarsıcı saldırı yapmasıyla bozuldu. Frederick, Voltaire’ı şiddetle azarladı ve yazdığı hiciv broşürünün kamuya açık şekilde yakılmasına karar verdi. Voltaire, iddialara göre bir arkadaşına “16 yıldır Frederick hakkında hevesliydim ama bizzat kendisi beni bu uzun hastalıktan iyileştirdi.”diyerek, 1753’te saraydan ayrıldı.

8. Hiç evlenmemiş veya çocuk babası olmamıştır.
Voltaire teknik olarak bir bekar olarak öldü ancak kişisel hayatı metresler ve uzun süreli ilişkilerle doluydu. Dahi -ve pekâla evli- Émilie du Châtelet ile 16 yıllık ünlü bir ilişkisi oldu ve daha sonra, kendi yeğeni Marie-Louise Mignot’la gizli bir birliktelik yaşadı. İkisi 1750’lerin başından ölümüne kadar evli bir çift olarak yaşadı ve hatta 1760’da Marie-Françoise Corneille adında yoksun bir genç kadını evlat edindiler. Voltaire daha sonra Corneille’in evliliğinde çeyiz parasını verdi ve pek çok kez kendisi ve Mignot’nun Corneille’in “ebeveynleri” olduğunu söyledi.

9. Yaşlılığında başarılı bir saatçilik işi kurdu.
1770’lerde İsviçre’nin Ferney kentinde yaşarken Voltaire, bir grup İsviçreli horologla birlikte, kendi evinde bir saatçilik işi başlatmaya karar verdi. Yönetici ve sermayedar olarak yetmişlerindeki Voltaire’le, bu uğraş kısa zamanda köy çapında bir endüstri haline geldi ve Ferney saatleri Avrupa’nın en iyileriyle rakip oldu. Bir defasında Vatikan Büyükelçisi’ne bir mektubunda saatleri ile ilgili “Saatlerimiz çok sağlamdır” diye yazmıştır, “Çok şık, çok iyi ve ucuz”. Voltaire, işletmeyi Ferney ekonomisini desteklemek için bir yol olarak gördü ve kaymak tabaka olan geniş çevresini olası alıcılar bulmak için kullandı. Nihayetinde saatlerini Büyük Catherine ve Fransa Kralı XV. Louis’in beğenisine sunmayı başardı.

10. Ölümü bile tartışmalara yol açmaya devam etti.
Voltaire 1778’de Paris’te, 28 sene sonra ilk kez oyunlarından birinin yapımını denetlemek için şehre döndükten birkaç ay sonra öldü. Hayatının son birkaç günü boyunca, Katolik Kilisesi yetkilileri, ömür boyu deist olan ve organize dini sık sık eleştiren Voltaire’i görüşlerini geri çekmeye ikna etmek ve ölüm döşeğinde günah çıkarması için tekrar tekrar ziyaret ettiler. Büyük yazar lakayıt bir tavırla “İzin verin huzur içinde öleyim” diyerek rahipleri başından savdı. Onun reddi, resmiyette bir Hristiyan olarak gömülmeyi de reddettiği anlamına geliyordu ama arkadaşları ve ailesi resmi emir gelmeden Fransa’nın Champagne bölgesinde gizli bir yer bulmayı başardı ve Voltaire oraya gömüldü.
Çevirmen: Büşra Tatoğlu
Kaynak: History.com

Mihail Bakunin "Bilim ve İktidar Üzerine"



Farz Edelim Bilimin En Ünlü Temsilcilerinden  oluşan bilgili bir akademi bulunmakta; farz edelim bu akademi toplum için kanun yapmakla ve onun örgütlenmesiyle görevlendirilmiş ve yalnızca hakikat aşkından ilham alarak sadece bilimin son keşifleriyle uyum içinde yasalar düzenlemekte olsun. Güzel, ama ben kendi payıma, bu şekilde kanun yapmanın ve böyle örgütlenmenin bir canavarlık olacağını ve bunun iki nedeni olduğunu iddia ediyorum: İlk olarak insan biliminin her zaman ve zorunlu olarak eksik oluşu ve keşfedilenleri keşfedilmeyi bekleyenlerle kıyaslayarak insan biliminin halen beşikte olduğunu söyleyebiliriz. İnsanın kolektif ve bireysel pratik yaşamını bilimin son verileriyle katı ve dışlayıcı bir uygunluk için tepiştirmeyi denemek için toplumu ve bireyleri Procrustes’un yatağında şehit olmaya mahkum etmeliyiz, ki bu da çok geçmeden onları alt üst ederek boğmakla sonlanacaktır, hayat bilimden sonsuz büyük bir şey olarak kalmaya hep devam edecektir.

İkinci neden ise, bilimsel bir akademiden çıkan kanunlara, bu kanunların rasyonel karakterini anladığı için değil(bu durumda akademinin varlığı yararsız olacaktı), akademiden çıkan bu kararlar anlaşılmadan yüceltilen bir bilim adına dayatıldığı için itaat etmesi gereken bir toplumun, böyle bir toplumun insanlardan değil hayvanlardan oluşacak olması…

Ama böyle bir yönetimi olanaksız kılan üçüncü bir neden daha var; yani bir egemenlik, sözün gelişi, mutlak yetki verilmiş olan bir bilimsel akademi en saygın kişilerden oluşmuş olsaydı bile çok geçmeden şaşmaz bir şekilde ahlaki ve entelektüel bozulmayla sona ererdi.

Bu ayrıcalığın ve ayrıcalıklı her pozisyonun insanların aklını ve kalbini öldürme özelliğidir. Ayrıcalıklı insan ister politik ister ekonomik olarak olsun, aklen ve kalben bozulmuş bir insandır…

Toplumun yönetimi kendisine teslim edilen bilimsel bir yapı çok geçmeden kendini bilime değil, oldukça başka bir işe adayacaktır ve bu iş, kurulu tüm iktidarlarda olduğu gibi, onun ilgisine teslim edilmiş olan toplumu çok daha ahmak ve bunun sonucunda onun yönetimine ve yönlendirmesine çok daha muhtaç kılarak kendisini sonsuza kadar idame ettirmek olacaktır.

Ama bilimsel akademiler için geçerli olan bu durum bütün kurucu ve yasamacı meclisler için de geçerlidir, bunlar evrensel oy hakkıyla seçilmiş olsalar bile. Son durumda niteliklerini yenileyebilirler, bu doğru olmakla birlikte birkaç yıl içinde, kanunen olmasa bile ayrıcalıklı olan, kendilerini sadece bir ülkenin kamu meselelerine hizmet etmeye adayan, sonunda bir tür politikacılar grubunun oluşumunu engellemez. Amerika Birleşik Devletleri’ni ve İsviçre’yi müşahade edin.

Sonuç olarak, ne harici yasama ne de otorite -hoş, biri diğerinden ayrılamaz ve her ikisi de toplumun köleliğine ve yasa koyucuların kendilerinin bozulmasına vesile olur.

Bundan her otoriteyi reddettiğim mi çıkıyor? Böyle bir düşünce benden uzak. Çizmeler konusunda, çizme yapan kişinin otoritesine başvururum; evler kanallar ya da demir yollarıyla ilgili olarak mimar ya da mühendise danışırım. O ya da bu özel bilgi için o ya da bu alime başvururum. Ama ne çizme yapan kişinin, ne mimarın ne de alimin bana otoritesini dayatmasına izin veririm. Onları özgürce, zekalarının, karakterlerinin, bilgilerinin hak ettiği saygıyı göstererek dinlerim, itiraz kabul etmez eleştiri ve sansür hakkımı daima yedekte saklı tutarım. özel bir daldaki otoriteye başvurmakla yetinmem; çeşitli otoritelere danışırım,  bunların görüşlerini mukayese ederim ve bana en makul gelen neyse onu seçerim. Ama hiçbir şaşmaz otoriteyi tanımam, özel sorularda bile; sonuç olarak o ya da bu bireyin dürüstlüğüne ve içtenliğine ne kadar saygı duyarsam duyayım, hiç kimseye mutlak güven beslemem. Böyle bir güven benim aklım, özgürlüğüm ve hatta girişimlerimin başarısı için öldürücü olurdu; beni hemen aptal bir köleye, diğerlerinin arzu ve çıkarlarının bir aracına dönüştürürdü…

Bilimin misyonu, güncel ve gerçek olguların genel ilişkisini gözlemleyerek fiziksel ve toplumsal dünyanın fenomenlerinin gelişiminde var olan genel yasaları saptamaktır; bilim, söz gelimi, çok dikkatli bir şekilde gözlemlenmesi gereken, görmezden gelinmesi ya da atlanması her zaman için ölümcül olan genel koşullara işaret ederek insanlığının genişleyen sınırlarının değişmez sınır taşlarını tespit eder. Bilim tek kelimeyle hayatın pusulasıdır, ama hayatın kendisi değildir. Bilim değişmezdir, gayri şahsidir, genel, soyut, duygusuzdur, tam da ideal üremenin yadaları gibi…Hayat tamamıyla gelip geçicidir ama kalbi gerçeklikte ve bireylikte duyarlıkta acılarda hazlarda özlemlerde ihtiyaçlarda ve tutkularda atar. Tek başına spontane bir şekilde gerçek şeyleri ve varlıkları yaratır. Bilim ise hiçbir şey yaratmaz: Hayatın yarattıklarını saptar ve teşhis eder sadece…

Bilim soyutlamalar dünyasının dışına çıkamaz. Bu açıdan sanattan çok çok aşağıdadır, ki sanat da genel türlerle ve genel durumlarla kendine özgü bir biçimde ilgilenir, ancak kendine has bir beceriyle onlara, gerçek hayat anlamında yaşamasalar bile bizim hayal gücümüzde hayatın anısını ve hissini uyandıran şekiller içinde vücut verir; sanat, bir anlamda, hayal ettiği türlere ve durumlara kişilik kazandırır; yaratmaya muktedir olduğu, etten kemikten olmayan ve bunun sonucunda kalıcı ve ölümsüz kişilikler vasıtasıyla gözlerimizin önünde beliren ve yok olan yaşayan, gerçek bireyleri zihnimize geri çağırır. Öyleyse sanat soyutlamanın hayata nüksetmesi gibidir; bilim ise aksine, alıkonulamaz, geçici ama gerçek olan hayatın sürekli olarak sonsuz soyutlamaların sunağında kurban edilmesidir.

Bilim bir insanın olduğu kadar bir tavşanın kişiliğini de kavramakta yetersizdir, her ikisine de eşit biçimde kayıtsızdır. Bunun nedeni bireylik ilkesinden bihaber olması değildir: Onu bir ilke olarak mükemmel bir biçimde kavrar, ama bir gerçek olarak değil. İnsan türleri dahil bütün hayvan türlerinin eşit şekilde firari yeni bireylere yer açmak için doğup ölen belirsiz sayıda bireyler dışında gerçek bir varlığa sahip olmadığını gayet iyi bilir. Hayvan türlerinden daha üst türlere yükselirken bireylik ilkesinin daha belirgin bir hal aldığını, bireylerin daha özgür ve daha eksiksiz ortaya çıktığını bilir. Yeryüzünün en son ve en mükemmel hayvanı olan insanın, toplumsal ve kişisel varlığının evrensel yasası gibi olan algılama , somutlaştırma, kişilik verme gücü nedeniyle en eksiksiz ve en göze çarpan bireyselliği arz ettiğini bilir. Son olarak teoloji ve metafizik, politik ya da adli kuramcılık veya dar bir bilimsel gurur tarafından lekelenmediğinde, yaşamın içgüdülerine ve spontane özlemlerine sağır olmadığında insanlığın en yüksek yasasının insana saygı olduğunu ve tarihin gerçek büyük amacının tek meşru amacının toplumda yaşayan her bireyin insanlaşması, serbest kalması, gerçek özgürlüğü, zenginlik ve mutluluğu olduğunu bilir (ve bu onun son sözüdür)…

Bilim tüm bunları bilir ama bunların ötesine ne gider ne de gidebilir. Doğası bizzat soyutlama olduğundan, gerçek ve yaşayan bireylik ilkesini yeterince iyi bir şekilde kavramakla birlikte gerçek ve yaşayan bireylerle hiç temas kuramaz; bireylerle genel olarak alakadar olur ama Peter ya da James’le değil bilim söz konusu olduğunda bir varlığa sahip olmayan, olamayan o ya da bu kişiyle değil… 
 
Kendi doğası onun Peter ve James’in varlığını görmezden gelmeye zorladığından ne ona ne de onun adına bir başkasına Peter ve James’i yönetme izni verilemez. Çünkü onlara neredeyse tavşanlara davrandığı gibi davranma kabiliyetinde olacaktır. Ya da daha doğrusu onları görmezden gelmeye devam edecektir; ama onun ruhsatlı temsilcileri, hiç de soyut olmayan aksine gayet aktif bir hayat süren ve çok değerli ilgilere sahip olan insanlar, ayrıcalığın insanlar üzerinde kaçınılmaz bir biçimde tatbik ettiği öldürücü etkiye teslim olarak, sonunda bilim adına diğer insanları soyacaktır, tıpkı bu insanların şimdiye kadar papazlar, her türden politikacılar ve avukatlar tarafından Tanrı, Devlet, hukuki Adalet adına soyuldukları gibi.

Benim bu durumda telkin ettiğim şey, belli bir dereceye kadar yaşamın bilime, daha doğrusu bilimin yönetimine başkaldırmasıdır, bilimi yıkmak değil -bu insanlığa büyük bir ihanet olurdu- bir daha asla yerini terk etmemesi için ona yerini hatırlatmak…

Bilim bir yandan toplumun rasyonel örgütlenmesi için zorunludur, diğer yandansa gerçek ve canlı olanla ilgilenme yeteneğine sahip olmadığından, toplumun gerçek ya da pratik örgütlenmesine müdahale etmemelidir.

Bu çelişki sadece bir yolla çözülebilir; bilim herkesin yaşamının dışında var olan ve bir grup kıdemli alim tarafından temsil edilen ahlaki bir varlık olarak tasfiye edilerek kitlelerin arasında yayılması gerekir. Toplumun kolektif bilincini temsil etmesi istenen bilim bundan böyle gerçekten herkesin mülkiyeti haline gelmelidir. Bu suretle, evrensel karakterinden hiçbir şey kaybetmeden – ki bilim olmaktan çıkmadığı sürece kendini bu karakterden mahrum bırakamaz- ve kendisini sadece genel nedenlerle, bireylerin ve şeylerin koşulları ve sabit ilişkileriyle meşgul ederek, tüm bireylerin mevcut ve gerçek yaşamıyla bilfiil meşgul hale gelecektir… 
 
Bilimsel soyutlamalar dünyası tecelli etmez; bu dünya yalnızca genel ya da soyut ifadesi ve temsili olduğu gerçek dünyanın tabiatında mevcuttur. Ayrı bir alan oluşturduğu sürece özellikle de bir camia olarak alimler tarafından temsil edildiğinde bu ideal dünya iyi bir Tanrı’nın gerçek dünyanın yerine geçmesiyle tehdit edecek ruhbanlık makamını da lisanslı temsilcilerine ayıracaktır. İşte bu nedenledir ki kitlelerin ayrıcalıklı papazlarca güdülüp kırpılan hayvan sürüleri olmaya son verip kaderlerinin yönünü kendi ellerine alabilmelerini sağlayacak, mevcut her şey için eşit bir genel öğrenim yoluyla alimlerin özel toplumsal örgütlenmesini tasfiye etmek gerekmektedir. 
 
Bakunin’in en çok basılan ve çevrilen yazılarından birinden God and the State(Tanrı ve Devlet) adlı denemesinden alınmıştır. Bu metin 1871’de yazılmış, Bakunin’in ölümünün ardından Carlo Cafiero ve Êlisêe Reclus tarafından 1882’de yayımlanıştır. Aşağıdaki çeviri Emma Goldman’ın Mother Earth basımevi tarafından yayımlanan 1916 tarihli İngilizce baskıdan alınmıştır.