05 Ocak 2015

Bir Çöl Rüzgarı Ömrümüz - Ömer Hayyam

Rubailer
Yoğun bir acıyla titrediğinde ve artık gözyaşların da akmadığında, yağmurdan sonra harelenen çimenleri düşün! Ne zaman duru bir gökyüzüyle çılgına dönüp, sonsuz bir gecenin dünyaya çökmesini dilersen, uykusunda gülümseyen bir çocuğu hatırla!

Her aşkın başlangıcı: Tatlılık, dostluk ve güzellik!
Ardından, sevmeler okşamalar! Ve sonra, yırtık bir zarf gibi yürekler…
Herbiri bir yanda!
Yeryüzünde yüzyıllar boyu okunan ender ozanlardan biri Hayyam.

Bu ölümlü dünya güzelliğinin anlamını sorgulayan şiirleri insanların dilinden düşmüyor.İnsanın temel sorunlarının konu edinildiği rubailer, katı düşünce sistemlerinin egemen olduğu bir dünyada hayatın güzelliklerini öne çıkarmasıyla her dönemde yaygın biçimde okundu

Neye yarar?
Bir meyhaneye çöküp vicdanı sınava
çekmek. Camide secdeye kapanmak bitmiş
bir ruhla. Bir yazgımız olduğunu bilmek
ve ne yazıldığını hiç bilmemek:

Dert değil!

Öyle davran ki,
kimse bilgeliğinden acı çekmesin. Kendini
tut, öfkelenme. Gerçek bir gönül arılığına
varmak istiyorsan, senden başka hiç kimseye
vurmayan
talihine gülümse!

Ne aşağılıktır,
sevmesini bilmeyen, sevgiden esrimeyen
yürek! Sevmiyorsan eğer, ayın ya da
güneşin tatlı parlak ışınlarına nasıl
değer biçersin?

Cehennem
korkakları sığınırlar tapınaklara…
Tanrı’nın yüceliğini bilenler, kalplerine
sokmazlar böyle düşünceleri!

Definemiz
şarap, köşkümüz meyhane. Sarhoşluk
ve susuzluk en eski dostlarımız. Bir
hırka, bir kadeh, bir ruh ve bir yürekle
ne topraktan sakınınız, ne
ateşten
ne sudan!

Yakınma
bu dünyada dostlarının azlığından!
Birkaç candostundan öte umursamaz
hiçbiri. Bir insanın elini almadan
önce, o elin bir gün sana vurmayacağını
düşün!

Cenneti
ve cehennemi arıyordum, dünyanın ve
sonsuzluğun ötesinde. Görkemli bir ses
yankılandı göklerde: “Ne arıyorsun?
Cennet de sendedir, cehennem de!”

Umurumda
değil dünya! Doldur kadehi güzelim.
Dudakların bir goncagül bu akşam…
Yanakların gibi lâl olsun şarap…
Ve pişmanlıklarım uçup gitsin
zülfündeki
rüzgârla!

Ben, her zaman
Ermişlerin veresiye mutluluğuna karşın
yaşam şarabının peşin coşkusunu seçtim.
Gönlüm yok
Uzaktan hoş gelen tambur sesinde!

Gül gibi
bir yüzü okşamadan önce, dikenlerini
ç›karmalısın bedeninden, benliğinden!
Bak şu tarağa: Bir odun parçasıydı..
Kesildi, parçalandı, ne acılar çekti.
Ama şimdi, bir güzelin kokulu
saçlarında!

Tanrı,
ey Tanrı, cevap ver bize: Göz verdin,
güzellikler verdin. Mutluluğu tattırdın!
“Bakma, görme!” diyorsun, “Tatma”
diyorsun… Dolu bir kadehi boşaltmadan
ters çevirin
bakalım!

Sabah rüzgârı,
giysilerinden soyunan güllerin fisıltısıyla
duyulduğunda, yalnız biri vardır yaşam› anlamlı
olan: Uykuda gülümseyen masum bir genç
kız! İşte buna içmeli ve kırmalı
kadehi sonra!

Bilgisizler, 
ya da çokbilmifller: “Ruh ve beden ayrıdır.”
derler! Ben de derim ki: “Şarap
var, şarap! Ayrılığı›, endişeyi yok
eden!”

Ölümden
korkmuyorum! Doğduğum andan beri yakamı
bırakmayan hayata yeğlerim ölümü! Nedir
ki hayat? Ben istemeden, bana emanet
edilen armağan… Umursamadan geri
vereceğim!

Biraz ekmek,
biraz taze su! Bir ağaç gölgesi ve gözlerin! Hiçbir
Sultan benden mutlu değildir artğk! Ve
hiçbir dilenci,
benim gibi kederli!

Her aşkın
bafllangıcı: Tatlılık, dostluk ve güzellik!
Ardından, sevmeler okşamalar! Ve sonra, yırtık
bir zarf gibi yürekler… Herbiri bir
yanda!

“İçme artık,
Hayyam!” diyorlar bana. Oysa ben içince
anlıyorum lâlelerin, güllerin, zambakların dilini.
Ve karşımda suskun duran sevgilimi!

Bak, ne diyor
gül: “Dünyanın hârikasıyım! Bir damla
gülsuyuna, nasıl kıyarlar bana?” İçini çekti bülbül:
“Bir mutlu günün ardından bin yıl gelir
gözyaşlarıyla!”

Yoğun
bir acıyla titrediğinde ve artık gözyaşların
akmadığında, yağmurdan sonra harelenen çimenleri
düşün! Ne zaman duru bir gökyüzüyle çılgına
dönüp, sonsuz bir gecenin dünyaya çökmesini
dilersen, uykusunda gülümseyen bir çocuğu
hatırla!

Şems-i Tebrizi - Hiç

 
"Sözün kıymetini " Lal " olandan,
Ekmeğin kıymetini " " olandan,
Aşkın kıymetini " Hiç " olandan öğrenmeli insan...'' 
 
 

Paulo Coelho - Işığın Savaşçısının Elkitabı

 
Işığın savaşçısının ne yapacağı önceden belli olmaz.
İşe giderken yolda dans edebilir, hiç tanımadığı birinin gözlerine bakıp ilk
görüşte aşktan söz edebilir ya da saçma sapan bir düşünceyi savunabilir. Işığın
savaşçılarının böyle davrandığı günler olabilir.
Eskiden tattığı kederleri için üzülmekten ya da yeni keşfettiği bir şeye
sevinmekten çekinmez. Sırasının geldiğini hissederse elindeki her şeyi bir yana
bırakıp uzun zamandır hayalini kurduğu bir serüvene atılabilir. Artık devam
edemeyeceğini anlarsa dövüşmekten vazgeçer ama beklenmedik budalalıklar
yaptım diye kendini asla suçlamaz.
Bir savaşçı, başkalarının kendisine biçtiği rolü oynamaya çalışarak zaman
yitirmez.

Işığın savaşçılarının gözlerinde hep belli bir ışıltı bulunur.
Bu dünyaya aittirler, başkalarının hayatlarının bir parçasıdırlar, yolculuklarına
çıkarken sırtlarında heybeleri, ayaklarında sandaletleri yoktur. Çoğu kez
cesaretsizdirler. Her zaman doğru kararı almazlar.
En önemsiz şeyler için üzülürler, düşünceleri sıradandır, bazen de
büyüyemeyeceklerine inanırlar. Çoğu kez, lütuf görmeyi ya da mucizeyi hak
etmediklerini düşünürler.
Bu dünyada ne yaptıklarına her zaman emin olamazlar. Hayatlarının anlamsız
olduğuna inanarak uykusuz geceler geçirirler.
İşte bu yüzden ışığın savaşçısıdırlar. Hata yaptıkları için. Kendilerine soru
sordukları için. Bir neden aradıkları için - ve onu kesinlikle bulacakları için.

Işığın savaşçısı, davranışlarının başkalarına çılgınca gelebileceğine hiç aldırmaz.
Tek basınayken yüksek sesle kendi kendine konuşur. Biri ona bunun meleklerle
konuşmanın en iyi yolu olduğunu söylemiştir, bu yüzden o da şansını deneyip
onlarla bağlantı kurmaya çalışır.
İlk başta, bu ona çok güç gelir. Söyleyecek bir şeyi olmadığını düşünür,
anlamsızca gevezelik edip duracağım sanır. Böyle bile olsa savaşçı pes etmez.
Sabahtan akşama kadar yüreğiyle konuşur. Aklına yatmayan şeyler söyler,
saçma sapan konuşur.
Günün birinde, sesinde bir değişiklik fark eder. İlahi bir güce sözcülük ettiğini
anlar.
Savaşçı, deliye benzeyebilir, ancak bu hali yalnızca bir kılık değiştirmedir.

Işığın savaşçısı, ele geçirmeyi kafasına koyduğu yeri dikkatle inceler.
Hedef ne kadar zorlu olursa olsun, engelleri aşmanın bir yolu hep bulunur.
Savaşçı alternatif yollar arar, kılıcını biler, karşı koyabilmek için yüreğini gerekli
azimle doldurmaya çalışır.
Ama ilerlerken, hiç hesapta olmayan güçlükler çıktığını fark eder.
En uygun ânı beklerse asla yola çıkamayacaktır; bir sonraki adımı atabilmek için
gözünü karartması gerekecektir.
Savaşçı, gözünü karartır. Çünkü- hem aşkta hem savaşta- her şeyi önceden
görebilmek olanaksızdır.

Işığın savaşçısının savaşa girmekten korktuğu olmuştur.
Işığın savaşçısının, herhangi bir zaman, yalan söylediği ya da birisine ihanet
ettiği olmuştur.
Işığın savaşçısının kendisine ait olmayan topraklara girdiği olmuştur.
Işığın savaşçısının, çok önemsiz nedenler yüzünden acı çektiği olmuştur.
Işığın savaşçısının, hiç değilse bir kez, ışığın savaşçısı olmadığım sandığı
olmuştur.
Işığın savaşçısının manevi görevlerinde kusur işlediği olmuştur.
Işığın savaşçısının 'hayır' demek isterken 'evet' dediği olmuştur.
Işığın savaşçısının sevdiği birini kırdığı olmuştur.
İşte bu yüzden ışığın savaşçısıdır o, bütün bunları yaşadığı ama yine de daha iyi
biri olacağına ilişkin umudunu yitirmediği için.

F. Wilhelm Foerster 'Biz bu dünyaya anlaşılmak için değil, anlamak için geldik.'

 
Beraber yaşayan insanların birbirini iyice anlaması gerektiğini iddia etmek yanlış bir anlayıştan doğar...
Anlaşılmak çok az insana nasip olan bir lükstür; hele en iyi ve en derin şeyler hayatta hep yanlış anlaşılır...
Biz bu dünyaya anlaşılmak için değil, anlamak için geldik...
Anlaşılmamanın üzüntüsünü duyacağımız yerde, bütün ruhumuzla başkalarını anlamaya çalışsak, hayat daha güzelleşir...
Zaten çoğu zaman biz bile kendimizi anlayamazken, başkaları nasıl anlayabilirler?
 Alman pedagog F. W. Foerster

Şükrü Erbaş - Okyanusu Gösteren Su

 

Cam tozu gibi bir yağmur yağıyordu. Yağmur değil de silme gökyüzü kesilmiş bir ağustos güneşi, yedi rengini savura savura dünyamıza dökülüyordu. Kentin en küçük meydanı bile insanda iyilik duyguları uyandıran bir genişlik kazanmıştı. Herkes kirpiklerinden sızan iki su damlasıyla bakıyordu birbirine. Sokaklar, bahçeler, çatılar, ıslandıkça yemyeşildi. Bu ağustos denizinde dağlar, sisten yontulmuş birer gemiydi, herkesin içindeki yolculuğu büyüten. Bütün evler pencerelerini açmış, gizli hülyalarına soluk aldırıyordu. Yağmur değil bir barıştı bu. İnsanların insanlarla, insanların nesnelerle olan ilişkisine bir incelik, bir güzellik gelmişti. Trenlerin ufka çizdiği karakalem keder, kapıların büyüttüğü alışkanlıklar, içini çeken aşk, mahkeme salonlarının ceza kokan adaleti, çarşılarda burgaçlanan yoksulluk, yaşlıların bir iç sese dönen yalnızlığı, yalan olma değerini bile yitirmiş bir siyaset, günde yirmi dört saat kutsanan şiddet, paradan başka hiçbir değeri olmayan adamların onur kırıcı saltanatı… Kötülük ya da keder olarak içimizden dışımızdan bizi kuşatan ne varsa, yağmurla birdenbire gerçekliğin dışına çıkmıştı. Doğa, yaşama sevincini suyla sokmuş olmalıydı insanın yüreğine.

     Yağmurdan mı doğmuştu, yoksa yağmurla tenimize sızan güneşin bize bir bağışı mıydı, yaşamın yalnızca acı ve korku olmadığını göstermek için. Dar vakitlerde gelen iyi haberlere benziyordu, insana tüm çektiklerini unutturan. Her hareketinde, Ferhat’ın suyu getirdiği anda yaşadığı kendini aşmış bir aşkın doyumu vardı. Şenlik ateşleri gibi gülümsüyordu. Rüzgar öyle gezerdi buğday tarlalarında. Saçlarındaki dalgalanmaya bakarsan bir öğrenci yürüyüşünden geliyor olmalıydı. Teri özgürlük kokuyordu ve sesinde bir halkın kalbi atıyordu. Deniz çocuğu olduğu kesindi, yoksa neden durmadan gökyüzüne baksındı, cebinde bir tutam yosunla. Hapislerin rüyaları kadar yakıcı, gerçek ve zengindi. Büyük ve önemli şeylerin değil de küçük ve değerli şeylerin altına çizgiler çeken bir görme ustasıydı. Babaların annelerin doğrularından çok, çocukların yanlışlarına inanıyor ve seviniyordu. Yarasını öperek öyle bir bakışı vardı ki, gözlerinde birazcık duran herkes, bir olanaksızlığı yaşama gücüne dönüştürmenin tüm gizini öğrenebilirdi. Okyanusa benzeyen bir suya benziyordu. Her insanda gidilebilecek uzaklığı bilmek gibi bir gücü vardı. Bu yüzden incelikli bir gülümsemeyle bakıyordu telaşımıza. Karın tüm yönleri sildiği bir düzlükte incecik bir yol gibiydi sesi. Ateşler içinde yatıyorduk da eli alnımıza şefkat taşıyordu. Bir kuşun bir dala konması neyse öyle bir şeydi varlığı. Gülüşü, sisle gün ışığının dokunduğu bir orman gibi gamzeleniyordu. Gözyaşı bile dinginlik veriyordu insana. Bir kentin akşam saatlerinden çok sabah sokaklarına benziyordu. Konuşmuyor da, gecikmiş bir su, sararan otların dibinden özür diler gibi akıyordu. Bir kadın bir pencereden baksa baksa onun güzelliğine bakardı. Ya da bir erkek onun mutluluğunu onun gözleriyle kundaklardı.

      ‘’Suyu sevmeyen insanın, rüzgarı anlamayan, gökyüzünde bir bulutu olmayan insanın gideceği uzaklık, olsa olsa kendine sızan çaresizliktir. Yaşlı bir kadının hüznünü duymazsanız, bir genç kızın saçlarında çarpan kalbini nasıl göreceksiniz? Evlere neden pencereler açıldığını düşündünüz mü hiç? Dünya yokmuş gibi yaşamaktan büyük yoksulluk olur mu? Güvenlik duygusu, kasım ayında bir top nergisle çalabileceğiniz bir kapınız olmasıdır; hesabını şaşırdığınız para, çelik kapılar, ömrünüzü değersiz bir nesneye dönüştüren eşyalarınız değil. Kendinize alınıp satılmaz bir armağan verin, gidin bir sabah çayırların türküsünü dinleyin. Tarla kuşlarının şakımasını bilmezseniz, aşkınızı hangi kanatlı sözlerle gökyüzüne yazabilirsiniz? Su içerken suyu düşündünüz mü hiç; yıldızlar gecenize ne katar; güneşle birlikte neler uyanır bir kentin varoşlarında? Şarkıları bin yıldır ölümü ve ayrılığı söyleyen bir ülkede siz gerçekten özgür müsünüz? Birbirinize bu kadar benzemek canınızı sıkmıyor mu? Gelin, hazır yağmurdan bir bahaneniz varken, duvarlarınızdan izin alın bir kerecik, ağaçlar, kuşlar, gün ışığı, rüzgar ve toprağın o büyük şölenine bir sigara içimi olsun konuk olun. Kim bilir, eşit ve özgür ilişki hakkında bir kıpırdanma olur aklınızda…’’

Robin Sharma Seçme sözler

 
İnsanlar,sen istediğin kadar hayatındalar,göz yumduğun kadar dürüstler ve onları affettiğin kadar iyiler.    
 
İnsan geride bıraktıklarını özler, elinin altındakilerden sıkılır, ulaşamadıklarına tutulur.. ve ulaşılmaz olan hep aşk olur!
    
Bir insanın yaşayıp yaşamadığını anlamak istersen, nabzına değil onuruna bak, duruyorsa yaşıyordur...
    
İnsanlar, sen istediğin kadar hayatındalar, göz yumduğun kadar dürüstler ve onları affettiğin kadar iyiler.
    
İnsan beklentisi kadar mutludur. Formül: Sıfır beklenti, sonsuz mutluluk.
    
Hala açlıktan ölenler varsa dünyada, Aslında ölen insanlar değil; insanlıktır.
    ‎
Ölüm hayatta büyük kayıp değildir. Asıl büyük kayıp,yaşarken içimizde ölenlerdir.
   
Hayatta bir tek başarısızlık vardır, o da denememektir.
    
Hepimizin başı sağolsun. İnsanlık ölmüş.
    
Kaygı verici düşünce bir embriyo gibidir; oluştuğunda küçüktür, ama büyür ve daha çok büyür.Kısa süre sonra kendi kontrolünü eline alır.
    
Geçmişteki acılarına Gülümseyerek baktığın an; Büyümüşsün demektir...
    
Kimse bana kendini kanıtlama çabasına girmesin. Çünkü herşey ortada, yeni maskeler üretmenin bir lüzumu yok.
    
Akıl yasama organı olabilir. Ama yürütmeyi mutlaka yüreğe bırakmalısınız.
    
Cevap vermen gereken tek kişi, Her sabah aynaya baktığında gördüğün kişidir.
    
Kadın olmak: Her erkekte bir parça bırakmak değil, Bir erkekte bütün olabilmektir.
    
Gecmisinizin uzerinde durup dusundugunuz her an geleceginizden caliyorsunuz !
    
Erkek olmak: Mükemmelliğini bir çok kαdındα ispαt etmek değil, Tek bir kadına mükemmeli yαşαtαbilmektir.
    
Doğduğunda herkes gülerken sen ağlıyordun; şimdi öyle bir yaşam sür ki öldüğünde sen gülerken herkes ağlasın!
    
Olαğαnüstü birşeydir aşk; Siz bile kendinizi sevemiyorken, O sizi bir başkasına sevdirir.
    
Çoğu insan nasıl yaşanacağını, ancak ölme vakti geldiğinde öğrenir, çok yazık. Çoğu insan ömrünün en güzel yıllarını, bir apartman dairesinin odasında, televizyon seyrederek geçirir. Çoğu insan yirmi yaşında ölür ve seksen yaşında da gömülür. Bunun, sizin başınıza da gelmesine lütfen izin vermeyin.
    
Eğer kim olman gerektigi hakkında en ufak bir fikrin dahi yoksa,dogru arabalara,evlere ve giysilere sahip olmak tamamen anlamsızdır. Bu yüzden hayatta daha fazlasına sahip olmaya çabalamaktan vazgeç ve hayat için daha fazlası olmaya çalış. Sonsuz mutlulugun yattıgı yer burasıdır.
    
İnsan gelişimi, bir trene benzer: kendini aşan insan, garından, haddini aşan insan ise rayından çıkmış demektir.
    
Hiçbir zaman hayattan bembeyaz bir sayfa bekleme! Çünkü ikinci sayfa bile, birincinin izlerini taşır...
    
Külkedisi ne yapsın, kendisini ancak ayak numarasından tanıyabilen bir salağı.
   
 Her insanın aynalara göstermediği bir yüzü ve kimseye söylemediği bir hüznü vardır...
    
Kadınlar anlaşılmak için değil yaşanmak içindir. Yaşanacak kadın bulduysanız, anlamak için vakit kaybetmeyin.
    
Bir dağın zirvesinde olmanın keyfini önce eteklerinde yürümeden nasıl yaşayabilirsin.
    
Bana iyi gelenler, hep benden gidenler oldu .
    
Zihnin, gerçekte vücudundaki kaslardan farklı olmadığını hatırlamalısın. Kullan ya da kaybet.